Abstract
THE CREATORS OF ARCHIVAL RESOURCES IN LOCAL HISTORY STUDIES
The aim of this study is to analyse archival materials, which form one of the resources that present the traces of local history, and especially the institutions by which these materials are produced. Obviously archival materials are produced by a wide range of institutions. Similarly, the producers of archival documents that can be the resources of local history are quite various. The sources that produce those documents are the country units of central governments, public administrations (governor's offices and district administrations), local administrations (municipalities, special provincial administrations and neighbourhood administrations), autonomous organizations (chambers, stock markets, associations, cooperatives, etc.), private enterprises (business enterprises that produce goods and services), the media, non – governmental societies, and persons and families. These institutions, which are given through a general categorization, produce documents that have various research values and physical structures playing a useful and effective role in the research of local history. Those documents provide the opportunity to analyse a region from many different aspects like its social, economic, and cultural structure and the traditions, conventions, language, religion, life, habits, etc. pertaining to its folklore.
Keywords: Archival studies, archives, local archival resources, local history studies, resources for local history.
Tarih Dergisi, Sayı 47 (2008), İstanbul 2009, s.
16. ASIRDA RUS-NOGAY İLİŞKİLERİNE DAİR
MATERYALLERE KISA BİR BAKIŞ*
E. İ. ÇERNIŞEV (Е. И. Чернышев)
Özet
Rus tarihçilerinin Karanlık Devir эпоха смутного времени diye adlandırdıkları Türk-Moğol hakimiyet dönemi, 14. asrın sonlarına doğru Batı Rusya’da etkinliğini yitirse de, Doğu Rusya’da önce Batu önderliğinde kurulan Altın Orda, akabinde de yine bir Altın Orda Han’ı olan Uluğ Muhammed Han’ın kurduğu Kazan Hanlığı vasıtasıyla 15. asrın sonlarına kadar devam etmiştir. Moskova Knezliği 1480 tarihinde Moğol-Türk hakimiyetinden kurtulsa da, özellikle yönetim kadrolarında Moğol-Türk etkisi Moskova Knezliği’nin devamı Rusya Devleti’nde uzun bir müddet sürmüştür.
Cuci’nin yedinci oğlu Boal’ın Tatar adındaki oğlundan olan Nogay Han, Altın Orda Han’ı Berke zamanında Hülagu ile yapılan savaşlarda gösterdiği başarı ile devlet idaresinde önemli bir konuma gelmiştir. Nogay Han, Berke Han’ın ölümünden sonra bütün üstün özelliklerine rağmen, Berke’nin soyundan gelmediği için Han olamasa da, Altın Orda tahtında önemli güce erişmiştir. Rus Knezlerinin değiştirilmesinde dahi Nogay Han’ın nüfuzu önem teşkil etmiştir. Altın Orda’da Nogay Han’ın etkisi taht mücadelelerine neden olmuş, Nogay Han’dan sonra bu mücadeleler varisleri tarafından devam ettirilmiştir. Nogay Han’a tabiî olanlar Altın Orda zamanında Yayık (Ural) nehri ve civarında oldukları için bu bölgeye Nogay Ordası deniliyordu. Zamanla burada yaşayan Türk-Moğol halka ‘Nogaylar’ ya da ‘Nogay Tatarları’ denilmiştir.
Nogayların Rus tarihi açısından önemi Altın Orda’nın hakimiyetini kırmada kendisini göstermiş, Kazan Hanlığı’nın işgalinde ise daha faal bir rol üstlenmişlerdir. Nogay Mirzalarının İvan IV. ile ilişkileri dönem itibariyle büyük öneme haizdir. Bu nedenle 16. asır Rus-Nogay ilişkilerinin Türk araştırmacılar tarafından tam olarak ele alınması, açıklığa çıkarılamayan ya da çıkarılmayan bazı bilinmezleri de beraberinde getirecektir.
Anahtar Kelimeler: Nogaylar, Ruslar, Nogay Tatarları, İdil-Ural Bölgesi.
Rus ilmi kaynakları, Rus-Nogay ilişkilerini incelemesine rağmen, meselenin tamamına muvaffak olamamıştır. Ancak şunu da belirtmeden geçemeyiz ki; Şerbatov559 ve Karamzin560 eserlerinde ‘Rus-Nogay ilişkileri nasıldı?’ meselesini açık bir şekilde ortaya koymuştur. 19. asrın ikinci yarısında, Rus sınırlarında yaşayan halkların milli tarihi ve sosyal hayatları araştırılmaya başlandığında, zamanla Tatar Nogaylarının tarihi ve Rus-Nogay ilişkileri de incelenmeye başlanan konular arasında yerini almıştır.
Solovev,561 Peretyatkoviç562 ve Firsov563 çalışmalarında Nogaylara daha fazla yer vermiş, Şerbatov ve Karamzin’e göre bu konuyu daha geniş ve derin bir şekilde incelemişlerdir. Zikredilen çalışmalarının genel mahiyeti ve planı, Rus-Nogay sosyo-ekonomik ve siyasi ilişkilerinin tamamının irdelenmesini sağlamaya ve bu soruları aydınlığa çıkarmaya izin vermemiştir. Dönem itibariyle bu bölgelerdeki sosyal oluşumlar günümüzde geçerliliğini kaybetmiş olabilir. Bütün bunlara rağmen, 19. asrın 60-80. yılları, Nogay Tatarları tarihinin incelemesinde sağlam bir zemin, çalışmaların geleceğe aktarılması için iyi bir çıkış noktası oluşturmuştur. Devrim sonrasında oluşturulan yapıda, hem maddi hem de kültürel bakımdan ülkede yaşayan milli halkların çeşitliliği göz önünde bulundurularak, ilmi problemlerin beraber ortak düzeyde tanzim edilmesi tam olarak yapılamamıştır.
Tarihi olaylara materyalist anlamda hakim olan felsefe, çağımızın iktisadî ve millî eğilimleri, ilmî çalışmalarda sadece yeni meseleleri değil, günümüze kadar çözülmeyen sorunları da ortaya koymaktadır. Bu meselelerin arasında aydınlığa kavuşturmak istediğimiz sorun Nogay Tatarları meselesidir. Günümüz literatüründe İdil-Ural bölgesi tarihi ile alakalı sorunlara kesin olarak olmasa dahi, yeniden tetkik ederek bazı açılımlar getirebiliriz.
N. N. Firsov, Hudyakov564, Geraklitov565 ve Ubeydullin566’in eserlerinde, Rus-Nogay ilişkileri ile alakalı kayda değer yeterince malumat bulabiliriz. Bu sorunu farklı milli gruplar değişik şartlarda incelese de, merkezi arşivlerde bulunan malzemelerin incelenmesiyle, sorunu yeni açılımlar getirerek değişik bir şekilde ortaya koyabiliriz. Tabii ki, bu dahi başarı sayılmalıdır. Ancak bizim amacımız konunun en iyi şekilde nasıl araştırılarak ortaya konulması olmalıdır. Bunun için gün yüzüne çıkmamış bilgileri yeni teknikler kullanarak okuyuculara en açık şekilde sunmanın yolları aranmalıdır. Günümüzde bu konu ile alakalı çalışma zorluklarını şöyle sıralayabiliriz: Öncelikle elimizde kullanabilceğimiz çalışılmamış arşiv malzemeleri yok denecek kadar az seviyededir. Bu nedenle gizli raflara kaldırılan bazı arşiv belgelerinin araştırılmasına izin verilmelidir. Bu şekilde büyük bir boşluğun doldurulmasına imkan sağlanabilir. Tarihi materyallerin bir araya getirilmesine; sadece bilim felsefesi ve metodoloji değil, gerçeği yalın bir şekilde aksettirdiği için acımasız olsa da tarihi belgeler de önemli ölçüde katkı sağlamaktadır.
