KUNUT
Namazda dua anlamında bir fıkıh terimi.
Sözlükte "İtaat etmek, huşu üzere bulunmak, ibadet yapmak, ayakta durmak" gibi mânalara gelen kunût kelimesinin bazı âyetlerle 589 hadislerde 590 sözlük anlamlan çerçevesinde kullanıldığı görülmektedir. Fıkıh terimi olarak "taatte bulunmak, dua etmek ve herhangi bir serden kurtulmak ya da hayrı elde etmek için namazda Allah'a sığınmak" demektir.
Hz. Peygamber'in çeşitli vesilelerle ku-nut yaptığı sahih hadislerle sabit olduğu için 591 kunutun meşruluğu konusunda görüş birliği içinde bulunan mezhepler kunutun hükmü ve hangi namazlarda, namazın neresinde dua edileceği gibi hususlarda ihtilâf etmiştir. Ebû Hanîfe kunutun vacip olduğunu söylerken aralarında iki öğrencisi Ebû Yûsuf ile Muham-med'İn de bulunduğu çoğunluk sünnet olduğu görüşündedir. Hanefîler'e ve Han-belîler'e göre kunutun yeri vitir namazının son rek'atı, Şâfiîler'e göre sabah namazının farzının son rek'ab ile ramazan ayının İkinci yarısındaki vitir namazlarının son rek'atı, Mâlikîler'e göre ise sadece sabah namazının farzının son rek'atıdır. Ayrıca Hanefîler'e göre kunut rükûdan önce yapılırken Şâfiîler'e ve Hanbelîler'e göre rükûdan sonra yapılır. Mâlikîler'e göre ise rükûdan önce yapılması daha faziletli olmakla birlikte sonra yapılmasında da bir sakınca yoktur.
Kunut duası olarak herhangi bir duanın okunması yeterli görülmekle birlikte Hanefîler ve Mâlikîler Hz. Ömer'den rivayet edilen 592 dualarını, Şâfiîler ve Han-belîler de Hz. Ali'den rivayet edilen 593 duasını okumayı tercih etmişlerdir.
Hanefî ve Mâlikîler'e göre yalnız başına kılınan namazlarda gizli olarak okunan kunut duası cemaatle kılınan namazlarda hem imam hem de cemaat tarafından yine gizli olarak okunur. Şâfiîler ve Hanbe-lîler'de ise cemaatle kılınan namazlarda imam kunutu açık olarak okur, cemaat de açıktan âmin der; herhangi bir sebeple imamın sesini duyamayanlar gizlice kunutta bulunurlar. Diğer taraftan Şâfiîler ve Hanbelîler kunutta ellerin göğüs hizasına kadar kaldırılmasını da sünnet saymışlardır. Ayrıca Hanbelîler kunuttan sonra ellerini yüzlerine sürerler.
Kıtlık, salgın hastalık, düşman saldırısı gibi umumi felâket zamanlarında da kunut duası okunması fakihlerin çoğuna göre meşrudur. Hatta bazı fakihler kunutun sadece böyle zamanlara mahsus olduğunu söylemekte, İbn Kayyim el-Cevziyye 594 ve Şevkânî de 595 bu görüşü tercih etmektedir. Bu gibi durumlarda kunutun hangi namazlarda ve nerede okunacağı da tartışılmış, Hanefî ve Hanbelîler sabah namazının farzının ikinci rek'atında, Şâfiîler ise bütün farz namazların son rek'atında rükûdan sonra yapılacağına hükmetmişlerdir.
Bibliyografya :
Lisânü'l-'Arab, "knt" md.; Buhâri, "Ezan", 126, 128, "Vitir", 7; Müslim, "Mesâcid", 294-308; İbn Mâce. "İkâme", 117-120,145; Ebû Dâvûd, "Vitir", 5, 10; Tirmİzİ, "Vitir", 10; Tahâvî, Şerhu Me'âni'l-âşar, I, 241-254; Ahmed b. Hüseyin el-Beyhaki. es-Sünenü't-kübrâ, Haydara-bâd 1344, II, 197-214; Şîrâzî, el-Mühezzeb, I, 90; Kâsânî, Seda1/', II, 691-695; İbn Rûşd. Bidâ-yetü'l-müctehid, Kahire 1975,1, 141, 218; İb-nü'l-Esîr. en-Nihâye, IV, 111; İbn Kudâme, el-Muğnİ, I, 784-788; Nevevî, el-Mecmû\ III, 492-507; a.mlf., Şerhu Müslim, V. 176-181; İbn Kayyim el-Cevziyye, Zâdü'l-me'âd, Kuveyt 1979, I, 271-285; İbn Hacer. Fethu't-bârî, Bulak 1300, II, 407-409; İbnü'l-Hümâm. Fethu'l-kadîr{Ru-lak), I, 304-310; Bedreddin el-Aynî, ıUmdetü'l-kârî, Beyrut, ts., VI, 73-74; VII, 16-24; Şemsed-din er-Remlî, Nihayetü'l-muhtâc, Kahire 1386/ 1967, 1, 502-509; 11, 115-116; Muhammed b. Ahmed ed-DesûKİ, Haşiye 'ale'ş-Şerfri't-kebîr, Kahire 1328,1, 248-249; Şevkânî, Neytü't-eutâr, II, 384-391; İbnkbiOin, Reddü'l-muhtâr, 1,447-451; A. J. Wensinck, "Kunûf, lA, VI, 991-992. Muhsin Koçak
KURA
Bir topluluk içinden birini seçip belirlemek, mal ve eşya taksim etmek veya şans çekmek için başvurulan yöntem.
Bu terim kısmet veya sehmin (sühme) karşılığı olarak "hisse. pay. şans" anlamında eski Araplar'ca da biliniyordu Kara'a fiili, seferleri sırasında kendisiyle birlikte eşlerinden hangisinin gideceğini belirlemek için kur'a çeken Hz. Peygamber için de kullanılmıştır.596 Makrû kelimesi "kur'a sonucu seçilmiş başkan veya reis" anlamına gelmektedir. Bu mânalandırmamn menşei kur'a kelimesinde bulunuyor olmalıdır. Çünkü kur'a "alt ya da dip kısmı geniş, üst tarafı dar boğazlı dağarcık, tuluk, kırba" demektir. Bu kap şans ve kader oklarını sallamak veya savurmak için kullanılabiliyordu. G. Flügel iki örnekle birlikte bu konuyu geniş şekilde incelemiştir.597
Kur'a çekme deyimi günümüzde de "şans arama" veya "oy vererek seçme yahut seçilme" mânalarında kullanılmaktadır. Eskiden rahipler adaylar arasından din adamı olacakları kur'a ile seçerlerdi. Osmanlı döneminde kur'a, acemi oğlanlarının orduya alınması veya kayıtlarının belirlenmesi için kullanılmıştır: "kur'aya girmek" deyiminin "asker olma çağına ulaşmak" anlamını taşıması da buradan gelmektedir.
"el-İstiksâm bi'1-ezlâm" (oklarla kısmet arama) ve"ed-darb bi'l-kıdâh" (kıdh vurma; kıdh eski Araplar'ın fal açmak üzere kullandıkları bir alet), "remyü'l-cimâr" (taş atma), "et-tark bi'1-haşâ" (çakıl taşlarını bir birine vurmak suretiyle fal açma), "el-hatt bi'r-reml" remil atma. çizgi falı ve "mey-sir" (kumar) gibi çeşitli Câhiliye âdetleri Kur'an ve Sünnet tarafından yasaklandığı halde kur'a tapınmaya ilişkin ve kötü bir yanı olmadığı için serbest bırakılmıştır. Birçok hadis, Hz. Peygamber'in paylaşmada bir çözüm yolu olarak kur'aya başvurduğunu göstermektedir. Bir kararın taraflardan birine haksız görünmesi halinde her hâkim kur'aya başvurabilir.598
Ayrıca kur'a. çeşitli kültürlerde kutsal sayılan veya ilham mahsulü olduğu kabul edilen bazı kitapların rastgele açılması suretiyle yapılan bir falcılık usulüdür. İslâ-mî akidede böyle bir telakki bulunmadığı halde bu falcılığın oldukça erken bir dönemde Emevîler zamanında başladığı anlaşılmaktadır. Burada Kur'ân-ı Kerim'i veya Buhârî'nin el-Câmitu'ş-şalüh"ın açarak tesadüfen o anda karşılaşılan âyetlerin sayılarının veya mânalarının yahut Hz. Peygamber'in sözlerinin yorumuna dayanan bir falcılık söz konusudur.599 Bu tarz falcılığın meşruluğu konusunda farklı görüşler ileri sürülmektedir. Buhârî şârihi Kastallânî. Hanbelî fakihi İbn Batta'yı takip ederek bunun meşruiyetini kabul ediyorsa da Ahkâmü'l-Kur'ân'da Ebû Bekir İbnü'l-Arabî, Demîrî tarafından zikredilmiş olarak da 600 Ebû Bekir et-Turtûşî ve Şehâbeddin el-Karâfî gibi müellifler Kur'an'dan fal açmanın caiz olmadığını söylerler. İbnü'1-Hâc el-Abderî bu yasak üzerine el-Medhal'in-de "Kerâhatü ahzi'l-fâl mine'l-Mushaf" başlığı altında geniş bir bölüm ayırmıştır (1,878).
Günümüze ulaşan falnamelerden anlaşıldığına göre İslâm'da en çok saygı gösterilen iki kitaptan 601 fal açma konusu başlıca şu eserlerde anlatıldığı şekilde yapılmıştır:
1. Kur'atü'I-İmûm Ccfier b. Ebî Tâlib.602 Şîatarafındanyayılan bu tarz ilk defa. 8 (629) yılında Mûte Sa-vaşı'nda şehid düşen Hz. Peygamber'in amcasının oğlu Ca'fer için kullanılmıştır. Rivayete göre bu sefer sırasında Ca'fer'in arkadaşı Abdullah b. Revâha Kur'an'dan fal açmış ve bir âyetten 603 Ca'fer'in şehid düşeceğini önceden tahmin etmiştir.
2. el-Kur'atü'1-Me'mûniy-ye. Filozof Kindî'ye atfedilir. Eser. tablo halinde 144 sorudan (başlık) ibaret olup her biri on ikişer cevap ihtiva etmektedir.604 Aynı mecmuada yer alan 605 el-Kufatü'd-Devâzdehemrec adlı kitapçığın müellifi meçhul olmakla birlikte İstanbul Üniversitesi Kütüphane-si'nde 606 buna benzer isimde 607 bir çalışma Kin-dFye nisbet edilmektedir. Me'mûn'a izafe edilen iki kur'a eseri daha vardır.608
3. el-Kur'atü'1'Cevheriyye.609 Falcılığın uygulanmasında belirgin bir gelişmeyi göstermektedir. Te'vil usulü veya mecazi yorumla tefsir edilmiş âyetlerin kullanılmasına, cefr ve ilmü'l-hurûf ve'1-esmâ gibi usullerin yanında bazı aritmetik usuller de (hisâbü'l-cümel, hisâbü'nnim) eklenmektedir. Buna göre uygulanan bu usul harflerin değişik kümeler halinde birleştirilmesinden ve her paragrafta bu birleşmenin nesir halinde yorumlanmasından ibarettir. Paragraflar birbiriyle kafiyeli olup "kale er-râ-ciz" ifadesiyle başlarlar.
Kurhtü hurûfi'l-mu'cem'de 610 harfler ebced tertibine göre yatay olarak üç sıra halinde yerleştirilmiştir: İşaret parmağı harflerden biri üzerine konur ve nazım halindeki bu harfin mânasını açıklayan paragrafa bakılır.611
Kur'atü Dânyâl. Bu kur'ada iki cümle halinde ifade edilmiş olan sayılar kur'a için kullanılır. Cümleler şöyle dizilmiştir:
Bu ifadelerin mânalandırılmasını sağlayan bir açıklama vardır. Kur'atu'l-Cev-heriyye'de olduğu gibi nazım halinde ifade edilmiş "kale er-râciz" ifadesi de yer alır.612 İbnü'n-Nedîm'de 613 böyle bir yazı Zülkarneyn'e. Dânyâl peygambere. Pisagor'a, İbnü'l-Mürtahil'e ve hıristiyanlara atfedilmektedir.614 Bu tür kur'a yoluyla büyük bir karmaşa ortaya çıkmakta ve bunun en çarpıcı örnekleri Bîrûnfnin Sanskritçe'den tercüme ettiğini söylediği el-Kurcatü'l-müşerriha bi'l-cavâkıb, el-Kufatü'J-müşemmene li'stinbâti'd-damîri'l-müşemmene ve Şerhu me-zâmîri'I-kur'ati'l-müşemmene adlı üç eserde görülmektedir.615
Halkın kullanması için çok karmaşık olan bu kur'a tarzlarından başka "kur'a-tü'l-enbiyâ, kur'atü't-tuyûr. kur'a mey-mûne" gibi çok daha basit kur'a şekilleri de bulunmaktadır. Kur'atü'l-enbiyâ. parmağın üzerine düştüğü peygamber isminde sorulan soruya cevap aramaktan İbaret olan ve esas itibariyle kur'a çekmeye dayanan bir kur'a şeklidir. Kur'atü't-tuyûr (burada tayr, en geniş kapsamıyla "iyi veya kötü talih" anlamına gelir), kuşların uçuşu dahil müracaat anında kendini gösteren her olaydan anlam çıkarır.616
Bibliyografya :
TâcüVarüs,"kfa" md.;Tabetl Târth(Ebü'\-Fazl], II, 611; İbnü'n-Nedîm, el-Fihrist, s. 314; Bîrûnî, el-Âşârü'l-bâktyecani'l-kurûni't-hâliye (nşr E Sachauj. Leipzig 1876, neşredenin girişi, s. XIV; İbnü'l-Hâc Gl-Abderî, el-Medhal, Kahire 1401/1981, 1, 878; Demiri. Hayâtü't-hayevân, Bulak 1284/1867,11, l\9;Keşfü'z-?unûn,l,272; Ed. Doutte. Magie et reügîon en Afriçue du nord, Alger 1909, s. 376-377; H. Masse, Croy-ance et coutumes persanes, Paris 1938, I, 245 vd.; Toufic Fahd, La dtüination arabe, Stras-bourg 1966, s. 214-219 (bu eserde, maddede zikredilmiş olan bütün kehanet ve fai usullerinin bir incelemesi vardır |s. l79-2]4|);a.mlf.. "Kur'a", EP (İng.|, V, 398-399; Abdullah b. Mûsâ el-Am-mâr, el-Kur'a ue mecâiâü tatbikthâ ft'l-fıktıi'l-İslâmî, Riyad 1407; Stezmann. "Die Loosbüc-her des Mittelalters", Serapeum, Xl/4-6, Leipzig 1850, s. 49 vd., 69 vd.; Xll/20-22 (1851), s. 305 vd.; G. Flügel, "Die Loosbücher der Moham-madaner", Berichte über die Verhandlungen der Königlich Sâchsischen Gesellschaft der Wtssenschaften zu Leipzig. Phitotogisch-Hİs-torische Klasse, XI[-XNI, Leipzig 1860, s. 27-74; P. Tannery. "Notices sur les fragments d'ono-matomancie arithmetique", Notices et extraits, XXXl/2 (1886), s. 231-260; D. C. Phillott. "Bib-liomancy, Divination, Superstitions amongst the Persians", JASB, sy. 2 (1906). s. 339-342; E. LĞvi-Provençal, "La recension maghribine du Sahih d'al-Bohâri", JA, CCI1 (1923), s. 213; G. Weil. "Die Königslose J. G. Watzsteinsfreie Nanchdichtung einesarabischen Loosbüches überarbeitet und eingeleitet", MSOS, XXXI (1928), s. 1-69; Khan Bahadur Abdul-Kadir-e Sarfaraz, "Divination by the Divân of Hafız", M. P. Kharvgat Memoriat, I (1953], s. 276-294. Tevfîk Fehd
Fıkıh.
Sözlükte "pay" anlamına gelen kur'a, fıkıh terimi olarak payların birbirinden ayırt edilmesi veya bir kimsenin öncelik sırasının tayini için başvurulan isim belirleme usulünü ifade eder. Tanımda "çare, çözüm yolu" gibi mânalara gelen hîle kelimesinin kullanılması, kur'anın ancak başka yollarla halledilmesi mümkün olmayan durumlarda başvurulacak bir işlem olduğu imasını içerir. Bu anlamıyla kur'a, "hisselerin belirlenip ayrılması" mânasındaki kısmet (paylaştırma) terimiyle anlam benzerliğine sahip olup fıkıh kitaplarında ağırlıklı olarak "kitâbü'l-kıs-me" bölümlerinde ele alınır. Kur'aya başvurma işlemi için de ikrâ', iktirâ", ishâm, istihâm, müsâheme gibi kelimeler kullanılır.
Kur'an'da önceki şeriatlara ilişkin olarak zikredilen iki olayda kur'aya başvurulduğu anlatılır.617 Câhiliye döneminden devralınan bir uzlaşma usulü olarak İslâm dönemine intikal etmiş olan kur'anın meşruiyeti bu âyetlerin yanı sıra icmâa veya "Birbiriniz-Ie çekişmeyiniz 618 âyetine de dayandırılır.619 Hz. Peygamber'in yolculuğa çıkarken hangi eşinin kendisiyle geleceğini belirlemek üzere kur'aya başvurduğuna620 ve ölüm döşeğindeki sahipleri tarafından azat edilen altı köleyi Resûl-i Ekrem'in çağırıp ikişerli olarak üç gruba ayırıp aralarında kur'a çekerek kur'anın isabet ettiği ikisini azat ettiğine 621 dair rivayetler de kur'a usulünün sünnetten dayanakları olarak gösterilir. Son olayda Resûlullah'ın kölelerin altısını da azat etmeyip kur'aya başvurmasının sebebi, ölüm hastalığında yapılan tasarrufun tıpkı ölüme bağlı bir tasarruf olan vasiyet gibi vârislerin hakkını muhafaza gayesiyle terekenin üçte birini aşamayacağı ilkesidir.622 Bu iki uygulama yanında Hz. Peygamber'in, "Eğer insanlar ezanın ve ilk safın faziletini bilselerdi ve bunu belirlemenin kur'adan başka bir yolunu bulamasalardı mutlaka bunun için kur'aya başvururlardı" sözü de 623 dolaylı biçimde kur'anın cevazına işaret etmektedir.624
Kur'aya başvurmanın cevazında fakih-ler görüş birliği içinde ise de hangi konu ve durumlarda buna başvurulacağı ve kur'aya başvurmanın hükmü aralarında tartışmalıdır. Fal ve kumarın İslâm'da haram kılınmış olması sebebiyle bu grupta yer alan işlemlerde kur'aya başvurulmasının caiz olmadığı açıktır. Kur'a kural olarak hak kazandırıcı bir işlem olmayıp sadece hakların veya maslahatların eşit bulunduğu, yani birçok kişinin eşit derecede hak sahibi olduğu durumlarda başlama önceliğinin veya eşit payların aidiyetinin kin ve nefrete yol açmaksızın belirlenmesi amacına yönelik bir işlemdir. Bir hakkın sahibinin belirli olduğu durumlarda bu hakkın zayi olmasına yol açabilecek şekilde kur'aya başvurulması ilke olarak caiz değildir. Bunun için de klasik literatürde kur'a daha ziyade ortak malların, ganimetlerin ve mirasın paylaştırılması konusunda gündeme getirilmiş ve bunun câizliği genelde kabul görmüş, diğer durumlarda kur'aya başvurmanın câizliği ve hükmü ise fıkıh ekolleri arasında tartışmalı kalmıştır.
Kur'aya başvurmanın uygulama alanını en dar tutanlar Hanefî ve Mâlikîler, en geniş tutanlar ise Hanbelîler ve kısmen Şâfiîler'dir. Diğerlerinden farklı olarak Hanbelîler kur'ayı bir beyyine olarak da görmektedir. İbn Rüşd, ölçüye tartıya gelmeyen şeylerin paylaşımında karşılıklı rızâdan sonra ikinci usul olarak kur'ayı önerir.625 Karâfî'ye göre hakların veya maslahatların eşit olması ve nakle rızânın bulunması şartıyla her yerde kur'aya başvurulabilir.626 Kur'anın en muhtemel uygulama alanlarından biri sahibi belirli olmayan hakların kullanım önceliğini belirlemektir. Meselâ eşit dereceli birkaç velinin bulunması durumunda nikâh velayetinin kime ait olacağı, cenazenin kimin tarafından yıkanacağı ve namazının kimin tarafından kıldınlacağı, aynı yakınlık derecesinde kadın akraba arasında çocuğun bakım ve gözetimini kimin üstleneceği gibi hususlar bu kapsamdadır. Eşit payların sahiplerini belirlemek üzere ortaklar arasında, iki beyyinenin çatışması durumunda hasımlar arasında ve terekenin üçte birini aşan köleler arasında kur'aya başvurulmasında olduğu gibi mülklerin birbirinden ayırt edilmesinde, ölü arazinin ihyası gibi ihtisas haklarında da kur'aya başvurulabilir.627
Hanefîler nesep ve mülkiyet davasında, kölelerin hangilerinin azat edilmiş sayılacağını belirlemede kur'aya başvurulmasını, bir hakkın kazanımmın kur'aya bağlanmasında kumar ve fal oklarıyla paylaşma anlamı bulunduğu gerekçesiyle caiz görmezler. Hz. Ali'den gelen bir rivayeti esas alan Şâfiîler kur'ayı nesep tayini konusunda başvurulabilir bir çare olarak, hatta kur'ayı bir beyyine olarak gören Hanbelîler, gıyabî koca lehine işletilecek nesep karinesine veya yeminden kaçınmaya dayanarak hüküm vermekten daha kuvvetli bir usul görürler.628 Hanefîler Hz. Ali'den nakledilen uygulamayı çeşitli gerekçelerle dikkate almamışlar, yolculuğa birlikte çıkılacak eşin belirlenmesi, ortak malların paylaşımında hisselerin tesbiti gibi konularda, birincisinde eşlerden birine meylettiği töhmetini gidermek, ikincisinde ortakların içini rahatlatmak için kur'aya başvurulmasını, mevcut sünnet ve bu yönde bir teamül oluştuğu ve kumar anlamı içermediği gerekçesiyle istihsanen caiz görmüşlerdir.629
Birkaç kişi arasında ortak olan malın hâkim veya hâkimin tayin edeceği bir görevli (kasım, kassam) tarafından kur'a yoluyla paylaştırılması bağlayıcı kabul edilmekte, ancak ortakların kendi belirledikleri paylaştırıcının gerçekleştirdiği kur'a-nın bağlayıcı olup olmadığı konusunda farklı görüşler bulunmaktadır.630
Bibliyografya :
Tehânevî. Keşşaf, II, 1199; Buhârî, "Ezan", 9, 32, "Nikâh", 97; Müslim. "Şalât", 129, "Fe-zâ'ilü'ş-şahâbe", 88, "Eymân", 56; Şafiî. el-Üm, VIII, 3-7; Ebû Ubeyd Kasım b. Sellâm. Kitâbü'l-Emvâl fnşr. M. Halîl Herrâs), Kahire 1975, s. 592;Cessâs, Ahkâmü'l-Kur'ân (Kamhâvî), II, 294; ][], 306; V, 253; İbn Hazm. ei-Muhattâ,]X, 342-348; Şîrâzî. el-Mühezzeb, Kahire 1976, II, 6-8; Serahsî. et-Mebsût, V, 4-8; Gazzâlî. et-Müs-taşfâ, Bulak 1322, I, 296; Kasânî. Bedâ'i\ II, 333; VII, 19; İbn Rüşd. Bidâyetü'l-müctehid, II, 222-226, 302; İbn Kudâme, et-Muğnî, Kahire 1989, X, 252-253, 524-526; XIII, 427, 592; XIV, 378-386, 395; Nevevî. Şerhtu Müslim, IV, 157-158; X, 46; XI, 139-140; XV, 209-210; İzzeddin İbn Abdüsselâm. Kavâldü'l-ahkâm, Beyrut, ts. (Dârü'l-kütübi'l-îlmİyye), I, 53, 66, 77-78, 82; Karâfî. el-Furûk, Kahire 1347, IV, 111-114; İbn Kayyim el-Cevziyye. et-Turuku'l-hükmtyye, Beyrut, ts. (Dârü'l-kütubi'i-ilmiyye), s. 195, 265-307; Zerkeşî. el-Menşûr fı'l-kauâ'id (nşr. Teysîr Faik Ahmed Mahmûd), Kuveyt 1402/1982, III. 62-68; İbn Receb. el-KauâHd (nşr. Tâhâ Abdürraûf Sa'd), Kahire 1392/1972, s. 377-398; Rassâ'. Şerhu Hudûdi Ibn'Arafeinşi. M. Ebül-Ecfân-Tâhir el-Ma'mûrî), Beyrut 1993, II, 497-498, 667-669; Güzelhisârî, Menafı'u'd-dekâ'ik, s. 15; Şev-kânî. Heylü't-eutâr, VI, 217-218; İbn Âbidîn. Reddü'l-muhtâr (Kahire], III, 206; VI, 263; Ahmed Fethî Behnesî, el-Mevsû'atü'l-cinâ'iyye ft'i-fıkhi'l-lstâmt, Beyrut 1412/1991, IV, 200-207; Pakalm,II, 323-324;T. Fahd."Kur'a", £72(ing.), V, 398-399; "KurV, Mu/; XXXIII, 136-150. Yunus Apaydın
Dostları ilə paylaş: |