Sonra binden fazla gençler, Ankara ve sair vilâyetlerin mekteplerinde ondan vatan, millet, ahlâk cihetinde istifade ettikleri ve hiç kimse zarar görmediği halde; birden hiç bir medar-ı mes'uliyet olmıyan bir iki kelimeye yanlış mana vermek, mesela Gençlik Rehberi namını vermekle bir suç mevzuu yapmışlar. Biri de, müellifi tab' etmemiş. Kendi biçare hasta yatağında iken, gençler tab' ettikleri halde; şahsî nüfûz te'mini için yazılmış diye suç mevzuu yapıp, tab' edeni değil de, müellifini Ağır Cezaya vermek, hem de zorla oraya celbetmek... Halbuki onbeş sene evvel yazılmış ve af kanunu ve mürur-u zamanı hem beraeti görmüş.. Öyle ise, bütün bütün kanunsuz olarak bir garaza binaen müellifine bu kadar musırrane ilişiyorlar.
Ben de diyorum ki: On vecihle kanunsuz beni mahkemeye vermenin sebebi: Rehber'in vatana, millete ve asayişe pek büyük faydası olduğu için, anarşilik ve dinsizlik hesabına ilişiyorlar diye ihtimal veriyorum.
1741
Şimdi bu kanun namına garazkârane kanunsuzluk hesabına beni cebren zorla İstanbul'a mahkemeye sevketmekte; benim çok ihtiyarlığım, za'afiyetim ve zehirli şiddetli hastalığım kat'iyyen tıbben, fennen ma'zeret-i kat'î olduğu gibi; dört defa o noktadan rapor alıp onlara gön
1742
1795
derdiğimiz halde, yine ısrar ile beni zorlamakta olduklarından, pek şiddetli ruhuma dokunmuş.. Daha benim mahkeme ve idare huzurunda konuşmak iktidarım haricindedir. Konuşsam da vatan ve millet ve asayişe zarar vermek fikriyle çalışan ve hilâf-ı kanun muhakeme edenlerin yüzüne vurmağa mecbur olacağım. Daha bu kadar zulme tahammül edemiyeceğim. Bu ise ehemmiyetli başka bir nevi hastalıktır. Hem vatana bu manevi hastalık zarar vermek ihtimali var.
Şimdi hey'et-i sıhhiyeden ricam:(53) beni tanıyanlar ve benimle yakından alâkadar olanlar ve hizmet edenler biliyorlar ki; gizli düşmanlarım müteaddit defadır beni zehirliyorlar. Tegaddi edemiyorum. Hatta hizmetçimle beş dakikadan fazla konuşamıyorum. Hem başımda şiddetli ve devamlı nezle ve bir gözüm o nezleden ağrıyor ve akıyor. Müzmin kulunç ve şiddetli sancı ile hastayım. Hem yirmisekiz sene gurbette kaldığımdan ve başkalarının muavenetini kabul etmediğimden, pek zarurette yaşadığım için, za'afiyet fazladır. Hatta zorla merdivenden çıkıyorum. Zaruret-i kat'î olmazsa beş dakika konuşamıyorum, yoruluyorum.
Ben sabık mahkemelerde hem Risale-i Nur talebeleri için tahammül ediyordum ve tam hakikatı izhar etmiyordum, bir derece zulümlerine tahammül edip haksızlıklarını yüzlerine vurmuyordum. Ta masumlara, asayişe zarar gelmesin diye sabır ve her nevi zulüm ve işkencelere tahammül ediyordum. Şimdi ise, Risale-i Nura, Âlem-i İslâm sahip çıktı. Nur talebeleri de benim müsamahama ve düşmanlarıma ilişmemekliğime ve zulümlerine sükût etmeme ihtiyaçları kalmadı. Onun için benim de damarlarıma pek şiddetli dokunulduğunda, irade ve ihtiyarım haricinde karşıma çıkan gizli düşmanların bana darbelerine vesile olan beni cezalandırmağa çalışanlara hakikatı çıplak olarak böyle söyliyeceğim:
Sükût... Şimdi izhar edilmiyecek...
Madem hakikat böyledir: Hey'et-i sıhhiye benim hem maddî, hem ma'nevi, hem sinir, hem kalb, hem nezleli baş hastalıklarım, hem kulunç ve sancı.. ve mahkemelerde konuşma iktidarsızlığı.. hem madem resmi vekillerim de oradadırlar, hem tab' edenler de oradadırlar. İstinabe suretiyle ifademin alınması için "Fennî ve tehlikeli hastalığı var" şeklinde rapor verilmesini rica ederim.
Emirdağ'ında Said-i Nursi
1743
(53) Hazret-i Üstad'ın şu acib beyan tarzına dikkat edilsini ki, heyet-i sihhiyeden hastalığı münasebetiyle rapor isterken; Gençlik Rehberi'nin ve Risale-i Nurun ve hizmetlerinin mahiyetini onlara da anlatıyor ve haberdar ediyor. Aynı zamanda Risale-i Nururı hizmetinin ehemmiyetini tebliğ ediyor. Rapor alma işi ikinci üçüncü derecede kalıyor. A.B.
1744
1796
Haşiye: Birkaç senedir dinî ve gayr-ı dinî neşriyat yapan mecmualar ve bazı gazeteler hükûmet aleyhine ve bazen din lehine çok sert ve çok ağır yazılarla hücum ettikleri halde, onların daha belki yarısı kadar acı ve sert yazmıyan ve aynı zamanda siyasete hiç girmiyen ve yalnız küfür ve dalâletin fenalığınıilmen, mantıken ispat eden ve hiç zararı görülmiyen Risale-i Nurun bu vatandaki en büyük imanî ve nurlu hizmetini görüp; ihtiyar, çok hasta müellifini mes'ul tutmaya çalışanların hareketini anarşistlik, komünistlik hesabınadır biliyoruz. Evvelâ o sert yazıları nazar-ı itibare almak lâzım iken ve demokrasiye büyük hizmeti olan Risale-i Nuru el ve baş üstünde tutmak lazım gelirken, bu derece Risale-i Nura ilişmeyi biz Nur talebeleri, bunu Demokrat Hükûmetinden bilmeyip, gizli düşmanlarımız olan zındıkların hükûmeti iğfal etmelerinden biliyoruz.
Hasta Üstadımızın yanında bulunan
Nur talebeleri namına
Mehmet, Sadık, İbrahim, Hamza (54)"
Hazret-i Üstad aynı günlerde bir de bir dilekçe Emirdağı savcılığına da verdi. İstanbul'a Gençlik Rehberi mahkemesine gitmeye asla niyeti yoktu, istemiyordu. Lâzım gelen her bir sebebe de baş vurdu, direndi. fakat hikmet ve kader-i ilâhi Üstad'ın İstanbul'a gitmesini takdir etmişti. Nitekim de sonunda gitmeye mecbur oldu. Amma çok hayırlı, faydalı neticeler husul buldu. Gençlik Rehberi mahkemesi beraetle neticelendiği gibi, yüzlerce dost ve talebeleriyle İstanbul'da görüştü, ders verdi vs...
İstanbuldan gelen ihzarlı celb üzerine Üstad'ın Emirdağı C.Savcılığına verdiği dilekçesi:
"Emirdağ Sayın Cumhuriyet Savcılığına!
Dilek:
Evvelce tab' ve neşredilen ve neşrinde hiç bir mahzur bulunmayıp, resmi makamlar, savcılık tarafından neşrine müsaade edilen Gençlik Rehberi namındaki eserimin şahs-ı aher tarafından neşredildiği ve esasen bu eserlerin hakkında muhakeme cereyan edip, hakkımda beraet kararı verildiği ve bir hey'et-i ilmiye tarafından dahi bu eserler tetkik edilerek, neşirlerinde hiç bir mahzur bulunmadığına dair rapor verildiği halde, zühul eseri olarak ve bir bilirkişi heyetinin maddî ve fikrî hatası dolayısıyla, hakkımda açılmış olan
1745
kamu davasının binnetice İstanbul Ağır Ceza mahkemesinde 951 tarih ve 137 numarayla görüşülmekte olup, has
Emirdağ-2Müntehapküçükdosyasırano:67
1746
1797
talığım dolayısıyla mahkemede ispat-ı vücud etmediğimden ihzaren celbime karar verildiği ve hastalıkla beraber İstanbul'a gitmem imkân hârici olmakla beraber, bu teklif adaletle kabil-i te'lif bulunmadığından, hadisenin İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi'nin huzurunda tezahür edebilmesi için selâhiyetdar doktor tarafından muayenemin icrasıyla verilecek rapora göre muamele yapılmasını ve şayet İstanbul'a sevkimin durdurulması imkan harici ise, mahkemenin kararına hürmeten Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi'nde ifademin alınması ve isticvabın yapılması için lâzım gelen kanunî yollara tevessül buyurulmasını dilerim.
17.10.1951
Emirdıığ'ında Çilli Mahallesinde Mukim
SAİD-İ NURSİ"(*)
ÜSTAD İSTANBUL'DA
VE MAHKEMENİN İLK CELSESİ
Öyle anlaşılıyor ki, Üstad Hazretlerinin bütün bu müracaatları ve savcılığa olan bu son dilekçesi de netice vermemiş, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinden ikinci bir ihzariye emri gelmiştir. Hazret-i Üstadın artık kanunî mecburiyet karşısında kalarak İstanbul'a gitmesi lâzım gelmişti. İstanbul Ağır Cezası 22 Ocak 1952 celsesinde bulunmak üzere, bir kaç gün önceden Isparta'dan İstanbul'a gitti ve Sirkeci'de bulunan Akşehir Palas oteline indi. Muhakeme günü olan 22.1.952 salı günü duruşmada hazır bulundu. O zamanki mahkeme binası, şimdiki Sirkeci'de olan büyük PTT binası idi. Üstad'ın İstanbul’a gittiğini ve mahkeme günü hazır bulunacağını duyan dost ve talebeleri, mahkeme günü sabah erkenden mahşeri bir dinleyici kalabalığı toplandı. Bediüzzaman'ın mahkemesini dinlemek ve onu görmek için, o günü adeta mahkeme binası etrafı insan seliyle dalgalanmaktaydı. Duruşma saati geldi. Hazret-i Üstad sarığı ve cübbesiyle Üniversiteli genç Nur talebelerinin kolları arasında mahkeme salonuna girdi. Üç fahri avukatı da yerlerini aldılar. İstanbul 'un ünlü avukatlarından olan Seniyüddin Başak, M.Mihri Helav, Abdurrahman Şeref Laç idiler.
Reis celseyi açtı. Evvelâ Hazret-i Üstad'ın isim, künye ve adresi tesbit edildi. Arkasından bilirkişi raporu ve iddianame okundu. Buna karşı Hazreti Üstad ayağa kalkarak kısaca sözlü cevab verdi. Konuşmasının hülâsası şöyledir:
(*)Emirdağ-2 Müntehap küçük dosya sıra no:68
1747
1798
"Otuz beş senedir hayatını şahid göstererek, siyasete asla karışmadığını, dünyevî ve menfi cereyanlarla hiç alâkasının bulunmadığını, bütün bu zaman zarfında kendisini meşgul eden ve nazar-ı dikkatini çeken tek şeyin hakaik-i imaniye ve hizmet-i Kur'aniye olduğunu, bütün kuvvetini imanı kurtarmak yolunda sarfettiğini ve bu davasının şahidleri olarak da, bir çok mahkemelerin beraet ve iade kararları olduğunu, Gençlik Rehberi adlı eserinin üniversiteli gençler tarafından bastırılmasının büyük bir memnuniyeti mucib olması lâzım geldiğini, içinde bulunduğumuz asrın menfi cereyanlarına, bilhassa içtimaî bünyemizi sarsan ahlâksızlık ve imansızlık salgınına karşı "Gençlik Rehberi" gibi Risale-i Nurun bütün eczalarının neşredilmesinin, gençliğe ve ma'sum evladlarımıza ve kadın ve kızlarımıza tamamen okutturulmasının vatan ve millet saadeti nokta-i nazarından gayet elzem olduğunu ve Gençlik Rehberi eserini işte bu gayeler için kendisinin haberi olmadan üniversite talebelerinin bastırdıklarını "gayet açık, net ve beliğ bir surette ifade ve beyan ettiler.(55)"
BİR HATIRA:
Eskişehirli Muhyiddin Yürüten'in o günü veyahut ikinci celsede müşahede ettiği bir hadiseyi şöyle anlatmaktadır:
"... Hâkim Üstad'a: "Sarığınızı çıkarınız" dedi. Üstad "Bu boynumu kesersiniz, fakat bu sarığı çıkaramazsınız" manasında eliyle boğazını işaret etti.Bu arada mübaşir, Üstad'ın, Hâkim'in sözünü duymadığını zannederek, yüksek sesle "Hoca Efendi, Hoca Efendi! Hakim sarığınızı çıkarın diyor" dedi. Mahkeme başkanı mübaşire müdahale ederek; "Tamam, biz anlaştık. Sen aradan çekil!" dedi.(56)"
Mahkeme hey'eti, Mahkemeyi 19 Şubat 1952 gününe ta'lik etti. Hazret-i Üstad da mahkemenin neticesini almak için İstanbul'da, bir müddet yine Sirkeci'deki Akşehir Palas otelinde, daha sonraları Fatih semtindeki Reşadiye Otelinde kaldı.
BİR MEN-İ MUHAKEME KARARI
Bu arada, Volkan Mecmuası gençlik Rehberi'nden bir yazı iktibas ederek neşretti. Bu yazıdan dolayı da, ayrıca Hazret-i Üstad sorgu mahkemesinde isticvab edildi. Bu mahkemede dahi Üstad geniş izahlarda bulundu. Neticede yapılan tahkikat sonunda, aynı eserden 943'de Denizli
1748
Mahkemesinde beraet etmiş ve temyizce de tasdik edilmiş eserler olduğu anlaşıldığından, men-i muhakemesine karar verilmiştir.(57)
(55) Büyük Tarihçe-i Hayat S: 540
(56) Son Şahitler-3 S: 81
(57) Risale-i Nur Müellifi Said Nur-Eşref Edip S:127
1749
1799
GAZETELER
Üstad'ın 22 Ocak 952 salı günkü duruşmasını, 23 Ocak'ta Hürriyet gazetesi çok güzel tasvir ederek haber şeklinde verdi. "Seksenlik Pirin Duruşması" başlığıyla birinci sahifede hakikat-ı hali olduğu gibi neşretti. Hürriyet gazetesine Nur talebelerinden bir çok telgraflar gitti. Ezcümle Seyhan havalisi Nur talebeleri diye gönderilen telgrafın son kısmı şöyledir: "... Müellifin mahkemedeki kahramanca sözlerini aynen neşretmekte muvaffak olmanızdan, Nur talebeleri gazetenizi tebrik etmektedir.(58)"
Yine bu arada 12.2.952'de Hür Adam gazetesi "Bediüzzaman Kimdir?" başlığı altında çok güzel bir yazı neşretti.(59)
Mahkemenin ikinci celsesinden sonra da, 22.2.952'de emekli generallerden Cevat Rıf'at Atilhan'ın "Bediüzzaman Said-i Nursi" makalesi yine Hür Adam'da neşredildi.(60)
İKİNCİ CELSE VE MUHAKEME GÜNÜ
19 Şubat 952, ikinci muhakeme günü de geldi. Bu defa birinci celseden daha çok büyük bir kalabalık erken saatlerde, yine bir çoğu üniversiteli genç Nur talebeleri ve Bediüzzaman'ın eski dost ve ahbablarından oluşan binlerce insan, mahkemenin koridorlarını doldurmuşlardı. Mahkeme saatinde yine Hazret-i Üstad, genç üniversiteli Nur talebelerinin kolları arasında mahkeme salonuna girdi ve maznun sandalyesine geçip oturdu. Avukatları da yerlerini aldılar. Mahkeme salonunda müthiş bir izdiham vardı. Binlerce insan sıkışarak mahkeme salonuna doğru hücum ediyor ve girmek istiyordu. Herkes Bediüzzaman'ı görmek ve mahkemesini dinlemek istiyorlardı. Kalabalık dalgalar halinde kapılardan taşmakta idi.
Salondaki kalabalığın çok fazla olmasından, mahkemenin devamına imkân kalmamıştı. İntizamı te'mine tahsis edilen kalabalık bir polis topluluğu da halkın tehacümüne mani' olamıyordu. Ne yaptılarsa, salondaki izdihamın verdiği takırtı ve fısıltıdan muhakeme yapılamıyordu. Nihayet mahkeme reisinin dinleyicilere şu hitabı duyuldu:
"Hoca Efendi'yi seviyorsanız, biraz meydan veriniz ki, muhakemeye devam edelim!" demesiyle birlikte, dinleyicilerden bir kısmı çekildi, geri kalanları
1750
da çıt çıkarmıyacak şekilde sükûtla oturdular. Böylece muhakeme yapılabildi.
(58) Emirdağ-2 Müntehap dosya sıra no:83
(59) Aynı dosya sıra no: 84
(60) Aynı dosya sıra no: 85
1751
1800
1752
1801
Gençlik Rehberi kitabını tab'eden matbaacı, arkasından da onu takible görevli sivil ,sahit polisler dinlendi. Bu arada Hazret-i Üstad ayağa kalkarak ehl-i vukuf raporuna karşı itirazını okumaya başladı.Üstad'ın ihtiyarlığı ve hastalığı dolayısıyla, mahkeme reisi Üstad'ın oturarak rahat ve serbestçe müdafaasını yapabileceğini söyledi. Üstad da oturarak müdafaalarını yaptı.
Matbaacının ifadesinde: İki üniversiteli gencin basılmak üzere eseri matbaaya getirdiklerini ve belli bir bedel mukabilinde kitabı matbaasında bastırdığını söyledi.
Sivil polisler de: Kitabı genç bir üniversiteli talebeden aldıklarını ,sonra bu talebenin evinde yapılan aramada ikiyüz nüsha bulunup alındığını ifade ettiler.
Hazret-i Üstad da, reisin verdiği müsaade ile oturduğu yerden, ehl-i vukuf raporuna karşı hazırlamış olduğu itiraznamesini okuyup bitirdi.(61)
ÜSTADIN EHL-İ VUKUF RAPORUNA İTİRAZNAMESİ
"Rehber hakkındaki ehl-i vukufun raporuna hafif bir itiraz tarzında hakikat-ı hali beyan etmektir:
"Dinî hissiyatı siyasete alet ediyor" diye ittihamlarına karşı deriz:
"Bütün hayatımı ve beni tanıyanları işhad ediyorum ki; değil dini siyasete alet, belki siyasî olduğum zamanda dahi bütün kuvvetimle siyasetleri dine alet ve tabi' yapmaya çalıştığımı bütün tarih-i hayatım ve dostlarımın şehadet ettikleri gibi; Hürriyet'in başında Şeriat istiyenleri astıkları bir zamanda, Hareket Ordusu'nun dehşetli Divan-ı Harb-i Örfi reis ve azaları dediler ki: "Sen Şeriat istemişsin!.." sözlerine mukabil demiş: "Şeriatın bir tek meselesine ruhumu feda etmeye hazırım. Eğer Meşrutiyet bir fırkanın istibdadından ibaret ve hilâf-ı Şeriat ise, dünya şahit olsun ki, ben mürteciim!" diyen bir adam, i'dama beş para ehemmiyet vermiyen, dünyasını ve herşeyini şeriata feda eden; hiç mümkin midir ki; dini, şeriatı bir şeye, bir siyasete alet yapsın!. Buna ihtimal veren sofestaî de olamaz.
Hem bir masumun hatırı için en zalim cinayetkâr ve kendine işkence edenlere karşı mukabele etmiyen, hatta beddua da etmiyen bir adam; bu vatanda yüzde doksan masumun hatırı için on zalim gaddarlara siyaset
1753
yoluyla ilişmek büyük bir hata bilen ve asayişe ilişmemek hayatına bir düstur yapan bir adama: Dini siyasete ve dolayısıyla asayişe dokunuyor manasında ittiham etmek, elbette dehşetli bir garazla ittiham eder.
(61) Fakat Abdullah Yeğin Ağabeyin lahika defterinde ise, mahkemenin son celsesi olan 5 Mart 1952’de Hazret-i Üstadın ehl-i vukufa itiraznamesini okuduğunu yazmaktadır.
1754
1802
Yirmisekiz senede emsalsiz ihanetler, işkenceler, azablar verildiği halde, mahkemelerin tahkikatıyla bir vukuât talebesinde bulunmıyan bir adama: "asayişe, ya vatana, siyasete zararı var" diyen elbette yerden göğe kadar haksızdır.
Zannetmesinler ki; ben bu zalimane ittihama karşı kendimi mes'uliyetten veya mahkûmiyetten kurtarmak için bunları söylüyorum. Sizi temin ediyorum ki ve beni bilen dostlarım da tasdik ediyorlar ki; bu yirmi sekiz senede ölüm hayattan ziyade bana faydalı.. ve kabir on defa bana hapisten ziyade medar-ı rahat.. ve hapis on defa bu çeşit serbestiyetten daha istirahatıma faydalı olduğunu kat'iyyen kanaatım var. Eğer bazı dostlarım mahzun olmasaydı, ben daimi hapiste kalacaktım. Eğer şer'an intihar câiz olsaydı, elbette Rus'un başkumandanının idamına ve İstanbul'u işgal eden i'tilafçıların başkumandanlarının kendini idam etmek vaziyetlerine ve Divan-ı riyasette elli meb'usun huzurunda ilk reisi-i cumhurun şiddetli hiddetine karşı tezellüle tenezzül etmiyen bir adam; pek çok defa bir âdî jandarma ve gardiyanın, âdi bir memurun tahkirane ihanetleri, iftiraları, tazibleri ve ağır ta'cizlerini gören o adama, elbette ölûm yüz defa hayattan daha ziyade ona hoş gelir. Madem Rehberi bahane edip, böyle hiç hatır ve hayale gelmiyen bir evham ile ittiham ediliyorum. Ben ve kardeşlerim Rehberin hakikatıyla hem imanımızı, hem ihlâsımızı tehlikeden kurtardığımız için deriz ki: Rehber on beş sene evvel te'lif edilmiş, üç defa tab' ile binler nüshası bu vatanda iştiyak ile okunmak suretinde intişar ettikleri halde, yüzbinler adam okuyucu hiç kimseden muvafık-muhalif, dindar-dinsizden hiç birisi dememiş: "Biz zarar gördük veya vatana, millete bir zararı var işitmedik." öyle zarar olsaydı, bu ehemmiyetli bir mes'ele olduğu için intişar edecekti. Halbuki, bundan yüzbine yakın şahit gösteririz ki: "Biz ondan imanımızı kurtardık, seciye-i milliyemizi onunla düzelttik, istifade ettik" diye yüzbin şahidi bu davamıza lüzum olsa göstereceğiz.
Acaba bir adamın on hasenesi bulunsa, bir küçük yanlışı nazara alınmadığı halde, böyle yüzbin hasene ve fayda sahibi bir eserin, vehmî asılsız bir kusur tevehhümü ile medar-ı mes'uliyet olabilir mi? Hiç dünyada hayat-ı içtimaiyeye temas eden hiç bir kanun böyle bir hale suç diyebilir mi? O eseri tetkik eden ulûm-u İslamiyeye ve diniyeye mâlik olmıyan ehl-i vukufun suç unsuru diye gösterdiklerinden birincisi: "Lâikliğe aykırıdır, dini siyasete alet ediyor."
1755
Halbuki, müellif otuz beş senedenberi siyaseti terkedip bir gazeteyi okumamış ve şâkirtlerine de: "siyasetle meşgul olmayınız" daima demesi bu suç unsurunu esasıyla keser.
1756
1803
İkincisi: "Dinî tedrisata taraftar olmak" bir suç gösterilmiş. Buna karşı deriz: Dünyada buna suç diyen hiç bir ehl-i iman bulunmaz. Hususan hapisteki olanlar içindeki biçarelere teselli suretinde ders vermiş, tedrisat taraftarlığını o zaman söylemiş. Bu ise, o cümleyi de bütün bütün manasız olduğunu gösterir. Hatta o hapisteki üçyüz adamın az bir zamanda Risale-i Nurla ıslâh olması, cinayetlerden tevbe ederek ve bütün onlar namaz kılmaları, alâkadar memurların nazar-ı dikkatlerini celbetmiş. O memurların bir kısmı demişler: "On beş sene hapiste kalmasının faydası kadar, on beş hafta Risale-i Nur fayda vermiş." Bunu hapisteki Rehber'i yazanlara söylemişler.Müellifi de demiş: Yüz otuz kitaptan ibaret olan Risale-i Nur ve onun küçük bir parçası olan Rehberi tamamıyle olmasa da okuyan adam, elbette onbeş sene hapisteki cezadan fazla ve medresede ders okumak kadar istifade eder, ıslâh-ı hal eder. Fenalıklardan tevbe eder. Acaba böyle bir temenni, böyle bir teşvik -ve beni hapse sokanlar da tasdik ettikleri halde- suç olabrlir mi?
Üçüncüsü: "Tesettür ve terbiye-i İslâmiye taraftarıdır" diye suç göstermiş.. Bunu ise, hem Eskişehir, hem Denizli, hem Afyon'un mahkemesinin kararnamesinde de neşredildiği gibi, onbeş sene evvel Eskişehir'de tesettür taraftarlığım için mahkeme bana ilişmiş. Ben de mahkemeye hem mahkemeyi temyize bu cevabı vermişim ve demişim: "Bin üçyûz elli senede ve her asırda üçyüz elli milyon Müslümanların bir düstur-u hayat-ı içtimaiyesi ve üç yüz ellibin tefsirin manalarının ittifaklarına iktidaen ve bin üçyüz elli senede geçmiş ecdadlarımızın itikadlarına ittibaen tesettür hakkındaki bir ayet-i kerimeyi tefsir eden bir adamı ittiham eden, elbette zemin yüzünde adalet varsa, bu ittihamı şiddetli reddeder ve o ittihama göre hüküm verilse, nakz ve reddedecek.(Haşiye)"
Dördüncüsü: Şahsî nüfûz temin etmek, bir suç unsuru gösterilmiş. Sebebi de: "Risale-i Nurun şahs-ı manevîsi namına konuşuyorum" demesi ve "Kalbe ihtar edildi, hatırıma geldi, kalbime geldi.. Risale-i Nur hem mektep, hem medrese, hem tekye faydası veriyor..."
Ehl-i vukuf bu cümleyi medar-ı ittiham etmiş. Cevaben deriz:
Bir adam kabir kapısında, seksenden geçmiş, kırk senedenberi kendisini inzivaya alıştırmış, yirmi sekiz senedenberi tecrid-i mutlak ve hapis ve nefy içinde bütün bütün dünyadan küsmüş, otuzbeş sene gazeteleri okumamış, dünyaya bakmamış, mukabelesiz ömründe hediye kabul etmemiş, en yakın
1757
akrabasından da, hatta kardeşinden de hiç mukabelesiz bir şey kabul etmemiş; Hürmetten, teveccüh-ü nâsdan kaçmak için,
(Haşiye:) Bu ayet-i kerimenin tesettüre emri kadınlara büyük bir merhamet olduğunu ve kadınları sefaletten kurtardığını Risale-i Nur kat'i isbat ettiği gibi, Sebilürresad'ın 115. sayısındaki "Ehl-i İman âtıiret hemşirelerime" ünvanı olan makalem, bu hakikatı isbat eder. S.N.
1758
1804
halklarla görüşmemek için, -zaruret olmadan- kendine düstur yapmış.. Ve bütün dostların medihlerini kendi şahsına almıyarak, ya Nurcuların hey'etine, ya Risale-i Nurun şahs-ı manevisine havale etmiş ve dermiş: "Ben lâyık değilim, haddim de değil.Ben bir hizmetkârım, çekirdek gibi çürüdüm, gittim. Risale-i Nur ise, Kur'an-ı Hakimin tefsiridir, manasıdır"
Hem herkesin dediği gibi; "Hatırama geldi, yahut fikrime geldi, yahut fikrime ihtâr edildi" gibi ta'birleri herkes isti'mal ediyor. Benim de bunu söylemekten maksadım bu ki: Benim hünerim, benim zekâm değil, Sünûhatı kalbiyeden demektir. Bu da herkesin dediği gibi bir sözdür.
Eğer vukufsuz ehl-i vukufun verdiği mana ilham da olsa; hayvanattan tut, ta melâikelere, ta insanlara, ta herkesin bir nevi ilhama ve sünûhata mazhar olduklarını ehl-i fen ve ehl-i ilim ittifak etmişler. Buna suç diyen, ilim ve fenni inkâr etmek lâzım gelir.
Beşincisi: "Siyasiyyûn, içtimaiyyûn, ahlakiyyûnların kulakları çınlasın" demesini bir suç mevzu'u göstermişler.
Halbuki gençleri tehlikelerden kurtarmak için kısa ve rahat bir çareyi keşfettiğini, siyasiyyûn ve ahlakiyyûn da bunu terviç etsinler manasında demiş: "Kulakları çınlasın!" Buna suç diyen, insaniyet itibarıyla çok suçlu olmak gerektir.
Altıncısı: "Müellif cazibedar bir fitnenin esiri olmak ihtimali olan bu nesli, Risale-i Nurdan medet umanlara verdiği cevablarla kurtaracağına kani’dir". Ehl-i vukuf bu cümleyi de medar-ı ittiham etmişler.
Yüz bin şahitle ispat edilen ve meydana gelen zahir bir hakikatı "Kanaat ettim" demesini medar-ı suç yapmak, ne derece manasız olduğunu dikkat eden anlar.
Yedincisi: "Fitneyi ateşlendiren ve talim eden irtidatkâr bir şahs-ı manevinin mevcut olduğunu ve bu manevi şahsın hayaline göründüğünü söylemekte, fakat kim olduğunu bildirmemektedir" diye ehl-i vukuf medar-ı ittiham etmişler:
Acaba dünyada insî ve cinnî şeytanlar hiç boş dururlar mı? Onların daima fenalıkları yapmak ve yaptırmakla meşgul olduklarından bu vukufsuz ehl-i vukuf hiç bilmemişler mi ki manasız ilişiyorlar. Madem manevî demiş, madem kim olduğunu bildirmemiş; dünyada hiç bir mahkeme böyle manevî
1759
bir adama, yani bir şeytana hakaret ettin diye seni mahkemeye vereceğiz diyen, elbette sözüne zerre miktar ehemmiyet verilmez, bir hezeyan hükmündedir
Sekizincisi: "Doğrudan doğruya Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın i'caz-ı manevisinden süzülen ve çıkan ve tevellüd eden Risale-i Nur esaslarına dayandığı Müellifi tarafından mükerreren ve musırrane beyan ve iddia edil
1760
1805
mekte ve böylece propaganda ile dinî delillere, telkinlere istinad edildiğini" söylemekle suç unsuru gösterilmektedir.
Bunu bütün Risale-i Nuru okuyanların tasdikiyle, hususan meşhur Mısır, Şam, Bağdat, Pakistan ve Diyanet Riyaseti dairesinin uleması tasdiki ile; "Risale-i Nur doğrudan doğruya hakikî bir tefsir-i Kur'anîdir ve Kur'anın malı ve lemaatıdır" dedikleri halde, bu cümleyi medar-ı suç yapanlardan mahkeme-i Kübray-i haşirde hatasının sebebi sorulacak...
Dostları ilə paylaş: |