İslam Tarihi'nde Gerçeğe Giden Yol



Yüklə 2,16 Mb.
səhifə27/50
tarix31.05.2018
ölçüsü2,16 Mb.
#52233
1   ...   23   24   25   26   27   28   29   30   ...   50

Evet Peygamber efendimiz dünya işlerinde sahabesi ile meşveret ediyordu. Örneğin düşman ile karşı karşıya geldiğinde, savaş teknik ve yöntemlerinde vb. işlerde “İş hakkında onlara danış”684[684] ayetine amel etmek için sahabesi ile meşveret etmiştir. Oysa bu alanlarda da ilahi vahye istinadı olduğu için meşverete muhtaç değildi. Ama yinede bunlara rağmen onlarla meşveret ediyordu. Ama kanunlarda ve ilahi yasalarda ilahi vahye tabi olmaktan başka bir yol yoktu.

Üçüncü Delil: Bu hadisler Peygamberin sergerdan, ve hayret içerisinde ne yapacağını bilmediğini gösterir. Oysa Allah ile rabıtası olan Peygamberlerin makamına bu tür şeylerin münasib olması mümkün değildir. Hatta, naklolunanlara göre, Peygamber öyle bir şekilde hayrette kalıyor ki, en sonunda teklifi tayin etmek için millet ile meşveret ediyor, ilk önce çanı reddediyor ve daha sonra onu kabulleniyor ve çalınması için yapılmasını emrediyor. Sonrasında ondan yine vazgeçiyor ve Abdullah b. Zeydin rüyasına değer vererek ona göre amel ediyor. Bundan daha önemlisi Peygamberin çandan yararlanmadan önce ondan vazgeçmesidir.!!!

Bu tür safsataların Peygamber tarafından yapılması mümkün değildir. Meleklerin ve vahyin nazil olduğu, bütün enbiyanın efendisi ve hatemi olan bir Peygamberin makamından bu tür şeyler uzaktır. Özellikle de, İslam ümmeti icmasına göre normal insanların gördükleri rüyaların şer’i açıdan hiçbir değeri ve itibarı yoktur.

Dördüncü Delil: Bu hadisler arasındaki çelişki ve çakışma hepsinin itibar derecesinden düşmesini icab ettirir. Bu tenakuz ve çakışmada, Ebu Ömer ve Muhammed b. Abdullah b. Zeydin hadislerindeki ihtilafı görmek onların itibardan düşmesine kifayet eder. Bunların yanısıra, işaret ettiğimiz o iki hadisde, rüyanın sadece Abdullah b. Zeyde ve Ömer b. Hattab tarafından görüldüğü söyleniyor.

Ama Teberani rüya hadisini “Evset” adlı kitabında naklederken şöylediyor; Ebu Bekirde bu rüyayı gördü. Bunlara ilaveten, Ehli Sünnetin naklettikleri diğer rivayetlerde açıkça, sahabeden on dört kişi tarafından bu rüyanın görüldüğüne dair hadisler nakletmişlerdir. Nitekim bu rivayetler Cubeylinin Şerh-ut Tenbih adlı eserinde mevcuttur.

Yine rivayet olunmuştur ki, o akşam o rüyayı Ensardan 16 kişi ve Muhacirlerden de sadece Ömer gördü. Rivayette, Bilalin dahi ezanı rüyada işittiği naklolunmuştur! İşte görüldüğü gibi daha tamamını zikretmediğimiz, konu etrafında bir çok çelişkili ve tenakuz içeren rivayetler vardır. Konu hakkındaki bu tenakuzlu rivayetleri görmek isteyenler Sire-i Halebiyenin ikinci cildinin “Bid’ul ezan ve meşruiyyetuhu” adlı baba müracaat edebilirler.

Beşinci Delil: Buhari ve Müslim bu rüyayı tamamen terketmişler ve kendi sahihlerinde ondan söz bile etmemişlerdir. Konu hakkında ne Abdullah b. Zeyd’den, ne Ömer b. Hattab’dan ve nede diğerlerinden asla söz etmemişlerdir. Bu açıkça şunu gösteriyorki rüya konusu onların yanında sabit değildi.

Evet, onlar “Bid’ul ezan” babında Abdullah b. Ömerden şöyle rivayet ederler; Müslümanlar Medineye geldiklerinde namaz kılmak için bir birlerini haberdar ediyorlardı ve hiç kimse onu duyurmuyordu. Bir gün bu konuda söz açılınca birisi şöyle dedi; Bu iş için Nesranilerin çanı gibi bir çan yapın dedi. Diğer birisi ise, Yahudilerin borazanı daha iyidir diye söyledi. Ama Ömer dedi ki, neden namazı duyurması için birisini göndermiyorsunuz? Bunun üzerine Peygamber de buyurdular ki, Ey Bilal kalk ve namazın vaktini bildir. Bilal’de ezan söyledi.

Bu sahih-i Müslim ve sahih-i Buhari de ezan ve ezanın başlama ve meşruiyyeti hakkında naklolunanların tamamıdır. Buhari ve Müslimin her ikiside bunu nakletmişler ve her ikisi de ezan hakkındaki diğer rivayetleri terketmişlerdir. Sadece bu konu, rüyaların içeriğinin olduğu rivayetlerle çakışmağa yeterli gelir.

Zira bu hadisden anlaşılan şudur ki; Ezan önce ömerin reyi ile yapıldı onun rüyası ile değil. İkameyide Abdullah b. Zeydin rüyası ortaya çıkardı ki buda onun Ömer’den ileri düştüğünü gösterir! Önce ezan mı yoksa ikamemi düşünmek lazım!

İşte bu sebeplerden dolayı Ehli Sünnet arasında, Abdullah b. Zeyd ezanı rüyada gördüğü için, ezan sahibi diye meşhur olmuştur.

Buhari ve Müslimin naklettiği hadis, Peygamberin meşveret meclisinde Bilale ezan okuması hakkında emir vermesinde ve bu emir verildiği zaman Ömerinde orda bulunmasında daha açık ve sarihtir. Ama rüya hadisleri tamamen açıkça şunu gösteriyor ki, Peygamber Bilale ezan okuması için emir verdiğinde Abdullah b. Zeyd rüyasını Peygambere anlatmıştı. Buda meşveretten en fazla bir akşam sonra gerçekleşti. Bu esnada Ömer de orda hazır değildi, aksine ezanın sesini evinde duymuş ve sonrasında acele ile Peygamberin yanına gelerek şöyle demişti; Seni Peygamberliğe meb’us eden Allah’a yemin olsun ki, bende bu rüyayı gördüm. Bu iki çeşit rivayete vicdan ile hakka değer vererek bakmak gerek. Acaba ile diğer rivayeti bir araya getirmek mümkün müdür?

Bunların yanısıra, Hakim Nişaburi’de kendi Müstedrekinde ezan ve ikame hakkındaki rüyayı içeren rivayetleri nakletmiş Buhari ve Müslim gibi onları üstü örtülü bırakmıştır. Bunların tamamı şunu gösteriyor ki, ezan ve ikameyi içeren rüya rivayetleri Buhari ve Müslime göre sıhhat ve itibar derecesinden düşüktür. Zira Hakim Nişaburi Müslim ve Buharinin nakletmediği sahih rivayetleri o ikisinin şartlarına göre Müstedreki Sahiheyn’de getirmeği addetmişti. Bu konuyada Müstedrekinde tamamen riayet etmiştir.685[685]

Bu vasıflara göre, Hakim rüya rüya hadislerinin hiçbirisini Müstedrekinde nakletmemiştir. Bu şunu açıkça gösteriyor ki, Hakim’de diğer kitaplarda naklolunan mezkur rivayetleri sahih olarak görmemiştir.

Hakim Nişaburinin söylemiş olduğu söz rüya hadislerinin batıl ve geçersiz olduğunu gösterir. O şöyle diyor; “Buhari ve Müslimin, Abdullah b. Zeydin hadisini terketmelerinin sebebi şudur ki, Abdullah’ın kendisi bu olaydan önce dünyadan gitmişti!

Bu sözü tayid ve tastik eden şudur ki; Ehli Sünnetin inancına göre ezanın başlangıcı Uhud savaşından sonra gerçekleşmiştir.

Ebu Naim İsfahanı Hilyet-ul Evliya adlı kitabında Ömer b. Abdul azizin hayatını şerh ederken, sahih senedle Abdullah Umeyri’den şöyle rivayet eder; Abdullah b. Zeydin kızı Ömer b. Abdul azize gelerek şöyle dedi; Ben Bedir savaşına katılan ve uhud savaşında öldürülen Abdullah b. Zeydin kızıyım, Ömer b. Abdul Aziz ona, ne istiyorsan söyle, dedi ve onun isteklerini ona verdi.

Söylendiği gibi, eğer Abdullah b. Zeyd ezanı rüyada görmüş olsaydı, onun kızı kendisini tanıtırken ezan meselesini de dile getirmiş olurdu.

Altıncı Delil: Allahu Teala iman getiren insanlara emir vermiş ve onların Allah ve Resulünden öne düşmemelerini buyurmuş, seslerini Resulün sesinden daha fazla yükseltmemelerini ve diğer insanlarla konuştukları gibi Resulle de bağırarak konuşmaktan nehyetmiştir. Böyle yaptıkları taktirde onların amellerinin tamamen ortadan kalkacağını beyan buyurmuştur.

Bu konuya binaen şöyle buyuruyor; “Ey iman edenler, Allah’ın ve Resulünün önüne geçmeyin, Allah’dan korkun, şüphesiz Allah işitendir, bilendir.”

“Ey iman getirenler, seslerinizi Peygamberin sesinin üstüne yükseltmeyin, birbirinize bağırdığınız gibi, Peygambere yüksek sesle bağırmayın. Yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir.”686[686]

Yukarıdaki ayetlerin nüzul sebebi şunlardan ibarettir;

Beni Temim kabilesinden bir grup heyet halinde Peygamberin huzuruna gelerek , onlardan birisini kendilerine emir seçmesini istediler, herkesten önce Ebu Bekir şöyle dedi; Ya Resulüllah Gaka b. Mabedi onlara emir olarak ver. Ömerde dostunun sözünden hemen sonra şöyle dedi; Ya Resulüllah Beni Mecaşi kabilesinden olan Ekra b. Habisi onlara emir olarak tayin et. Bunun üzerine Ebu Bekir, senin maksadın bana muhalefet etmektir dedi. Bunun müteabinde, her ikisi de tartışma ve nizaya başladılar ve sesleri yükselmeye başladı. Bunun üzerine, onların yaptıklarından dolayı Allahu Teala bu muhkem ayetleri nazil etti.

Allahu Teala bu ayetlerle bütün iman ehline hitap ederek onların Allah’a ve Resulüne karşı olan vazifelerini bildirdi.

Bu ayetler bütün inanan erkek ve kadınları Peygamberin huzurunda ondan önce düşmelerinden sakındırmıştır. Zira “Allah ve Resulünün önüne geçmeyin” sözünün anlamı, yani Allah’ın emrinden ve Peygamberinde o emri izhar etmesinden önce bir şey söylemeyin ki, Allah buyruğunu Peygamber’in vasıtası ile sizlere ulaştırsın. O gün müslümanların işlerine müdahale ederek o teklifi getirenler (Ebu Bekir- Ömer) kendilerinin bir hakkı ve makamı olduğuna inanıyorlardı. Ama Allah’u Teala müminlere, onların kendi düşüncelerine göre yaptıklarının yanlışlığını ve kendi hadlerinin dışına çıkmamalarının gerekliliğini bildirdi.

“Seslerinizi Peygamberin sesinden fazla yükseltmeyiniz” sözü, onların konuşmasını nehyediyordu. Zira onlar bu tavırları ile şunu kanıtlamak istiyorlardı ki, müslümanların işlerine müdahale hakları vardır veya Allah ve Resulünün yanında özel bir makama sahiptirler. Zira sesini karşıdakinin sesinden daha fazla yükselten birisi, kendisini özel bir tarzda karşıdakinden daha önemli gördüğü için böyle bir şeyi yapar, ve kendisinin özel bir konumunun olduğuna inanır. Oysa Peygamberin huzurunda bu tür haraket kimseye caiz görülmemiştir.

Ayette geçen “Allah’tan korkun, Allah işitendir, bilendir” “Yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir” cümlelerinde düşünen, konunun hakikatını rahatlıkla derkeder. Ebu Bekir ve Ömerin bir şahısın emirlik meselesinde Allah ve Resulünden önce davranıp ve neticede bu konuda onların görüşlerini tasvip etmeyen Allah ve Resulü nasıl olurda şer’i hükümlerde bu tür insanların görüşlerini kabullenmiş olabilir!

Yedinci Delil: Ezan ve ikame günlük farz namazların cinsindendir. Dolayısıyla ezan ve ikamenin merkezi farzların merkezindendir. Farzların da çıkış merkezi ilahi vahiydir. Ezan ve ikame islam milletine mahsus olan en büyük ve önemli şiarlardandır. Zira islam bütün dinlerden sonra gelmiştir. Dolayısıyla onun şiarları kendisinden öncekilerin şiarlarından dahada önemlidir. Ezan ve ikamenin her kelimesine dikkat eden bunun hakikatini anlar.

Allahu Ekber, Eşhedu enla ilahe illellah, Eşhedu enne Muhammeden Resulullah, kelimeleri en iyi bir üslubda dinleyenleri Allah ve Resulüne davet etmekte ve en iyi tarzda Alllah ve Resulünü medhetmektedir.

“Heyye Eles- Selah” Namaza koşunuz.

“Heyye Elel Felah” Kurtuluşa koşunuz.

“Heyye Elel Hayril amel” Koşunuz amellerin en hayırlısına.

Bunlar canlı bir davettir. Sanki varlık ve hayat aleminden insanın ruhuna nakış eden Lebbeyk sesleri gelmektedir. Zira insan ezanın sesini duyduğu andan itibaren, namaza başlar ve bu andan itibaren gayb alemine girmiş olur. Bu Nida, yeryüzü ve semayı kapsayan ve mahlukun yüce yaratıcı huzurunda tevazu ve alçalmasını gösterir. Bu Nida her namaz vaktinde ebedi gerçekleri insana hatırlatır ve yeni bir habermiş gibi insanı etkisi altına alır. En sonunda ise, “Allahu Ekber, Allahu Ekber, La ilahe illellah, La ilahe illellah” söyleyerek bitirir.

Bu müslümanları namaza sesleyen ezanın davetidir. Müslüman ezan sesini duyduğu andan itibaren, namaza çağrıldığını anlar. Zira ezan ile yüce Allah’ın azametini hatırlar. Bu hatırlama ise namaza davettir. Kısacası şuarları söylemek mümkündür ki; İnsan oğlunun tamamı da bir araya gelse ezan ve ikameyi getirme kudretine sahip olamazlar. Dinin bu büyük hakikatlarını, Allah’ın açık nişanelerini içeren bu ulvi kelimeleri beşere nisbet vermekten Allah’a sığınırız.

Sekizinci Delil: Ehli Sünnet kaynaklarında ezan ve ikame hakkında naklolunan hadislerin tamamı, Ehlibeyt imamlarından naklolunan hadislerle çelişmektedir. Ehlibeyt rivayetleriyle de muhalif olduğu için, ister bir şahısın görüşü ve istersede herhangi bir rivayet olsun, akli salim birisi Ehlibeyt imamlarının rivayetlerini tercih etmelidir. Zira “Ev halkı evin içerisinde olup bitenleri evin dışındakilere nazaran daha iyi bilir”

Sahih bir sened ile İmam Cafer Sadık’tan şöyle rivayet olunmuştur; Cebrail Peygambere gelerek ezanı getirdi. Önce Cebrail ezan ve ikame okudu. Daha sonra Peygamber, Ali’ye Bilali çağırmasını söyledi. Bilal ise geldiğinde Peygamber ezanı Bilale öğretti ve bu şekilde ezan söylemesini emretti.687[687] Bu rivayeti, takvanın doruk noktasında olan, Sikatul İslam Kuleyni, Şeyh Saduk ve Şeyh Tusi’de nakletmişlerdir.

Şehid-i Evvel “Ez- zikra” adlı kitabında İmam Cafer Sadık (a.s)’dan şöyle rivayet eder “İmam Cafer Sadık, Peygamber ezanı Abdullah b. Zeyd’den aldı görüşünde olan gruba kızarak şöyle buyurdu; İlahi vahiy ezan hakkında Peygambere nazil olmuştur. Ama sizler Peygamberin onu Abdullah b. Zeyd’den aldığını mı zannediyorsunuz?

Sufyan b. Leyl şöyle diyor; Hasan b. Ali (a.s) Kufeden Medineye geldikten sonr, ben o Hazretin hizmetine gittim. O Hazretin huzurunda ezandan söz açılınca, bizden birisi, ezanın başlangıcının Abdullah b. Zeydin rüyasından olduğunu söyledi. (Bunu duyan) Hasan b. Ali (a.s) ona şöyle buyurdu; “Ezanın makamı bunlardan yücedir. Cebrail ezanı ikişer ikişer ve ikameyi de birer birer söyleyerek Peygambere öğretti.”688[688]

Harun b. Sad, şehid Zeyd’den oda babası İmam Seccad (a.s)’dan oda İmam Hüseyn’den ve oda Hz. İmam Ali (a.s)’dan nakleder ki; Ezanı Peygambere Miraca götürüldüğü gece öğrettiler.689[689]

Rivayetlerde geçen ve ezanın bir cüz’i olan “Heyye Elel Hayril amel” kelimesi Peygamber efendimizin döneminde ezan ve ikamede söyleniyordu. Ama ikinci halife dönemindeki amirler ve söz sahipleri, insanlara en iyi amelin Cihad olduğunu kanıtlamak ve neticede umumun zihnini Cihad vadisine çekmek istiyorlardı. Bu hedef doğrultusunda da, ezan söylendiği zaman “Heyye elel Hayril amel” (Koşun amellerin en hayırlısına) kelimesi o hedefle çakışıyordu. Dolayısıyla bu kelime insanları Cihat’dan soğutur diye endişe ediyorlardı. Zira insanlar namazın cihat’dan daha hayırlı ve üstün bir amel olduğuna inandıkları müddetçe, neden sevabı namazdan az ve tehlikesi çok olan bir amele yönelsinler ki, yanıbaşlarında ondan daha hayırlı amel olan namazı görecekler ve cihadı bu vesileyle terkedeceklerdi. Tabi ki bunlar ikinci halife dönemindeki birtakım amirlerin düşüncesiydi. Oysa o günlerde bütün söz sahiplerinin tek gayesi islamı davetin yayılması ve doğu- batının fethedilmesiydi. Dünya memleketlerinin fethide iman ve cihad ruhunu canlandırmak ile gerçekleşir. Namazda o ruhu takviye eden vesilelerden birisidir.

Ama ne yazık ki, bu yanlış düşünce onların vahyin karşısında farklı bir tavır takınmalarına ve dolayısıyla bu gaye uğrunda ezan ve ikameden Hayye Ela Hayril amel kelimesinin çıkarılmasına sebep olmuştur. Onlar o gün kendi maslahat düşüncelerinde bu karara varmışlardı.

Alaaddin Ali b. Muhammed Guşçi şöyle diyor; İkinci halife minberde şöyle dedi; Peygamber zamanında olan üç şeyi ben yasaklıyor ve onlara amel edenleri cezalandıracağım. Bunlar, Mut’a Nikahı, Temettü Haccı, ve ezanda Hayye Ela Hayril amel’in söylenmesinden ibarettir.690[690] Guşçi bu amellerin ikinci halife tarafından yasaklandığını ve onun kendi içtihadına göre amel ettiğini söylemiştir.

Ehlibeyt ve Ehlibeyt imamlarına tabi olanlar hariç, ikinci halifeden sonraki tüm Müslümanlar Ömere uyarak ezan ve ikameden Hayye ela Hayril amel kelimesini terkettiler. Tarih boyunca Hayye Ela Hayril amel Şiaların şiarı olmuş ve şia mektebinin kesin hükümlerinden biri olarak bilinmiştir. Hatta Şehidi Fehh, Hüseyn b. Ali b. Hasan b. Hasan b. Ali b. Ebi Talib, Abbasi halifesi Hadinin döneminde Medinede kıyam ederken, müezzine ezanda Hayye Ela Hayril amelide söylemesini emretti ve müezzinde bu şekilde yaptı. Bu konuyu Ebul Ferec İsfahani de Mekatil-ut Talibinde, Hüsey’nin hayatının şerhinin şehadet bölümünde zikretmiştir.

Halebi şöyle nakleder; Abdullah b. Ömer ve İmam Zeynel Abidin Ali b. Hüseyn ezanda Hayye elel Felah’dan sonra Heyye ela Hayril ameli’de söylüyorlardı.691[691]

Netice olaraktan şunlar söylenebilir ki; Peygamber döneminde ezanda olan “Heyye elel Haril amel” askerlerin ruhi yapısına ters düşüyor diye ikinci halife Ömer tarafından ezandan çıkarıldı. Onun gerekçesine göre, diyordu ki, Hayye ela Hayril amel dediğiniz zaman, asker en iyi amel olarak namazı görecek ve dolayısıyla cihat’dan yüz çevirecek. Bunun için o kelimeyi ezandan çıkardı ve Peygamber efendimiz döneminde ezanda olmayan “Esselatu hayrun min- en nevm” (namaz uykudan hayırlıdır) cümlesini sabah ezanına yerleştirdi. İkinci halife bunları yaparken sırf zamanın gereksimlerine göre haraket etti.

Acaba dini hükümler karşısında böyle bir tavır ve uygulama doğru mudur? Hayır, kesinlikle yanlıştır. O gün ikinci halifeye şunların sorulması gerekirdi. Senin sayısal yönden az olan ve savaş techizatları bakımından zayıf olan bu askerlerin dünya süper güçleri karşısında nasıl savaşacak ve ne ile zaferi bulabileceklerdi. Bu cesareti, kuvveti, şecaeti ve gücü, iman bu insanlara bağışlamıştır. İmanı ise takviye eden namazdır. Bir Müslüman gücünü ve cesaretini Allahu Ekberlerden, Elhemdulillah ve Subhanellah’lardan almaktadır.

İslam Peygamberi “Namaz dinin direğidir” söylemekle dini çadıra benzetmiştir. Çadırın çadır bezine, ipe, kazığa ve bir de ana sütuna ihtiyacı vardır. Bu çadırın ana sütunu namazdır. Peygamber namazın eser ve semerelerini ve onun insan ruhunda en büyük tesir unsuru olduğunu bildiği için böyle buyurmuştur. Eğer namaz olmasa idi bunların hiçbiriside olmazdı. Eğer o gün islam askerlerinin varsayım üzerine, namazı cihada tercih edip, cihadı terketme düşünceleri vardıysa, ikinci halife askerlerin akımına göre dinin hükmünü değiştireceği yerde, onlara hem namazın ve hemde cihadın önemini anlatmalı, cihad ve namazın bir birlerinin gereksimlerinden olduğunu vurgulamalı, namaz olmaz ise cihadında sağlam bir şekilde gerçekleşemeyeceğini kanıtlamalıydı. Zira Allahu Teala Kur’anı Kerimde şöyle buyuruyor; “Sabır ve namaz ile Allah’dan yardım isteyin.”692[692]

Acaba cihadın önemi için, namazın önemini küçümsemek ve hatta “Namaz uykudan hayırlıdır” demek islam inancına göre doğru mudur? İslam namaz ve cihad arasından birisini seç hükmünü değilde, namaz kıl ve icab ederse cihada da katıl emrini vermiştir. O gün neden ikinci halife islam askerlerine islamın hükmü olan hem namazını kıl ve hemde cihad ruhuna sahip ol hükmünü açıklamıyordu? Namaz ve cihad islam dinindeki seçmeli hükümlerden değildir. Bu iki farz başı başına islamın farzlarından olup, bu ikisini birbirinden ayırmak doğru değildir. İslam dini, ya namaz kıl cihada gitme veya cihada katıl ve namazı kılma hükmünü vermemiştir. İslam dini, hem namazını kıl ve hemde cihada katıl, cihada katıl ki, namazını kılabilesin ve namazını kıl ki, cihada katılabilesin hükmünü vermiştir. Bu durumda eğer bir asker yanlışlığa kapılarak, namaz kıldığıma göre cihada katılmam icab etmez düşüncesine inanırsa, islamın hükmü sırf bu yanlış düşünce için değiştirileceğine, o yanlış düşünceye kapılanlara yanlışlığını anlatmalı ve bu ikisinin birbirinden ayrılmayacağı onlara ıspat edilmelidir.

İslamın hükümleri bir bedende bulunan azalar gibidir. Bunları birbirinden ayrı düşürmek katiyyen yanlıştır. Namazın kendisine göre yeri, haccın, zekatın, humsun, emri- bil maruf, nehyez münkerin, ve cihadında....... kendilerine göre bir yeri vardır.

Ezana “Hayye ela hayril amel” kelimesini yerleştirip ve ezanda bu kelimenin söylenmesini emreden bunu hesap üzerine yapmıştır. Her zaman, koşul ve şartlarda bu kelime vahyin bir gereksimi olduğu için ezanda söylenmelidir. Biz, dini hükümlerin karşısındaki bu tür tavırların ve zamanın gereksinimlerindendir. Denilerek izlenilen bu üslubun ismini ifratçılık veya başka bir tabire göre cehalet olarak niteleyebiliyoruz ancak Ehlibeyt mektebine uyan Caferilere göre ezan on sekiz cümledir. Dört tane Allahu Ekber ve Eşhedu enla ilahe illellah, Eşhedu enne Muhammeden Resulullah, Hayye ela-s Selah, Hayye ele-l felah, Hayye ela Hayril amel, Allahu Ekber, La ilahe illellah, cümleleride iki defa olarak okunur.

İkame ise on yedi cümledir. İkamede bütün bölümler iki defa ve en sondaki La ilahe illellah bir defa olarak okunur. İkinci Hayye ela hayril amelden sonra, ilaveten “Ged gameti-s Selah” da iki defa söylenilir. Ezanda Peygamberin ismi geldikten sonra, o hazrete selat ve selam göndermek mustehaptır. Aynı şekilde Peygamberin şehadetinden sonra, Emir-ul Müminin Hz. Ali’nin vilayetine de şehadet etmek müstehaptır. Yani ezan ve ikamede Peygambere şehadet getirdikten sonra “Eşhedu enne Aliyyen veliyyullah” (şehadet ederim ki Ali Allah’ın velisidir) söylemek müstehaptır.

Ezan veya ikamede “Eşhedu enne Aliyyen veliyyullah” söylemek bid’attır diyenlere cevabımız şudur;



  1. Bütün Şia fakih ve müçtehitleri ilmi, fıkhi ve istidlali kitaplarında “Eşhedu enne Aliyyen veliyyullah” kelimesinin ezandan bir cüz olmadığına dair fetvalar vermişler ve hiç kimsenin o kelimeyi ezan ve ikamenin bir cüzinden bilerek söyleme hakkının olmadığını belirtmişlerdir.

  2. Hz. İmam Ali (a.s) Kur-an-ı Kerime göre Allah’ın evliyalarından birisi olarak tanıtılmıştır. Kur-an-ı Kerim şöyle buyuruyor; “Sizin veliniz, ancak Allah’tır ve Peygamberdir ve inananlar, namaz kılanlar ve rüku ederken zekat verenlerdir.”693[693]

Ehli Sünnetin sahih ve müsned kitapları, Hz. Ali’nin namaz kılarken rüku halinde yüzüğünü fakire bağışlarken bu ayetin o Hazret hakkında nazil olduğuna dair açıklamalar yapmışlardır. 694[694]

Bu ayet Hz. Ali hakkında nazil olduğunda, meşhur şair Hessan b. Sabit bu olayı şu kelimelerle şiire dökmüştür; “Sen rüku halinde bağışda bulunansın. Canlar sana feda olsun ey rüku edenlerin en faziletlisi Allah en iyi vilayeti senin hakkında nazil buyurdu.



  1. Resulü Ekrem (s.a) efendimiz şöyle buyuruyor; “Ameller niyetlere göredir.” Eğer, Hz. Ali (a.s)’ın vilayeti Kur-an-ın tasrih ettiği usullardan biriyse ve mezkur cümlede ezanda, ezanın bir cüz’i olarak bilinmiyorsa, bu hakikatın ezanda Peygambere şehadet getirdikten sonra söylenmesinde ne sakınca olabilir?

Ezana bir cümleyi eklemek iyi değildir, bid’attır diyerekten Caferilere itiraz edenlere şunları sormak lazım;

  1. Sahih ve doğru tarih “Heyye ela hayril amel” cümlesinin ezanın bir cüz’i olduğuna şehadet eder.695[695] Örneğin, Ehli Sünnetin hadis kaynaklarından biri olan Kenz-ul Ummal’da şöyle nakledilir; Bilal sabah ezanını okuyordu ve okurken “Heyye ela hayril amel” de diyordu.696[696]

Ama ne yazzık ki sonraları ikinci halifenin döneminde cihad bahane gösterilerek bu kelime ezandan çıkarılmış697[697] ve o günden bu güne kadar da Ehli Sünnet tarafından terkolunmuştur. İnsan üzülerek söylemek zorunda kalıyor, Acaba Müslümanlar Allah tarafından gönderilen ve onaylanan Peygamberin sünnetine göre mi haraket etmeli yoksa hiçbir dayanağı olmayan birilerinin ferdi ve şahsi bid’atlarına mı uymaları gerekir.???

  1. “Essalatu hayrun min- en nevm” Peygamber zamanında ezanın cüz’inden değildi. Ama daha sonraki dönemlerde ezana ekletildi. Kenz-ul ummal’da nakledilir ki; Ömer kendi müezzinine şöyle dedi; Sabah ezanında, Heyye elel felah kelimesine geldin mi “Esselatu hayrun min-en nevm, Esselatu hayrun min- en nevm cümlesinide söyle.” 698[698]

Yine mezkur kitapda nakledilirki; Ömer b. Hattab’ın müezzini onu sabah namazına uyandırmak için geldiğinde onu uykuda buldu ve şöyle seslendi “Esselatu hayrun min-en nevm” (Namaz uykudan hayırlıdır) Bunun üzerine Ömer o kelimeyi sabah ezanında söylemesine dair emir verdi. 699[699]

Şafii “El- Umm” adlı kitabında şöyle diyor; “Bana göre, ezanda “Esselatu hayrun min- en nevm” söylemenin keraheti vardır. Zira Ebu Mehzure onu hadisinde zikretmemiştir.700[700]



  1. Eşhedu enne Aliyyen veliyullah’ın ezanda söylenmesini bid’at görenler yanlışlığa kapılmışlardır. Zira müezzinler ezanın bölümlerinde, “Esselatu vesselamu eleyke ya Resulellah” gibi cümleleri söylerler. Oysa bunlar şeriata göre ezanda olmayan kelimelerdir. Ama yinede bunlara rağmen bu kelimelerin ezanda söylenmesi bid’at ve haram olarak görülmemiştir. Zira müezzinler bu kelimeleri söylerlerken ezanın bir cüz’i olarak söylemez aksine o kelimelere şamil olan umumi delillere göre onları ezanda zikrederler. İşte, ezanda Aliyyen veliyyullah’da söylemek bu mezkur kelimeler gibi aynı hükme girer.

    Yüklə 2,16 Mb.

    Dostları ilə paylaş:
1   ...   23   24   25   26   27   28   29   30   ...   50




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2025
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin