1- Bizzat Kur’ân’ın kendisi tahrîf kelimesini kullanmıştır. Nitekim Allah-u Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Yahûdilerden bir kısmı kelimeleri yerlerinden değiştirirler (tahrîf ederler).” (Nisâ, 46). (Ayrıca bk. Bakara 75; Mâide 13, 41).
Hiç kuşkusuz Kur’ân’ın kullandığı ta’bîr, diğerlerine göre tercihe daha şâyandır. Çünkü Kur’ân, anlamı en açık şekilde göstermektedir.
2- Tahrîf kelimesi, durumu en açık şekilde gösterdiği gibi adalete en yakın olandır. Çünkü delilsiz olarak te’vîl edilen bir şeyi, müevvel (te’vîl edilmiş) olarak isimlendirmek adaletten değildir (sayılmaz). Aksine âdil olan, delilsiz olarak te’vîl edilen şeyi hakkettiği şeyle nitelememizdir ki, bu onun muharref yâni tahrîf edilmiş olmasıdır.
3- Delilsiz te’vîl bâtıldır. Ondan uzaklaşmak gerektiği gibi insanları ondan sakındırmak gerekir. Bu nedenle bu hususta tahrîf kelimesini kullanmak insanları sakındırma yönüyle daha açık bir ifadedir. Çünkü tahrîfi hiç kimse kabul etmez. Te’vîl kelimesi ise daha yumuşak bir kelime olup, her nefis tarafından (kolayca) kabul edilir. Üstelik anlam olarak ayrıntılı açıklamaya da müsaittir. Tahrîf kelimesine gelince, doğrudan (bir şeye) ‘bu tahrîftir’ dediğimizde insan ondan sakınır. Durum böyle olunca, selefin yoluna muhalefet edenler hakkında tahrîf kelimesini kullanmak, te’vîl kelimesini kullanmaktan daha uygun ve yakışıktır.
4- Te’vîl’in hepsi kınanmış değildir. Çünkü Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem (İbn Abbâs) hakkında şöyle demiştir: “Allahım! O’nu dinde fakîh (anlayışlı) kıl ve O’na te’vîli öğret”. Allah-u Teâlâ’da şöyle buyurmuştur: “Onun ( müteşâbihlerinin) te’vîlini Allah’tan ve ilimde yüksek dereceye erişenlerden başkası bilmez.” (Âl-i İmrân, 7). Allah te’vîli bildikleri için onları övmüştür.
Te’vîlin hepsi kınanmış değildir. Çünkü te’vîlin; tefsîr, bir şeyin varacağı hakîkat ve sözü açık anlamından, bu anlama aykırı bir anlama çevirmek gibi değişik anlamları vardır.” fierhu’l-Akîdeti’l-Vâsıtıyye 1/87-88. Te’vîlin geldiği anlamlar için bk. sh: 223.
22. Nitekim Ebû Hanîfe şöyle demiştir:
“O’nun eli; kudreti veya nimetidir, denilemez. Zira bu takdirde sıfat iptal edilmiş olur. Bu, Kaderiyye ve Mu’tezile’nin görüşüdür.” el-Fıkhu’l-Ekber, sh: 59.
“Allah gazap eder ve râzı olur. O’nun gazabı; cezalandırması, rızası da; sevabıdır, denemez.” el-Fıkhu’l-Ebsat, sh: 52.
Meşhur tefsîr âlimi ve Bağdât’taki Hanefîlerin imamı Âlûsî, İmam Ebû Hanîfe’nin ve diğer imamların te’vîl hakkındaki görüşlerini açıklarken şunları söylemektedir: “Senin de bildiğin gibi, büyük âlimlerin ve İslâm’ın ileri gelenlerinin çoğunun yolu teşbîh (benzetme) ve tecsîmi (cisimlendirmeyi) reddetmeyle birlikte mutlak olarak te’vîlden kaçınmaktır. İmam Ebû Hanîfe, İmam Mâlik, İmam Ahmed, İmam fiâfiî, Muhammed b. el-Hasen, Sa’d b. Muâz el-Mervezî, Abdullah b. el-Mübârek, Süfyân es-Sevrî’nin arkadaşı Ebu Muâz b. Süleyman, İshâk b. Râhûye, Muhammed b. İsmâil el-Buhârî, Tirmizî ve Ebû Dâvûd... bu büyük âlimlerdendir.” Rûhu’l-Meânî (6/156).
23. Ta’tîl hakkında daha ayrıntılı bilgi için bk. fierhu’l-Akîdeti’l-Vâsıtıyye (1/91-92). Ta’tîl ve tahrîf arasındaki fark için bk. A.g.e. (1/92-93).
24. Cehm b. Safvân’a (ölm. 128 h.) (bk. 85 nolu dipnot) uydukları için bu isimle isimlendirilmiştir. Cehm b. Safvân, Allah’ın sıfatlarını inkar etmiş ve Kur’ân’ın yaratılmış olduğunu söylemiştir. Ayrıca kader konusunda Cebriyye’nin görüşlerini savunarak kulun iradesini inkar etmiş, imanı sadece bilmekten ibâret görmüş, cennet ve cehennemin fâni (gelip geçici) olduğunu söylemiş, Allah’ın ilminin hâdis (sonradan olma) olduğunu ileri sürmüş ve daha bunlara benzer pek çok sapık görüşü savunmuştur. Bk. Ebu’l-Hasen el-Eş’arî, Makâlâtu’l-İslâmiyyîn (1/338-340); Ebu’l-Mansûr el-Bağdâdî, el-Fark Beyne’l-Fırak (sh: 156); fiehristânî, el-Milel ve’n-Nihal (1/61-63); İbn Teymiyye, Mecmûu’l-Fetâvâ (5/20), (7/143-146, el-Îmânu’l-Kebîr), (7/543-544, el-Îmânu’l-Evsat); Zehebî, Siyer (6/26-27); Mîzânu’l-İ’tidâl (1/426); fierhu’l-Akîdeti’t-Tahâviyye (thk. el-Elbâni, sh: 522-524).
25. Ehl-i Sünnet’in büyük imamlarından biri olan Ebu’l-Hasen Alî b. İsmâil b. İshâk b. Sâlim el-Eş’arî el-Yemânî el-Basrî’ye uyanlar anlamındadır. Ebu’l-Hasen el-Eş’arî, meşhûr sahâbî Ebû Musâ el-Eş’arî’nin (Abdullah b. Kays b. Haddâr) soyundandır. Döneminde kelâmcıların imamı olan Ebu’l-Hasen el-Eş’arî, i’tikâdi konularda önceleri Mu’tezile mezhebine mensuptu. Bu 40 yıl kadar böyle devam etti. Ancak daha sonra bu görüşten vazgeçmiş ve Ehl-i Sünnet’in yolunu benimsemiştir. Bununla da yetinmeyerek Ehl-i Sünnet’in Mu’tezile’ye karşı en büyük savunucularından olmuştur. O, Makâlâtu’l-İslâmiyyîn, es-Sıfat ve er-Reddu ale’l-Mücessime gibi pek çok eser yazmıştır. Hicri 324 yılında, 330 da denmiştir, Bağdat’ta vefat etmiştir. Bk. Zehebî, Siyer (15/85-90); Subkî, Tabakâtu’ş-fiâfiiyye (3/347-444); İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye (1/119-200); İbn Tağriberdî, en-Nucûmu’z-Zâhire (3/259); İbnu’l-’İmâd, fiezerâtü’z-Zeheb (2/303-305).
Ancak Ebu’l-Hasen el-Eş’arî’ye uyanların büyük bir bölümü O’nun bu son durumunu göz önüne almamışlar ve bazı i’tikâdî meselelerde O’nun yolundan ayrılmışlardır. Ebu’l-Meâlî el-Cüveynî ve Ebû Hâmid el-Gazzâlî bunların başında gelir. Amelin imandan olmadığını ileri sürerek imanda Mürcie’nin, Allah’ın sıfatlarını te’vîl ederek de esmâ ve sıfâtta te’vîlcilerin yolunu izlemişlerdir. Allah’ın kelâmı konusunda ise iki şey dışında Küllâbiyye’nin görüşünü benimsemişlerdir (bk. 18 bölüm sh: 149). Oysa Ebu’l-Hasen el-Eş’arî onların bu görüşlerinden uzaktır. Bunun en güzel kanıtı O’nun bu görüşlere cevap olarak yazdığı el-İbâne an Usûli’d-Diyâne adlı eseridir. Bu eseri ömrünün sonlarına doğru yazmıştır. O bu eserinde iman, esmâ ve sıfatlarla ilgili görüşlerini açıklamış ve Ehl-i Sünnet dışındaki sapık gruplara cevap vermiştir. Örneğin O’nun bu konular hakkındaki görüşlerini gösteren birkaç sözü şöyledir:
“İman; söz ve ameldir, artar ve eksilir.” (sh: 59).
“Allah arşına istivâ etmiştir.” (sh: 53).
“Allah’ın niteliği bilinmeyen yüzü, iki eli ve gözü vardır.” sh: (53-54).
“Allah’ın kelâmı yaratılmış değildir. Kur’ân’ın yaratılmış olduğunu söyleyen kimse kâfirin ta kendisidir” (sh: 56).
“Allah Azze ve Celle’nin kendilerini peygamberi sallallâhu aleyhi ve sellem’e arkadaşlık etmeleri için seçtiği selefi sevmeyi din olarak görür, Allah’ın onları övdüğü şeylerle onları över ve hepsini dost ediniriz.” (sh: 59). Bu konuda daha geniş bilgi almak isteyenler ilgili kitaba müracaat edebilirler.
Yine O, Makâlâtu’l-İslâmiyyîn adlı eserinde, Ashâbu’l-Hadîs ve Ehl-i Sünnet’in görüşlerini aktardıktan sonra şöyle demiştir: “Görüşleriyle ilgili zikrettiğimiz her şeyi söylüyor ve yol olarak ona yöneliyoruz.” (1/350). Ashâbu’l-Hadîs ve Ehl-i Sünnet’in görüşleri hakkında söylediği şeyler için bk. (1/345-350).
İmam Ebu’l-Hasen el-Eş’arî ve i’tikadı hakkında daha geniş bilgi için bk. fiehristânî, el-Milel (1/66-75); İbn Dırbâs’ın Risâletün fi’z-Zebbi an Ebi’l-Haseni’l-Eş’arî adlı risâlesi, İbn Teymiyye, Mecmûu’l-Fetâvâ (4/72), (6/310, 359, 471), (12, 165-166), (16/471); İbnu’l-Kayyim, el-Kasîdetü’n-Nûniyye (sh: 312, Herrâs’ın şerhi ile birlikte); Hammâd el-Ensârî’nin Ebu’l-Hasen el-Eş’arî ve Akîdetuhu adlı risâlesi; el-Elbânî, Muhtasaru’l-Uluvv (sh: 236-243); İbn ‘Useymîn, el-Kavâidu’l-Müslâ (sh: 80-86).
26. Aslen Horosanlı olan Ca’d b. Dirhem, Süveyd b. Gafele’nin kölesi olup, Dımaşk’ta (fiam’da) bulunmuştur. Allah’ın sıfatlarını ilk inkar edenlerden olup bu konuda ilk kez söz ve görüş ortaya atanlardandır. Kendisi Kur’ân’ın yaratılmış olduğu ve Allah’ın gerçek anlamda konuşmadığı görüşünü ortaya attığı zaman, Umeyye oğulları peşine takılmış, O da Kûfe’ye kaçmıştır. Orada Cehm b. Safvân ile karşılaşır. Bu görüşlerini O’na da öğretir. Ancak Kûfe emiri olan Abdullah el-Kasrî kendisini tutuklatıp, h. 124 yılı Kurban Bayramı gününde Vâsıt şehrinde öldürür. Bk. el-Lâlekâî (3/378-385); Mecmûu’l-Fetâvâ (5/20-21); Minhâcu’s-Sünne (2/192, 251), (5/392); İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye (9/364-365, 10/21); Zehebî, Târîhu’l-İslâm (4/238); Siyer (5/433); Mîzânu’l-İ’tidâl (1/399); İbn Hacer, Lisânu’l-Mîzân (2/105); fierhu’l-Akîdeti’t-Tahâviyye (thk. el-Elbânî, sh: 522); Prof. Dr. Talat Koçyiğit, Hadisçilerle Kelamcılar Arasındaki Münakaşalar (sh: 58-60).
Ca’d b. Dirhem’in öldürülme hadisesine ileride değineceğiz. Bk. 19. bölüm sh: 175-176 ve 237 nolu dipnot.
27. Tekyîf hakkında daha ayrıntılı bilgi için bk. İbn ‘Useymîn, fierhu’l-Akîdeti’l-Vâsıtıyye (1/97-102); el-Kavâidu’l-Müslâ (sh: 36); fierhu Lüm’atü’l-İ’tikâd (sh: 26).
28. İmam Ebû Hanîfe, Allah’ın sıfatlarının niteliği (keyfiyeti, nasıllığı) hakkında akıl yürüterek yorum yapmayı kesinlikle yasaklamıştır. O bu konuda şunları söylemektedir:
“Allah’ın gazabı ve rızası, O’nun keyfiyeti bilinmeyen sıfatlarından (sadece) iki sıfattır.” el-Fıkhu’l-Ebsat, sh: 52.
“O’nun Kur’ân’da zikrettiği gibi eli, yüzü ve nefsi vardır. Allah’ın kitabında zikretmiş olduğu yüz, el ve nefis gibi sıfatlar O’nun keyfiyetsiz (niteliği bilinmeyen) sıfatlarındandır”. el-Fıkhu’l-Ekber, sh: 59.
“Allah, niteliği bilinmeksizin iner.” Bk. 162 nolu dipnot.
29. Temsîl hakkında daha ayrıntılı bilgi için bk. fierhu’l-Akîdeti’l-Vâsıtıyye (1/102-111); el-Kavâidu’l-Müslâ (sh: 35); fierhu Lüm’atü’l-İ’tikâd (sh: 26, 34).
30. Teşbîh hakkında daha ayrıntılı bilgi için bk. fierhu Lüm’atü’l-İ’tikâd (sh: 34).
31. Temsîl ve teşbîh arasındaki fark için ayrıca bk. fierhu’l-Akîdeti’l-Vâsıtıyye (1/111-113); fierhu Lüm’atü’l-İ’tikâd (sh: 34).
32. Temsîl ve teşbîh ile tekyîf arasındaki fark için ayrıca bk. fierhu’l-Akîdeti’l-Vâsıtıyye (1/102, 112); fierhu Lüm’atü’l-İ’tikâd (sh: 26).
33. Yani her mükeyyif, mümessil değildir.
34. İmam Ebû Hanîfe yaratılmışı yaradana benzetmeyi kesin ifadelerle yasaklamıştır. O, şöyle demiştir:
“Allah yarattığı şeylerden hiçbir şeye benzemediği gibi yaratıklarından hiçbir şey de O’na benzemez. O isimleri ve sıfatlarıyla daima var olmuş ve var olacaktır.” el-Fıkhu’l-Ekber, sh: 58.
35. Kaynaklarda Ubeydullah b. Yahyâ el-Buhturî olarak geçmektedir. Meşhur şâir Ebû Ubâbe Velîd b. Ubeyd b. Yahyâ b. Ubeydu’t-Tâî el-Buhturî’nin torunu. Asrında şâirlerin lideriydi. Bk. Zehebî, Siyer (13/487); İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye (11/81).
36. Asrın şâiri Ebu’t-Tayyib Ahmed b. Hüseyn b. Hasen el-Cu’fî el-Kûfî. Büyük edebiyatçı. Peygamberlik iddiasında bulunduğu için, Mütenebbî ismiyle şöhret bulmuştur. Pek çok şirk ve bâtıl içeren şiirleri ve sözleri vardır. Tevbe edip bu iddiasından vazgeçtiği de söylenir?! fiiirlerinden oluşan dîvânı arap aleminde nam salmıştır. Hicri 354 yılı Ramazan ayında ölmüştür. Bk. Zehebî, Siyer (16/199-201).
37. Dîvânu Ebi’t-Tayyib el-Mütenebbî bi fierhi Ebi’l-Bekâ el-‘Ukberî (2/379). “Ve nasıl istersen” yerine “veya nasıl istersen” olarak geçmektedir.
38. İmam Ebû Hanîfe yaradanı yaratılmışa benzetmeyi kesin ifadelerle yasaklamıştır. O, şöyle demiştir:
“Allah’ın sıfatlarının hepsi, yaratıklarının sıfatlarından farklıdır. O bilir, fakat bizim bilmemiz gibi değildir. O güç yetirir, fakat bizim güç yetirmemiz gibi değildir. O görür, fakat bizim görmemiz gibi değildir. O işitir, fakat bizim işitmemiz gibi değildir. O konuşur, fakat bizim konuşmamız gibi değildir.” el-Fıkhu’l-Ekber, sh: 59.
“Allah yaratılmışlara benzemez.” fierhu’l-Akîdeti’t-Tahâviyye (thk. el-Elbânî, sh: 117).
“Allah’ın eli onların elleri üzerindedir, ancak bu, yarattıklarının elleri gibi değildir, bir organ da değildir. O ellerin yaratıcısıdır. O’nun yüzü yarattıklarının yüzü gibi değildir. O bütün yüzlerin yaratıcısıdır. O’nun nefsi yarattıklarının nefsi gibi değildir. Bütün nefislerin yaratıcısı O’dur. “O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir.” (fiûrâ, 11)” el-Fıkhu’l-Ebsat, sh: 52-53.
39. Râfıza mezhebine mensup demektir. Bunlar fiiîler’in aşırıları olup Ebû Bekir ve Ömer’in halifeliğini kabul ettiği için Zeyd b. Ali b. el-Hüseyn’i terketmişler ve daha önce dedesinden yardımı esirgedikleri gibi Kûfe’de yardımı O’ndan da esirgemişlerdir. Böylece onlara Râfıza (veya Revâfız) adı verildi. Bunlar Zeydiyye, İmâmiyye ve Keysâniyye olmak üzere üç gruba ayrılmışlardır. Bu her üç grupta ayrıca pek çok gruba ayrılmıştır. Bazı âlimler tarafından Râfıza kelimesi fiia anlamında kullanılmıştır. fiiîler akaid meselelerinde çok azı Ehl-i Sünnet’e olmak üzere, bir kısmı Müşebbihe’ye, çoğu da Mu’tezile’ye uyar. fiia birçok gruba ayrılır. Bk. Makâlâtu’l-İslâmiyyîn (1/88-136); el-Fark Beyne’l-Fırak (sh: 26-53); İbn Hazm, el-Faslu fi’l-Mileli ve’l-Ehvâi ve’n-Nihal (4/157-158); el-Milel ve’n-Nihal (1/106-146); Dr. Nâsır b. Abdullah el-Kafârî, Usûlu Mezhebi’ş-fiiâti’l-İmâmiyyeti’l-İsney Aşeriyye (1/107-109). Ayrıca bk. İbn Teymiyye, Minhâcu’s-Sünneti’n-Nebevviyeti fî Nakdi Kelâmi’ş-fiîati ve’l-Kaderiyye; Zehebî, el-Müntekâ; Abdullah el-Guneymân, Muhtasaru Minhâci’s-Sünne adlı kitaplar.
40. Hişâm b. el-Hakem, Ebû Muhammed el-Kûfî. Kûfeli olan Hişâm b. el-Hakem kelâmcılığı ve münazaracılığı ile tanınmıştır. Devrinde İmâmiyye’nin reisi sayıldığı gibi İmâmiyye’nin bir kolu olan Hişâmiyye’nin kurucusudur. Hicri 190 yılında vefat etmiştir. İmâmet hakkındaki görüşlerine, Allah’ı cisimlendirme ve yarattıklarına özellikle de insana benzetmek gibi pek çok sapıklık eklemiştir. Bk. Makâlâtu’l-İslâmiyyîn (1/133-134); el-Fark Beyne’l-Fırak (sh: 48-51); Siyer (10/543-544); Lisânu’l-Mîzân (6/194); Ziriklî, el-A’lâm (9/82).
41. İlhâd hakkında daha ayrıntılı bilgi için bk. fierhu’l-Akîdeti’l-Vâsıtıyye (1/119).
42. Allah’ın isimlerinde ilhâd için ayrıca bk. A.g.e. (1/119-124); el-Kavâidü’l-Müslâ (sh: 26).
43. Allah’ın ayetlerinde ilhâd için ayrıca bk. A.g.e. (1/124-126).
44. Geri zekalılar sözü yazar İbn ‘Useymîn’in kendi sözü değildir. O, bu sözü İbn Teymiyye’den almıştır. Bunu da şöyle ifâde etmiştir: “fieyhu’l-İslâm şöyle der: ‘Bu sözü, bazı geri zekalılar söylemiştir’”. fierhu’l-Akîdeti’l-Vâsıtıyye (1/95). Bu sözü gerçekten de İbn Teymiyye kullanmıştır. O, el-Fetvâ el-Hameviyye el-Kübrâ adlı eserinde (sh: 31) (Mecmûu’l-Fetâvâ’da 5/8) şöyle demiştir: “Nitekim Selefin büyüklüğünü takdir edememiş, hatta Allah’ı, Rasûlünü ve O’na iman edenleri emredildiği üzere hakkıyla tanımamış bazı geri zekalılar: ‘Selefin yolu daha sağlıklı, halefin yolu ise ilim ve hikmet bakımından daha üstündür!!’ diyorlar.” İbn Teymiyye’nin bu sözün sahiplerine verdiği doyurucu ve yeterli cevaplar için bk. Mecmûu’l-Fetâvâ (4/156-164).
Not: Ağbiyâ kelimesi ğabî kelimesinin çoğuludur. ⁄abî ise Türkçe’de, anlayışı kıt, akılsız, geri zekalı, câhil ve kalın kafalı gibi anlamlara gelir. Biz parça bütünlüğüne daha uygun gördüğümüz için geri zekalı kelimesini kullandık.
45. Bu bozuk şüpheler için 20 bölümün 2. faslına bakın. Sh: 191.
46. Ruhlarda bu duygu yaratılıştan vardır.
47. (SAHİH HADİS): Ahmed (4/402, 419); Buhârî (No: 4205, 6610); Müslim (No: 2704); İbn Huzeyme (No: 2563); İbn Ebî Âsım (No: 818, 819) ve diğerleri değişik ancak birbirine yakın lafızlarla Ebû Mûsâ el-Eş’arî radiyallâhu anh’den. Hadis sahihtir. Bk. el-Elbânî, Sahîhu’l-Câmii’s-Sağîr (No: 7864); Mişkâtü’l-Mesâbîh Tahkiki (No: 2303); Zılâlu’l-Cenne (No: 818, 819).
48. Bk. 19. bölüm sh: 182-185.
49. Büyük âlim ve pek çok fennin sâhibi Fahreddîn Muhammed b. Ömer b. el-Hüseyn el-Kureşî el-Bekrî et-Taberistânî. Usûl, kelâm ve tefsir âlimi olup zekilerin, hakîmlerin ve musanniflerin büyüğüdür. Fahreddîn er-Râzi olarak meşhurdur. H. 544 yılında dünyaya gelmiştir. Çok fazla olan eserleri, Kur’ân ve Sünnet ile bağdaşması asla mümkün olmayan pek çok sapıklık, bid’at, hurâfe ve sihirle doludur. Ancak ömrünün sonlarına doğru tüm bu görüşlerinden vazgeçip kelâm ilmini bırakmış ve ölürken yaptığı vasiyette kendisinin selef yolu ve yöntemini benimsediğini itiraf etmiştir. Hicri 606 yılı, Ramazan ayında 62 yaşındayken vefat etmiştir. et-Tefsîru’l-Kebîr (veya Mefâtîhu’l-Gayb), es-Sırru’l-Mektûm fi’s-Sihri ve Muhâtabeti’n-Nucûm gibi pek çok eseri vardır. Bk. Mecmûu’l-Fetâvâ (4/62, 72; 5/294, 561-563; 6/273-288; 13/181; 16/213; 17/247); Zehebî, Târîhu’l-İslâm (18/1/232-244); Siyer (21/500-501); Mîzânu’l-İ’tidâl (3/340); İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye (13/61-62); İbn Hallikân, Vefayâtü’l-A’yân (4/248-252); Subkî, Tabakâtu’ş-fiâfiiyye (5/33-40); İbn Hacer, Lisânu’l-Mîzân (4/426).
50. Yâni hüküm veremez hale gelir. Çünkü aklın alanı hem dardır, hem de sınırlıdır.
51. Fahreddîn er-Râzî bu beyitleri Aksâmu’l-Lezzât adlı eserinde zikretmiştir. O’ndan da İbn Teymiyye, Mecmûu’l-Fetâvâ (4/73, 5/10) ve İbn Kesîr, el-Bidâye (13/61-62)’de nakletmişlerdir. Ayrıca bk. Vefayâtu’l-A’yân (4/250); Tabakâtu’ş-fiâfiiyye (5/40).
52. Fahreddîn er-Râzî bu vasiyeti, ömrünün sonlarına doğru öğrencisi İbrâhim b. Ebî Bekr el-Esbehânî’ye yapmıştır. Bk. İbn Teymiyye, Deru Teâruzi’l-Akli ve’n-Nakl (1/160); Mecmûu’l-Fetâvâ, (4/72-73, 5/11); Zehebî, Târîhu’l-İslâm (18/1/244); Siyer (21/501); İbnu’l-Kayyim, İctimâu’l-Cuyûşi’l-İslâmiyye (sh: 194-195); Subkî, Tabakâtu’ş-fiâfiiyye (5/40); İbn Kâdı fiehbe, Tabakâtu’ş-fiâfiiyye (2/82-83); fierhu’l-Akîdeti’t-Tahâviyye (thk. el-Elbânî, sh: 208-209).
53. Hadis ilminin en büyük otoritesi, müslümanların imamı, hadisçilerin biricik örneği, müctehidlerin hucceti Muhammed b. Ebi’l-Hasen İsmâil b. İbrâhim b. el-Muğîre b. Berdizbeh b. Bezizbih. Künyesi; Ebû Abdillah, nisbesi el-Cu’fî el-Buhârî’dir. Allah’ın kitabından sonra en sağlam kitap olan el-Câmiu’s-Sahîh’in ve daha pek çok eserin sahibi. Hicri 13 fievvâl 194 (milâdi 810) yılında, cuma günü cuma namazından sonra Buhâra’da dünyaya geldi. İlim ve takvâ üzere 62 yıl hayat sürdü. Hakkında söylenen sadece şu iki söz O’nun ilim ve takvâsını ispatlamaya yeter:
İmam Müslim, O’na sorduğu bir sorunun cevabını aldıktan sonra şöyle der: “Sana ancak kışkanç olan dil uzatır. Tanıklık ederim ki dünyada senin bir benzerin yoktur.” İbn Hacer, Hedy, sh: 509.
İnsanlara namaz kıldırdığı bir gün bir eşek arısı tarafından tam 17 kere sokulur, buna rağmen namazını kesmemiş, namazını bitirince insanlara: “Namazda beni rahatsız eden şey ne idi, bakın?” diye sormuş. Bir de bakmışlar ki 17 ayrı yerden eşek arısı O’nu sokmuş ve yerleri şişmişti. Ama O, bu durumda bile namazını kesmemişti. Hedy, sh:505.
İmam Buhârî’nin i’tikâdı, Ehl-i Sünnet’in i’tikâdıdır. Bununda ötesinde O, Ehl-i Sünnet’in en büyük imamlarından olmuştur. İman konusundaki şu sözleri O’nun Ehl-i Sünnet yoluna ne kadar bağlı olduğunun açık bir göstergesidir:
“İman söz ve ameldir, artar ve eksilir.” el-Câmiu’s-Sahîh (Fethu’l-Bârî, 1/60); Hedy (sh: 516); Tehzîbu’t-Tehzîb (9/43).
“İman; söz ve ameldir diyenden başkasından hadis yazmadım.” Hedy (sh: 503). Buhârî’nin iman konusundaki görüşleri hakkında daha geniş bilgi için 332 nolu dipnota bakılabilir.
Hayatı boyunca pek çok sürgün, iftira sıkıntı ve çileye uğrayan İmam Buhârî h. 256 yılının cumartesi günü Ramazan bayramı gecesi yatsı namazından sonra vefat etmiş ve Semerkand’ın bir kazası olan Hartenk’te defnedilmiştir. Sahîh’i yanında el-Edebu’l-Müfred, et-Tarîhu’l-Kebîr, et-Târîhu’s-Sağîr, Esmâu’s-Sahâbe, Kitâbu’l-Künâ gibi pek çok eserin sahibidir. İmam Buhârî ve eserleri hakkında ayrıntılı bilgi almak isteyenler İmam Buhârî’nin Hayatı ve Hadis İlmindeki Yeri adlı kitabımıza bakabilirler. Ayrıca bk. Zehebî, Tezkiretü’l-Huffâz (2/555-557); Siyer (12/391-471); İbn Hacer, Hedy (sh: 501-518); Tehzîbu’t-Tehzîb (9/39-45); İbnu’l-’İmâd, fiezerâtü’z-Zeheb (2/134-136).
54. Nuaym b. Hammâd b. Muâviye b. el-Hâris el-Huzâ’î, Ebû Abdillah el-Mervezî. Mısır’da ikamet etmiştir. Fıkıh âlimi olup ferâiz (miras hukuku) konularını iyi bilirdi. Hadisle ilgili ilk müsnedi toplamıştır. Cehmiyye’ye cevap vermek hususunda şiddetliydi. fiöyle derdi: “Önceleri Cehmî biriydim. Bunun için onların sözlerini iyi bilirim. Hadis talep etmeye başlayınca onların yolunun ta’tîl olduğunu bildim.” H. 228 yılında vefat etmiştir. Bk. Zehebî, Tezkiretü’l-Huffâz (2/418-420); Siyer (10/595-612). Mîzânu’l-İ’tidâl (4/267-270); İbn Hacer, Tehzîbu’t-Tehzîb (10/409-413); İbnu’l-’İmâd, fiezerâtü’z-Zeheb (2/67).
55. (SAHİH ESER): el-Lâlekâî (No: 936); İbn Teymiyye, el-Fetvâ el-Hameviyye el-Kübrâ (sh: 153, Mecmûu’l-Fetâvâ 5/110, 263); Zehebî, el-Uluvv li’l-Aliyyi’l-Gaffâr (sh: 126); Siyer (10/610). el-Elbânî, Muhtasaru’l-Uluvv’da eserin isnâdının sahih olduğunu söylemiştir. Bk. sh: 184.
56. Yâni Allah’a cisim izâfe etmek, O’nun bir cisim olduğunu söylemek. Tecsîm sözü kelâmcıların sonradan uydurmuş oldukları mücmel lafızlardandır. Ne kitap ve sünnette geçmektedir ne de sahâbe, tâbiîn ve din imamlarından biri tarafından bu anlamıyla bilinmektedir. Bk. İbn Teymiyye Mecmûu’l-Fetâvâ (3/306, 5/305, 419-438, 6/102-104); Minhâcu’s-Sünne (2/135). Ayrıca bk. 10. bölüm sh: 98 ve 119 nolu dipnot.
57. Nitekim Molla Aliyyu’l-Kârî bu noktaya özellikle işaret etmiş ve kendisi gibi Hanefî olan İmam Konevî’nin şöyle dediğini nakletmiştir: “Bu nedenle selef âlimlerinin çoğu şöyle söylemişlerdir: Cehmiyye’nin alâmeti, Ehl-i Sünnet’e müşebbih (benzeticiler) adını takmalarıdır. İsim ve sıfatlardan herhangi bir şeyi reddedenlerden hiçbir kimse yoktur ki bunları ispat edene müşebbih adını takmasın. Hatta Abdülcebbâr, Zemahşerî gibi bazı tefsîr âlimleri ve bu ikisi dışındaki diğer Mu’tezilî ve Râfızî âlimler, sıfatlardan herhangi bir şeyi ispat edene, yahut Allah’ın zâtını görmenin mümkün olduğunu söyleyen âlimlere “müşebbih” adını verirler. Halbuki Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat’in cumhurunun nezdindeki meşhur olan görüş onların; Allah’ın yaratıklara benzemesini reddetmek sûretiyle, Allah’ın sıfatlarını reddetmeyi kasdetmedikleri, aksine bununla, imamın da doyurucu bir anlatımla anlattığı gibi Allah’ın isimlerinde, sıfatlarında ve fiillerinde yarattığı şeylerden hiçbirine benzemediğini kasdettikleri yolundadır.” Molla Aliyu’l-Kârî, fierhu’l-Fıkhı’l-Ekber, sh: 15.
İmam Tirmizî’de bu hususta “Hiç kimse iyi (helal) bir şeyden sadaka vermiş olmasın ki Rahmân onu sağ eliyle alıp kabul etmesin. Bu bir hurma bile olsa. Zaten Allah iyiden (helalden) başkasını da kabul etmez” hadisini zikrettikten sonra şöyle demiştir: “İlim ehlinden pek çok kimse bu hadis ve sıfatlarla ilgili buna benzeyen diğer rivâyetler hakkında ve Allah-u Teâlâ’nın her gece dünya göğüne inmesi hususunda gelen rivâyetler hakkında şöyle demişlerdir: ‘Bu sıfatlar hakkında gelen rivâyetler kesinlikle sâbittir. Bunlara olduğu gibi inanılır ve haklarında hiçbir vehme düşülmez. Bunların nasıl olduğu konusunda da hiçbir şey söylenilemez. Bunun gibi Mâlik, Süfyân b. ‘Uyeyne ve Abdullah b. el-Mübârek’in bu hadisler hakkında “onları nitelendirmeden (olduğu gibi) alıp kabul ediniz” dedikleri, rivâyet edilmiştir. İşte Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat’in ilim ehlinin görüşü de böyledir. Cehmiyye ise bu rivâyetleri inkar ederek ‘bunlar birer teşbihtir’ demişlerdir.” Câmiu’t-Tirmizî (3/50-51). Ayrıca bk. (5/234, 377). Bid’atçilerin Ehl-i Sünnet’e yakıştırdıkları diğer kötü lakaplar için bk. 25. bölüm sh: 233.
58. Üstelik selef, Allah’ın isim ve sıfatları hususunda yapılabilecek teşbîh ve tecsîmi küfür saymıştır:
İmam Ebû Hanîfe şöyle demiştir: “Kim Allah’ı insana özgü anlamlardan (sıfatlardan) bir anlam (sıfat) ile tanımlanırsa, muhakkak küfre düşmüş olur. Bu gerçeği gören bir ibret alır da artık kâfirlerin dediklerine benzer bir sözü söylemekten kaçınır. Bunu yapınca da Allah-u Teâlâ’nın sıfatlarında beşer sıfatları gibi olmadığını anlar.” fierhu’l-Akîdeti’t-Tahâviyye (thk. el-Elbânî, sh: 188).
İshâk b. Râhûye’de şöyle demiştir: “Kim Allah’ı nitelerken, O’nun sıfatlarını, yarattığı şeylerden birinin sıfatına benzetirse, o Azîm olan Allah’ı inkâr etmiş olur.” el-Lâlekâî (No: 937); fierhu’l-Akîdeti’t-Tahâviyye (thk. el-Elbânî, sh: 118); Molla Aliyyü’l-Kârî, fierhu’l Fıkhı’l-Ekber (sh: 15). el-Elbânî ilgili yerde, bu rivâyet hakkında bir şey söylememiştir. Dr. Abdullah et-Türkî ve fiuayb el-Arnavût’da el-Elbânî gibi ilgili kitaba yaptıkları tahkikte bu rivâyet hakkında bir şey söylememişlerdir. (Bk. 1/85).
Dostları ilə paylaş: |