Rus-Nogay ilişkilerine ait kaynaklar 130 sene önce neşredilmeye başlandı. 1791-1801 yılları arasında çıkmaya başlayan “Eski Slav El Yazmaları Kaynağı”nın 7-11. bölümlerinde, Korkunç İvan (1534-1578) zamanında Rus-Nogay ilişkileri hakkında malzemeler bazı bölümler halinde bastırılmıştır. Moskova’daki Devlet Arşivi’nin 1. bölümünde (Dış İşleri Bakanlığının eski arşivi) asıl halinde saklanan belgeler halen konunun ana kaynağıdır. Yayınlanan eser değerini günümüze kadar korumuştur. Eserde Moskova ve Nogay hükümetlerinin birbirlerine gönderdikleri bütün mektuplar; Moskova elçi ve ulaklarının bazı raporları vardır. Ancak eserde elçilere verilen talimatlar, Nogay elçilerin Moskova’da bulundukları sırada yapılan bazı tören ve görüşmelerin tasvirleri eksiktir. Ayrıca, bu basımda Nogay tarihinde önemli bir yer teşkil eden, 16. asrın ilk yıllarındaki Rus-Nogay ilişkileri, Nogayların bağımsızlığını kazanmaları, Rusya’nın Güney ve Güney-Doğu bozkırlarda üstünlüğü ele geçirmelerini anlatan olaylarla alakalı malzemeler yoktur. Korkunç İvan zamanındaki malzemeleri kullanan tarihçilerden Solovev ve Peretyatkoviç’i gösterebiliriz. Solovev çoğunlukla arşivde çalışmış, Peretyatkoviç ise daha çok dile getirdiğimiz eserleri kullanmıştır.
Rus-Nogay münasebetleri ile alakalı daha az önem arz eden belgeler ise Devlet Fermanları ve Antlaşmaları Külliyatı’nın 1. cildi (1819), Tarihi Kararnameler ve Arkeografik Seyahat Kararnameleri’nde (1836) bulunmaktadır. Fakat bu külliyatlarda Rus-Nogay ilişkilerinin farklı dönemlerini anlatan kısıtlı sayıda malzemelere rastlanılmaktadır. Yabancı seyyahların ve 16-17. asır Avrupa elçilik temsilcilerinin kaleme aldıkları yazılarda da Nogay Tatarları hakkında önemli bilgiler vardır. Araştırmacılar tarafından bilinilirliği sır olmayan elçilik yazışmalarındaki bilgiler sıklıkla kullanılmaktadır. Bu araştırmacılardan en önemlileri, Gerberşteyn, Fletçer, Oleariya, Reytenfelts’dir. Önceki tarihi malzemelerin incelenmesi ve ayrı ayrı bir araya getirilmesi bölge bilgisinin gelişimiyle alakalıdır. Nogay-Rus ilişkileri hakkındaki elyazmaları ve İdil bölgesinde bulunan malzemelerin bir araya getirilmesi ile ilmi açıdan daha iyi eserler ortaya konabilir. Böylece arşivimizde bulunan 16. asrın ilk yarısına ait tüm belgelerin ışığında bu sorunu daha tutarlı bir şekilde tespit edebiliriz. Daha önce toplanan malzemeler ve tamamlanarak yayınlanan 16. Asırda Rus-Nogay ilişkileri ile alakalı bütün çalışmaları bir arada toplamaya çalıştık.
Ayrıca Rus-Nogay ilişkilerine açıklık getirmeden, Nogay Tatarlarının 16. asırdaki iktisadî hayatını Moskova Knezliği ve diğer devletler ile olan ilişkileri nokta-i nazarından deliller eşliğinde ortaya koymamız gerekmektedir. Nogaylarda, göçebe hayattan tarım toplumuna geçtikleri merhalelerde birbirinden ayrılan taban tabana zıt iki ekonomi mevcuttu. Modern ilmin verileri nezninde Nogayların iktisadî yönünün ele alınması, incelediğimiz asırdaki Nogay Tatarlarının yaşayış tarzı hakkında daha doğru tespitlerde bulunmamızı sağlamıştır. Böylece Nogayların, göçebe topraklarını, ticaret faaliyetlerini detaylı bir şekilde ele alıp, bunun temelinde de yaşayış tarzlarını daha net ortaya koyarak, hem geçmiş, hem de son nesil araştırmacıların dile getirdiği ve getirmekte olduğu yargıları düzeltme imkânı bulabiliriz.
Yararlandığımız malzemeler Nogay Tatarlarının soy, gelenek, sosyal yapısı ve hayatı açısından zengindir. Soy yapısı ilmî kaynaklarda belirtilmiş ve bütün bilim adamları tarafından kabul edilmiştir. Fakat bu bir tarihçi için yeterli değildir. Tarihçi, soysal birlikleri, grupları ve onların ilişkilerini incelemektedir. Nogaylar, soysal birliklere benzemekle beraber devlet yapısına sahip olan toplumların özelliğini de göstermektedir. Tarihçi bu gibi meseleleri ne kadar derinlemesine inceler ise, siyasi ve sosyal ilişkilere daha detaylı bir şekilde vakıf olabilir. Rus ilimler akademisinin önemli araştırmacılarından birisi olan Peretyatkoviç’e göre Nogay Tatarları üç önemli soysal gruba ayrılmaktadır. Bu guruplardan ilki Kuzey Kafkasya’da Kuban nehri kıyılarında, diğeri Orta Asya’da, üçüncü ve en önemli grup ise İdil-Ural arasında567 ve kısmen Hazar denizi arkasındaki bölgedelerde yaşıyorlardı. Bu şekildeki gurup ayrımını zamanımız Nogay araştırmacılarından Geraklitov’da kabul etmektedir. Ancak Dış İşleri Bakanlığı arşivindeki belgelere göre, Nogay Tatarları arasında daha küçük devlet şeklindeki birlikleri de görebilmekteyiz568. Çok ilginçtir ki; belgelerde sık sık ismi geçen Şiydyakov Ordusunda bazen Şidyak’ın askeri stratejisine karşı gelen ve belli bir güç oluşturabilecek düzenli, küçük birliklere dahi rastlanmaktadır. Ayrıca Moskova Knezliği dikkatli bir şekilde Nogay Tatarlarının kendi aralarındaki münasebetlerini izlemekte ve onların arasındaki çatışmaları kendi çıkarı için kullanabilmekteydi.
Arşiv malzemelerinden Nogay Tatarlarının etki alanı ve soysal birlikleri hakkında zengin veriler ortaya çıkararak, 16. asırdaki Rus-Nogay ilişkileri ile ilgili çok önemli veriler ortaya koyabiliriz. İlmi literatürde Nogayların sosyal yapısı net bir şekilde ortaya konulmamışken, Moskova’nın denge siyasetini nasıl izlediğinden yola çıkarak bazı tespitler de yapabiliriz. Bu konuda araştırmacılar mantıkî bir izah yolu seçerek Nogayları, bilinen ‘göçebe’, ‘yarı göçebe’, ya da Kırım ve Astrahan Hanlıkları ile kıyaslayarak sonuca varmayı tercih etmektedir. Tabii ki, bazı izahlarda benzerlikler vardır, ancak özellikle daha açıklayıcı kaleme alınmış arşiv malzemeleri varken, her zaman bu benzerlikleri kullanmak pek doğru değildir569.
Belirttiğimiz malzemeler bir kaç ay önce elçilik arşivleri tarafından açılan Anallar ve Eski Slav El Yazmaları Kaynağı’nda basılan Rus-Nogay fermanlarında yeterince açık şekilde ortaya konmaktadır. Bu belgeler ışığında biz şunu anlamaktayız ki; Moskova Hükümeti, bir ‘ödül’ verileceği zaman bu ‘ödülün’ hangi Mirza’ya570 ya da Han Şiydyak’ın ‘oğluna’ ve yahut diğer hanlara verilmesi gerektiği hakkında en ince ayrıntısına kadar düşünmekteydi. Burada mevzu bahis konu, verilecek ödüle göre o ülkenin571 Moskova’nın siyasi hayatında nasıl bir yer aldığıdır. Açıklanan belgeler sayesinde de Nogay Tatarlarının sosyal yapısı hakkında bazı bilgilere ulaşabiliriz. Belki, bu belgelerde kesin terminolojiye rastlayamayız. Ancak sosyal grupların sosyo-siyasi önemlerini çok net bir şekilde ortaya koyabiliriz.
Nogay Tatarlarının Moskova ile diplomatik ve ticari ilişkileri hakkında bilgi veren belgeler incelendiğinde, Nogayların gelenekleri ve sosyal hayatları hakkında da bazı saptamalara ulaşabiliriz. Bu konu Nogayları inceleyen bir sosyal bilimci tarafından çok uzak görünebilir, ancak 16. asrı inceliyorsak bu konuyu atlayamayız. Moskova ve Nogay Saraylarının, elçileri karşılama, onlara davranma ve bir yerlere götürme kuralları hakkında yeterince bilgiye sahip isek, Nogaylarla alakalı hiç incelenmemiş belgelere ulaşabiliriz. Araştırmacıların belirttiği gibi, elçiliklere (hem Moskova hem Nogaylar) haramiler tarafından yapılan saldırılar ve hırsızlık olaylarına rastlanmaktaydı. Fakat burada önemli bir hususu göz önünde bulundurmamız gerekmektedir ki; bazen elçiler Han sarayında dahi soyulmaktaydı.
Moskova ve Nogay Hükümetlerinin ilişkilerinde 16. asırda büyük değişiklikler yaşanmıştır. Elçilerin yaşadıkları olaylar, özellikle Moskova elçileri, ilişkilerin incelenmesinde çok büyük önem taşımaktadır. Ayrıca Nogay elçilerinin Moskova’daki davranışları da bazı çıkarımlar yapmamızı sağlayabilir. 1540’ların sonunda dahi, Çar’ın oğlu Derbış tutsak olarak Moskova’dan Nogay ordusuna gönderildiği zaman, Nogaylar bunu kendileri için önemli bir iltimas olarak görmekteydi. Diğer yönden amaçlarına ulaşmak için Nogay elçilerin kullandıkları yöntemler de çok ilginçtir. Kısacası, 16. asırda Nogay Tatarlarının siyasî ilişkilerini ortaya çıkardığımızda, o döneme ait sosyal hayatın da incelemesi için zengin malzemelere sahip olabiliriz.
Ulaştığımız belgelerde Nogay Tatarlarının iç siyasi tarihini, özellikle farklı soysal birliklerin, birbirleri ve kendi içlerindeki siyasi mücadelelerini net bir şekilde görebilmekteyiz. Bunun sebeplerini daha önce belirtmiştik yine de şunu söyleyebiliriz ki; Nogayların iç siyasi mücadeleleri sosyal bilimlerde çok geniş bir şekilde yer almıştır. Peretyatkoviç, 16. asırda İdil bölgesi hakkındaki çalışmalarında, bu konuyla alakalı olarak Nogaylara önemli bir yer ayırmaktadır.
Merkezi bir devlette soysal birliklerin içindeki “kavgalar”, feodal devlete göre daha belirgindir. Fakat devlet birliğinin soysal yapısından kaynaklanan sebeplerin yanı sıra, sosyo-ekonomik ve siyasî ilişkilerden kaynaklanan sebepler de vardır. Buna rağmen mücadelenin sosyo-ekonomik ve siyasî nedenlerine tarih ilmi fazla yer vermemektedir. Ancak kaynaklarımızda bu konu ile alakalı yeterince bilgi vardır. İdil nehrinin sağ kıyısındaki etki için, Nogay Tatarlarından farklı soysal birliklerin mücadelesini, Nogay Mirzaları Yusuf ve İsmail’in Ural ve Hazar bölgesi uğruna yaptıkları mücadeleleri sosyal yönden de incelemeliyiz. Bu mesele Nogay Tatarlarının 16. asır tarihinde çok önemlidir. Çağdaş tarih ilmi, varolan bilgileri kullanarak da bu meseleyi incelemelidir.
16. yüzyıl boyunca sosyo-ekonomik ve siyasî ilişkileri inceleyerek, Nogay Tatarlarının dış ilişkiler tarihini ve Rus-Nogay ilişkilerini çok net bir şekilde göz önüne koyabiliriz. Nogayların, diğer devletlerin siyasi gelişimi ve ilişkileri ile kıyaslayınca, ne kadar kısa sürede siyasi yönden düşüş gösterdiğini arşiv malzemelerini inceleyerek rahatlıkla dile getirebiliriz. 16. asrın en başından 1580’li yıllara kadar Kırım, Astrahan, Buhara, İran, Kazan ve Moskova ile sürekli değişen siyasi ilişkiler, kaynaklarda çok güzel bir şekilde ortaya konmaktadır572. Sosyal bilimler bu ilişkileri netleştirmek için çok çaba sarf etmiş, özellikle Peretyatkoviç ve Solovev çalışmalarında bu konu hakkında orjinal arşiv malzemeleri kullanmışlardır. Ancak bu çalışmalara yeni olgular ve bilgiler eklenebilir. Bu nedenle Nogaylar konusunda farklı görüşler ortaya koymak, değişik yaklaşımlarda bulunmak isteyen araştırmacılar için bu kaynakları incelemek sadece yararlı değil, aynı zamanda gereklidir.
Nogay Tatarlarının, Orta ve Güney İdil bölgesini hakimiyet altına alması hakkındaki bilgiler, Peretyatkoviç’in çalışmalarında pek fazla yer kaplamamaktadır. Peretyatkoviç’in çalışmalarında bu konu hakkında temel malumat verilmesi ve çalıştığı sahanın Nogayların uzun bir dönemini kapsaması dolayısıyla bu ana kaynaklara Nogay Tatarları hakkındaki zengin bilgileri sığdırmak imkansızdır.
Aynı tespiti Solovev’in çalışmalarında da görmekteyiz. Solovev, Moskova’nın Doğu siyasetinde nasıl bir istikamet izlediğini, bu siyaseti uygularken Kazan, Astrahan ve Kırım ile ilişkilerinin ne şekilde geliştiğini ortaya koyarken, Moskova’nın aynı zamanda Nogaylar hakkında neler düşündüğünü de satır aralarında bizlere aktarmaktadır. Ancak biz araştırmacıların dikkatini, meselenin bütününe değil, Nogay Tatarları ve Moskova arasındaki ilişkilerin gelişmesine, bununla beraber bir devlet birliğinin çıkarlarından, belirli sosyal-ekonomik ve siyasi ilişkilerinin sonucu olarak sadece Moskova’nın siyasetine değil, aynı zamanda Nogay Tatarlarına da çekmek istiyoruz. Meselenin bu bakış açısından ele alınarak çağımıza uygun bir şekilde incelenmesi araştırmacılar için gereklidir. Bunu söylememizin amacı: son zamanlarda Nogay Tatarları hakkında çıkan eserlerde; 16. asır boyunca Nogayların Moskova ve Kazan’a siyasi etkisi ve rolünü yeterince ele almayan eserlerin yanında, Astrahan, Kırım, Buhara ve Litvanya’ya siyasi etkisi ve rolünü araştırmayı dahi lüzum görmeyen inceleme eserlerinin de giderek artmasıdır.
Bu eserlerin eksiklikleri Rus-Nogay ilişkilerini yeniden araştırmamızı gerektirmektedir. Genç Tatar bilim adamları Rus-Nogay ilişkileri hakkında önceden söylenilmeyen, söylenilse dahi eksiklikleri bulunan konuları yeniden araştırmakta, Rus ilmi edebiyatı tarafından kullanılmayan, 16. asrın birinci yarısına ait olan belgelerden (Devlet Arşivinin I. bölümünden “Nogay İşleri”nin birinci ve üçüncü kitaplarından) kopyalar alarak bizlere en doğru bilgiyi aktarmaya çalışmaktadır.
Böylece, bu belgeleri kullanarak, Nogay Tatarlarının çevresindeki sosyo-ekonomik ve siyasi ilişkilerin gelişimini ve daha da geniş bir şekilde Nogayların bütün komşu devletler ile olan dış ilişkilerini iyice anlayarak, Moskova ile olan ilişkilerini de derinlemesine inceleyebiliriz. Bununla beraber 16. asır sadece Nogay Tatarlarının tarihi için değil, Astrahan ve Kazan Tatarlarının tarihi bakımından da çok ilginçtir. Bu asır hem Nogayların, hem de Astrahan ve Kazanlıların siyasi bağımsızlıklarının çökme ve aynı zamanda kudretlerinin giderek gerileme zamanıdır. Ayrıca 16. asır İdil Bölgesi’nde sosyo-politik mücadelenin en üst seviyeye çıktığı, en yoğun yaşandığı dönemdir. Çünkü bu dönem, Orta ve Güney İdil’deki Türk devletlerinin sosyal birliklerinin ticari sermayeye geçiş zamanıdır.
Abstract
A SHORT VIEW OF THE MATERIALS ON THE RUSSIAN-NOGAY RELATIONS OF 16TH CENTURY
Despite the fact that the Turkic-Mongol sovereignty period, that is called the “Dark Age” by the Russian Historians, had lost its activity, it kept on existing up to the end of the 15th century with the help of the Golden Horde, that was established by Batu, and Kazan Khanate, that was also established by one of the Golden Horde khans named Ulud Muhammed. Althoug Moscow Princedom had gained its independence from the Turkic-Mongol sovereignty, the Turkic-Mongol authority continued existing for the very long time especially in government establishments of the Russian State, that was a sequential of Moscow Princedom.
Nogay Khan, who was Cuci’s seventh son Boal’s child, managed to take an important position in the government because of his success during the wars made with Hulagu in the Golden Horde’s khan Berke’s time. In spite of the fact that Nogah Khan could not become a khan after Berke Khan’s death beacuse of his not being from Berke’s clan, he managed to gather the influential force. Nogay Khan’s authority was of the great significance in the Russian Princes’ replacement. Nogay Khan’s authority became the reason for struggles for the throne in the Golden Horde. Moreover, struggles was continued by his successors. The area nearby the Ural river was called the Nogay Horde as Nogay occupied the aforementioned area during the Golden Horde’s time. With the time the Turkic-Mongol people? Who lived in the very area, started to be called “Nogays” or “the Nogay Tatars”.
Despite the fact that the Nogays had exerted their power in demolishing the Golden Horde’s sovereignty, they took the much more important role in Kazan Khanate’s seizure. The Nogay Mirzas’ relationship with Ivan the fourth is of the great significance from the point of view of the time. Because of this the Turkish scientists’ research in the field of the Russian and Nogay relationships in the 16th century will reveal many unknown facts.
Keywords: Nogays, Russians, Nogays Tatares, Idil-Ural Region.
Çeviren: Hasan Demiroğlu***
KÜL TEGİN Mİ YOKSA KÖL TEGİN Mİ?
Louis BAZIN
Özet
Adına bir anıt-yazıt (Orhun I) dikilmiş olan (Gök) Türk Kaganlığı’nın tarihî şahsiyeti Köl tegin’in adındaki ilk ibarenin, unvan mahiyetinde bir sözcük olduğunun ve bunun okunuşunun, “Kül” mü, yoksa “Köl” şeklinde mi olması gerektiği konusunda bugüne kadar kesin bir kanaate ulaşılmamış olmakla beraber ve de geleneksel olarak “Kül” şeklinin tercih edilmesine rağmen; Louis Bazın’in öne sürdüğü ve haklı olabileceğini düşündüğümüz nazariyeye göre bu kelimenin doğru okunuşu “Köl” olmalıdır. Bu okunuşun fonetik değerlendirmesi ve kelimenin etimolojik açıklaması da (göl; göl/deniz gibi engin bilgi, cesaret, erdem, erk, vb., sahibi...) yapılmıştır ki, dayandığı kaynak Kaşgarlı mahmûd’un başyapıtıdır.
Anahtar Kelimeler: Göl, Köl tegin, Kül tegin, (Gök) Türk, L. Bazın, Kaşgarlı Mahmûd.
Doğu Türkleri’nin hükümdarı Bilgä Kagan’ın kardeşi olan, Orhon I yazıtı’nın kahramanının adı [Köl tegin], Batı ilmî literatüründe fonetik açıdan ilk defa G. Schlegel tarafından yorumlanmışdır (La Stèle Funéraire du Téghin Giogh, MSFOu., 1892); Schlegel bunu yaparken, söz konusu Türkçe isim-unvanın Çince transkripsiyonunda ilk işaret/harfin, Türkçe gök (kök) = “mavi” kelimesinin bir muadili olabileceğini düşünmüşdü.
İlk bakışda hoş ve tatminkâr görünen bu yorum, hemen hemen aynı yıllarda V. Thomsen ve W. Radloff’un birbiri ardından icra ettikleri bu Türkçe yazıtın çözümlemeleri ile uyuşmuyordu. Onların her ikisi de Kül tegin olarak okudukları ibarenin ilk kelimesinin son harfinin, pekâla ön dereceli [açık] bir l olduğunu ortaya koydular.
V. Thomsen, Inscriptions de l’Orkhon Déchiffrées (MSFOu., 1896) adlı eserinde kül kelimesinin yorumu hakkında etraflıca açıklama yapmışdır (s. 73). O, haklı olarak bu kelimenin [Kül’ün], Kırgız sözlü edebiyatı nümûnelerinden Sämätäy destanı’nın kahramanı Kül Çoro’nun adının yorumlanmasına dair teorilerle açıklanmasının, çok şüpheli bir durum olduğunu göstermekteydi; zira burada yer alan ilk ibare, kül = “çiçek” (Farsça’dan iktibas edilmiş, krş. Osmanlıca gül) olarak anlaşılmışdır; oysa kül/gül = “çiçek” şeklinin her nasılsa VIII. yüzyıl Doğu Türkleri’nden aktarılmış olabileceğini farz etmek bir anakronizm, yani tarihî aykırılık olur. Thomsen, Radloff ile birlikte, kül ve külig kelimeleri arasındaki morfolojik bağlantıların açıklamasına dair öneride bulunmadan, külig = “yiğit” (aslında kü-lig = “şöhret, övünç”) şeklindeki yaklaşımı tercih eder.
Thomsen ve Radloff’un bir defaya mahsus tam bir uyum içerisinde birleşen otoritesi, Kül Tegin şeklindeki okunuşu Türkoloji geleneğine kabul ettirmişdir; Bilgä [Bilge] Kagan’ın küçük kardeşinin adı, bu okunuş şekliyle uluslararası literatüre mâl olmuş ve özellikle Türkiye’de, bu ad erkek ismi olarak kullanılacak derecede kabullenilmiştir.
Bununla beraber, asırların gerisinden, XI. yüzyılın büyük bir Türkologunun sesi bu okunuşa muhalif olarak yükseliyor: bu Kül değil, Köldür; Kaşgarlı mahmûd kendi zamanında da iyi bilinen Türkçe unvanların terkib ve oluşumlarını açıklarken söz konusu isim-unvandaki köl unsurunu bu şekilde belirtir. Mahmūd al kāšġarī Kaşgarlı mahmûd’nin Dīwān Lūġat at-Turk Divanü Lûgat-it-Türk adlı eserinin neşri ilk defa Ahmed rif’at tarafından 1915-1917 yıllarında İstanbul’da yapılmış olup, eserin dizini de ilk defa, alelacele bir şekilde, C. Brockelmann tarafından 1928 yılında yapılmıştır, daha sonra da günümüz Türkçesine çevirisi, dizin ve tıpkıbasımı ile birlikte Besim Atalay tarafından yayımlanmıştır (Divanü Lûgat-it-Türk [Tercemesi, I-IV,] Türk Dil Kurumu Yay., Ankara 1939-1943, [Divanü Lûgat-it-Türk Tıpkıbasımı, TDK. Yay., Ankara 1941]; bundan sonra B.A. olararak kısaltılmış şekliyle geçecekdir); gerçekten de Kaşgarlı, eserinde bu kelimenin etimolojisini [kökenini] sarih bir şekilde Türkçe köl = “göl” kelimesine bağlamaktadır.
Kaşgarlı, irkin = “su kütlesi/birikintisi” (krş. Osmanlıca irk = “(su) birikinti(si)/gölet(i) oluşturmak”) kelimesini izâh ederken, ilk seferinde, bu unvanın Karluklar’da Köl İrkin şeklinde kullanıldığına dikkat çekerek bunun şahıslarda, meselâ bir boy başkanı için “dopdolu engin bir göl ile mukayese edilebilir derecede zekâ/bilgi yığınına sahib kişi” (B.A., I, 108; tıpkıbasım, 67) anlamını çağrıştırabileceği yolunda bir açıklama yapıyor.
Daha sonra bilgä [bilge]= “hakîm, akıllı/bilgili” kelimesini ele aldığında da, bunun hakkında Uygur Hanları’na verilen Köl Bilgä Xān Bilge Han unvanını zikrederek, bu unvanı, “bir göl (ġadîr) [gölün yoğunluğu] ile mukayese edilebilecek [derecede] zekâ (،aql [akıl]) [zekâya sahib kişi ...]” anlamını çağrıştırır diye yorumluyor ve bu arada Köl İrkin’in açıklamasını da daha veciz surette ele alarak, iki aynı Arabça kelime [ġadîr, ،aql] üzerinde duruyor (B.A., I, 428; tıpkıbasım, 215). Demek ki Kaşgarlı’nın yaptığı açıklama irticâlen değil, üzerinde filoloji açısından düşünülerek yapılmış bir tefsirdir.
Böylece delâleti dokuz asır öncesine kadar giden Köl unsuru [kelimesi], Kaşgarlı tarafından, yaşadığı devirdeki Türkçe konuşan muhtelif topluluklarda var olan Türkçe “göl”, köl ismine mutabık bir şekilde, asalet sıfatı olarak algılanmışdır (krş. Osmanlıca göl, Türkmence köl, Yakutça küöl; diğer yandan bu son iki şekil [örnek], yukarıda zikredilen yerlerde sesli harfin uzunluğunu teyid edercesine dolgun bir –“wāw” [Arabça “و”]– harfi vasıtasıyla belirtilmiş).
Anlam bakımından [semantik açıdan] ise, bu ilk malûmâtçımıza göre (ki kendisi de bir Kara Hanlı Türküdür) durum sembolik bir anlatımla ifade ediliyor: “göl” (veya “su kütlesi”, irkin), bir hükümdarın veya makam sahibi bir kişinin zekâsının (،aql) bitmez-tükenmez [derya gibi, engin, ...] vasfını simgelemektedir.
Şu halde Kaşgarlı’nın görüşüne göre, Köl İrkin ve Köl Bilgä Xān [Bilge Han] unvanlarında yer alan Köl kelimesinin mânâsında ve etimolojisinde hiçbir surette anlam belirsizliği veya birkaç anlama çekilebilme söz konusu değildir.
Kaşgarlı, her ne kadar bu unvanı [Köl], devamında tegin (genellikle “prens” diye çevrilir) kelimesi ile beraber kullanıldığı şekliyle [Köl tegin] zikretmemişse de, XIX. yüzyılın sonundan itibaren Türkologlar tarafından yeknesak olarak Kül Tegin şeklindeki transkripyon ile kabul edilen, Bilgä [Bilge] Kagan’ın küçük kardeşinin isim-unvanını ele alarak yaptığı açıklamalarındaki yaklaşımla, böyle bir benzerlik kurmaya mecbur kalmıştır.
Hakikaten, bu isim-unvanın ilk teriminde yer alan ü veya ö (uzun veya kısa olarak) ses işareti [sesli harfi] Orhon hece alfabesi sisteminde [alfabesinde] de fark gözetilmeden yazılır ve devamında Tegin kelimesi bulunan bu sözde Kül’e karşılık, köl = “göl” kelimesi eski Türk yazıtlarında (bilhassa Tonyukuk ve Orhon I ve II’de) tamamiyle aynı tarzda [ü veya ö ayırt edilmeksizin] yazılmıştır. Öyleyse bahis konusu bu unvanı, alenî olarak Köl yerine tercihan Kül okumanın hiçbir haklı tarafı olamaz.
Bu arada, Bilgä [Bilge] Kagan’ın küçük kardeşini Kül Tegin diye adlandıran bazı yazarlar hariç, ki bunlar arsında Kaşgarlı’nın açıklamasını yok sayıp bir kenara atan bir çok alim ve bilhassa 1926’dan beri W. Barthold ve daha sonra Sr G. Clauson ön plana çıkarlar, Türkoloji literatürünün de her şeye rağmen [gelişmeye] devam ettiğini görürüz.
1926’da İstanbul’da konferans şeklinde verdiği on iki dersden (Almanca’ya çevirisi: T. Menzel, “Zwölf Vorlesungen über die Geschiste der Türken Mittelasiens”, Die Welt des Islams, supplément [ek], 1932 & sq.; Fransızcası: M. Donskıs, Histoire des Turcs d’Asie Centrale, Paris 1945) birinde W. Barthold, Kaşgarlı’nın mütalâasını şu şekilde tenkid ediyor (Fransızca metin, s. 72):
«... yazar [Kaşgarlı] kül kelimesinin eski anlamından habersizce, kendisine göre, hakanın zekâsının engin bir deniz kadar şümullü olduğu anlamına gelen bir unvanın son derece yüzeysel olarak açıklanması vesilesiyle, onu köl = “göl”ün anlamına daha yakın gösteriyor. Gardīzī [Gerdîzî]’nin eserinde Kül-Tegin unvanı Kür-Tegin şeklinde geçmektedir: bu arada tereddüt hakkı müstesna tutulursa, çoğu zaman görülen l ve r’nin yer değiştirmeleri beraberliğinde, Kül ve Kür aynı ve tek bir kelimedirler. Oysa Kaşgarlı mahmûd bu kür kelimesini biliyordu ve onu kür är [er] tabirinde şu anlamda zikrediyordu: “cesaretli, sebatkâr, sağlam [kuvvetli] bir adam”, bu da gösteriyor ki, kür’ün eski mânâsı da kendisinin gözünden kaçmamış; fakat o aynı kelimeyi Kül-Bilgä [Bilge] ve Kül-İrkin unvanlarında yer alan ikinci şekli [kül] ile bilmiyordu...»
Diğer taraftan Sr G. Clauson ise, dev yapıtı, An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth-Century Turkish, Oxford 1972’de Kaşgarlı’nın izinden gitmeyi iki kez reddeder:
Eserinin irkin maddesinde, Kül-irkin olarak okuduğu unvan hakkında şunları yazmışdır: «... Kaşgari’s etymology is unconvincing; it is almost certain that the title 2 kül, q.v. [quod vide (= see that)], is not identical with kö:l [Kaşgarlı’nın [bu kelime hakkındaki] etimolojisi inandırıcı değildir; bu [ibare] 2 kül, q.v. [quod vide (= buna bakınız/bkz.)], unvanında hemen hemen kesin iken, kö:l ile özdeş değildir]; ...» (s. 225).
Daha ileride (a.g.e., s. 715), Sr Gerard bu terimler hakkındaki görüşünü etraflıca açıklıyor:
«... 2 kül either a P.N. [proper or personal name], or more probably a title, very common in the early period; the vowel is uncertain but as the Chinese character used to transcribe it was k’üe, Middle Chinese (Pulleyblank) k’iwât (Gıles 3, 252) -ü- is perhaps likelier than -ö-; Kaşgari’s etymology is obviously preposterous. The relationship between this word and Küli Çor, the name of the persons commemorated in Ix. [Ixe-xuşotu inscription] is obscure; but the possibility that the word was originally küli, with short –i, cannot be excluded (see Studies, p. 88) [2º) kül [kelimesi] de P.N. [proper or personal name (= şahıs adı veya münasip bir özel isim)] olamaz, büyük bir ihtimalle eski devirlerde çok yaygın kullanılan bir unvan olabilir; ünlü harfi belirsizdir fakat Çince transkripsiyon işaretlemesinde k’üe (Pulleyblank, Middle Chinese, [...]) ve k’iwât (Gıles, [...] 3, 252) olarak yazılmışdır; –ü– muhtemelen –ö–’den daha uygun [bir ses/ünlü harf] olmalıdır: Kaşgarlı’nın etimolojik açıklaması açıkça mantığa aykırıdır. Küli Çor adlı kişinin anısına dikildiği anlaşılan Ix.’de [Ixe-xuşotu inscription (= İhe Huşotu yazıtı)’nda] bahsi geçen “Küli Çor” kişi adı ile [bu kül sözcüğünün] bağlantısı muğlakdır; fakat bu kelimenin [kül’ün] orijinal hali muhtemelen [sondaki] hariç tutulamayan kısa –i ile belirtilen küli olmalıdır (bkz., Studies, s. 88)] »
Bu son gönderme Sr G. Clauson’un Turkish and Mongolian Studies, (RAS., London 1962) adlı eseri ile de ilgilidir; bu eserde bir çok eski Türkçe unvanın, hatta “Türk” (yazar Türkü okunmasını teklif ediyor, bu konuya da ileride değineceğiz) adının bizatihî kendisinin bile, Çince transkripsiyonlarından kaynaklanan problemler tartışılmaktadır.
Öyle görünüyor ki Sr G. Clauson, W. Barthold’un Bilgä [Bilge] Kagan’ın kardeşinin unvanının ilk kelimesininin, kür’ün (= katı, metin, sebatlı, cesaretli) bir varyantı olan Kül olduğuna ve bunun da [orta Türkçe’de] sıkça görülen l ile r’nin aralarında yer değiştirmesi ile açıklanabileceğine ilişkin nazariyesini, imâ yoluyla bile olsa tekrarlamıyor.
Zaten Sr Gerard’ın, Kaşgarlı tarafından yapılan etimolojik açıklamayı, “obviously preposterous [açıkça mantığa aykırı]” diye vasıflandırmasını bu nazariyeye hasretmeden evvel de, nazariyenin bizatihî “son derece yüzeysel” olduğu kabul edilebilir ve şüphesiz bundan dolayıdır ki, Etimoloji Sözlüğü’nün yazarı [?] onu unutulmuşluğa bırakıyor. Esasen çok hecelilerde muhtelif ses olayları (benzeşmeler veya farklılaşmalar) sonrasında r’den l’ye geçişlerin veyahut tam tersinin görülmesi doğru bir tesbit ise de; şüphesiz tek hecelilerde de, en azından sonda yer alan r ve l’lerin arasındaki karşıtlık sesbilim açısından makul sayılabilir ve r’li şekil ile l’li şekil “tek ve aynı kelime” olarak kabul edilmeyebilir. Birkaç örneğe bakacak olursak, kür (= güçlü, zorlu) ile kül (= kül, toz) arasında; bur- (= bükmek, burmak) ile bul- (= bulmak) arasında; kār- (= karmak, karıştırmak) ile kāl- (= kalmak) arasında; tör (= saygınlık mevkii) ile töl (= döl, fötüs) arasında aşikâr bir biçimde anlam karşıtlığı olduğunu görürüz.
Barthold’un nazariyesinin yegâne değeri, tıpkı Kür Tegin (krşz. Kür Xān, [Han] Gür Xān [Gür Han [Gürkan?]]) gibi bir unvanda da tanık olduğumuz kür (= güçlü, zorlu) (krş. Osmanlıca gür) diye Türkçe bir kelimenin mevcudiyeti konusundadır. “kür” kelimesi Kaşgarlı’da (B.A., I, 324-325) kısa u olarak Arabça seslendirme işareti [ötre] ile yazılmıştır ve kısa ü ile okunmalıdır (krş. kısa [ünlü] okunuşu ile Türkmence’deki gür (= sık, gür) kelimesi). Kaşgarlı bunu köl (ö uzun! ve -r değil, -l) ile karıştırmış olamaz, [kaldı ki eserinde] bununla ortak, -k baş harfi ile başlayan üçlü, tek fonem [ses ögesi] mevcuttur.
Sr G. Clauson’a gelince (oldukça geniş ve ciddî bilimsel bir dil envanteri üzerine binâ edilmiş olan eski Türkçe’nin ilk etimolojik sözlüğünü meydana getirdiğinden dolayı Türkologlar O’na müteşekkirdir), inanıyoruz ki O’nun bu konudaki esinlenmesi, saçma bir değerlendirme yaparak –çoğu zaman tehlikeli olan “sarahat, anlaşılabilirlik” kanıtından başka bir şey bulamadan– uzak selefi Kaşgarlı mahmûd’un yorumunu [açıklamasını] ters ve hatalı bir şekilde anlamasından kaynaklanmaktadır.
O’nun doğru olarak yaptığı bir şey varsa, bu da üzerinde mutabakat sağlanamamış söz konusu kelimenin transkripsiyon yazılışında kullanılan Çince işarete başvurmasıdır; bunu da tercihini –ö–’ye değil; fakat daha çok –ü–’nün (yani kül’ün) lehine kullanıp, kelimenin ait olduğu dönemdeki telâffuzunu (“k’iwât”) öngörerek yapıyor. Fakat burada, Sr Gerard’ın kendisinin de önceden belirttiği akıllıca bir hüküm ve tesbite: “the vowel is uncertain [ünlü harf belirsiz]” dayanan, kesin bir kriter görüyoruz. Tıpkı, yalnızca tesadüfî bir olasılıkla tereddüt edilecek işin, Orhun yazıtları’nın yazısının [harfinin] –ü– ve –ö– arasında olabilirliğinin nazar-ı itibara alınması gibi, bu konuda tekrar söylemek gerekiyorsa “köl” şeklinde bir okunuş hariç tutulamaz.
Fakat Sr G. Clauson’un kabul etmediği durum, açıklamanın köl “göl” mealinde yapılması ve bunun semantik [anlambilim] düzen içerisinde akılcı bir görüş olarak sunulmasıdır; oysa bir hükümdarın veya başkanın zekâsının geniş [engin] bir göl ile mukayese edilmesi fikri, O’nun tarafından: “obviously preposterous [açıkça mantığa aykırı]” olarak değerlendiriliyor. Aynı zamanda bu görüş, Barthold’un daha önce Kaşgarlı’nın açıklamasını reddetmesindeki esaslı sebeb olarak da karşımıza çıkmıştı.
Bununla beraber muhtelif Asya kültürlerinde, özellikle de Türk-Mogol dünyasında, bir kişinin gücünün veya düşüncesinin enginliğini andırmak için geniş bir su kütlesinin (göl, deniz, okyanus) adının kullanıldığı başka örnekler de yok değildir.
Mogollar, Lamaizm kiliselerinin başkanlarını tanımlamak için dalai [dalay] (= deniz) kelimesine başvurmuşlardır: Dalai Lama veya Dalai Boġdo. Čiŋgis Qa’an [Ka[g]an] (= Cengiz Han)’ın adının gerçeğe en yakın etimolojisi, Uygur Türkçesi’ndeki tiŋiz/teŋiz (krş. Osmanlıca deŋiz) (= deniz) kelimesinden alınmadır. Bu [deniz adı] muhtemelen ön Türkçe döneminde Hunlar’ın dilinde kullanılan bir şeklin, Attila’nın 469’da ölen oğlu Dengizix [Dengizek]’in adında yer alan kelimenin, türevidir. Ming dönemi Çin tarihî kaynaklarından derlenen Mogollar ile ilgili kayıdlarda, Mogol Hanları’nın efsanevî ataları arasında, asalet unvanı Dalai ile başlayan iki Han mevcuttur (L. Hambıs, Documents Sur l’Histoire des Mongols à l’Epoque des Ming, Paris 1969, s. 161-162). Aynı kaynaklara göre, Ming döneminde Xalxa Mogolları’ndan bir prensin unvanı da Dalai Taiji idi (a.g.e., s. 236).
Farsça daryâ [derya] (= deniz ve akarsu, ırmak) kelimesi mukayese yoluyla “geniş bilgiye vâkıf kişi” anlamını taşıyabilir; bu anlamı ile Türkiye Türkçesi’ne girmiştir: «... derya: ..., 2º) ... engin bilgisi olan kimse ..., (Türkçe Sözlük, TDK., Ankara 1974, s. 217) ...».
Arabça qâmûs (= deniz, okyanus) kelimesinin kökünden “qummas (= hatırı sayılır kişi, saygın kişi)” kelimesi elde edilir ki, bu da Farsça’dan alıntıdır.
Şimdilik burada aklımıza ilk gelen örnekleri sıraladık ama sistemli bir çalışmanın bu örneklerin sayısını çoğaltacağına inanıyoruz.
Hatta Türkçe’de, içerisinde köl (= göl) kelimesinin kullanıldığı “düşüncenin derinliğini, enginliğini” anlatan ifadeler üzerine bir araştırma yapmak bile ilginç bir iş olabilir; meselâ bu konuda Türkmence’de bulunan bir deyimi örnek gösterebiliriz: «... “pikir kölüne čümmek [fikir gölüne çümmek]” (= düşünce gölüne daldırmak, batırmak; derin düşünceye dalmak), (Türkmen Diliniŋ Sözlügi, Ašxabad [Aşkabad] 1962, s. 396a) ...».
O halde semantik açıdan Kaşgarlı’nın açıklamasında saçma gelecek bir şey yoktur ve O’nun açıklaması, zamanında çağdaşları tarafından [dolaysız olarak] anlaşılmış olmalıdır.
Bizim değerlendirmelerimize göre oldukça gerçekçi şu sonuçlara varıyoruz:
1º) Ne eski Türk yazıtlarının yazısı, ne de Çince transkripsiyon, yakıştırma bir kelimenin ünlü harfinin (ö veya ü) ses perdesi çınlaması hakkında kesin belirlemeleri sağlayamıyor.
2º) Ne kü-lig şeklindeki yaklaşım, ne de kür kelimesi (her ikisinin de öteden beri var olmalarına ve ikincisinin başka unvanlarda da yer almasına rağmen) ile yapılan açıklamalar doyurucu değildir; ayrıca semantik açıdan inanılması güç olan –ve hiç kimse tarafından iddia edilmeyen– kül (= kül, toz) yorumunu veya buna benzer kül (= çiçek, gül) (Farsça’dan) açıklamasını da reddetmek gerekir, bu gibi yorumlar anakroniktir.
3º) Açık ve anlaşılır tek eski tanımlama, kendi zamanında iyi bilinen unvanlarda fonetik olarak kül’ü köl ile karıştırması mümkün görünmeyen Kaşgarlı’nın yaptığıdır; bu tanımlama O’nun atıfda bulunduğu iki başka unvanı daha (Köl İrkin ve Köl Bilgä Xān [Bilge Han]), [“köl” olarak] okumamızı zorunlu kılıyor, bu da bizi andırma ve örnekleme yolu ile yazıtlardaki ibareyi, “Köl Tegin” olarak okumaya sevk ediyor.
4º) Bu kelimenin semantik değer olarak “göl” anlamı ile açıklanması kabul görmese bile, XI. yüzyılda Kara Hanlı Türkleri’ne sadece köl (kül değil) şeklinde bir telâffuzu telkin edebildiği doğru bulunmalıdır.
5º) Bu açıklama Batılıları şaşırtsa bile, Asyalılar’a ait mefhumlar çerçevesinde akla ters gelebilecek herhangi bir unsur yoktur, zira “engin bir su”, genellikle engin bir zekânın, engin bilgi sahibi olmanın ya da erdem sahibi olmanın, bilgeliğin, engin bir iktidar gücünün [erk] (dünyevî veya uhrevî) sembolü olarak kullanılıyordu: Tegin-göl (Köl-Tegin) kullanılışının, Lama-deniz (Dalai-Lama) sıfatlandırmasından arda kalır yanı yoktur; şunu da unutmamak gerekir ki, öteden beri köl ifadesi veya türevleri, orta Asya’da Aral denizi (Osmanlıca’da Aral gölü) veya Baïkal [Baykal gölü] (Bây-Köl) gibi çok büyük [engin] su kütlelerini belirtmiştir.
6º) O halde Orhun yazıtları’ndaki ifadeyi “Köl tegin” diye okuyoruz ve [anlamlandırma açısından] birinci terim [köl] için “göl” sembolünü “tükenmez bir (akılcı veya ruhî) erk sahibi olma” gibi kabul ediyoruz.
7º) Benzer şekilde, Köl İrkin, Köl Bilgä Xān [Bilge Han] gibi ve Köl Tegin unvanının yazılışındaki işaretlerle betimlenmiş Çince transkripsiyonları da (krş. E. Chavannes, Documents Sur les Tou-kiue (Turcs) Occidentaux, St Petesbourg 1903, s. 339-340: Köl Kagan, Köl Čor [Çor], Köl Tarduš Šad [Tarduş Şad], vb…) aynı yorumlama [metodu] ile okuyoruz.
Geriye Ikhe-Khušotu [İhe-huşotu] yazıtı’nda (Sr G. Clauson-E. Tryjarskı, “The Inscription at Ikhe-Khushotu”, Rocznik Orientalistyzczny, XXXIV-1, Varsovie 1971, 7-33) geçen, Küli Čor [Çor] olarak ileri sürülen ifadenin okunuşunu açıklamak kalıyor, buradaki yazı şu şekildedir: «k ü/ö l i/ï č u/o r» (“k” için kü/kö veya ük/ök birleşmeleri itiyatlı biçim [kesinleşmemiş] ile [okunmalıdır]).
Eğer yazıtlardaki betimleme [yazı yazma, işaretleme, harfleme] sisteminde sessiz harflerin ikilemesinin [çift söylenmesinin/yazılmasının] belirtilmediği olgusunu göz önünde tutarsak, elbette bu unvanı Köl-ič-čor [iç-çor] olarak okuyabiliriz, burada Köl Čor [Çor]’un değişkeni ič [iç] (= iç, dahilî) iledir: “iç, dahilî”nin “Köl Čor [Çor]”u; bunun gibi bir diğer örnek de Orhon II, güney [satır] 14’de yer alır: İč [İç] Buyruk (= iç [işleri] memuru [subayı?], [ has ağası]) – doğrudan doğruya Hükümdarlık Sarayı’na bağlı, hükümdarın maiyetinde yer alan [has], (krş. L. Bazın, Les Calendriers Turcs Anciens et Médiévaux, Lille 1974, s. 199-203).
Genel bir usul olarak eski Türk yazıtlarının okunmasında, aralıksız, insicamlı bir takım yazılma kuralları pek hesaba katılmaz. Bu kurallardan biri şudur: aynı kelimede veya “birleşik kelime”de (tıpkı ič-čor [iç-çor]’da olduğu gibi) sessiz harf ikilemesi/çiftlemesi belirtilmez (krş. L. Bazın, “Le Problème des Consonnes Géminées En Turc Ancien”, Rocznik Orientalistyzczny, XXX-1, 1961). En az bunun kadar önemli ve bilinmemesi hatalara sürükleyen bir diğer kural da sonda yer alan mutlak ünlünün, tam/dolgun (sesli işaret/harf ile) yazılmasıdır; bu tip ünlüler bazen bir sessizi ve onun etrafındaki (önceki veya sonraki) ses varlığını belirten işaret/harf vasıtası ile (ük/ök/kü/kö veya uk/ok/ku/ko vb.’de olduğu gibi) yazılmazlar; bu durum yukarıdaki paragraflarda bahsi geçen Türk kelimesinin değişkeni olan Türük’ün, «t ü/ö r ük/ök/kü/kö» yazılış şekliyle “Türkü” olarak okunuşunda da ortaya çıkar.
Bu konudaki bütün bu iddialar, bizi Türkoloji geleneğini [bu zamana kadar gelen geleneksel okunuşu/okuma şekillerini/ yorumlandırmaları] başka bir tarafa yöneltmeye sevk etti, tabii ki Kül Tegin ve Küli Čor [Çor] okunuşlarını tamamen reddederek; fakat bu meseleyi yeniden ele almak gerekecek ve bununla birlikte tabii ki Türkü okunuşunu da geri çevirmek gerekir.
Dostları ilə paylaş: |