İslamcıların bu tutuculuğu, kaçınılmaz birtakım tepkiler de doğuracaktı. Bu uzlaşmazlık, bilindiği üzere Batıcılarla Türkçüler arasında ortaya çıktı. Bunlar, kadının kurtuluşu için çalışmakla birlikte, İslamcıların temsil ettiği güce karşı kendilerini kabul ettirmeyi başaramadılar. Gerek Türkçüler, gerek Batıcılar kendilerini devrimci değil ''evrimci'' kabul ettiklerinden, geleneksel kurumlarla modern dünya arasındaki uzlaşmaya razı olmuşlardı. Bu durum karşısında girişimlerinin başarısızlığa uğrayacağı kesindi. Kadının durumunu dönüştürmek yolunda harcanan bunca çaba sonunda, ailede, eğitimde, toplumbilimde, ekonomide ve uygar alanlarda -yukarıdan beri incelediğimiz- cılız sonuçlara ulaşabildiği, bunun şaşmaz kanıtıydı. Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda, Osmanlı İmparatorluğu'nda kadının kurtuluşu hareketinin pek gösterişsiz biçimde de olsa başlatılmasından yaklaşık yüz yıl sonra, her şey yeniden başlangıçtaki duruma dönüyordu. Eski (geleneksel) dengenin umutsuzca savunulması, Batı uygarlığının ''ahlak bozucu'' etkilerine karşı savaşım, -yukarıda da görüldüğü üzere- kadının durumunun daha da kötüleşmesini birlikte getirecekti. F. R. Atay, ''Kara bir irtica, reform hareketlerine karşı olarak, doğmak üzereydi'' der (496).
Acaba bu Türk kadını için geleceğin taşıyıcısı tek tavrın, en köktenci Batıcıların tavrı olduğu mu demektir? Sanmıyoruz, zira bu tavır, daha başka şeyler yanında, Türklerin ulusçu duygularını hesaba katmamaktaydı. ''Kemalist ideoloji Batı uygarlığı ile tümsel bir bütünleşmeyi öngörmekteydi (...) bu ise toplumsal durumda her türlü değişmeyi önlemek için bugün de yaşamayı inatla sürdürmeye çabalayan bir geçmişten de kopmayı gerektiriyordu. Fakat o, yeni kültürel temellerden kalkarak bir yeniyi de içermekteydi.'' (497) İncelememizin ikinci kesiminde büyük ilkelerini gün ışığına çıkarmaya çalışacağımız bu ideoloji, Türkiye'de gerçekleşen tüm reformların ve kadının kurtuluşu savaşımının esin kaynağı olacaktır.