İSLÂm prensipleri ansiklopediSİ



Yüklə 13,72 Mb.
səhifə73/1221
tarix05.01.2022
ölçüsü13,72 Mb.
#76819
1   ...   69   70   71   72   73   74   75   76   ...   1221
qqALEVÎ zYV2 : (Bak: Hilafet, Şia)

qqÂLİM v7_2 : (Bak: İlim)

212-qqALİYY-ÜL MURTAZA (R.A.) |N#hW7~ zV2 : Esedullah, Aliyy-ibni Ebi Talib, Ebuttürab, İmam-ı Ali isimleri ile de anılır.

Hz. Resul-i Ekrem’in (A.S.M.) amcası Ebu Talib’in oğlu olup hicretten yirmiüç yıl önce doğmuş ve bi’setin ikinci günü iman etmiş, hiç putlara tap­ma­mıştır. Bunun için mübarek ismi söylendiğinde, Kerremallahü Vechehu diye ta­zim edilir. Bütün gazalarda, din muharebelerinde çok kahramanlık ve fedakârlı­ğından dolayı “Esedullah: Allah’ın arslanı” namını da almıştır. Aşere-i Mübeşşeredendir. Kendin­den evvelki üç Halife-i Kiram’a (R.A.) biat emri, on­lara Şeyhülislâm gibi hizmetle­rine iştirak etmiştir. Evliyanın reisidir. (O.A.L.) (Bak: Âl-i Beyt, Cemel Vakası)

«Hz. Ali (R.A.), Hz. Osman’ın (R.A.) şehadetinden sonra, evvela hilafete geç­meyi tevazu ile red ve fakat beş gün tereddüdden sonra kabul etti. 25 Zil­hicce Cuma günü (24 Haziran 656) Medine’de Mescid-i Nebevî’de kendisine biat edildi.» (İ.A. ci:1 sh:307)

213- «Hz. Ali vahy kâtiplerindendi. Peygamber’in (A.S.M.) mektuplarını da ya­zardı. Hudeybiye sulhnamesini de o yazmıştı. Kur’an-ı Kerimi bizzat Resul-i Ek­rem’den öğrenmiş, tamamen ezberlemişti. Her âyetin mânâ ve tefsirini ve sebeb-i nüzulünü bilirdi. Nüzul sırasıyla Kur’anı cem’etmişti. İbn-i Sa’dın Tabakat’ında nakline göre, Hz. Ali: “Ben Kur’an-ı Kerim’in her âyetinin ne­rede ve ne hakkında nazil olduğunu bilirim” demiştir. Ebu Bekr-is-Sıddık ve Hz. Osman zamanında Kur’anın cem’ine ve istinsahına nezaret etmişti.

Hz. Ali müfessirlerin en yüksek tabakasındandır. Müctehidlerden İbn-i Cerir-i Taberî ile İbn-i Ebi Hatim, İbn-i Kesir gibi müfessirler Hz. Ali’nin riva­yetlerini naklederler.

Hz. Ali bir gün Kur’an-ı Kerim’in yanlış okunduğunu duymuş, bunun üze­rine Arap gramerinin ana hatlarını vaz’ ederek buna mani olmuştu.

Hz. Ali zamanının en kudretli hatiblerinden biri idi. Her nutku bir şahe­ser­dir. İslâmiyetin yayılmasında görülen hizmeti büyüktür. Bu vazifeyi her­kesten fazla mu­vaffakiyetle ifa ederdi. Hicretin ikinci yılında Hz. Fatımatü’z-Zehra ile evlenmiş ve Peygamber’e (A.S.M.) damat olmuştu. Resul-i Ek­rem’in sülalesi ondan intişar et­mişti.

Hz. Ali, Resulullah’ın Mekke’den Medine’ye hicreti esnasında yatağında kalmış, Bedir muharebesinde büyük kahramanlık göstermiş, Uhud gazve­sinde Peygamber’e siper olmuş, Veda Haccında onun yanında hazır bulun­muştur.

Hz. Ali Hz. Osman’ın şehadetinden sonra halife olmuş, hükümet mer­kezini Medine’den Kûfe’ye nakletmişti. Bundan maksadı, İslâm arasında bir birlik sağla­maktı. Bütün İslâm âlemi Hz. Ali’nin etrafında toplanmış ve yal­nız Şam valisi Hz. Muaviye birlikten ayrı kalmıştı.

Hz. Ali’nin fıkıh ve ictihaddaki olgunluğunu zamanın en büyük müctehidleri takdir etmişlerdir. Başkalarının çözemediği fıkıh meselelerini sühuletle halletmesini bilirdi. Çünkü o, zamanının en büyük kadısı idi.

Hazret-i Ömer de “En büyük kadımız Ali’dir” demekle onu takdir et­mişti. Hz. Faruk, halifeliği devrinde yapacağı işlerde daima onunla istişare eder ve “Ali ol­masa, Ömer helâk olurdu” derdi. Kudüs’e gittiği zaman Hz. Ali’yi Me­dine’de vekil bırakmıştı.

Hz. Ali hicretin kırkıncı senesinde ramazan-ı şerifin 20’nci cuma günü Kûfe mescidinde sabah namazında Haricilerden Mülcem oğlu Abdurrahman tarafın­dan şehid edilmişti.

Techiz ve tekfini, oğlu Hz. Hasan tarafından yapılmış ve namazı eda olun­duk­tan sonra Kûfe’nin kabristanı sayılan Necef’e gömülmüştür. Halen türbesi bir ziyaretgâhdır.» (Riyazüssalihîn Hadislerinin Ravileri Olan Ashab-ı Kiram’ın ve Ha­dis İmamlarının Hal Tercemeleri, Diyanet İ.B. Yayınları, sh: 62)

Tarih ve Coğrafya Lügatı olan “Kamus-ül A’lâm”, Hz. Ali’nin (R.A.) şehid edildiği camiin kapısı önünde ve bir rivayette de Kasr-ı İmaret’te def­nedildiğini kaydeder.

214- «...Resul-i Ekrem Tebük seferine çıkarken Hz. Ali’ye Medine’de kal­masını ve bu seferin uzaklığı sebebiyle aile içinde bulunmasını emretmişti. Hz. Ali’ye cihaddan kalmak giran gelmesi üzerine Resul-i Ekrem: “Senin bana bağ­lılığın, Ha­run’un Musa’ya bağlılığı gibidir.” demişti. Nasılki Musa Peygamber Tur’a çıkarken kardeşi Harun’a: “Kavmim Benî İsrail’e halefim ol, onları gör, gözet” demişti. Bu da hayatta halef olmaktı.» (S.B.M. ci:9, sh:416)

Mezkûr rivayetle alâkalı diğer bir rivayet de aynı eserin 8. cildinde 1158 numa­ralı hadisin son cümlesidir ki; Hz. Ali’ye hitaben: “Sen bana bağlısın, ben de sana muttasılım” mealindedir.

Bir rivayette de: «Ali’den başka feta, Zülfikar’dan başka kılınç yok.» takdi­riyle, Ali (R.A.) ve Zülfikar’ın müstesna üstünlükleri bildirilir. (K.H. 3069. ha­dis)

215- «Resul-i Ekrem Efendimiz, Hz. Ali’yi Yemen’e kadı olarak gönder­miştir. Hz. Ali: “Ya Resulallah! Benim kaza işlerine vukufum yoktur” demiş, bir def’a da: “Ya Resulallah! Beni Yemen’e kadı nasbediyorsun, halbuki orada benden yaşlı zat­lar var, ben onların arasında nasıl hükmedebilirim” demek iste­miştir. Resul-i Ekrem de: “Bana yakın gel” diye emretmiş, müba­rek elle­rini Hazret-i Ali’nin göğsüne te­mas ettirerek: ­y«A²V«5 ¬f²;~«— ­y«9_«K¬7 ²a¬±A«$ Åv­Z±V7«~ “İlahî! Lisanını tesbit et. Kalbini de hidayete mazhar buyur.” diye dua bu­yurmuştur. Hazret-i Ali demiştir ki “Âlemi yaradana yemin ederim ki, ben bun­dan sonra verdiğim hükümlerin hiçbirinde bir şek ve tereddüde düşme­dim.” Yine İmam-ı Ali Hazretleri demiştir ki: Resul-i Ek­rem Sallallahu Aleyhi Vesellem bana: “Ya Ali! huzuruna iki hasım gelip oturduğu zaman bi­rincisinin sözünü dinlediğin gibi diğerinin sözlerini de dinlemedikçe arala­rında hük­metme. Böyle yaparsan nasıl hükmedileceği sana tebeyyün eder.” diye bu­yurdu. Artık bundan sonra bana hiçbir hükümde işkal vaki olmadı.» (H.İ. ci:1, sh:360)

216- Hazret-i Ali’ye (R.A.) muhabbetin ifrat ve tefriti hakkında Resul-i Ek­rem (A.S.M.) «nakl-i sahih-i kat’i ile İmam-ı Ali’ye demiş:

Sende Hazret-i İsa (A.S.) gibi iki kısım insan helâkete gider. Birisi ifrat-ı mu­habbet, diğeri ifrat-ı adavetle. Hazret-i İsa’ya Nasrani muhabbetinden hadd-i meş­rudan tecavüz ile haşa -ibnullah- dediler. Yahudi, adavetinden te­cavüz etti­ler, nü­büvvetini ve kemâlini inkâr ettiler. Senin hakkında da bir kı­sım, hadd-i meşru’dan tecavüz edecek, muhabbetinden helakete gidecektir.

­}Å[¬N¬4~Åh7~ ­v­Z«7 ­Ä_«T­< ­i²A«9 ²v­Z«7 (15) demiş. Bir kısmı senin adavetin­den çok ileri gi­de­cekler; onlar da Havaricdir ve Emevilerin bir kısım müfrit tarafdarlarıdır ki, on­lara Nasibe denilir.

Eğer denilse: Âl-i Beyte muhabbeti Kur’an emrediyor, Hz. Peygamber Aleyhissalatü Vesselâm çok teşvik etmiş. O muhabbet Şialar için belki bir özür teş­kil eder. Çünki ehl-i muhabbet bir derece ehl-i sekrdir. Ne için Şia­lar, hususan Rafizîler, o muhabbetten istifade etmiyorlar? Belki işaret-i Ne­beviye ile o fart-ı mu­habbetten mahkûmdurlar?

Elcevab: Muhabbet iki kısımdır. Biri: mânâ-yı harfiyle, yani Resul-i Ek­rem Aleyhissalatü Vesselâm hesabına, Cenab-ı Hak namına, Hazret-i Ali ile Hasan ve Hüseyin ve Âl-i Beyti sevmektir. Şu muhabbet Resul-i Ekrem’in (A.S.M.) muhab­betini ziyadeleştirir. Cenab-ı Hakk’ın muhabbetine vesile olur. Şu mu­habbet meşru’dur, ifratı zarar vermez. Tecavüz etmez, başkaları­nın zemmini ve adavetini iktiza etmez.

İkincisi: mânâ-yı ismiyle muhabbettir. Yani bizzat onları sever. Hazret-i Pey­gamber Aleyhissalatü Vesselâm’ı düşünmeden Hazret-i Ali’nin kahra­man­lıklarını ve kemâlini ve Hazret-i Hasan ve Hüseyin’in yüksek faziletlerini düşü­nüp sever. Hatta Allah’ı bilmese de, Peygamber’i tanımasa da yine on­ları sever. Bu sevmek Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm’ın muhabbetine ve Cenab-ı Hakk’ın muhabbetine sebebiyet vermez; hem ifrat olsa, başkala­rının zemmini ve adavetini iktiza eder.

İşte işaret-i Nebeviye ile Hz. Ali hakkında ziyede muhabbetlerinden, Hz. Ebubekir-is Sıddık ile Hz. Ömer’den teberri ettiklerinden hasarete düşmüş­ler ve o menfi muhabbet sebeb-i hasarettir.» (M.106)

217- «Hz. Ali’ye (R.A.) iki cihetle bakılmak gerektir. Bir ciheti; şahsî kemâlat ve mertebesi noktasından, ikinci cihet; âl-i beytin şahs-ı manevisini temsil ettiği nokta­sındandır. Âl-i beytin şahs-ı manevisi ise, Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm’ın bir nevi mahiyetini gösteriyor. İşte birinci nokta iti­barıyla Hz. Ali başta olarak bü­tün ehl-i hakikat, Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’i (R.A.) takdim ediyorlar. Hizmet-i İslâmiyette ve kurbiyet-i İlahiyede makamla­rını daha yüksek görmüşler. İkinci nokta cihetinde Hz. Ali (R.A.) şahs-ı ma­nevi-i âl-i beytin mümessili ve şahs-ı ma­nevi-i Âl-i Beyt, bir haki­kat-ı Muhammediyeyi (A.S.M.) temsil ettiği cihetle müvazeneye gelmez.» (L.23)


Yüklə 13,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   69   70   71   72   73   74   75   76   ...   1221




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin