308- qqAŞK sL2 : (Işk) Çok ziyade sevgi. Şiddetli muhabbet. Sevda. Candan sevme. *İttiba. Alâka. (Bak: Muhabbet)
«İnsanın mahiyeti ulviye, fıtratı câmia olduğundan; binler enva-ı hâcât ile binbir esma-i İlahiyeye, herbir ismin çok mertebelerine fıtraten muhtaçtır. Muzaaf ihtiyaç, iştiyaktır. Muzaaf iştiyak, muhabbettir. Muzaaf muhabbet dahi aşktır. Ruhun tekemmülatına göre meratib-i muhabbet, meratib-i esmaya göre inkişaf eder. Bütün esmaya muhabbet dahi -çünki o esma Zat-ı Zülcelal’in ünvanları ve cilveleri olduğundan- muhabbet-i zatiyeye döner.» (S.642)
309- «Nev-i insanda, hususan yüksek tabakasında, meslekleri ayrı ayrı hadsiz zatlarda, gayet esaslı bir surette bulunan şedid bir aşk-ı Lahutî ve kuvvetli bir muhabbet-i Rabbaniye, bilbedahe misilsiz bir cemâle işaret, belki şehadet eder. Evet böyle bir aşk, öyle bir cemâle bakar, iktiza eder. Ve öyle bir muhabbet, böyle bir hüsn ister. Belki bütün mecudatta lisan-ı hal ve lisan-ı kal ile edilen umum hamd ve senalar, o ezelî hüsne bakıyor, gidiyor. Belki “Şems-i Tebrizi” gibi bir kısım âşıkların nazarında bütün kâinatta bulunan umum incizablar, cezbeler, câzibeler, câzibedar hakikatlar; ezelî ve ebedî bir hakikat-ı câzibedara işaretlerdir. Ve ecramı ve mevcudatı mevlevî-misal pervane gibi raks ve semaa kaldıran cezbedarane harekât ve deveran, o hakikat-ı câzibedarın cemâl-i kudsîsinin hükümdarane tezahüratı karşısında âşıkane ve vazifedarane bir mukabeledir.» (Ş.80)
310- «İnsanın fıtratında bekaya karşı gayet şedid bir aşk var. Hattâ her sevdiği şeyde kuvve-i vâhime cihetiyle bir nevi beka tevehhüm eder, sonra sever. Ne vakit zevalini düşünse veya görse, derinden derine feryad eder. Bütün firaklardan gelen feryadlar aşk-ı bekadan gelen âğlamaların tercümanlarıdır. Eğer tevehhüm-ü beka olmazsa muhabbet edemez. Hattâ denilebilir ki: Âlem-i bekanın ve ebedî Cennet’in bir sebeb-i vücudu, şu mahiyet-i insaniyedeki o şiddetli aşk-ı bekadan çıkan gayet kuvvetli arzu-yu beka ve beka için fıtrî umumî duadır ki, Baki-i Zülcelal o şedid sarsılmaz fıtrî arzuyu, o tesirli kuvvetli umumî duayı kabul etmiştir ki, fani insanlar için baki bir âlemi halk etmiş. Hem hiç mümkün müdür ki: Fâtır-ı Kerîm, Hâlik-ı Rahîm, küçük midenin cüz’i arzusunu ve muvakkat bir beka için lisan-ı hal ile duasını hadsiz enva-i mat’umat-ı lezîziyenin icadıyla kabul etsin de, umum nev-i beşerin pek büyük bir ihtiyac-ı fıtrîden gelen pek şiddetli bir arzusunu ve küllî ve daimî ve haklı ve hakikatlı, kalli, halli, bekaya dair gayet kuvvetli duasını kabul etmesin? Hâşâ, yüzbin defa hâşâ. Kabul etmemek mümkün değildir. Hem hikmet ve adaletine ve rahmet ve kudretine hiçbir cihetle yakışmaz.
Madem insan bekaya âşıktır, elbette bütün kemâlâtı, lezzetleri, bekaya tabidir. Ve madem beka, Baki-i Zülcelal’e mahsustur ve madem Baki’nin esması bâkiyedir ve madem Baki’nin âyineleri Baki’nin rengini, hükmünü alır ve bir nevi bekaya mazhar olur. Elbette insana en lâzım iş, en mühim vazife: O Baki’ye karşı alâka peyda etmektir ve esmasına yapışmaktır. Çünki Baki yoluna sarfolunan herşey, bir nevi bekaya mazhar olur.» (L.15) (Bak: Beka)
311- «Güzel değil batmakla gaib olan bir mahbub. Çünki: Zevale mahkûm, hakiki güzel olamaz. Aşk-ı ebedî için yaratılan ve ayine-i Samed olan kalb ile sevilmez ve sevilmemeli...
Bir matlub ki, gurubda gaybubet etmeye mahkûmdur; kalbin alâkasına, fikrin merakına değmiyor. Âmâle merci olamıyor. Arkasında gam ve kederle teessüf etmeye lâyık değildir. Nerede kaldı ki kalb, ona perestiş etsin ve ona bağlansın kalsın...
Derakab zeval ile acılanan mülâkatlar, keder ve meraka değmez. İştiyaka hiç lâyık değildir. Çünki: Zeval-i lezzet, elem olduğu gibi zeval-i lezzetin tasavvuru dahi bir elemdir. Bütün mecazî âşıkların divanları, yani aşknameleri olan manzum kitabları, şu tasavvur-u zevalden gelen elemden birer feryaddır. Herbirinin bütün divan-ı eş’arının ruhunu eğer sıksan, elemkârane birer feryad damlar.» (S.214-215)
Dostları ilə paylaş: |