İSLÂm prensipleri ansiklopediSİ



Yüklə 13,72 Mb.
səhifə711/1221
tarix05.01.2022
ölçüsü13,72 Mb.
#76819
1   ...   707   708   709   710   711   712   713   714   ...   1221
2271- qqMEDENİYET }[9f8 : Adaletseverlik, insanca iyi ve ferah yaşa­yış. *Şehirlilik. Yaşayışta, içtimaî münasebetlerde, ilim ve fen ve san’atta te­kâmül etmiş cemiyetlerin hali. *İslâmiyet’in emirlerine göre, usulü dairesinde yaşayış. (Bak: Terakkiyat)

2272- “İnsanın fıtratı medenidir, ebna-i cinsini mülahazaya mecburdur. Hayat-ı içtimaiye ile hayat-ı şahsiyesi devam edebilir. Meselâ: Bir ekmeği yese kaç ellere muhtaç ve ona mukabil o elleri manen öptüğünü ve giydiği libasla kaç fabrikayla alâkadar olduğunu kıyas ediniz. Hayvan gibi bir postla yaşıyamadığından ebna-i cin­siyle fıtraten alâkadar olduğundan ve onlara ma­nevi bir fiat vermeğe mecbur bu­lunduğundan fıtratıyla medeniyetperverdir. Menfaat-ı şahsiyesine hasr-ı nazar eden, insanlıktan çıkar; masum olmayan cani bir hayvan olur. Birşey elinden gelmese ha­kiki özrü olsa, o müstesna.” (H.Ş.60)

2273- Kur’an nazarında ilim, fazilet ve adalet gibi müsbet esaslara daya­nan ha­kiki medeniyet makbul; bozuk ve sefih medeniyet ise merduttur.”Medeniyet-i ha­zıra felsefesiyle hayat-ı içtimaiye-i beşeriyede nokta-i istinadı “kuvvet” kabul eder. Hedefi “menfaat” bilir. Düstur-u hayatı “cidal” tanır. Cemaatlerin rabıtasını “unsuriyet ve menfi milliyet” bilir. Ga­yesi, hevesat-ı nefsaniyeyi tatmin ve hacat-ı beşeriyeyi tezyid etmek için bazı “lehviyat”tır. Halbuki: Kuvvetin şe’ni, tecavüzdür. Menfaatin şe’ni, her ar­zuya kâfi gelmediğinden üstünde boğuşmaktır.Düstur-u ci­dalin şe’ni, çar­pışmaktır. Unsuriyetin şe’ni, başkasını yutmakla beslenmek olduğun­dan te­cavüzdür.

İşte şu medeniyetin şu düsturlarındandır ki, bütün mehasiniyle beraber beşerin yüzde ancak yirmisine bir nevi surî saadet verip seksenini rahatsız­lığa, sefalete at­mıştır.



2274- Amma hikmet-i Kur’aniye ise, nokta-i istinadı, kuvvet yerine “hakk”ı ka­bul eder. Gayede, menfaat yerine “fazilet ve rıza-yı İlahî” kabul eder. Hayatta düs­tur-u cidal yerine “düstur-u teavün”ü esas tutar. Cemaatle­rin rabıtalarında, unsuriyet ve milliyet yerine “rabıta-i dinî ve sınıfî ve vatanî” kabul eder. Gayatı, “hevesat-ı nefsaniyenin nameşru tecavüzatına sed çekip ruhu maaliyata teşvik ve hissiyat-ı ulviyesini tatmin etmektir ve insanı kemalat-ı insaniyeye sevkedip insan etmektir.” Hakkın şe’ni ise, ittifaktır. Fa­ziletin şe’ni, tesanüddür. Teavünün şe’ni, birbirinin imdanına yetişmektir. Dinin şe’ni uhuvvettir, incizabdır. Nefs-i emmareyi gemlemekle bağlamak, ruhu kemalata kamçılamakla serbest bırakmanın şe’ni, saa­det-i dareyndir.

İşte medeniyet-i hazıra, edyan-ı sabıka-i semaviyeden, bahusus Kur’anın irşadatından aldığı mehasinle beraber, Kur’ana karşı böyle hakikat nazarında mağlub düşmüştür.” (S.407)



2275- “Ey uykuda iken kendilerini ayık zannedenler! Umûr-u diniyede müsa­maha veya teşebbühle medenilere yanaşmayın. Çünki, aramızdaki dere pek derindir. Doldurup hatt-ı muvasalayı temin edemezsiniz. Ya siz de on­lara iltihak edersiniz veya dalalete düşer boğulursunuz.” (M.N. 126) (Bak: 3884/1.p.)

2276- “Fısk çamuruyla mülevves olan medeniyet, insanları da o çamur ile telvis ediyor. Ezcümle, riyaya şan ve şeref namını vermiş. İnsanları da o pis ahlâka sevkediyor. Hakikaten insanlar o riyaya öyle alışmışlar ki, şahıslara yaptıkları gibi milletlere hatta unsurlara bile yapıyorlar. Gazeteleri o riyaya dellal, tarihleri de al­kışçı yapmışlardır. Bu yüzden şahsî hayatlar “hamiyet-i cahiliye” ünvanı altında unsurî hayatlara feda edilmektedir. “ (M.N.188)

İkaz edici mezkûr beyanlarıyla medeniyetin bozuk kısmını tenkid eden Bediüzzaman, 1909 senelerinin siyasî buhranlarını fırsat bularak açığa çıkan gayr-ı medeni hallere karşı sözlerine şöyle devam ediyor.



2277- “Eğer medeniyet böyle haysiyet kırıcı tecavüzlere ve nifak verici iftiralara ve insafsızcasına intikam fikirlerine ve şeytancasına mugalatalara ve diyanette laübalicesine hareketlere müsaid bir zemin ise; herkes şahid olsun ki, o saadet-sa­ray-ı medeniyet tesmiye olunan böyle mahall-i ağraza bedel, vilayat-ı şarkiyenin hür­riyet-i mutlakanın meydanı olan yüksek dağlarındaki bedeviyet ve vahşet çadırlarını tercih ediyorum. Zira bu mimsiz medeniyette görmediğim hürriyet-i fikir ve ser­bestî-i kelâm ve hüsn-ü niyet ve selâmet-i kalb, Şarkî Anadolu’nun dağlarından tam manasıyla hükümfermadır.” (İ.M.Ş.46)

2278- “Medeniyetten istifam, sizi düşündürecek. Evet böyle istibdad ve sefahete ve zilletle memzuç medeniyete, bedeviyeti tercih ediyorum. Bu me­deniyet, eşhası fakir ve sefih ve ahlâksız eder. Fakat hakiki medeniyet, nev’-i insanın te­rakki ve tekemmülüne ve mahiyet-i nev’iyesinin kuvveden fiile çıkmasına hizmet ettiğin­den, bu nokta-i nazardan medeniyeti istemek, insa­niyeti istemektir.” (İ.M.Ş. 48)

“İslâmiyet ise insaniyet-i kübra ve şeriat ise medeniyet-i fuzla (en faziletli me­deniyet) olduğundan âlem-i İslâmiyet medine-i fâzıla-i eflâtuniye olmağa sezadır.” (İ.M.Ş. 40)



2279- “Şu medeniyet-i sefihe, küre-i arzı bir tek şehir hükmüne getirip ahalisi birbiriyle tanışmakla, her sabah ve akşam gazetelerle günahları ve malayaniyatı bir­birine nakledip öğretmektedir. İşte bu sefih medeniyet sebe­biyle, gaflet perdesi o kadar kalınlaşmış ve onun süs ve fantaziyeleriyle hicab o kadar kesafet peyda etmiş ki, adeta yırtılmaz bir hale gelmiş. Çok büyük bir himmetin sarfı lâzımdır ta yırtılsın.

Hem dahi o medeniyet-i habise, beşerin ruhuna dünyaya bakan hadsiz menfez ve ihtiyacat deliklerini açmıştır. Cenab-ı Hakk’ın hususi lütfuna mazhar olmuş olanlardan başka, bu delikleri kapamak gayet çetin ve müşkül olmuştur.” (M.Nu.246)



2280- “Bunu da inkâr etmem. Medeniyette vardır mehasin-i kesîre... La­kin, onlar değildir ne Nasraniyet malı, ne Avrupa icadı,

Ne şu asrın san’atı. Belki umum malıdır. Telâhuk-u efkârdan, semavi şerayi’den, hem hâcat-ı fıtrîden, hususen şer’-i Ahmedî.

İslâmî inkılabdan neş’et eden bir maldır. Kimse temellük etmez.” (S.714) (Bak: 3523/1.p.)

“Hristiyanlığın malı olmıyan mehasin-i medeniyeti ona mal etmek ve İs­lâmi­yet’in düşmanı olan tedenniyi ona dost göstermek, feleğin ters dönme­sine delildir.” (H.Ş.120)



2281- “Ecnebiyeden terakkiyat-ı medeniyeye yardım edecek noktaları (fünun ve sanayi gibi) maalmemnuniye alacağız. Amma medeniyetin zünub ve mesavîsi olarak bazı âdât ve ahlâk-ı seyyie ki, ecnebilerde mehasin-i me­deniye-i kesiresiyle muhat olduğu için çirkinliğini o kadar göstermiyor. Biz ise aldığımız vakit su-i tali’ cihetiyle ve su-i intihab tarikiyle müşkil-ü tahsil mehasin-i medeniyeti terkedip çocuk gibi heva ve hevese muvafık zunub-u medeniyeti kesbettiğimizden, muhannes gibi (yani kadınlaşmış erkek gibi) veya mütereccile gibi (yani erkekleşmiş kadın gibi) oluruz. Kadın erkek gibi giyinse maskara olur. Erkek kadın gibi süslense muhannesliktir, yakışmaz. Merd ve âlî-himmet, zib ü ziverle müzahraf cilveli hanım gibi olmamalı.” (İ.M.Ş.71)

“Kesb-i medeniyette Japonlara iktida bize lâzımdır ki; onlar Avrupa’dan mehasin-i medeniyeti almakla beraber, her kavmin maye-i bekası olan âdât-ı milliyelerini muhafaza ettiler. Bizim âdât-ı milliyemiz İslâmiyet’te neşv ü nema bul­duğu için iki cihetle sarılmak zaruridir.” (İ.M.Ş.72)



2282- “Biliniz ki: Bizim muradımız medeniyetin mehasini ve beşere menfaati bulunan iyilikleridir. Yoksa medeniyetin günahları, seyyiatları değil ki; ahmaklar o seyyiatları, o sefahetleri mehasin zannedip, taklid edip malı­mızı harab ettiler. Ve dini rüşvet verip dünyayı da kazanamadılar.

Medeniyetin günahları iyiliklerine galebe edip seyyiatı hesanatına racih gel­mekle, beşer iki harb-i umumi ile iki dehşetli tokat yiyip, o günahkâr me­deniyeti zir ü zeber edip öyle bir kustu ki, yer yüzünü kanla bulaştırdı. İnşaallah istikbaldeki İs­lâmiyet’in kuvveti ile medeniyetin mehasini galebe edecek, zemin yüzünü pislikler­den temizleyecek, sulh-u umumiye de temin edecek.



2283- Evet Avrupa’nın medeniyeti fazilet ve hüda üstüne tesis edilmedi­ğinden, belki heves ve heva, rekabet ve tahakküm üzerine bina edildiğinden, şimdiye kadar medeniyetin seyyiatı hasenatına galebe edip, ihtilalci komite­lerle kurtlaşmış bir ağaç hükmüne girdiği cihetle; Asya medeniyetinin galebe­sine kuvvetli bir medar, bir delil hükmündedir. Ve az vakitte galebe edecek­tir. (H.Ş. 35)

2284- Bediüzzaman Hazretlerine sorulan bir “sual: Sen eskiden şarktaki bedevi aşairde seyahat ettiğin vakit, onları medeniyet ve terakkiyata çok teş­vik ediyordun. Neden kırk seneye yakındır, medeniyet-i hazıradan “mimsiz” diyerek hayat-ı içtimaiyeden çekildin, inzivaya sokuldun?

Elcevab: Medeniyet-i hazıra-i Garbiye, semavî kanun-u esasîlere muhalif olarak hareket ettiği için seyyiatı hasenatına; hataları, zararları, faidelerine racih geldi. Me­deniyetteki maksud-u hakiki olan istirahat-ı umumiye ve saa­det-i hayat-ı dünyeviye bozuldu. İktisad, kanaat yerine israf ve sefahet.. ve sa’y ve hizmet yerine tenbellik ve istirahat meyli galebe çaldığından, biçare beşeri hem gayet fakir, hem gayet tenbel eyledi. Semavi Kur’anın kanun-u esasîsi

(7:31) ~Y­4¬h²K­# «ž«— ~Y­"«h²-~«— ~Y­V­6 (53:34) |«Q«, _«8 ެ~ ¬–_«K²9¬Ÿ¬7 «j²[«7 fer­man-ı esasîsiyle: “Beşerin saadet-i hayatiyesi, iktisad ve sa’ye gayrette olduğunu ve onunla beşerin havas, avam tabakası birbiriyle barışabilir” diye Risale-i Nur bu esası izaha binaen kısa bir-iki nükte söyliyeceğim:

2285- Birincisi: Bedevilikte beşer üç-dört şeye muhtaç oluyordu. O üç-dört hacatını tedarik etmiyen on adette ancak ikisi idi. Şimdiki garb medeni­yet-i zalime-i hazırası su’-i istimalat ve israfat ve hevasatı tehyiç ve havaic-i gayr-ı zaruriyeyi, za­ruri hacatlar hükmüne getirip görenek ve tiryakilik cihe­tiyle şimdiki o medeni insa­nın tam muhtaç olduğu dört hacatı yerine, yirmi şeye bu zamanda muhtaç oluyor. O yirmi hacatı tam helal bir tarzda tedarik edecek, yirmiden ancak ikisi olabilir. Onsekizi muhtaç hükmünde kalır. De­mek bu medeniyet-i hazıra, insanı çok fakir ediyor. O ihtiyaç cihetinde be­şeri zulme, başka haram kazanmağa sevk etmiş. Bi­çare avam ve havas taba­kasını daima mübarezeye teşvik etmiş. Kur’anın kanun-u esasîsi olan “vücub-u zekat, hurmet-i riba” vasıtasıyla avamın havassa karşı itaatini ve havassın avama karşı şefkatini te’min eden o kudsî kanunu bırakıp; burjuva­ları zulme, fukaraları isyana sevk etmeğe mecbur etmiş. İstirahat-ı beşeriyeyi zir ü zeber etti!

2286- İkinci Nükte: Bu medeniyet-i hazıranın hârikaları, beşere birer ni’met-i Rabbaniye olmasından, hakiki bir şükür ve menfaat-ı beşerde isti­mali iktiza ettiği halde, şimdi görüyoruz ki: Ehemmiyetli bir kısım insanı tenbelliğe ve sefahete ve sa’yi ve çalışmayı bırakıp istirahat içinde hevesatı dinlemek meylini verdiği için sa’yin şevkini kırıyor. Ve kanaatsizlik ve iktisadsızlık yoluyla sefahete, israfa, zulme, harama sevkediyor.

Meselâ Risale-i Nur’daki “Nur Anahtarı”nın dediği gibi: Radyo büyük bir ni’met iken, maslahat-ı beşeriyeye sarf edilmek ile bir manevi şükür iktiza ettiği halde, beşte dördü hevasata, lüzumsuz malayani şeylere sarf edildiğin­den; tenbelliğe, radyo dinlemekle heveslenmeğe sevk edip, sa’yin şevkini kı­rıyor. Vazife-i hakikiyesini bırakıyor. Hatta çok menfaatli olan bir kısım hâ­rika vesait, sa’y ve amel ve hakiki maslahat-ı ihtiyac-ı beşeriyeye istimali lâ­zım gelirken, ben kendim gör­düm; ondan bir-ikisi zaruri ihtiyaca sarf edil­meğe mukabil, ondan sekizi keyif, hevasat, tenezzüh, tenbelliğe mecbur edi­yor. Bu iki cüz’î misale binler misaller var.



2287- Elhasıl: Medeniyet-i garbiye-i hazıra, semavi dinleri tam dinleme­diği için, beşeri tam fakir edip ihtiyacatı ziyadeleştirmiş. İktisad ve kanaat esasını bozup israf ve hırs ve tama’ı ziyadeleştirmeğe; zulüm ve harama yol açmış. Hem beşeri vesait-i sefahete teşvik etmekle o biçare muhtaç beşeri tam tenbelliğe atmış. Sa’y ve amelin şevkini kırıyor. Hevasata, sefahete sevk edip ömrünü faidesiz zayi ediyor.

Hem o muhtaç ve tenbelleşmiş beşeri, hasta etmiş. Su’-i istimal ve israfat ile yüz nevi hastalığın sirayetine, intişarına vesile olmuş.

Hem üç şiddetli ihtiyaç ve meyl-i sefahet ve ölümü her vakit hatıra geti­ren kes­retli hastalıklar ve dinsizlik cereyanlarının o medeniyetin içlerine ya­yılmasıyla inti­baha gelip uyanmış beşerin gözü ününde ölümü idam-ı ebedî suretinde gösterip, her vakit beşeri tehdid ediyor. Bir nevi cehennem azabı veriyor.

2288- İşte bu dehşetli musibet-i beşeriyeye karşı, Kur’an-ı Hakîm’in dörtyüz milyon talebesinin intibahiyle ve içinde semavî, kudsî kanun-u esa­sîleriyle bin üçyüz sene evvel gösterdiği gibi, yine bu dört yüz milyonun kendi kudsî esasî kanunlarıyla beşerin bu üç dehşetli yarasını tedavi etmesini; ve eğer yakında kıyamet kopmazsa, beşerin hem saadet-i hayat-ı dünyeviyesini, hem saadet-i hayat-ı uhreviyesini kazan­dıracağını; ve ölümü, idam-ı ebedîden çıkarıp âlem-i nura bir terhis tezkeresi gös­termesini ve on­dan çıkan medeniyetin mehasini, seyyiatına tam galebe edeceğini ve şimdiye kadar olduğu gibi; dinin bir kısmını, medeniyetin bir kısmını kazanmak için rüşvet vermek değil, belki medeniyeti ona, o semavi kanunlara bir hizmet­kâr, bir yardımcı edeceğini-Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın işarat ve rumuzun­dan anlaşıldığı gibi-Rahmet-i İlahiyeden şimdiki uyanmış beşer bekliyor, yal­varıyor, arıyor!...” (H:Ş.147-152)

2289- Bütün insanları azdırıp dalalete düşürmek tehlikesi olmasaydı, Al­lah in­sanlar için gümüş tavanlı, koltuk ve asansörlü evler yapardı manasında açıklanan (43:33) âyeti, insanı dünya hayatına bağlıyan ve gaflete sebebiyet veren aşırı lüks ve konfordan çekinmeyi ders verir.

Bu âyet daha çok asrımızdaki medeniyeti 1400 sene önceden haber verir. Çünkü asansör, çok katlı evler ve gökdelenler içindir. Halbuki 14 asır önce ve bil­hassa Arabistan’da şehircilik ve teknik gelişmemişti. Demek Kur’an bütün zamanla­rın içindeki her şeyi gören ve bilen bir zatın kelâmıdır. (Rızık gayet bol verilseydi in­sanlar şükrü unuturlardı, bak: 3048.p.)




Yüklə 13,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   707   708   709   710   711   712   713   714   ...   1221




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2025
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin