1086-/1- Hac, hicret-i Nebeviyenin 9. senesinde farz kılınmıştır. Hac ibadetinde farzlar, vacib ve sünnetler vardır. Bunlar hakkında ilmihaller ve hac rehberlerinde teferruatlı bilgiler verilir. Biz burada merhum Ömer Nasuhi Bilmen’in Büyük İslâm İlmihali’nden, haccın rükünleriyle ilgili önemli bölümlerini kısmen naklettik. Ayrıca hacda kadın-erkek karışık halde namaz kılma ve tavaf yapmanın dinî mahzurlarına da dikkat çektik. (Bak: 1089/1.p.)
“Haccın rükünleri yani mahiyetini teşkil eden farzları ikidir:
Biri, Arafat’ta bir müddet vukuf yani durmaktır; diğeri de, Kâbe-i Muazzama’yı tavaf-ı ziyarette bulunmaktır.
Arafat, Mekke-i Mükerreme’nin cenubî şarkında altı saatlik bir mesafede (Takriben 25 km.) bulunan bir mevkidir. Hac yapmak istiyenler için Arafat’ta durmak zamanı, Zilhicce’nin dokuzuna müsadif arefe gününün zeval vaktinden, ilk Kurban Bayramı gününün tulu-i fecrine kadar olan müddetin herhangi bir cüz’üdür. Bu müddet içinde Arafat’ta velev bir dakika durmakla bu vukuf farizası ifa edilmiş olur..” (B.İ.İ.348)
“Arafat’ın ortasında Cebel-i Rahmet’in yanında kıbleye karşı Allah Teala’ya dua edilmesi efdaldir. Burası muazzam bir mevkıftır. Dünyanın her tarafından akın edip gelen, yurtları, dilleri, renkleri başka fakat düşünceleri, gayeleri bir olan binlerce ehl-i İslâm Arafat’ta kefenlere bürünmüş, kabirlerinden yeni hayat bulup mahşer sahasında toplanmış olacak bir muhteşem beşer kütlesini temsil eder...
İmam Malik’e göre Arafat’ta vukuf müddeti, arefe günü güneşin zevalinden yevm-i nahr’in fecrine kadar devam eder. O gün güneşin zevalinden gurubuna kadar velev bir lahza durulması, vacibdir. Gurubdan sonra da bir miktar durulmak lâzımdır, farzdır.” (B.İ.İ.349)
“Tavaf-ı ziyarete gelince; bu , Arafat’ta vukuftan (vakfeden) sonra Kâbe-i Muazzama’nın etrafında yedi defa dolaşmaktan ibarettir ki, bunun dört defası bir rükündür, bir farizadır. Tavaf-ı ziyaretin vakti, Kurban Bayramının ilk gününün tulu-i fecrinden başlıyarak hayatın son gününe kadar uzayan bir müddetin herhangi bir cüz’üdür ki, bu cüz’de yapılacak bir tavaf ile hac farizası ikmal edilmiş olur...
Kâbe-i Muazzama’nın cenub tarafındaki dıl’ın bir köşesine “Rükn-i Hacer”, diğer köşesine de “Rükn-i Yemanî” denir. Rükn-i Hacer’de “Hacer-i Esved= Hacer-i Es’ad” denilen mübarek bir taş vardır ki bu, tavafın başlangıcı için bir nişanedir. İşte bu Hacer-i Esved’in bulunduğu köşeden tavafa başlanır. Beyt-i Muazzam sola alınarak Beyt-i Muazzam’ın kapısına doğru sağa gidilmek suretiyle devir yapılır. Böylece her devir (dolaşma) Hacer-i Esved’in bulunduğu köşeden başlar, orada nihayet bulur. Bu devirlerin her birine, bir “şavt” denir. Bu halde yedi şavtta, bir tavaf olmuş olur.
Tavaf, bir nevi namazdır; Allah Teala’ya heyecan ile muhabbet ve tazimin bir nişanesidir. Arş-ı İlahî etrafında dolaşan kudsî meleklerin hallerine bir benzeyiş tarzıdır..
Gerek tavafa başlarken ve gerek tavaf esnasında Hacer-i Esved’in önüne geldikçe ona istikbal edilir, namaza durur gibi tekbir ve tehlil ile mübarek taşa eller kaldırılıp sürülür ve mümkün ise öpülür.
Bunlar mümkün olmayınca karşıdan elsürmek işareti yapılır. Buna istilam= selâmlamak denilmektedir.
Hacer-i Es’ad’a böyle el koymak, Hak Tealaya Hazretleri ile ibadet ve taat hususunda ahidleşmenin ve bu ahde vefa edileceğinin bir remzi demektir...” (B.İ.İ. 350)
Bazı rivayetlerde Hacer-ül Esved, yeryüzünde Allah’ın yemini (sağ eli) dir, ona el sürmekle Allah ve Resulü ile biat edilmiş olacağı bildiriliyor (K.H.1109) (İhya-ü Ulûm-üd Din tercemesi sh: 261) Bu rivayetlerden anlaşılıyor ki: Hacer-ül Esved-e elsürmekle veya istilamla, Kalubela’da Allah’a verilen ilk sözü, dünyada yenilemektir. Hacdaki bu biattan sonra mü’min, dinde daha ciddi, salabetli, müttaki olacak ve asrın gafletinden silkinip uyanacaktır. R.E. 202/5,6 ve 360/1, 361/2, 460/7’de de Hacer-ül Esved’e ait rivayetler vardır. (Bak: Hacer-ül Esved)
Mina’da şeytan taşlamanın da böyle hikmetleri vardır. Taşlanan ve taşlanmış ve matrud şeytan manasında “şeytan-ı racîm” ifadesi, Kur’an (3:36) (15:17) (16:98) (81:25) âyetlerinde geçer ve mezkûr şeytan taşlamasının hikmeti bu âyetlerle de alâkalıdır.
1086/2- “Bir zata haccetmek farz olması için sekiz şart vardır Şöyle ki:
l- Müslüman olmalıdır..
2- Bâliğ olmalıdır..
3- Âkıl olmalıdır.
4- Hür olmalıdır.
5- Haccın farziyetine vâkıf olmalıdır. Şöyle ki: Dar-ı harbde gayr-ı müslimlere ait bir beldede bulunup ihtida eden kimse, haccın farz olduğunu bilmedikçe hac ile mükellef olamaz. Fakat İslâm ülkesinde böyle bir cehalet, bir mazeret teşkil etmez..
6- Hac vazifesini meşakkatsiz bir surette gidip ifa edebilmeye kâfi bir vakit bulunmalıdır. Binaenaleyh bir kimse hac farizası için sair şartları tamamen haiz olduğu tarihten itibaren bu vazifeyi ifaya müsait bir vakit bulamadan vefat etse, bu fariza ile mükellef olmuş olmaz.
7- Hicaz’a gidip gelinceye kadar kendisinin ve ailesi efradının mutad vechile nafakaları bulunmalıdır. Hacet-i asliyeden sayılan malların bulunması ile hac farz olmaz. Fakat hacetten fazla bir mal, meselâ bir akar veya zaid eşya bulunsa, bunları satıp haccetmek lâzım gelir. Bir hanede kirayla oturmak da haccın farz olmasına mani değildir.
8- Kendi haline münasib nakil vasıtası ve yolda yapacağı masraflara mukabil parası bulunmalıdır...” (B.İ.İ.351)
“Haram nafaka ile edilen hac makbul olmaz. Şübheli olan helal mal ile haccetmek isteyen kimse, hac için istidane (borç) edip, deynini (borcunu kendi malından tediye eyler (öder) .” (N.İ. Kitab-ül Hac sh: 27)
“Fakir olan kimse, yürüyerek hacceylese, zengin oldukta iade etmez.” (Aynı eser sh: 50)
1086/3- “Haccın edası farz olmak için beş şart vardır. Şöyle ki:
l- Vücut sıhhatta bulunmalıdır.
2- Haccın edası, hissî manialardan hâlî bulunmalıdır. Binaenaleyh bir kimse, mahbus veya cebren memnu’ bulundukça haccetmekle mükellef olmaz.
3- Yolda emniyet bulunmalıdır. Binaenaleyh yol tehlikeli bulundukça hacca gidilmesi farz olmaz.
4- Hac için en az 18 saatlik bir yolculukta bulunacak kadının yanında kocası veya müebbeden mahremi olan bir erkek bulunmalıdır. Bunların âkıl, bâliğ veya mürahik olmaları lâzımdır. Refakatinde böyle bir kimse bulunmayacak bir kadın için haccetmesi farz olmaz.
5- Hacca gidecek kadın, kocasından boşanmış veya kocası ölmüş ise, iddeti bitmiş olmalıdır...” (B.İ.İ. 353)
1087- “Hacc-ı Şerif, bil’asale herkes için bir mertebe-i külliyede bir ubudiyettir. Nasılki bir nefer, bayram gibi bir yevm-i mahsusta ferik dairesinde bir ferik gibi padişahın bayramına gider ve lütfuna mazhar olur. Öyle de: Bir hacı, ne kadar ami de olsa, kat’-ı meratib etmiş bir veli gibi, umum aktar-ı arzın Rabb-ı Azim’i ünvanıyla Rabbine müteveccihtir. Bir ubudiyet-i külliye ile müşerreftir. Elbette hac miftahıyla açılan meratib-i külliye-i rububiyet ve dürbünüyle nazarına görünen âfak-ı azamet-i Uluhiyet ve şeairiyle kalbine ve hayaline gittikçe genişlenen devair-i ubudiyet ve meratib-i kibriya ve ufk-u tecelliyatın verdiği hararet,. hayret ve dehşet ve heybet-i rububiyet “Allahü Ekber” “Allahü Ekber” ile teskin edilebilir ve onunla, o meratib-i münkeşife-i meşhude veya mutasavvire, ilan edilebilir.
Hacdan sonra şu manayı, ulvî ve küllî muhtelif derecelerde bayram namazında, yağmur namazında, husüf, küsuf namazında, cemaatle kılınan namazda bulunur. İşte şeair-i İslâmiyenin, velev sünnet kabilinden dahi olsa ehemmiyeti şu sırdandır.” (S.199)
1088- “Haccın hikmetine gelince: Bunun dinî ve dünyevî menafi-i kesireyi mutazammın olduğu her türlü şübheden varestedir. Ezcümle emr-i Kıblede beyan olunan (2:148) _®Q[¬W«% yÁV7~ vU¬" ¬Ì_«< ~Y9YU«# _«8 «w²<«~ mazmun-u celilindeki tevhid-i içtimaîyi fiilen tecelli ettirecek olan en büyük ve en şâmil bir şiar-ı taabbüddür ki bunun vüs’at-ı şümulünü küre-i arz üzerinde hiç bir mekânda bulmak kabil değildir. Zira Kâ’be-i Muazzama kadar kudsiyeti kadîm hiç birma^bed-i tevhid yoktur.Kâ’benin millet-i İbrahim’e alâkası, bütün edyan-ı semaviyece müsellem ve hatta Hazret-i Âdeme kadar intihası da mervidir. Mekke’nin hürmeti de hilkat-i arz ile kaimdir. Hacc-ı Kâ’be, beşeriyeti bütün uruk-u esasiyeden birleştirmeğe saik ve müsaid olduğu halde ondan sonra muhdes olan meabid ve mevaki binnisbe hususiyetlerinden dolayı böyle tevhid-i külle salih değildir. Hatta bizzat kabr-i Nebevî, türab-ı Kâ’beden efdal olduğu halde, kâ’be için mevcud olan devaı ve hasais-i hacc bunda bile tasavvur olunamaz. Hasılıı indallah hacca elyak olan kıble-i vahdet her halde “Beyt-i Atik” olduğunda hiç şübhe yoktur. Bundan başka Kâ’be arayanlar, tevhide değil, şirk ve tefrika çalışmış olurlar. Sonra hac bir cihetten salât gibi bedenî, diğer cihetten zekat gibi malî haysiyetleri haiz bir ibadet-i camiadır. Ve aynı zamanda mana-yı cihadı da mutazammındır. Nitekim bir hadis-i şerifte varid olduğuna göre “Hacc bir cihaddır, umre tatavvudur.” Ve yine bu münasebetledir ki, burada mesail-i hac, evamir-i cihad ile beraber nâzil olmuştur.” (E.T.708)
Dostları ilə paylaş: |