qqGAVS Y3 : Çağırma. Nida. Meded istemek. * Yardım edici. Meded verici. * Kurtuluş. (Bak: Aktab)
qqGAVS-ÜL A’ZAM vP2¶~ Y3 : Abdülkadir-i Geylani (K.S.) Hazretlerinin namı. En büyük Gavs. Evliyaullahın büyüğü. Gavs-ı Ekber de denir. (Bak: Abdülkadir-i Geylani)
1007- qqGAYB `[3 : Gizli olan. Görünmeyen. Belirsiz. * Güman. Hislerle veya akıl ile bilinmeyen şey. (Bak: Âlem-i Gayb, Ebced, İspritizma, Mugayyebat, Tevafukat-ı Gaybiye)
«Gayb, gaybet ve gıyab manasına masdar veya gaib manasına isim ve sıfat olur ki, bu da ya adl gibi tesmiye bi-l masdar veya meyyit ve meyt gibi “gayyib” muhaf-fefidir... Gayb ve gaib ise ibtida idraki histe veya bedaheti akılda hazır olmayan, tabir-i âherle şuur-i evvelîde meş’ur olmıyan demektir.» (E.T.176)
«Gayb iki manada kullanılır ki birisine gayb-i mutlak, birisine de gayb-i izafî denilir. Gayb-i mutlak: Hiçbir mahlukun ne ihsası ne ilmi taalluk etmiyendir ki ona nisbetle gayb demektir.» (E.T.4869)
Hülasa gayb, başlıca iki nevi olarak ele alınıyor. Biri henüz vücuda gelmemiş olan imkânattır. Diğeri mevcud fakat insanın idrak ve ihsasatına girmeyen şeylerdir. Meselâ beşeriyet fıtratında koklama duygusu olmasaydı, kokular âlem-i gaybdan sayılırdı. Bu durumda bir şahsın koku alma duygusu açılsa, kerametkârane gayba nüfuz etmiş olacaktı. Keza her duygunun ihsasatını bu kıyasla düşünebiliriz. Demek ilmî, manevî ve kalbî kemalât ile inbisat eden bazı hislerle gayb âlemlerine muttali olmak mümkündür. Bu inkişafata medar olan sebeblere, dua-yı fiilî olarak riayet ve şükr-ü örfiyi ifa edenlere Allah’ın hikmeti iktiza ederse bazı hârika halleri ihsan eder. (Bak: 1159.p.)
Bu mesele ile alâkalı olarak Bediüzzaman Hz.nin bazı ifadeleri şöyledir:
«Beşerin san’at ve fennin imtizacından süzülen, maddi ve manevi fevkalâde hassasiyetinden tezahür eden ispirtizma gibi celb-i ervah ve cinlerle muhabereyi, şu âyet en nihayet hududunu çiziyor.» (S.258)
«Beşerin havass-ul hams-ı zâhire ve bâtınadan başka âlem-i gayba karşı açılan pek çok pencereleri var. Gayr-ı meş’ur pek çok hisleri var...» (M.N. 254)
Evet insan, kâinatın maddi ve manevi âlemlerinin bir nüsha-i musaggarası olduğu cihetinde sahib kılındığı cami istidadatının tekâmülü ile, mevcud âlem-i gayba ihatasız ve tevile muhtaç ve gayr-ı müemmen bir tarzda nüfuzu ve müşahedata mazhariyeti (Bak: 209, 210.p.lar) varsa da, İlahî hakaiki ve murad-ı İlahîyi ve Levh-i Mahfuz’da mahfuz kabl-el vuku hâdisatı vuzuhan bilemez.
«Evet herkes bizzat gaybı bilmez. Fakat i’lam ve ilham-ı İlahî ile bilinebilir ki, bütün mu’cizat ve keramat ona dayanır.» (Ş.421)
Sonsuz ve ezelî olan ilm-i İlahîden gelen Kur’anın hakaik-i İlahiyeyi ihatası ve esma-i İlahiye ve kâinat hakikatlarında müvazeneyi muhafazası hususunda, vahye tebaiyetten daha çok meşhudatlarına istinad edenlerin nâkısiyetlerini gösteren şu ifadeler de dikkat çekicidir:
«İşte şu muhafaza ve müvazene ve cem’, bir hâsiyettir. Kat’iyyen beşerin eserinde mevcut değil ve eazım-ı insaniyenin netaic-i efkârında bulunmuyor. Ne melekûta geçen evliyaların eserinde, ne umûrun bâtınlarına geçen İşrakiyyunun kitablarında, ne âlem-i gayba nüfuz eden ruhanilerin maarifinde hiç bulunmuyor.» (S.439)
1007/1- Bediüzzaman Hazretlerinin istikbal-i dünyeiyeye ait bazı gaybî ihbarının bazan tevile muhtaç olmasının hikmetini açıklayan bir mektubu:
«Risale-i Nur’un tercümanı, hakiki vazifesinin haricinde dünyadaki istikbaliyata ara sıra bakması, bir derece zahirî bir müşevveşiyet verir. Meselâ: Bundan otuz kırk sene evvel diyordu: “Bir nur gelecek, bir nurani âlemi göreceğiz” deyip; o mana, geniş bir dairede ve siyasette tasavvur edilmiş.
Hem bundan on dört, on beş sene evvel, “Dinsizliği çevirenler müthiş semavi tokatlar yiyecekler” diye büyük geniş, küre-i arz dairesindeki bu dehşetli hâdiseyi, dar bir memlekette ve mahdud insanlarda tasavvur etmiş. Halbuki istikbal, o iki ihbar-ı gaybiyeyi tasavvurunun pek fevkinde tefsir ve tabir eyledi. Evet eski Said’in “Bir nur âlemi göreceğiz” demesi, Risale-i Nur dairesinin manasını hissetmiş; geniş
bir daire-i siyasiye tasavvur ettiği gibi, sırr-ı _«X²[«O²2«~ _Å9¬~ nın remziyle, onüç ondört
sene sonra, “Dinsizliği, zındıklığı neşredenler, pek müdhiş tokatlar yiyecekler.” deyip; o hakikatı dar bir dairede tasavvur etmiş. Şimdi zaman, o iki hakikatı tam tabir ve tefsir etti. Evet başta Isparta Vilayeti olarak Risale-i Nur dairesi, birinci hakikatı pek parlak ve güzel bir surette gösterdiği gibi; ikinci hakikatı da, medeniyet-i sefihenin tuğyanını ve maddiyunluk (*) taununun aşılamasını çeviren ve idare eden ervah-ı habisenin başlarına gelen bu dehşetli semavî tokatlar, geniş bir dairede, o
sırr-ı _«X²[«O²2«~ _Å9¬~ nın hakikatını, tam tamamına isbat etmiş.
Risale-i Nur kat’i bürhanlara istinaden hükümleri; sair hakaikte aynı aynına, tevilsiz, tabirsiz hakikat çıkması ve yalnız işarat-ı tevafukiye ve sünuhat-ı kalbiyeye itimaden beyanatı, böyle dünyevî olan mesail-i istikbaliyede neden bazan tabir ve te’vile muhtaç oluyor? diye hatırıma geldi.
Böyle bir cevab ihtar edildi ki: Gaybî istikbal-i dünyevîde ve dünya işlerinde başa gelen hâdisatı bildirmemekte; Cenab-ı Erham-ür-rahimîn’in çok büyük bir rahmeti saklandığını ve gaybı gizlemekte çok ehemmiyetli bir hikmeti bulunduğu cihetle, gaybî şeyleri haber vermekten yasak edip, yalnız mübhem ve mücmel bir surette, ya ilham veya ihtar ile bir emareyi vesile ederek, keşfiyatta ve rü’ya-yı sadıkada bir kısım gaybî hakikatları ihsas eder. O hakikatların hususi suretleri vukuundan sonra bilinir.» (K.L.215) (Bak: 3839, 3845.p.lar)
1008- Gaybdan yani gelecekteki hâdiselerden haber vermek yasağının hikmetleri vardır. Çünki «musibetlerin vakti muayyen olsaydı, musibet başına gelen adam, musibetin intizarında o gelen musibetin belki on mislinden ziyade manevi bir musibet- o intizardan çekmemesi için hikmet ve rahmet-i İlahiye tarafından gizli, perdeli bırakılmış. Ve ekser hâdisat-ı kevniye-i gaybiye böyle hikmetleri bulunduğundandır ki, gaibden haber vermek yasak edilmiş.
yÁV7~ Ŭ~ «`²[«R²7~ v«V²Q«< « düsturuna karşı hürmetsizlik ve itaatsizlik etmemek
içindir ki, medar-ı teklif ve hakaik-ı imaniyeden başka olan umur-u gaybiyeden izn-i Rabbanî ile haber verenler dahi, yalnız işaret suretinde perdeli ve kapalı ihbar etmişler. Hatta Tevrat ve İncil ve Zebur’da Peygamberimiz hakkında gelen müjdeler ve haberler dahi, bir derece perdeli ve kapalı gelmiş ki; o kitabların bir kısım tabileri te’vil edip iman etmediler. (Bak: 2595.p.)
Fakat itikadat-ı imaniyeye giren mes’eleleri tasrih ile ve tekrar ile ihbar etmek ve açık bir surette tebliğ etmek hikmet-i teklifin muktezası olduğundan, Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan ve Tercüman-ı Zişan’ı (A.S.M.) umur-u uhreviyeden tafsilen ve hâdisat-ı istikbaliye-i dünyevîden icmalen haber vermişler.» (Ş.581)
Dostları ilə paylaş: |