İSLÂm prensipleri ansiklopediSİ



Yüklə 13,72 Mb.
səhifə348/1221
tarix05.01.2022
ölçüsü13,72 Mb.
#76819
1   ...   344   345   346   347   348   349   350   351   ...   1221
İki atıf notu:

-Hikmet-i İlahiyenin insanı çeşitli ahvale maruz kılması, bak: 2642.p

-Müsibetlerin hikmetleri hakkında âyetten notlar, bak: 2650,3194 p. sonu âyet notu.

1027- “Her şeyin vücudunun müteaddid gayeleri ve hayatının müteaddid neti­celeri vardır. Ehl-i dalaletin tevehhüm ettikleri gibi dünyaya, nefislerine bakan ga­yelere münhasır değildir. Ta abesiyet ve hikmetsizlik içine girebilsin. Belki her şeyin gayat-ı vücudu ve netaic-i hayatı üç kısımdır.

1028- Birincisi ve en ulvisi, Saniine bakar ki, o şeye taktığı hârika-i sanat murassaatını, Şahid-i Ezelî’nin nazarına resm-i geçit tarzında arzetmektir ki, o na­zara bir an-ı seyyale yaşamak kâfi gelir. Belki vücuda gelmeden, bilkuvve niyet hükmünde olan istidadı yine kâfidir.

İşte seri-üz zeval latif masnuat ve vücuda gelmeyen, yani sünbül verme­yen bi­rer hârika-i sanat olan çekirdekler, tohumlar şu gayeyi bitamamiha ve­rir. Faidesizlik ve abesiyet onlara gelmez. Demek her şey; hayatıyla, vücu­duyla Saniinin mu’cizat-ı kudretini ve âsâr-ı sanatını teşhir edip, Sultan-ı Zülcelal’in nazarına arzetmek birinci gayesidir.



1029- İkinci kısım gaye-i vücud ve netice-i hayat, zişuura bakar. Yani herşey, Sani-i Zülcelal’in birer mektub-u hakaik-nüma, birer kaside-i letafetnüma, birer ke­lime-i hikmet-eda hükmündedir ki, melaike ve cin ve hayvanın ve insanın enzarına arzeder, mütalaaya davet eder. Demek ona ba­kan her zişuura, ibret-nüma bir mütalaagahdır.

1030- Üçüncü kısım gaye-i vücud ve netice-i hayat: O şeyin nefsine ba­kar ki; telezzüz ve tenezzüh ve beka ve rahatla yaşamak gibi cüz’î neticeler­dir. Meselâ: Azîm bir sefine-i sultaniyede bir hizmetkârın dümencilik ettiği­nin gayesi, sefine iti­bariyle yüzde birisi kendisine, ücret-i cüz’iyesine ait, doksandokuzu sultana ait ol­duğu gibi; herşeyin nefsine ve dünyaya ait gayesi bir ise, Saniine ait doksan dokuzdur. İşte bu teaddüd-ü gayattandır ki; birbi­rine zıd ve münafi görünen hikmet ve iktisad, cûd ve seha ve bilhassa niha­yetsiz seha ile sırr-ı tevfiki şudur ki:

Birer gaye nokta-i nazarında cûd ve seha hükmeder, İsm-i Cevvad tecelli eder. Meyveler, hubublar; o tek gaye nokta-i nazarında bigayr-ı hisabdır. Ni­hayetsiz cûdu gösteriyor. Fakat umum gayeler nokta-i nazarında, hikmet hükmeder, ism-i Hakîm tecelli eder. Bir ağacın ne kadar meyveleri var, belki her meyvenin o kadar gayeleri vardır ki; beyan ettiğimiz üç kısma tefrik edi­lir. Şu umum gayeler, nihayetsiz bir hikmeti ve iktisadı gösteriyor. Zıd gibi görünen nihayetsiz hikmet, nihayetsiz cûd ile seha ile içtima ediyor. Meselâ: Asker ordusunun bir gayesi, te’min-i asayiştir. Bu ga­yeye göre ne kadar asker istersen var ve hem pek fazladır.Fakat hıfz-ı hudud ve mücahede-i a’dâ gibi sair vazifeler için, bu mevcut ancak kâfi gelir, kemal-i hikmetle müvazenededir. İşte hükümetin hikmeti, haşmet ile içtima ediyor. O halde, o as­kerlikte fazlalık yoktur denilebilir.” (S.75)



1031- Ve keza “bu hayat ve mevt içinde yuvarlanan, toplanıp dağılan mevcudat içinde başka maksad var. Temsilde kusur yoktur. Şu ahval; taklid ve temsil için teş­kil ve tertib edilen ahvale benzer. Nasıl büyük masrafla kısa içtimalar, dağılmalar yapılıyor. Ta, suretler alınsın, tertib edilsin, sinemada daim gösterilsin. Onun gibi, bu dünyada kısa bir müddet zarfında hayat-ı şahsiye ve hayat-ı içtimaiye geçirmenin bir gayesi şudur ki:

Suretler alınıp terkib edilsin, netice-i amelleri alınıp hıfzedilsin. Ta, bir mecma-i ekberde muhasebesi görülsün ve bir meşher-i azamda gösterilsin ve bir saadet-i uzmaya istidadı gösterilsin. Demek hadis-i şerifte “Dünya âhiret mezraasıdır” diye bu hakikatı ifade ediyor.”(S.86) (Bütün ahval-i âlemin hıfzedilip uhrevî âleme gönderilmesi, bak: 1123.p.)



1032- “Sual: Kâinat ilk yaratılışında ebede elverişli olarak sabit bir şekilde yara­tılsaydı; böyle tagayyüratlı, inkılablı, mâil-i inhidam bir surette yaratılıp, bilâhare tahribden sonra ebediyete kabil, metin bir şekilde yapılmasından daha iyi ve daha kısa olmazmı idi?

Elcevap: Vakta ki Cenab-ı Hak, hikmet-i ezeliye ile inayet-i ezeliyenin iktiza­sınca, insanların kabiliyetlerinin tezahürünü ve istidadlarının neşv ü nemasını irade etmekle, nev-i beşeri imtihan ve tecrübeye tabi tuttu, zararları menfaatlara kattı, şerleri hayırların içine attı, güzellikleri çirkinliklerle cem’etti; hepsini birbirine karış­tırarak kâinatın hamuru ile beraber yaratılış teknesinde yoğurduktan sonra, kâinatı tagayyür, tebeddül, tekâmül kanunla­rına tabi tuttu.

Vakta ki imtihan perdesi kapanır ve tecrübe zamanı nihayet bulur ve kâinat tarlasının vakt-i hasadı hulûl eder. Sani-i Hakîm inayetiyle, birbiriyle karışık yoğur­duğu zıdları tasfiye eder, içlerinden tagayyürü doğuran esbabı ayırır ve ihtilaf mad­delerini tefrik eder. Sonra Cehennem, ebede elverişli ola­rak metin ve kavi bir ci­simle teşekkül ederek, (36:59) ~—­ˆ_«B²8~«— hitabına he­def olur. Cennet ise, esasatıyla beraber ebedî ve muhkem bir şekilde tecelli eder ve münceli olur. Evet ge­rek Ce­hennem’i, gerek Cennet’i teşkil eden ecza ve maddeler arasında, münasebet vardır; zıddiyet yoktur. Münasebet, intizamın şartıdır; nizam da, devama sebebdir. Ve keza bu iki menzilin halkı da ebedî oldukları için vücudlarını teşkil eden ecza, tagayyüre maruz değildir. Çünki dünyadaki cisimlerinin terkib ve tahlilleri arasında müvazene yoktur. Yani cisim bünyelerine girenlerin, çıkanların arasında nisbet yoktur. Onun için inhilale yüz tutarlar. Fakat âhiretteki cisimlerin yapılışı öyle değildir. Ec­zaları arasında tam manasıyla müvazene vardır ki; inhilale mahal kalmaz.” (İ.İ.143) (Bak: 509.p)

1033- Sultan-ı Kaînat’ın, âlem ve insanı yaratmasındaki gayesini; ve kitab-ı kâi­natı mütalaa ve tefekkür ederek Saniini iman-ı tahkiki ile bilmek ve rızası dairesinde hareket etmek olan meslek-i Kur’aniyeyi; hem Risalet-i Muhammediyenin (A.S.M.) lüzum ve vezaif-i asliyesini beyan eden Onbirinci Söz’deki temsil şöyle başlıyor:

“Bir zaman bir sultan varmış; servetçe onun pek çok hazineleri vardı.

Hem o hazinelerde her çeşit cevahir, elmas ve zümrüd bulunuyormuş. Hem gizli pek acaib defineleri varmış. Hem kemalatça sanayi-i garibede pek çok mehareti varmış Hem nihayetsiz ulûm-u bediaya ilim ve ıttılaı varmış. Her cemal ve kemal sahibi, kendi cemal ve kemalini görmek ve göstermek istemesi sırrınca; o sultan-i zişan dahi istedi ki, bir meşher açsın, içinde ser­giler dizsin; tâ nâsın enzarında salta­natının haşmetini, hem servetinin şa’şaasını, hem kendi sanatının hâ­rikalarını, hem kendi marifetinin garibele­rini izhar edip göstersin. Ta cemal ve ke­mal-i manevîsini iki vecihle müşa­hede etsin: Bir vechi: Bizzat nazar-ı dekaik-âşina­sıyla görsün. Di­ğeri: Gayrın nazarıyla baksın.

1034- Bu hikmete binaen, cesim ve geniş vemuhteşem bir kasrı yapmağa baş­ladı. Şahane bir surette dairelere, menzillere taksim ederek hazinelerinin türlü türlü murassaatıyla süslendirip kendi dest-i sanatının en latif, en güzel eserleriyle ziynetlendirip, fünun-u hikmetinin en incelikleriyle tanzim edip düzelterek ve ulû­munun âsâr-ı mu’cizekâraneleriyle donatarak tekmil ettik­ten sonra, herbir taam ve nimetlerinin bütün çeşitlerinden en lezizlerini cami sofralar, o sarayda kurdu. Herbir taifeye lâyık bir sofra tayin etti. Öyle sehavetkârane, san’atperverane bir zi­yafet-i amme ihzar etti ki, güya herbir sofra, yüz sanayi-i latifenin eserleriyle vücud bulmuş gibi kıymetli hadsiz ni’metleri serdi. Sonra aktar-ı memleketindeki ahali ve raiyetini, seyre ve te­nezzühe ve ziyafete davet etti. Sonra bir yaver-i ekremine sara­yın hikmetle­rini ve müştemilatının manalarını bildirerek onu üstad ve tarif edici ta­yin etti. Ta ki sarayın saniini, sarayın müştemilatıyla ahaliye tarif etsin ve sarayın na­kışlarının rumuzlarını bildirip, içindeki sanatlarının işaretlerini öğretip, derû­nundaki manzum murassa’lar ve mevzun nukuş nedir ve ne vecihle saray sahibinin kemalâtına ve hünerlerine delalet ettiklerini, o saraya girenlere tarif etsin ve girme­nin âdabını ve seyrin merasimini bildirip, o görünmeyen sul­tana karşı marziyyatı dairesinde teşrifat merasimini tarif etsin. İşte o muarrif üstadın herbir dairede birer avenesi bulunuyor. Kendisi en büyük dairede şakirdleri içinde durmuş, bütün seyir­cilere şöyle bir tebligatta bulunuyor. Di­yor ki:

1035- “Ey ahali, şu kasrın meliki olan seyyidimiz, bu şeylerin izharıyla ve bu sa­rayı yapmasıyla, kendini size tanıttırmak istiyor. Siz dahi onu tanıyınız ve güzelce tanımağa çalışınız. Hem şu tezyinatla kendini size sevdirmek isti­yor. Siz dahi onun sanatını takdir ve işlerini istihsan ile kendinizi ona sevdi­riniz. Hem bu gördüğünüz ihsanat ile, size muhabbetini gösteriyor. Siz dahi itaat ile ona muhabbet ediniz.

Hem şu görünen in’am ve ikramlar ile, size şefkatini ve merhametini gösteriyor. Siz dahi şükür ile ona hürmet ediniz.Hem şu kemalâtının âsârıyla manevi cemalini size göstermek istiyor. Siz dahi onu görmeğe ve teveccü­hünü kazanmağa iştiyakı­nızı gösteriniz. Hem bütün şu gördüğünüz masnuat ve müzeyyenat üstünde birer mahsus sikke, birer hususi hatem, birer taklid edilmez turra koymakla, herşey ken­disine has olduğunu ve kendi eser-i desti olduğunu ve kendisi tek ve yekta, istiklal ve infirad sahibi olduğunu size göstermek istiyor. Siz dahi onu tek ve yekta ve mi­silsiz, nazirsiz, bihemta ta­nıyınız ve kabul ediniz.” Daha bunun gibi, ona ve o ma­kama münasib söz­leri seyircilere söyledi. Sonra, giren ahali iki güruha ayrıldılar:



1036- Birinci güruhu: Kendini tanımış ve aklı başında ve kalbi yerinde oldukları için, o sarayın içindeki acaiblere baktıkları zaman dediler: “Bunda büyük bir iş var.” Hem anladılar ki, beyhude değil, adi bir oyuncak değil. Onun için merak ettiler. “Acaba tılsımı nedir, içinde ne var”deyip düşünür­ken, birden o muarrif üstadın be­yan ettiği nutkunu işittiler. Anladılar ki, bü­tün esrarın anahtarı ondadır. Ona muteveccihen gittiler ve dediler: “Esselâmü Aleyke ya Eyyühel Üstad! Hakkan, şöyle bir muhteşem sarayın, senin gibi sâdık ve müdakkik bir muarrifi lâzımdır. Seyyidimiz sana ne bil­dirmişse lütfen bize bildiriniz.” Üstad ise, evvel zikri geçen nutukları onlara dedi. Bunlar güzelce dinlediler, iyice kabul edip tam istifade ettiler. Padişahın marziyatı dairesinde amel ettiler. Onların şu edebli muamele ve vaziyet­leri o padişahın hoşuna geldiğinden onları has ve yüksek ve tavsif edilmez diğer bir saraya davet etti, ihsan etti. Hem öyle bir Cevad-ı Melik’e lâyık ve öyle muti ahaliye şayeste ve öyle edebli misafirlere münasib ve öyle yüksek bir kasra şayan bir surette ikram etti. Daimî onları saadetlendirdi.

1037- İkinci güruh ise; akılları bozulmuş, kalbleri sönmüş olduklarından saraya girdikleri vakit nefislerine mağlub olup lezzetli taamlardan başka hiç­bir şeye iltifat etmediler; bütün o mehasinden gözlerini kapadılar ve o üsta­dın irşadatından ve şakirdlerinin ikazatından kulaklarını tıkadılar. Hayvan gibi yiyerek uykuya daldılar. İçilmeyen, fakat bazı şeyler için ihzar edilen ik­sirlerden içtiler. Sarhoş olup öyle ba­ğırdılar, karıştırdılar; seyirci misafirleri çok rahatsız ettiler. Sani-i Zişan’ın düsturla­rına karşa edebsizlikte bulundu­lar. Saray sahibinin askerleri de onları tutup, öyle edebsizlere lâyık bir hapse attılar.

1038- Ey benimle bu hikâyeyi dinleyen arkadaş! Elbette anladın ki: O Hâkim-i Zişan; bu kasrı, şu mezkûr maksadlar için bina etmiştir. Şu maksadların husûlü ise, iki şeye mütevakkıftır:

Birisi: Şu gördüğümüz ve nutkunu işittiğimiz üstadın vücududur. Çünki o bu­lunmazsa bütün maksadlar beyhude olur. Çünki anlaşılmaz bir kitab, muallimsiz olsa; manasız bir kağıttan ibaret kalır.

İkincisi. Ahali, o üstadın sözünü kabul edip dinlemesidir. Demek vücud-u üstad vücud-u kasrın daîsidir ve ahalinin istimaı, kasrın bekasına sebebdir. Öyle ise denilebilir ki: Şu üstad olmasaydı, o melik-i zişan, şu kasrı bina et­mezdi. Hem yine denilebilirki: O üstadın talimatını ahali dinlemedikleri va­kit, elbette o kasr, tebdil ve tahvil edilecek. (Bak:2022.p.sonunda bir âyet notu)

1039- Ey arkadaş! Hikâye burada bitti. Eğer şu temsilin sırrını anladınsa bak, hakikatın yüzünü de gör: İşte o saray, şu âlemdir ki; tavanı, tebessüm eden yıldız­larla tenvir edilmiş gök yüzüdür. Tabanı ise, şarktan garba gûna-gûn çiçeklerle süs­lendirilmiş yer yüzüdür. O melik ise, ezel ebed sultanı olan bir Zat-ı Mukaddes’tir ki, yedi kat semavat ve arz ve içlerinde olan herşey, kendilerine mahsus lisanlarla o Zatı takdis edip tesbih ediyorlar. Hem öyle bir Melik-i Kadir ki, semavat ve arzı altı günde yaratarak Arş-ı Rububiyetinde durup; gece ve gündüzü, siyah ve beyaz iki hat gibi birbiri ar­kası sıra döndürüp, kâinat sahifesinde âyâtını yazan ve Güneş, Ay, yıl­dızlar emrine müsahhar zihaşmet ve zikudret sahibidir. O sarayın menzilleri ise, şu onsekiz bin âlemdir ki, herbirisi kendine lâyık bir tarz ile tezyin ve tanzim edilmiş­tir. İşte o sarayda gördüğün sanayi-i garibe ise, şu âlemde görünen Kudret-i İlahiye-nin mu’cizeleridir.ve o sarayda gördüğün taamlar ise, şu âlemde, hele yaz mevsimin-de, hele Barla bahçelerinde Rahmet-i İlahiyenin semerat-ı hârikalarına işa­rettir ve oradaki ocak ve matbah ise, burada kal­binde ateş olan arz ve sath-ı arzdır ve orada temsilde gördüğün gizli define­lerin cevherleri, ise şu hakikatta Esma-i Kudsiye-i İlahiyenin cilvelerine mi­saldir ve temsilde gördüğümüz nakışlar ve o na­kışların re­mizleri ise, şu âlemi süslendiren muntazam masnuat ve mevzun nukuş-u kalem-i kudrettir ki, Kadir-i Zülcelal’in esmasına delalet ederler; ve o üstad ise, Seyyidimiz Mu­hammed Aleyhissalatü Vesselâm’dır. Avenesi ise, Enbiya Aleyhimüsselâm’dır ve şakirdlerdi ise, evliya ve asfiyadır. O saraydaki hâki­min hiz­metkârları ise, şu âlemde Melaike Aleyhimüsselâm’a işarettir. Tem­silde seyir ve zi­yafete davet edilen misafir­ler ise, şu dünya misafirhanesinde cin ve ins ve insanın hizmetkârları olan hayvan­lara işarettir. Ve o iki fırka ise, burada birisi ehl-i imandır ki, kitab-ı kâinatın âyâtının müfessir olan Kur’an-ı Hakîm’in şakirdleridir. Diğer gü­ruh ise, ehl-i küfür ve tuğ­yandır ki, nefis ve şeytana tabi olup yalnız hayat-ı dünyeviyeyi tanıyan, hayvan gibi belki daha aşağı sağır, dilsiz, dâllîn güruhudur.” (.120-123)


Yüklə 13,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   344   345   346   347   348   349   350   351   ...   1221




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin