İstanbul ansiklopediSİ Büyükada Camii (Resim: Kemal Zeren)


Var ise sengi siyahı kalbi âşıktır mehek Yoksa ol şuhun ayarı hüsnü ânım kim bilir?



Yüklə 4,97 Mb.
səhifə37/75
tarix07.01.2019
ölçüsü4,97 Mb.
#91759
1   ...   33   34   35   36   37   38   39   40   ...   75

Var ise sengi siyahı kalbi âşıktır mehek Yoksa ol şuhun ayarı hüsnü ânım kim bilir?..

Son yeniçerilerden Çardak Kolluğu Çorbacısı halk şairi Galatalı Hüseyin Ağa da Çardak iskelesinde büyük yeniçeri kahvehanesinin köçeklerinden Sakız Adalı bir tavşan oğlanı medhederken:



Al fesinde saçlar belâ püskülü Çardak Kahvesinin bir gönce gülti Sakız tavşanıdır gaayet görgülü Yalın ayak reftân civelektir

Alnına dökülmüş âşifte kâkül Ya samurdur, ya reyhandır, ya sünbül Dili kiraz dalına konmuş bülbül Âyânna has çekilmiş köçektir

Dilimizde saatin intizam ile hareketine de ayar denilir. İstanbul halkının saatlerinin daima ayarlı bulunması için servet sahipleri tarafından hayır eserleri arasında bilhassa büyük camilerin yanında muvakkithâneler yaptırılmış ve buralarda, bugün antika eşyalar arasında kıymetleri çok yüksek san'at eseri muazzam saatler konmuştur (B.: MuvakkÜthâ-neler).

Ayar, gerek İstanbulun külhâni argosunda, gerekse İsatnbullu ağzında mecazî olarak muhtelif mânalarda kullanılmıştır; kadir ve kıymet ifade etmiştir:

— Onun ne ayarda adam olduğunu herkes bilir..

Bir muhite, meclise, havaya uyma, intibak yerinde:

AYAŞ AĞA

— 1432 —


ANSİKLOPEDİSÎ

1433 —


AYASAĞA KAMPI


— Kendimi daireye bir türlü
âyârlayamadım...

Huy, tabiat mânasında:

— Müdürün ayarım bir türlü
bulamadım..

— Ayarı bozuk herifin biri...


Külhaniler ağzında itibar, şe
ref, haysiyet karşılığı:

— Ayarını bozarım ha!..

AYAŞ AĞA — Hassa mimarlarından : Saraçhanebaşı camiinin banisi; (H. 892) 1486 da öldü, camii civarındaki kabristana defnedildi (B.:, Saraçhanebaşı Camii).

AYASAĞA ASKERLİK KAMPI — 1943 yılma kadar Pendikte yapılan «İstanbul Üniversitesi ve Yüksek Okulları Askerlik Kampı», . bu yıldan, kampların kaldırılma tarihi olan 1947 yılına kadar Ayasağa civarında Mecidiyeköyünü Bü-yükdere ve İstinyeye bağlayan asfalt ile Ayasağa köy yolunun yaptığı kavşağın iç kısmındaki meyilli sahada kuruldu.

Üniversite ve yüksek okullarda askerlik öğretimi üç yıl üzerine olup ilk iki yılda yirmi günlük •kamp görülür, üçüncü yılda sadece kanaat notu ile geçilerek asker-liMen yüksek ehliyet diploması alınırdı. Kamplara yalnız erkek talebe iştirak ederdi.

Bu kamplar yüksek tahsil gençleri arasında bir yakınlık temin eder, hem askerî hayata alıştırır, hem de yirmi günlük bir tebdili hava olurdu. Talebe sayısının çokluğu kampı iki devrede yapmağı icab ettirmiş, ve ayrıca talim ve terbiye bakımından bir devre içerisinde de birinci ve ikinci, yıl olmak üzere iki gruba ayrılmıştır. 1944 -1945 ders yılında ilk devreye Fen ve Tıb Fakülteleri, Güzel Sanatlar Akademisi, Orman Fakültesi, Teknik Üniversitesi ile Teknik Okul ve Yükseköğretmen okulu iştirak etmiş; Edebiyat, îk-

Ayasağa Askerlik kampı, erzak indirme. (Resim: Salih Sinan)

Ayasağa Askerlik kampı, istirahat (Resim: Salih Sinan)

Ayasağa Askerlik kampı, nöbet (Resim: Salih Sinan)

tisad ve Hukuk Fakülteleri ikinci devreye bırakılmıştır.

İlk devre 4 temmuz 1945 de. ikinci devre de 30 temmuz 1945 de başlamıştır. 1945 -1946 ders yılında ise, ilk devreye hemen ayni okul ve fakülteler iştirak etmiş, yalnız Fen Fakültesi ikinci devreye bırakılmış, bir de Tıb Fakültesi birinci devreye bırakılmış, bir de Tıb Fakültesi birinci yılının sivil ve askerî yurd talebeleri ilk devrede »kamp görmüştür. Birinci devre 5 temmuz 1946 da, ikinci devre ise l ağustosta başlamıştır.

Kampa gidiş — Talebelere askerî teçhizat fakülteler tarafından verilir. Kampa gidecek talebe asker elbiselerini giymiş olarak Şişlide, Âbidei Hürriyet civarındaki korulukta toplanır. Fakülte ve okullara göre guruplara ayrılır, bölük, takım ve manga bölümleri de yine bu sırada yapılarak talebenin paket ve çanta gibi eşyası alay erlerine teslim edilir, bunlar kamp yerine askerî kamyonlarla taşınır. Yoklama biter bitmez hareket edilir, ve Mecidiyeköyü - Zincirlikuyu asfaltına varıldıktan sonra serbest yürüyüş ile saatte bir mola verilerek iki buçuk saatte kamp yerine gelinir.

Kamp yeri — Talebeler gitmeden bir hafta hattâ on güm evvel talim alayı tarafından çadırlar kurdurularak hazırlık yapılır. Kamp i-ki taburlu bir alay itibar edilmiştir, her taburda dörder bölük vardır. Her bölük için altmış çadır ki ceman 480 çadır kurulur, kampda vazife gören alay subay ve erlerinin çadırları bu rakamdan hariçtir. Talebe çadırları onar kişiliktir, eğer bölük mevcudu az ise, çadırlarda yine onar kişi yatılarak diğerleri boş bırakılır. Komutanlık, Subay Garnizonu, idarî kısımlar ve revir, kamp sahasında eskiden inşa edilmiş olup ordu emrinde bulunan bir binaya yerleşir. Ayrıca kamp için bir salaş mutbak ve üzerleri kapalı kır helaları önceden hazırlanmış bulunur.

Kamp yerinde bol su bulunmadığından, içilecek ve yıkanılacak su, arozöz ile temin edilir.

Kamp hayatı — Kısa bir dinlenmeden sonra bölükler onar kişilik gruplar halinde çadırlara taksim edilir. Başçavuş, çavuş ve onbaşı seçimi de yine bu arada yapılır. Bir taraftan da kayış, ekmek torbası, arka çantası, matra, kütüklük ve tüfenk gibi teçhizat ve

silâh dağıtılır, ve ayrıca çadır başına 'bir de fener verilir. Yine bu sırada çadırlarda boş yatak ve yastık kılıfları teslim alınır, bunlara, talebe tarafındam, kamp civarında bolca bulunan eğrilti otu toplanarak doldurulur. Bütün bu işler öğleye kadar biter ve kampın ilk karavana borusuna kadar istirahat edilir. Talebe - erler, tabak, çatal, kaşık, bıçaklarını kendileri evlerinden veya okullarından getirir. Kampda, çadır başına yalnız iki karavana, bir bakraç ve bir kepçe verilir. Öğleden sonra, kamp civarının tanınması ve ufak tefek eksiklerin tamamlanması için, fazla uzaklaşmamak sartiyle talebe şerbet bırakılır.

Kampın günlük programı kısaca şudur:

6.30 Kalk borusu; yıkanma, çadır eteklerinin toplanması, yatakların düzeltilmesi, arka çantasının hazırlanması.

7.00 kahvaltı borusu: Bir mangada onbaşı hariç diğer erlerin her gün üç kişi sıra ile yemek almak üzere vazifelidir. Yemekler, çardakların altına dizilmiş masalarda yenilir.

8.00 İçtima borusu: Her bölük efradı kendi sahasında talim için tam teçhizat ile toplanır. Yoklama ve 'teftişden sonra talime çıkılır. Talim yeri kampa 15 dakikalık mesafededir.

12.00 Yemek borusu ve saat 14 e kadar

istirahat.

14.00 İçtima borusu. Nazarî ders ve talim.

18.00 Bütün birlikler bir arada komutanın teftişi, İstiklâl Marşı okunması, bayrak indirme.

19.00 Yemek borusu. Karavanalar talebe - erler tarafından nöbetle yıkanır.

21.00 Yat borusu.

Kahvaltılarda umumiyetle beyaz peynir, zeytin ve çay, arada kaşer peyniri ve reçel verilir. Yemekler kalori bakımından yüksek ve iyidir. Bol etli, bol ve iyi yağlı, ve ınik-darca da boldur. Her erin günde iki taymı vardır. Ayrıca kamp yerindeki bir hangarın bir kösesinde de bir kantin vardır. Burada her çeşit yiyecek, meyva, çukulata, kuru yemiş, sigara, gazete ve kitap bulunur. Kantinim karşı köşesinde kahve, hangarın dip köşelerinden birinde fotoğrafçı, diğerinde berber vardır. Bu hangar, erlerin hem kapalı yemekhanesi, hem de gazinosudur.

İstirahat zamanları — Öğle üzeri, ekse-



AYASAĞA AV KASRI

_ 1434 _


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

1435 —

AYASAĞA KASRI



nın su oluğu gibi en basit bir bakım görmemiş, meşrutiyetin ilânında da adî poletikacı, mücadeleleri ve harb felâketleri arasında unutulmuştur;

Birinci Cihan Harbinde Ayasağa Kasrında açılan Süvari Küçük Zabit Mektebi emrine verilmiş, o günden zamanımıza kadar da asker işgalinde bulunmuştur; ve alelade bir baraka gibi kullanılmıştır; 1947 de pek hazin, yürekler sızlatan bir hâli perişânîde idi. Bibi. • REK ve Muzaffer Esen, Gezi Notu (1947); Hafız İlyas, Vekaayii Letâifi Enderuniye; Mehmed Ali Akbay, Gezi Notu (1959).

AYASAĞA KASRI — Maslaktan Ayasağa köyüne giderken sol tarafa düşen ve Haznedar Çiftliği diye anılan erazide İkinci Sultan Mahmud tarafından kurulmuş bir dinlenme kasrıdır; zamanımızdaki bina Abdülâziz devrinde yapılmıştır; Sultan Mahmud yapısı olan kasrın temelinden yenilendiği bellidir; eski kas-
riya kamp hududu içindeki ağaç altlarında, uyumak veya okumak ile geçirilir. Okuyanların çokluğu dikkate değer. Akşam istiraha-tinde göze çarpan hususiyet, asfalt boyunda otomobilleri, otobüsleri seyretmek, futbol oynamak, muhtelif hararetli münakaşalardır. Çadır sohbetlerinin mevzuunu da ekseriya şahsî hatıralar, hikâyeler, delikanlılığın çapkınlık maceraları teşkil eder.

Kampda nöbet — Çadır ve nizamiye nöbeti olarak iki türlüdür, her ikisi de, manga basma yirmi dörder saattir. Her er kendi bölüğünde çadır nöbeti tutar. Nizamiye nöbeti ise, bölük sırasına göre tutulur, vazifedar mangalar nöbetleri müddetînce talimden muaf olup nizamiye çadırında kalırlar.

Tatil günleri — Cumartesi günleri öğleye kadar tüfek temizlenir, 20 günlük kamp içinde, onuncu günden sonraya rastlayan pazar günü erler tamamen serbesttir. Yalnız nöbetçi mangalar kamp yerinde kalır, ondan evvelki pazar günü ise, erler ancak kamp hudutları içerisinde serbesttir.

Gece yürüyüşleri —: 20 günlük kanıp süresinin yarısından sonra başlar, biri birkaç saat sürer, umumî tatbikat yerine geçer. Ayrıca bir gün de bütün kamp alay halinde bir manevra tatbikatı yapar.

İmtihan — Kampın son günü amelî olarak yapılır, burada alınan notlarla yıl içindeki nazarî ve amelî ders notla ortalaması ile sınıf geçilir.

Son gün ve gece — Talebe cemiyetinin hazırladığı bir eğlence yapılır. Bu eğlencede hocaların, subayların taklidleri yapılır, şiirler okunur, monologlar söylenir ve bir küçük piyes oynanır. Müzik ile meşgul olanlar da bir konser verirler. Yat borusu olmadığından eğlence geç vakte kadar devam eder. Ertesi gün kampda alınan teçhizat ve silâhlar teslim edildikten, ve son öğle yemeği yenildikten sonra, kamp komutanının bir hitabesi ve umumî bir geçit resmi ile kamp sona erer. Bu dakikadan itibaren erler serbesttir.

1946 yılında, Genel Kurmaylıkça kamplar kaldırılmış, ve yerine Üniversite ve yüksek okul talebesinin bağlı bulunduğu askerlik şubesince teçhiz edilerek mahallî birliklerde 60 günlük bir talim devresine tâbi tutulması uygun görülmüştür.

Mahmud Özlü

AYASAĞA AV KASRI — Türk ahşab yapı sanatının ondokuzuncu asır başında ibda ettiği en güzel eserlerden biridir; Maslakdan Ayasağa Köyüne giderken sol tarafda, Haznedar Çiftliği arazisi dahilinde, oldukça derin bir vadide ve bir koru içindedir. Çağlayan hâlinde kus sesleri, bilhassa bülbül sesleri, ve yeşil rengin türlü çeşidlerinden süzülerek ge len ışık, bir minyatüre benzeyen bu müzeh-heb kasra avcılardan ziyâde âşıklar için yapılmış olduğunu duyuran bir hava vermektedir.

Önünde köfeki taşından yapılmış musta-til şeklinde 100 metre boyunda, 20 metre eninde ve 2,5 metre derinliğinde gaayet büyük bir havuz vardır ki banisi İkinci Sultan Mahmud zamanında içinde kayıkla gezildiği tarih kaynaklarında kâyıdlıdır. Bu havuzun üç kenarı örme olup köşkün karşısındaki öbür ucu tabii şekilli büyük kaya parçaları ile kapatılmıştır, öylesine ki havuzun suyu bu kayaların üstünden çağlayanlar hâlinde dökülüp gelmekte imiş.

Havuza getirilmiş olan suyun adı «Dertli Pınar» dır.

Havuzun yirmi metrelik küçük kenarında bulunan av kasrı 16x10 metre eb'adında bir salon ile geride iki küçük odacıktan ibarettir. Bu odacıklar kahve ocağı ile pâdişâhı eğlendirmek için havuzda türlü yüzgeçlik hünerleri gösteren Enderun oğlanlarının soyunma yeri olarak kullanılmıştır. Salonun iki dip köşesinde birer küçük güzel çeşme vardır. Salon kasrın içi şakır şakır altın yaldızlı nakışlarla müzeyyendir; gayet güzel yaşmaklı bir ocağı vardır; geniş pencereleri bol ışıklı ferahlıkla korunun ilâhî havasını kasır içinde de teneffüs ettirmektedir.

Bu av kasrı İkinci Sufian Mahmudun en sevdiği yerlerden biri idi; bakımına gözde si-lâhdarı Giridli Ali Ağayı memur etmişdi. Ali Ağa velinimetine burada sık sık ziyafetler verir ve bu vesile ile havuz başında, devrin en seçkin hanende ve sazendelerinin iştiraki ile büyük musiki meclisleri kurulurdu; bâzan sazendeler bir kayığa, hanendeler de başka bir kayığa biner, üçüncü bir kayığa da rakkas oğlanlar bindirilip havuzda saz, şarkı ve rakısla dolaşırlardı, bilhassa geceleri, meşalelerle pek hoş bir sahne olurdu.

Enderunlular pâdişâhı eğlendirmek için

birbirlerini gaafil avlayıp havuza atarlardı, bir seferinde müsâhib - dalkavuklardan Abdi Bey havuza düşürülmüş, yüzme bilmediği için boğulmasına ramak kalmıştı, etraf ise Abdi Beyi boğulma taklidi ile şaklabanlık yapıyor zannederek adamcağız dalıp çıktıkça kahkahalarla gülmüşdü, nihayet iş anlaşılmış, ve Abdi Bey kurtarılmıştı. Yine o -gün saray dilsizlerinden yüzgeçliği ile meşhur şehbaz bir oğlan Pâdişâha hüner gösterme maksadı ile havuza dalmış, fakat uzunca bir zaman geçtiği halde su yüzüne çıkmamış idi, meğer delikanlının ayağı havuzun dibindeki ıskaraya girmiş, bir türlü çekip kurtaramamış, boğulmuştu. Çok iyi yüzme bilen enderunlular tarafından cesedi müşkilât ile çıkarıldı, Sultan Mahmud o günden sonra havuz şakalarını ve oyunlarını yasak etti.

İkinci Sultan Abdülhamidin uzun saltanatında bu güzel kasır alelade bekçilerin elinde metfûk kalmış, damının kiremidi, saçağı-

Ayasağa Av Kasrı (Resim: Salih Sinan)

AYASAĞA KÖYÜ

1436 —

İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSÎ

— 1437

AYASAĞA KÖYÜ





Hamidiye suyunun kaynağı, Ayasâğa kö-yüce iki -kilometre mesafededir; köylü, köylerine su getirildiği takdirde 4000 lira kadar nakdî yardımda bulunabileceklerini bildirmişler, fakat Sular İdaresi Müdürlüğünden, İstanbul şehri susuzluk derdi çekerken şehir civarı köylere su verilemiyeceği cevabı verilmişti. Köyün ihtiyacını kuyular karşılar; hali vakti yerinde olan köylülerde, Hamidiye suyunu, suculardan para ile alırlar. İkinci Ab-dülhamid, civar tepelerin birinde bulunan bir kaynaktan köye su getirmiş ve köy meydanına altı köşeli bir de meydan çeşmesi yaptırtmış-tı. Fakat on - on beş sene kadar evvel bu kaynak kurumuş, köy susuz kalmış, çeşme de harabiye yüz tutmuştur. . •

70 haneli Ayasâğa köyü için elektriği de. asrımızın bir günlük hayat ihtiyacı olarak kabul etmek lâzımdır; kaldı ki, telefon bile, Ayasâğa köyü için çok faydalı bir iş yardım-cısıdır: Burada, köyün, Büyükdere - Şişli asfaltına, yaya olarak 20 dakikalık bir mesafede bulunduğunu, Ayasâğa yolu kavşağında da bir telefon merkezi bulunmadığını düşünmek lâzımdır.

Bibi.: REK ve Muzaffer Esen, Gezi Notu.
rm bir yangın ile harab olduğu da tahmin edilebilir. Abdülâzizin yaptırttığı bugünkü kasır iki katlı, altta geniş bir mermer taşlık ve üstünde de geniş bir sofa üzerine dörderden sekiz odadır; bilhassa üst katın altın nakışlı tavan tezyinatı geçen asrın en nefîs işlerindendir.

İkinci kata muhteşem bir mermer merdivenle çıkılır; merdivenin etrafında her biri dört ince ve renkli mermerden yirmi dört sütun grupu vardır ki son derecede zarif ve lâtiftir.

Yine Sultan Aziz tarafından bu kasrm yüz metre kadar şimalinde üç -katlı ve her katında dörder oda bulunan ve dış görünüşü yıldızdaki Şale Köşkünü hatırlatan ikinci bir bina yaptırılmıştır ki mutfak ile maiyeti şahane odalarını ihtiva etmekte idi.

Bu iki binanın az aşağısında, vadideki koru içinde yine bu Ayasâğa kasrı müştemilâtından son derecede güzel bir av kasrı ve önünde büyük bir havuz bulunmaktadır (B.: Ayasâğa Av Kasrı).

Birinci Cihan Harbinde Ayasâğa kasrı ve müştemilâtına süvari küçük Zabit Mektebi yerleştirildi; bu mektebin burada ne zamana kadar kaldığı tesbit edilemedi. Harbiyede Sipahi Ocağı yanında bulunan Süvari Mektebi 1938 de buraya naklolundu; bu ikinci askerî mektep Ayasâğa Kasrında 1941 senesine kadar kalarak bu tarihte Konya vilâyetinde Karaman kazasına naklolundu, kasır ve müştemilâtı kısmen 'boş kaldı, kısmen de küçük askerî birlikler tarafından işgal olundu. 1947 de Konyadan tekrar İgtanbula getirilen Süvari Okulu yine Ayasâğa Kasrında yerleşti. 1959 da, Türk ordusunda süvari sınıfının lağvı ve motorlu birlIMere inkilâbı karan üzerine Süvari Okulu da yavaş yavaş birliklerini tasfiye etmekte ve Ayasâğa Kasrı ile müştemilâtını boşaltmakta idi.

Mehmed Ali Akbay

AYASAĞA KÖYÜ — Boğaziçinde, İstin-ye, ile Emirgân arkasındaki tepelerin ortasında, Şişli - Büyükdere asfaltının üzerindeki Maslak mevkiinin garbında, Şeytanderesi ve Ayasâğa deresinin teşkil ettikleri çatalvâdide, kuruluşu Onbeşinci asır sonlarına varan bir köydür. Maslak - Kâğıthane şosesinden ayrılan biri yaya, diğeri araba yolu olmak üzere

iki tarik ile gidilir; yaya olarak Maslaktan yirmi dakikadır.

Şeytanderesinin indiği sırtlarda ve Ayasâğa deresinin iki boyunca dağınık bir köydür. Has hüviyeti bir sağmalcı köylü olan Ayasâğa köyünden Ayasâğa deresi boyunca en az yarım saatlik 'bir mesafede bir büyük mandırada Ayasâğa mandrası adını taşır. Köyden çıkıp dere boyunca ilerliyerek bu mandıra önünden geçen bir yol Ayasâğa köyünü Şeytandağı ve Tabya sırtları üzerinden Bahçeköyüne bağlar; Maslak - İstinye şose-siyle yukarı boğaza; Maslak - Kâğıthane şosesi ile de Kâğıthaneye ve dolayısıyla Halice bağlıdır.

Köye biri şark, diğeri garb kenarından girerek köy meydanınım az ötesinde birleşen Şeytan Deresi ve Ayasâğa Deresi yaz aylarında, bilhassa kurak geçen yıllarda susuzdur; Ayasâğa Deresinin kaynakları Şeytan Dağı ile Tabya sırtlarmdadır, Şeytan Deresi yatağı ise Bahçeköyüne kadar uzanarak ve bu köyün ke-manndan geçerek bendlere ulaşır.

Ayasâğa köyüne otomobille, Maslağa kadar otobüs ondan sonra yaya veya araba ile, pazartesi günleri köyün içine kadar bir sefer yapan kaptıkaçtı ile gidilir.

Ayasâğa köyü, İstanbul Ansiklopedisi adına 1947 ağustosu başında ziyaret edildiğinde aşağıdaki malûmat toplanmıştır:

Köy 70 hanedir; nüfusu, yazın bahçelerde çalışmağa gelen yabancı rençberler, aylıkla tutulmuş yabancı çobanlarla beraber 400-450, arasındadır. Köylünün büyük bir ekseriyeti sağmalcıdır; az mikdarda da bahçıvan vardır. Köyün dört yüzden fazla mandası, bir mikdar da ineği, bu arada bilhassa kıymetli Kırım inekleri vardır. İstanbula günde 800 kiloya kadar süt gönderir. Bir vadide kurulmuş olmasına rağmen, havadardır; Karadeniz-den Şeytanderesi boğazı ve Cendere boğazı yolu ile gelen serin bir hava cereyanı Ayasâğa köyünü yalayarak geçer. Sıtma vak'aları gayet nadir görülür; köylünün büyük bir ekseriyeti için ömrü tabiî 70 - 80 arasındadır. Pek az olan fukarası, civar fundalıklardan çalı keserek İstanbul fırınlarına indirirler ve bununla geçinirler. Camii civarında mermer bir namazgahı, köy meydanındaki büyük bir çınar altında köy sandığı parasiyle yaptırılmış ve bu sandık iradı tuğla yapı teiniz ve hava-

dar büyükçe bir köy kahvesi, iki bakkalı, camiin müsakkafatından beş sınıflı bir ilkokulu vardır. Bu satırların yazıldığı sırada köyün kahveciliğini, muhtar Salih Başarının kardeşi Sami Başarı yapmakta idi. İstanbul Ansiklopedisi adına ziyarete gidildiğinde, istenilen malûmat ihtiyar heyeti âzasından Niyazi Onar ile korucu Mehmed Ülken'den alınmıştır.

Köyün zenginleri ve başlıca sağmalcıları olan Mehmed Ali Başaran, İsmail Esen, Fehmi Oğuzhan günde 150 - 200 kilo arasında süt istihsal etmekte idiler; bunlardan Mehmed Ali Başaran ve İsmail Esen ayni zamanda büyük bahçe sahipleridir. Köy hududu içindeki diğer 'büyük bahçelerden biri Ali Sait Akyıldıza, diğeri Fevzi Cendereye alt olup •kendileri köyde ikamet etmiyorlardı, biri İs-tanbulda, diğeri Feriköyde oturmakta idi.

Bahçe mahsullerinin başında sebze, sebzelerden fasulye, domates, patlıcan ve biber gelir.

Ayasâğa köyünde yavaş yavaş arıcılık da taammüm etmekte olup bunların arasından da yüz kadar kovan ile başta gelen korucu Mehmed Ülken idi. 1947 de, Ayasâğa köyünün . başlıca ihtiyacı su ve elektrik idi.



Ayasâğa Köyü (Kroki: A. Bülend Koçu)

L.

AYASAĞA KÖYÜ CAMİİ

1438 —


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

— 1439 —

AYASOFYA




Ayasağa Köyü Camii (Resim; Hâşim)

AYASAĞA KÖYÜ CAMİİ — Ayasağa köyünde, -köyün ortasındaki meydandadır. Çok eski olan bu köyün kurulduğu tarih tesbit edilememekle beraber, bu camiin ilk yapısının köy ile muasır olduğu, hiç olmazsa köyün kuruluşundan az bir müddet sonra, On-beşinci asır sonlarında inşa edildiği .muhakkaktır. Köylü arasında camiin banisi olarak Camlan bir Muhiddin Efendinin hâtırası, camiin içinde, mihrabın solunda duvara asılmış bir levha ile de tesbit edilmiştir. Bu levha, aydın olarak görülmektedir ki, Osmanlı İmparatorluğunun başdefterdarlığma kadar yükselmiş olan bu Muhiddin Efendinin kabir taşı kitabesinin kopyasıdır; kabrin nerede olduğu tesbit edilememiştir; levhanın metni şudur:

Hüvel Hallakül-bâki

Hüdavendigâri esbak cennetaıekân ve fir-devsâşiyan Ebülfeth Sultan Mehmed Han Gazi âleyhel-rahmete velgufran Hazretlerinin sadrı âlileri Candaravi Kara Halil Paşa Ta-cüddini Kürdi dimekle mâruf veziri âsaf nâ-zirin evlâdı kiramlarından olup Sultan Baya-âd Han tâbe serâhü merhumun zemânı saad ahteranlarında Serdârı (Defterdarı) şıkkı evvel olan Candaracı zade Muhiddin Efendi ruhi-cün rizaen-liilâhi taalâ elfâtihâ.

Ayeti mi'rac oldu târih ana «Ve men dahale kâne âmina» H. 898 (M. 1492)

Az ileride bulunan Candara boğazımın da adı, Halil Paşaya, hiç olmazsa bu Muhiddin Efendiye bağlanır. Camiin ilk yapısı hakkında hiçbir şey söylenemez; asırlar boyunca şekli

aslisini değiştiren birçok tannir gördüğü tahmin olunabilir. Mihrabı üzerinde tahta üzerine kabartma olarak oyulmuş ve «ketebehu Abdülmecid bin Mahmud» imzasını taşıyan «Küllemâ dahale aleyhâ zekeriyyel mihrab» levhası ile ayni imzayı taşıyan ve ahşab minberin takı üzerinde bulunan yine ahşab üzerine kabartma «Kelimei Şahadet» levhası, gösterir ki, bu cami Abdülmecid zamanında bir tamir görmüş ve bu hükümdar, camiişerife el yazısiyle iki levha hediye etmiştir.

Camiin bugünkü yapısı, İkinci Abdülha-midin eseridir. Dış kapısının üzerindeki mermer üzerine kabartma talik hat ile kitabesi

şudur:


Ziynet efzâyi makamı hilâfeti islâmiye ve erike pirâyı saltanatı seniyyei osmaniye Es-sultan İbnüssultan Essultanül-gazi Abdülhamid Hânı Sâni Hazretleri tarafı eşreflerinden işbu cami ittisalinde bir mekteble beraber bin üçyüz yirmi dört senei hicrîyesi cemâ-zel-ulâsmda müceddeden inşâ edilmiştir.

1324 (M. 1906)

Cami İkinci Abdülhamid tarafından 'bu
günkü şekliyle müceddeden ihya olunurken,
eski yapıdaki Abdülmecid . ^

levhalarının teberrüken yer- |

lerinde muhafaza edildiği görülüyor. Kârgir yapı, dışı badanalı tuğla minareli, minaresinin merdiveniyle şerefesi demir, dört duvar üzerine kiremit örtülü, yanında imamlara meşruta ahşap bir ev, bir ahşab mektep,

ve yine müştemilâtından olup (belki muallimine meşruta bir ev) bu satırların yazıldığı sırada bir kısmı C.H.P. köy ocağı, bir kısmı da köy muhtarlığı ittihaz edilmiş diğer bir ev bulunan küçük, bol ışıklı, içi tertemiz bir ibadetgâhtır. İkinci Abdülhamid, camii ihya ederken, camiin arkasına düşen köy meydanına da bir meydan çeşmesi yapftırtmıştır ki, çeşmenin ve camiin köy içindeki, durumunu, çeşmenin civardaki tepelerden birinde bulunan kaynağına kadar su yolunu gösteren, ve bu su yolunda bir bozukluk olursa ne suretle aranıp tamir edileceğine dair mufassal bir izahnameyi ihtiva eden bir kroki de, camiin mihrab duvarına, minberin yanma asılmıştır.

Camiin içinde, hepsi yine tahta üzerine kabartma İsmi Celâl, İsmi Resul, Ciharyarı güzin levhaları, kadınlar mahfelinde «Yâ Haz-reti Bilâli Habeşî» ve bir «Besmelei şerife» İkinci Abdülhamid devri sanatkârlarından hattat Hakkı Beyin eseridir. Camiin duvar tezyinatı arasında, imzasız, tuğra şeklinde bir de «Şefaat yâ Resulallâh» levhası vardır.

Minberi, vaiz kürsisi ve kadınlar mahfeli ahşab olup açık filizi yağlı boya ile boyanmıştır. Camiin altı sarı pirinç şamdanı, ikisi tek ikisi çift çenberli dört demir top kandili, ortada bir küçük billur avizesi ve bir de dolaplı saati vardır; köyün elektriği olmadığı için petrol lâmbasiyle aydınlatılmaktadır (Ağustos 1947).

Cami, son defa, Evkafın 300 liralık bir yardımına köylü tarafından eklenen 2500 lira ile tamir edilmiştir.

Bibi. : REK ve Muzaffer Esen, Gezi Notu.

AYASOFYA — Roma Şark İmparatorluğu devrinde İstanbulda yapılmış olan en büyük Kilisedir. Bu bina 537 den 1453 e kadar 918 sene kilise olarak kalmış,* fetihden 1934 senesine kadar 481 yıl Cami olarak İslâm ibâdetine açılmış, 1934 de Atatürkün emri ile müzeye tahvil edilmiştir.

Ayasofyanın inşasını İmparator büyük Konstantin'e atfeden müverrihler, Teofanas, Nekeforos, Gramerci Leon gibi daha fazla VII. inci asırdan sonra yaşıyanlardır. Daha evvelkiler, başta Sokrates (Hist. Ecclesiastique) olmak üzere, bu binanın oğlu Constans tarafından inşa edildiğini ve kilisenin ibâdete açılmasının bu devirde, 15 ekim 360 tarihin-yapılmış olduğunu yazarlar.

Bu ilk kilise hakkında bilgimiz az olmakla beraber, bunun o zaman yapılan kiliselerde olduğu gibi duvarlar kagir ve damı ahşap bir bazilika olduğunu biliyoruz. O zaman eski Aya İrini kilisesi de mevcuttu. Bu yeni kilise şehrin diğer kiliselerinden büyük olduğu için, kendisine büyük kilise mânasına «Megali Ek-•klisia» ismi veriliyordu. Kilise sonradan Ekâ-nimî Selâsenin ikinci şahsı - Oğul - un bir vasfı olan «Thea Sofia» ismini aldı, sonradan da Ayasofya'ya çevrildi. Tabiî bu Ayasofya isminin Komada II. nci asırda yaşamış ve din uğrunda ölmüş olan Sofia ismindeki kadınla alâkası yoktur.

404 de İstanbul Piskoposu bulunan, be-lâgati ve dinî müsamahasızlığı ile tanınmış olan Yuanis Hrisostomos (Jean Chrysostho-mos) un İmparatoriça aleyhindeki hücumlarından bıkan İmparator Arkadios (Arcadius) kendisini 20 Haziran 404 de nefyedince ahâli ayaklanarak Ayasofya Kilisesini yaktılar (Chron, Pasc, Bonn 1.531). İmparator II. nci Teodosios (Theodosius) mimar Ruffinos'a kiliseyi yaptırmak vazifesini verdi. Kilise yine basilika stilinde yapıldı. Bu Kilisenin kalıntıları 1936 da yapılan bir kazıda meydana çıkarıldığından, bu husustaki bilgimiz daha fazladır. Bina beş neflî idi. Beş ayak merdivenle çıkıldıktan sonra, önü sütunlu bir «propyle» ye geliniyordu, ve ondan sonra binaya giriliyordu. Kilisenin birisi İmparator kapısı olmak üzere üç kapısı vardı. Kazıdan alınan neticelere göre yapılan hesapta, binanın eninin 60 metre kadar olduğu anlaşılmaktadır. Şimdiki Ayasofyayı tehlikeye düşürmek için kazı şarka doğru uzatılmamış, bunun için binanın uzunluğu hakkında bir rakkam tespit edilmemiştir. Bu kilise o asırda İstanbulda ve Ro-mada yapılmış olan diğer bazilikalar gibi ahşap damlı idi.

Kilise 10 ekim 416 da ibâdete açıldı (Chron Pasc. 592). Bu ikinci Ayasofya 415 den 532 ye kadar şehrin en büyük kilisesi olarak kaldı. Fakat zulüm gören, devlet büyüklerinden hoşnud olımyan ve mikdarları pek çok olan monofizist (monophysiste) ler 532 de Hip-podrom'daki partilerle birleşerek tarihte Nika ihtilâli denen ayaklanmayı yaptılar ve 13 -14 ocak 532 de diğer bazı binalarla beraber bu kiliseyi de yaktılar.

İmparator Justinyen'in tahtı tehlikeye



_ 1440

İSTANBUL ANSİKLOPEDİSİ





18 ocakta ihtilâl kanlı bir surette bastı-

hane binası da taferip edilmişti.

imparator Justinyen 23 şubat 532 de Ayasofyayı yeniden yaptırmaya .başladı. Kı-lissnin, Kudüs'de Hazreti Süleyman tarafından yapılmış olan mabetten daha büyük ve daha müzeyyen olmasını istiyordu. Bunun için mabedin evvelce işgal ettiği saha yeni istimlâklerle, büyütüldü, bina sahipleri bunları satmak istemediklerinden türlü türlü çarelere bas vurularak bunlar satın alındı. Kilisenin inşasına derhal başlayabilmek için yangın sahasının tamamiyle tenıizletilmesinden. vezgeçilerek saha düzeltildi, bu suretle yeni kilisenin zemini eskisinden 2,5 metre kadar yüksekte kaldı.

Binanın inşası vasiyeti büyük bir matematik âlimi olan Tralles'li (Aydınlı) , Antemios (Antiıemius) ile o devrin en büyük mimarı olan Mi-let'li İzidoros'a verildi.

imparatorluk dahilinden toplanan bin usta ve on-bin amele bu inşaatla görevlendirildi. Bunlar iki •kısma ayrılarak her birine binanın bir


malarının durmaması için kendilerine yevmiyeleri muntazaman veriliyordu. Kilisenin bir an evvel bitmesinin temini için de


Ayasofya (Othmar'm resimlerinden)
her gün daha ziyade iş çıkaran ekibe bir mükâfat verilerek rekabet gayretinden istifade edildi. İmparator bütün valilere, kendi vilâyetlerinde mevcut kadim harabelerdeki en- güzel parçaları Ayasofyada' kullanılmak üzere İstan-bula göndermelerini emretmişti. Bunun için başta sn yakın edan Kizikos'un (Kpudağ yarım adasının) sark sahillerindeki Belkis harabeleri olmak üzere Efesos, Baalbek ve diğer şehirlerde mevcut eski âbidelerdeki sütunlar, güzel mermerler, renkli taslar Ayasofyada kullanılmak üzere gönderildi. Bugün binanın zemin ve duvarlarını kaplayan güzel beyaz mermerler Marmara adasından, yeşil somakiler İğri-boğa (Eubea) adasından, pembe mermerler Afyonkarahisar civarındaki Synada'dan, sarı mermerler de şimalî Afrikadan getirildi, bundan evvel iki defa Ayasofyanm yandığı nazarı dikkate alınarak yeni inşaata mümkün olduğu kadar ahşap malzeme kullanılmaktan çekinildi. Kapılara bronz kaplatmak suretiyle

bunların yanma tehlikesi azaltıldı; bütün inşaatta taş ve tuğla kullanıldı. Taş yalnız esas ayaklarda duvar ve zemin kaplamalarında kullanılarak bina gayet kuvvetli olan Bizans harcı ile birbirine raptedilen tuğlalarla yapıldı, kullanılan tuğlaların üzerinde yapıldıkları atölyelerini gösteren Ma-

gale, Ekklisios veya Mamas, Domo-nos, Tifon, Pres-biteres, M a n o s , K o n s t a n t i n o-polis ismini

muhtelif şekillerde taşıyan damgalar görülmektedir.

I m p a r a-torun mütema-xli takip ve teftişi ve islerin bir an


m

_.

• Ayasofya içinden bir köşe (Warwic Goble'HİK sulu boyasmdau S. Eozcalı eli ile)



AYASOFYA

_ 1442 —


istanbul

ANSİKLOPEÎ3ÎSÎ

— 1443

ÂYASOFYA



evvel bitmesi hakkındaki emirleri, kullanılan işçi kitlesinin büyüklüğü sayesinde inşaatın beş sene on ay ve iki gün zarfında bitirilmesi

kabil oldu.

Yeni mabedin görünüşü bugünkü dış görünüşten farklı idi; kubbe şimdikinden yirmi-foir kadem (6,2% metre) kadar daha alçak ve basık idi, binaya bugün kaba bir şekil veren hariçteki payanda duvarları yoktu, bunun için binanın dış güzelliğini ve tezyinatını .görmek kabil oluyordu.

Justinyen maksadında muvaffak olmuştu; imparatorluğun bütün varlığını ve imkânlarını sarfsderek kendi azim ve zekâsının mahsulü olan bu binayı inşâ ettirmiş, bir şaheser olan bu mabedi yaptırmaya ve ismini ileiebed muhafaza ettirmeye muvaffak olmuştu. Yapılan hesaplara nazaran binaya şimdiki para ile yetmiş beş milyon dolar kadar bir servet sarfedilmiştir. Fakat Justinyen bu meblâğı bulabilmek için yeni vergiler koymaktan da çekinmedi.

Ayasofyanın açılma merasimi 27 ocak 537 de yapıldı (Precopius, Bonn de Aedrif, İ'ı). imparator bir zafer arabasiyle şimdiki Aya-sofya meydanı yerinde bulunan Augusteon meydanından geçerek kilisenin Atriununa girdi; bütün devlet erkânı kendisini takip ediyorlardı. Kapının ortasında başta Patrik Menas olmak üzere şark kilisesi erkânı tarafından karşılandı, bu suretle nartex'e geçildi, asıl binaya girerken hükümetin kiliseyle müş-rek olduğunu göstermek için teşrifat kaidelerine uyarak İmparatorla Patrik el ele binadan içeriye girdiler; söylendiğine göre İmparator kiliseden içeriye girince mabedin haşmeti karşısında heyecana düşmekten kendisini alamamış, Patriğin elini bırakarak mabedin mih-

rabına kadar yürümüş ve ellerini kaldırarak Cenabı Hakka böyle bir binayı yaptırmak fırsatını verdiğinden dolayı teşekkür etmiştir, ve «Ey Süleyman, seni geçtim!» diye bağırmıştır.

Bugünkü tetkiklerden anlaşıldığına göre mabet o zaman hakikaten muhteşem idi, yepyeni ve parlak bir halde olan renkli mermerler yan nef lerin ve nartex'in tavanlarını kaplayan mozaikler, tunç ve gümüş levhalar kaplı, altın yaldızlı kapılar, fevkalâde güzel kolonlar ve bunların üzerindeki mermer tezyinat binaya erişilmez bir güzellik veriyordu; (iç son cemâat mahalli) içeriye girmeye yarayan büyük İmparator kapısının çerçeveleri ve kapının gümüş levhalarla kaplı olan kanatlan tamamiyle altın yaldızlı idi. Mihrapta rahiplere -mahsus mukaddes mahal ile asıl kiliseyi birbirinden ayıran şebeke tamamiyle gümüş-tendi; bunun arkasında altında altın mukaddes

masa ve iki insan boyunda yine altın (Büyük Konstantine atfedilen) bir salip bulunu yordu, Prokopios bu kısımda bulunan eşyadaki gümüş ağırlığının (tabii biraz fazla mübalâğalı olarak) yirmi beş bin kilo olduğunu söyler. Her tarafta altın ve gümüş vazolar, brocard perdeler ve saire bulunuyordu. Asıl binanın garbında bir iç nartex, buna bitişik olarak bir dış nartex ve bundan sonra derinliği otuz metre olan atrium vardı. Burası mermer kaplı idi; üç tarafı revaklı idi, ortada atrium «phiale» bulunuyor, ve bunun üzerinde gerekçe olarak «Mabede girmeden yalnız ellerinizi değil kalbinizi de temizleyiniz» yazısı vardı. Bu yazı gerek sağdan sola, gerek soldan sağa aynı suretle okunabiliyordu.

Mabedin açılış günü binanın inşâsı tamamiyle bitmemiş olması muhtemeldir hiç olmazsa bâzı mozaiklerin İmparatorun halefi ikinci Jüstin zamanında yapıldığını biliyoruz. Justinyen Ayasofyasında muhtemelen insan resimli mozaik yoktu, çünkü bu devirde imparatorluğun en zengin kısmı olan Mısır ve Su-riyede Monophysiste'ler büyük bir ekseriyet teşkil ediyordu. İmparatoriçe Theodora inancından veya imparatorluğun menfaati iktizâsı onları açıkça himaye ediyordu. Bunun için sonraki devirlerde mevcut olan ve* iko-noklastlar (Tasvir kırıcılar) devrinde tahrip edilmiş olan mozaiklerin Justinyenin halefleri devrinde yapılmış olmaları muhtemeldir. Esasen Prekopios'un Aya-sofyayı tasvir eden yazısında da bu gibi mozaiklerden bahsetmemesi de şayanı dikkattir. Bununla beraber Justinyen devrinde büyük sarayda Hz. Meryem ve İsa'yı ve kendi zaferlerini gösteren mozaiklerin mevcut olduğunu ve bunların


Yüklə 4,97 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   33   34   35   36   37   38   39   40   ...   75




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2025
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin