İzmir Barosu Bülteni Ekim 2001 Sayısı akman/TÜRKİye davasi dostane Çözüm Prosedürü Açısından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarında Bir Dönemeç (mi?)



Yüklə 26,21 Kb.
tarix15.01.2019
ölçüsü26,21 Kb.
#96913

İzmir Barosu Bülteni

Ekim 2001 Sayısı

AKMAN/TÜRKİYE DAVASI

Dostane Çözüm Prosedürü Açısından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarında Bir Dönemeç (mi?)
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları çoğunlukla, mahkum olunan tazminatların Türkiye bütçesine getirdiği mali sonuçlarıyla tartışılıyor. Taşıdığı anayasal ve diğer iç hukuk zorunluluklarının, ilgili çevreler tarafından gönüllü/gönülsüz ihmal edildiği göz önüne alındığında; Bazen oldukça önemli, bazen de can alıcı olarak addedilebilecek birçok kararın hak etmiş olduğu tartışma ve uygulama zeminini bulamamasını oldukça ‘olağan’ karşılamak gerekiyor.
Türkiye, -son rakamlar göz önüne alındığında- aleyhinde en çok başvuru olan ve Mahkemenin iş yükünü (dönem dönem yapılan kısmi uyarlama çabalarına rağmen) en çok artıran ülkelerden biri. Sözünü ettiğimiz bu başvurulardan biri ve aynı zamanda bu yazıya ilham olan Akman başvurusu Türkiye’de ‘yargısız infaz’ olarak tanımlanan vak’alara tipik bir örnek oluşturuyor. Başvuruda özetle; başvurucu Faysal Akman, oğlu M. Akman’ın güvenlik güçleri tarafından (kendi evinde ve silahsız) kasten öldürüldüğü iddiasıyla, 8 Temmuz 1997 tarihinde Sözleşmenin 2, 6, 8, 13, 14 ve 18. maddelerinin kapsamında Türkiye aleyhine Avrupa İnsan Hakları Komisyonuna başvurur (eski Sözleşme metni madde 25). Başvuru 374453/97 no ile işleme konulur ve Mahkeme tarafından 21 Eylül 1999 tarihinde kabuledilebilir bulunur. 26 Haziran 2001 tarihinde de Mahkemenin, ‘Birinci Dairesi’ tarafından dostane çözüm görüşmeleri sonrasında madde 37/1-c ‘ye göre karara bağlanır. Maddeye göre;
m. 37/1 Yargılamanın herhangi bir aşamasında Mahkeme, aşağıdaki sonuçlara varılması halinde başvurunun kayıttan düşürülmesine karar verebilir:

a. Başvuru sahibi başvurusunu takip etme niyetinde değilse,veya

b. Sorun çözümlenmişse,veya

c. Başka herhangi bir nedenden ötürü, başvurunun incelenmesine devam edilmesi hususunda artık haklı bir gerekçe görülmezse.
Dostane Çözüm Görüşmeleri ve Sonuçlandırma (m. 38 , 39)
Dostane Çözüm yolu, tarafların karşılıklı anlaşma yoluyla başvuru konusu olan ihlali mahkemenin nihai kararına gerek kalmaksızın, fakat onun gözetiminde Sözleşmenin 39. maddesi uyarınca sonlandırmaları olarak özetlenebilir. Bu yol gerek Sözleşmeci Devlet, gerek başvurucu için sonuç ve amaç açısından farklı anlamlar içermektedir. Yol, Sözleşmeci ülkeler açısından kendi aleyhlerine çıkacak ihlal ve tazminat içerikli mahkumiyet kararlarından kaçınma yolu (örneğin Türkiye) olabileceği gibi; başvurucular açısından da, uzun vadede (uyuşmazlığın Dostane Çözüm ile sonuçlandırılması ile mahkemenin nihai kararıyla sonuçlandırılması arasında süre açısında hatırı sayılır bir fark bulunmaktadır. Mahkemenin dosya yükü nedeniyle makul sürede başvurunun sonuca bağlanması kuralını [(m.6/1) kendi içinde de ihlal ettiği söylenebilir] ulaşılabilecek ciddi ve tatmin edici parasal meblağlara ve iddia edilen ihlalin ortadan kalkması amaçlı yasa ve idari uygulama değişikliklerine daha kısa bir süre içinde ulaşmalarını sağlayabilir. Bu nedenle tüm başvurularda dostane çözüm yolu kapısının açık bırakılması kısa vadede etkin ve tatminkar sonuçlar (teorik anlamda) almayı öncelikli gören başvurucular için oldukça önemlidir. Buna karşın, başvurusunu Sözleşmeci Devletin mahkumiyeti ve maruz kalmış olduğu zararın mahkemenin esas hakkındaki kararıyla belirlenmesini isteyenler veya başvuruya konu olan olayın taşıdığı karmaşık unsurlar nedeniyle Mahkeme tarafından incelenmesinin daha önemli olduğunu düşünenler açısından bu yolun önerilmesi doğru olmaz.
Türkiye özelinde konuyu değerlendirirsek; Meslektaşlarımızca, Mahkeme önünde yapılan hemen hemen tüm başvurularda, dostane çözüm görüşmeleri sonucunda mutabık kalınan meblağın sembolikliği, diğer sözleşmeye taraf ülkelerin konuyla ilgili kararları incelendiğinde anlaşılacaktır. Aynı kıyas Türkiye’nin tazminat dışında (örneğin ihlali oluşturan yasa veya idari pratiğin ortadan kaldırılmasının taahhüdü hususunda) herhangi bir yüklenimi (yasa değişikliği, uygulamanın ortadan kaldırılması vs.) teklif etmemesi, buna zorlanmaması veya taahhüt edilen değişiklik kapsamının oldukça dar tutulması açısından da geçerlidir.
Uygulamada göze çarpan ‘Türkiye ve diğer sözleşme ülkeleri’ ayrımına (başvuru konusu olayların içeriği veya üye devletlerin yasal-tazminat sistemleri arasındaki farklılıkları bir an içn göz ardı edersek) Türkiye’deki uygulayıcıların Sözleşmeyi ve Mahkemeyi ve mahkeme kararlarını gereğince kavrayamamaları neden olmaktadır. Konuyla ilgili olarak görüştüğümüz Akman davası avukatlarından biri ve aynı zamanda Türkiye’ye ilişkin davalarda hatırı sayılır bir deneyime sahip olan Philip Leach; Türkiye’li meslektaşlarının başvurularını (Dostane Çözüm süreci aşamasında) küçük meblağlarla sonuçlandırmaya istekli olduklarını, Sözleşmeci Taraftan müvekkillerinin maruz kaldığı ihlalle ilgili herhangi bir kabullenme veya yasa-idari pratik iyileştirmelerini talep etmediklerini; talep etseler dahi, sonraki aşamalarda bunda ısrarlı olmadıklarını belirtmektedir. Sözünü ettiğimiz bu eksiklik, yurt dışındaki avukatlarca Türkiye aleyhine açılan davalar ve Mahkemenin diğer ülkeler için vermiş olduğu kararlar incelendiğinde bir kez daha göze çarpacaktır.
Akman Davasında Dostane Çözüm Süreci:
Mahkeme, taraflar arasındaki dostane çözüm görüşmelerini geçtiğimiz Ocak ayı itibariyle başlattı. Hükümet, 21 Mart 2001 tarihinde, başvurucunun avukatının 14 Mart 2001 tarihli tekliflerine yanıt olarak, karşı tekliflerini sundu. Teklif, ex gratia kavramı (teklif konusu parasal miktarı lütuf olarak tanımlamakta ve Sözleşmeci tarafın güvenlik kuvvetlerince gerçekleştirilen olayın yanlışlığı ve hukuksuzluğunu kabul etmediğini özetlemektedir) adı altında önerilen 85.000,00 İngiliz Sterlin’ini ve takip eden özetlenmiş açıklanmayı içermekte: “Hükümet, mevcut yasalara ve bu tür olayların olmaması için önleyici kararlarına karşın meydana gelen Murat Akman’ın ölüm olayından dolayı üzüntü duymaktadır.” Mektubun devamında, Sözleşmeci Taraf, aşırı ve orantısız güç kullanımından dolayı meydana gelen ölüm vak’asının, Sözleşmenin 2.maddesi anlamında ihlal olarak kabul edildiğini ve bu tür vak’aların meydana gelmemesi için de tüm gerekli ölçüleri benimseyeceğini ve talimatları yayınlayacağını kabul etmiştir (ayrıntılar için, Akman Kararı parag.22/1, 2).
Bu tür bir kabullenme ve kabullenme uyarınca gerekli düzenlemelerin yapılacağına dair Sözleşmeci Devletin teklifi Dostane Çözüm Görüşmeleri ve Sonuçlandırma (m. 38, 39) başlıklı bölümün 2. paragrafı altında ayrıntılandırdığımız farklı iki uygulamayı gözler önüne sermektedir. Görüşmelerin devamında başvurucu, 12 Nisan 2001 tarihinde Hükümet görüşlerine cevaben, davanın önemi ve taşıdığı ciddiyet nedeniyle mutlaka bir duruşma yapılmasının gerekliliğini belirtti.
Başvurucu hükümet görüşlerinin neden tatmin edici olmadığı hakkındaki görüşlerini aşağıdaki şekilde özetledi:

a- Sözleşmenin 2. maddesinin (Yaşam Hakkı) ihlali ile ilgili kabullenmenin sınırlı olması,

b- Murat Akman’ın olay sırasında silahsız olduğunun belirtilmemiş olması,

c- Aşırı güç kullanımı konusundaki kabullenmenin sınırlı olması,

d- Türk güvenlik güçlerinin olayla ilgilerinin olduğuna dahil herhangi bir kabullenme ifadesinin bulunmaması,

e- Sözleşmenin 13. maddesi nin (başvurucunun ulusal bir makama etkili olarak başvurabilme hakkı) uygulanmasındaki başarısızlığa dair herhangi bir kabullenmenin olmaması

f- Tazminat olarak belirtilen miktarın ‘Ex Grati’‘(lütuf olarak) olarak tanımlanması,

g- Sözleşmeci Tarafın teklifte belirttiği üstlenimlerin (Akman/Türkiye Kararı parag.24/2) belirsiz olması.

Mahkeme tarihinde bir ilk: Başvurunun kayıtlardan silinmesi

Hükümet. 4 Mayıs 2001 tarihli yanıtında; başvurucunun gösterdiği tanıkların olayı aydınlatamayacağı (yaklaşık 28 kişi), sunulan tekliflerin manipülasyon içerdiği ve genel olarak kabul edilemez olması gerekçesiyle, başvurunun 37/1-c uyarınca kayıttan düşürülmesini istedi. Mahkeme, Sözleşmeci Tarafın görüşlerini tatmin edici bularak (Akman Davası Parag.30) 26 Haziran 2001 tarihinde başvuruyu kayıttan sildi. Bunun anlamı; başvurucuya hiçbir tazminat ödenmesine gerek kalmadığı ve başvurucunun kendi kusuruyla (Hükümetin yeterli teklifini kabul etmeyerek) başvurusunun 37/1-c kapsamında değerlendirilmesine neden olduğudur. Kuşkusuz bu karar tümüyle Sözleşmeci taraf Türkiye lehinedir.


Kararın taşıdığı ilk olma özelliğini daha iyi anlamak için Mahkemenin bu başlık altındaki önceki kararlarına göz atmakta oldukça büyük yarar var. 1998’den Nisan 2001 yılına kadar ki periyod incelendiğinde (AİHM’nin Hudoc sistemi böyle bir olanak sağlayabilmektedir www.echr.coe.int/) 80 davanın başvurucuların davayı takip etmek istememesi nedeniyle madde 37/1-a uyarınca , 27 davanın madde 37/1-b uyarınca, 33 davanın ise,

a- Başvurucudan herhangi bir cevap gelmemesi,

b- Başvurucunun başvuruyu takip etmek istemediğini onaylaması

c- Başvurucunun ölmesi ve hiç kimsenin davayı takip etme teklifinin olmaması

d- Davanın iç hukuk yolları içinde çözülmüş olması

e- Aynı konulu bir başvurunun, aynı başvurucu tarafından tekrar Mahkemeye sunulması gerekçeleriyle 37/1-c uyarınca kayıttan silinmiştir. Dolayısıyla başvurunun kayıttan silinmesinin gerekçesi olarak başvurucunun davayı takip etmek istememesinin diğer sebeplerin yanında belirgin olarak göze çarptığı söylenebilir.
Özetle, başvurunun, başvurucunun takip iradesine rağmen, dostane çözüm görüşmelerinde mutabakata varılmaması gerekçesiyle 37/1-c kapsamında değerlendirilmesinin, tümüyle bir ilk oluşturduğu ve aynı maddenin son cümlesinde belirtilen hükmede (Ancak iş bu sözleşme ve protokollerinde tanımlanan saygı esası gerektiriyorsa , Mahkeme başvurunun incelenmesine devam eder . m.37/1-son cümle) tümüyle aykırı olduğu görülecektir.
Kayıttan Silme Kararının Doğurabileceği Sonuçlar:
Karar henüz kesinleşmediği (m.43, 44/2) için çok keskin çıkarım ve eleştiriler için henüz erken, fakat yinede kesinleşme olasılığını baz alalım ve ne gibi sonuçlar doğurabileceğine bakalım:
a. Karar uyarınca, başvurularını Mahkemenin esas hakkındaki kararıyla sonuçlandırmak isteyen (bu karar yüksek Sözleşmeci Devletin ihlal edilen maddeler açısından mahkumiyetini içerebileceği gibi başvurunun reddedilmesi sonucunu da doğurabilir.) başvurucuların bu konudaki iradelerini tekrar tekrar gözden geçirmeleri gerekmektedir.
Mahkeme, yukarıda özetlenmiş olarak verilen yüksek meblağı ve kısmi kabullenme içerikli hükümet teklifini -en azından anladığımız kadarıyla- maruz kalınan zararın tazmini(maddi-manevi) açısından yeterli bulmuştur. Mahkeme, teklifin başvurucu tarafından reddedilmesi sonucunda m. 37/1-c’yi ilk kez bu şekilde yorumlayarak sözleşme kapsamı içersinde en çok korunması gereken bireyin yanında değil sözleşmeci tarafın yanında yer almıştır.
Mahkemenin bu kararı başvurucular üzerinde mutlaka bir baskı yaratacaktır. Karar benzer durumda olan diğer başvurucuları açıkça olmasa bile, zımni olarak zorlayarak dostane çözüm yolunu hemen hemen mecburi kılacaktır.
b- Karar, -eğer kesinleşirse- Sözleşmeye üye devletlerin kendi aleyhlerine verilmesi kuvvetle muhtemel mahkumiyet kararlarından sakınmaları için haksız bir kurtuluş yolunun önünü açacaktır. Mahkumiyet kararlarının Bakanlar Komitesince denetleneceğini öngören m.46/2’nin yaptırım gücü ve uygulama etkinliği göz önüne alındığında, durumun vahameti bir kez daha göze çarpacaktır.
c- Salt karar uyarınca şunu söylemek mümkün; Mahkeme, Sözleşmeci Devlet tarafından sunulan teklifteki maddi/manevi olarak uğranılan zararı ve masrafları kapsayan miktarı değerlendirirken , olayın başvurucuda yaratmış olduğu ıstırap, ihlalden dolayı maruz kalınan zararın yüksekliği, ihlalin ciddiliği gibi hususları gözden uzak tutmamıştır. Dolayısıyla Hükümetin teklif ettiği tazminat meblağının 37/1-c nin yorumlanmasında bir kriter olarak algılandığı kısmi de olsa göze çarpmaktadır. Bu durumda Mahkeme, fonksiyonunu ve konumunu konuyla ilgili daha önceki içtihatlarında çizdiği tablonun aksine, salt bir tazminat mahkemesine indirgemiştir.
En önemlisi de bireye sunulan özgürlüklerin sınırlarının hararetle tartışıldığı bu günlerde; Mahkemenin de demokratik toplum ölçütleri açısından bireyin rolüne ve devlet karşısında korunmasının önemine ilişkin geçmişteki kararlarıyla inşa ettiği içtihadi kaleyi, Akman davasını sonuçlandırma usulüyle yıkma çabası içine girmesi, özgürlüklerin kısıtlanması çabalarına hız kazandıracaktır.
d- Devletlerin birbirlerine karşı yapmış oldukları başvuruların azınlıkta kaldığı düşünülürse, 34. maddeyle bireysel başvuru hakkını tanımlayan hükmün, Sözleşme sisteminin hemen hemen belkemiğini oluşturduğunu söylemek mümkün. Bu durum Mahkemenin bir çok kararıyla da vurgulanmıştır. Örneğin Aydın/Türkiye davası bunlardan biridir; “ Komisyon bireysel başvuru dilekçesinin Sözleşme ve onun protokollerince sağlanan koruma için temel öneme haiz olduğunu belirtir” (Aydın/Türkiye(1997)25 EHRR 251 parag.213) kararıyla bir kez daha bireysel başvuru hakkının önemini çizilmiştir.
Özetle Mahkeme, Akman/Türkiye kararıyla benzer durumda olan birçok dava için çizmiş olduğu içtihadi yoldan ayrılarak, 34. maddenin anlamını ve kullanılış alanını sözleşmeyi işlevsiz kılacak şekilde daraltmış olacaktır.

Not: Başvuruya ilişkin son durumu anımsatmak gerekirse; Mahkemenin kararı henüz kesinleşmiş (sözleşme m. 44/2) değil. Başvuru, bir nev’i temyiz incelemesi olanağı (ayrık durumlarda) sunan madde 43/1 uyarınca 10 Eylül 2001 tarihinde Büyük Daireye sunuldu.
Yüklə 26,21 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin