İMİ Şinasi Gündüz
HARRÂR SEFERİ
Hz. Peygamber'in
Kureyşliler'e karşı gönderdiği
İlk seriyyelerden biri.
Resûl-i Ekrem'in Medine'ye hicretinden sonra başta Ebû Süfyân olmak üzere bazı müşriklerin, hicret eden Mekkeli hemşehrilerini himayeden vazgeçmeleri için ensara mektup yazması müslüman-ları tedirgin ediyordu. Hz. Peygamber, Medine çevresinden geçen Kureyş kabilesine ait kervanlar üzerine seferler düzenleyerek onları ekonomik açıdan baskı altına almayı ve böylece düşmanlıklarına karşılık vermeyi düşündü. Harrâr seferi, bu amaçla hicretten sonraki yedi-on altıncı aylar arasında düzenlenen üç seriy-yeden biridir. Bu sefere kumandanına nisbetle Sa'd b. Ebû Vakkâs Seriyyesi de denilmektedir.
Harrâr, Mekke İle Medine arasında Râ-biğ sahil şehrinin doğusunda, Gadîr-i Hum ile Cuhfe'nin güneyinde, Mekke ile Medine'yi birbirine bağlayan yol üzerinde bir vadi olup bazı kaynaklarda yanlış olarak Hazzâz. Hazzâr (Şâmî, VI, 25-26}, Hazar (Ebû Zehre, 11,686-687) ve Hezâz{7ec-rid Tercemesi, X, 132) şeklinde geçmektedir. Kaynaklar. Harrâr'ı Resûlullah'ın hicret yolculuğu esnasında uğradığı yerler arasında gösterir.
Hicrî 1. yılın Zilkade ayında {Mayıs 623) bir Kureyş kervanının Harrâr'dan geçeceğini öğrenen Hz. Peygamber, Sa'd b. Ebû Vakkâs'ı yirmi veya yirmi bir muhacirden oluşan bir birliğin başında Harrâr'a gönderdi. Diğer kaynakların aksine İbn Hişâm seriyyenin sekiz kişiden oluştuğunu kaydediyorsa da (es-Sîre, I, 600) birliğin altmış kişilik Kureyş kervanına karşı sevke-dildiği dikkate alınırsa bu sayının gerçeği yansıtmadığı söylenebilir. Resûl-i Ekrem, seriyyenin beyaz sancağını Mikdâd b. Amr'a (Mikdâd b. Esved) teslim etti. Yaya olarak yola çıkan birlik güvenlik sebebiyle gündüzleri gizlenip geceleri yürüdü: yola çıkışının beşinci gününün sabahı Harrâr'a ulaştı. Kureyş kervanının buradan bir gün önce geçtiğini öğrenen müslü-manlar. Hz. Peygamber kendilerine Harrâr'dan ileriye gitmemelerini özellikle tembih ettiği için kervanı takip etmeyip Medine'ye döndüler.
Vâkıdî, İbn Sa'd, Belâzürî, Teberi ve îbn Hibbân bu bilgileri verirken İbn Hazm {CeuâmFu's-sîre, s. 104) ve İbn Abdülber
[ed-Dürer, s. 98} Harrâr seferinin ilk Bedir Gazvesi {Bedrü'i-ûlâ) esnasında, Medi-neliler'e ait hayvanları yağmalayan Kürz b. Câbir'i yakalamak üzere düzenlendiğini kaydederler. İlk Bedir Gazvesi 2. yılın Rebîülevvel ayında (Eylül 623} veya Ce-mâziyelevvel ayının başında (Kasım 623) vuku bulduğuna göre İbn Abdülber ve İbn Hazm'ın verdiği bilgiler diğer kaynaklarda yer alan bilgilerle çelişmektedir. Bu durumda, 2. yılda da Sa'd b. Ebû Vakkâs başkanlığında bir başka seriyyenin gönderilmiş olması söz konusudur. AncakTa-berî dışındaki diğer müellifler, ilk Bedir Gazvesi sırasında böyle bir seriyyenin gönderildiğinden bahsetmezler. İlk Bedir Gazvesi sırasında Sa'd'ın sekiz kişiyle gönderildiğini kaydeden Taberî (Târih, II, 406) bu bilgiyi, Harrâr seferini tarih vermeden 2. yılın Cemâziyelâhir ayında (Aralık 623) meydana gelen Uşeyre Gazvesi'nden sonra zikreden İbn Hişâm'a {es-Sîre, ı, 600} dayanarak vermiş olmalıdır. Ancak İbn Hİşâm'ın bazı olayları anlatırken kronolojik sıra takip etmediği unutulmamalıdır. İbn Kesîr. Harrâr seferinin 1. yılın Zilkade ayında (Mayıs 623) gerçekleştiğini kabul eden VâkıdTnin bu konuda daha güvenilir olduğunu kaydetmektedir {el-Bidâye, III. 234-235). Bu durumda Harrâr seferinin, İbn Hazm ve İbn Abdülberr'in verdiği bilgiler doğrultusunda vuku bulduğunu kabul etmek mümkün değildir.
Muhammed Hamîdullah, Harrâr seferinin düşmanın durumuna dair keşifte bulunmak veya bölgede oturan kabilelerin müslümanlarla iş birliği yapıp yapmayacaklarını anlamak amacıyla düzenlenmiş olduğunu söyler.
BİBLİYOGRAFYA :
Vâkıdî. el-Meğâzİ, I, 11; İbn Hişâm, es-Sîre, I, 600; İbn Sa'd, et-Tabakât, II, 7; Belâzüıi. Ensâb, !, 371; T^berî, Târih (Ebü'l-Fazl). II, 403, 406; İbn Hibbân, es-Sîretü'n-nebeviyye ue ahbârü'l-hulefâ', Beyrut 1991, s. 151; İbn Hazm, Ceoâ-mi'u's-sîre. Kahire, ts. , s. 104; İbn Abdülber, ed-Dürer fi'htişâri't-meğâzî oe's-siyer (nşr. Şevki Dayf), Kahire 1983, s. 98; Bekrî.Mu'cem, I, 492; II, 1161;Yâküt, Muıcemü'l-büldân, II, 350; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil,U, 112; İbn Seyyidünnâs,
İMİ İbrahim Sarıçam
r HARRÂZ, Ebû Saîd ""
(bk. EBÛ SAÎD el-HARRÂZ).
L J
r n
HARRAZ,
Muhammed b. Muhammed
Ebû Abdillâh Muhammed
b. Muhammed b. İbrâhîm
el-Ümevî eş-Şerîşî
(ö. 718/1318)
Kıraat âlimi.
L J
Aslen Endülüs'ün Şerîş (Jerez) şehrindendir. Emevî soyundan geldiği için Üme-vî nisbesiyle anılır. Harrâz Fas'ta yetişti. Başta Ebû Abdullah Muhammed b. Ali (b.) el-Kassâb olmak üzere Fas'ın önde gelen âlimlerinden Arapça, resmü'1-mus-haf ve Mâliki fıkhı gibi birçok ilim dalında ders aldı. Bilhassa kurra-i seb'adan Nâ-fi" b. Abdurrahman'ın kıraatiyle resmü'l-mushaf konularında mütehassıs oldu.
Eserleri. Harrâz'ın başlıca eserleri şunlardır: 1. Mevridü'z-zam'ûrı fî {hükmî) resmi [ahruUyi-Kur^ân. Kur'ân-ı Ke-rîm'in Hz. Ebû Bekir devrinde cemedilme-si, Hz. Osman döneminde çoğaltılması, kelimelerinin yazılış şekilleri ve hareke-lenmesine dair bilgi veren recez vezninde bir manzumedir. 711 (1311) yılında nazmedilen Mevridü'z-zam'dn, resmü'l-mushaf Konusunda yazılan en önemli eserlerden biri olup bu konuya dair daha önce kaleme alınan Ebû Amr ed-Dânfnin el-Muknf, Dânî'nin talebesi Ebû Dâvûd Süleyman b. Necâh'm et-Tebyîn li-hi-câH't-tenzîi ve Kasım b. Fîrruh eş-Şâtı-bî'nineJ-Mutaıi'i manzum hale getirdiği ıAkîletü etrâbi'l-kaşâ'id adlı eserleri esas alınarak ve bunlara bazı ilâveler yapılarak meydana getirilmiştir. İbn Haldun'un belirttiğine göre Harrâz'ın bu manzumesi Kuzey Afrika'da meşhur olmuş ve Ebû Amr ed-Dânî, Ebû Dâvûd Süleyman b. Necâh ve Şâtıbfnin eserlerinin yerini almıştır. Manzumenin biri Sü-leymaniye Kütüphanesi'nde olmak üzere (İbrahim Efendi, nr. 28/3) çok sayıda nüshası mevcuttur (Brockelmann, GAL, II. 320; SuppL, II, 349; et-Fihrisü'ş-şâmU, s. 42-47). Eser üzerine pek çok şerh yazılmış olup İbrahim b. Ahmed et-Tûnİsî'-nin Delîlü'l-hayrân şerhu Mevridi'z-zam'ân fî resmi ve zabtı'İ-Kur:'âri'ı (Kahire, ts.: Beyrut 1995). Ahmed Muhammed Ebû Zîthâr'ın Letâ'ifü'1-be-yân fî resmi'I-Kur'ârii (Şerhu Mevri-
HARRÂZİYYE
di'z-zam'ân) (Kahire 1389), Ebû Muhammed Abdullah b. Ömer es-Sanhâcî'nin et-Tibyân fî şerhi Mevrİdi'z-zam'ân'], Hasan (Hüseyin) b. Ali es-Simlâlî eş-Şev-şâvîer-Recrâcî'nin Tenbîhü'l-^atşân 'ala Mevndi'z-zam3ân'\ ve İbn Âşir el-Fâsf-nin Fethu'l-mennân el-mervî bi-Mev-ridi'z-zam'ân'ı (Brockelmann, CAL, II, 320; SuppL, II, 350; el-Fihrisü'ş-şâmil, s. 47-49, 59-60, 72, 78-82) bunlardan bazılarıdır. Ayrıca Ebû Zeyd İbnü'l-Kâdî el-Mik-nâsî (ö. 1082/1671), Mevridü'z-zamiân-daki yanlışları düzeltmek ve eksiklerini tamamlamak üzere Beyânü'l-hilâf (ihtilâf) ve't-teşhîr ve'I-istihsân ve mâ ağ-felehû Mevridü'z-zamyân adıyla bir eser telif etmiştir (Brockelmann, GAL, II, 320; Suppl., El, 350; et-Fihrisü'ş-şâmil, s. 84-85}. 2. 'Umdetü'I-beyân ii'ı-resm [ue'z-zabt). Resmü'l-mushafa dair olan ve çeşitli kütüphanelerde nüshaları bulunan esere {a.g.e., s. 41) Saîd b. Saîd b. Dâvûd el-Cezûtî /'ânetü'ş-şibyân adıyla bir şerh yazmıştır (Brockelmann, GAL SuppL, II, 982; el-Fihrisü'ş-şâmil, s. 102). 3. e7-Mai(şadıi(e/-Kaşdü)'n-nâ/iı li-buğ-yeti'n-nâşî ve'l-bâric ü şerhi'd-Düre-ri'1-levâmi' fî kırâ'ati JVâ/i1. Eser, Nâfi' b. Abdurrahman'ın kıraatine dair İbn Berrî er-Ribâtî tarafından 697 (1298) yılında yazılan ed-Dürerü 'l-levâmiı fî asli makre'i'1-fmâm Nâficadlı kitabın şerhidir (Brockelmann, GAL SuppL, II, 350; el-Fihrisü'ş-şâmil, I, 242-243). BİBLİYOGRAFYA :
İbnü'l-Cezerî. Gâyetü'n-nihâye, II, 237; İbn Haldun, Mukaddime, III, 1030; İbrahim b. Ahmed et-Tûnisî. Delîlü'l-hayrân şerhu Meori-di'z-zam'ân, Kahire, ts., s. 5; İzâhu'l-meknûn, I, 468; II, 227, 605; Mahlûf. Şeceretü'n-nûr, I, 215; Zîriklî, ei-A'lâm, VII, 262-263; Brockelmann. GAL, II, 320; SuppL, II, 349-350, 982; Kehhâle, Mu'cemü'l-müeliİftn, XI, 176; Mustafa es-Sâvî el-Cüveynî, A'lârnü'd-dirâsâti'l-Kur-'âniyye, İskenderiye 1982, s. 241-242; Ali Şe-vâh İshâk. Mu'cemü muşannefâti't-Kur'âni'l-Kerîm, Riyad 1404/1984, III, 286-287; el-Fih-risü'ş-şâmil: resmü'l-meşâhif, Amman 1406/ 1986, s. 39-50, 59-60, 72, 78-82, 84-85, 102; a.e.: mahtûtâtü'l-kırâ'ât, Amman 1407/1987,
I, 242-243.
IffiJ Mustafa Çetin HARRÂZİYYE ""
Fena ve beka konularındaki
fikirleriyle tanınan Ebû Saîd el-Harraz'a
(Ö. 277/890 [?]) nisbet edilen bir tarikat
(bk. EBÛ SAÎD el-HARRÂZ).
L J
243
HARRE
r HARRE ""
Arabistan yarımadasındaki
bazalttan oluşan volkanik alanlar.
L J
Arapça'da ateşte yanmış gibi görünen, siyah bazalt kütleleri veya parçaları ile örtülü düzlük ve tepeciklerden meydana gelen volkanik alanlara harre (sıcak, kızgın) denilmektedir; lâbe de (lâve, lav) harre İle eş anlamlıdır. Yanardağların püskürmesi sırasında akan lavların soğuya-rak katılaşması sonucunda teşekkül eder ve geniş bir alana yayılır. Arabistan'daki yükselti ve vadilerin çoğunun bu şekilde oluşması yarımadanın karakteristik özel-liklerindendir. Harre alanlarının ortaya çıkması uzun zaman alır ve bu uzun zaman zarfında tepelerden kopan parçalar eteklerde birikir, sonra da bu bölgeler herhangi yeni bir harekete mâruz kalmadığında yavaş yavaş çöle dönüşür. Bazı yorumcular, bu durumun Tevrat'ın Ye-remya bölümünde (17/6) tasvir edilen çöllerle uygunluk arzettiğini söylemektedir [lA, v/l. s. 301). Yarımadada İslâm öncesi dönemde yanardağ patlamalarına başta Antere olmak üzere birçok şairin temas ettiği görülür. Hz. Ömer zamanında 19 (640) yılında Harretü Leylâ diye bilinen yerde patlama olmuş (İbn Kesîr, Vll, 96}, Hz. Osman döneminde de Medine yakınındaki volkanik dağların birinden duman çıkmıştı. Hicaz bölgesinde vuku bulduğu tesbit edilen en son volkanik patlama. 28 Haziran 1256'da Medine'nin doğusunda meydana gelmiş, birkaç hafta süren bu faaliyet sırasında sık sık yer sarsıntıları olmuş ve yanardağdan çıkan lavlar Harretü'l-Arîd'e kadar uzanmıştı (a.g.e., XIII, 190; Semhûdî. I. 100). Ancak bu patlamadan Medine herhangi bir zarar görmemiş ve olayı rivayet eden tarihçiler hayretle karşıladıkları bu durumu Hz. Peygamber'in şehre ilişkin hadis-leriyle yorumlamaya çalışmışlardır. O tarihten beri Arap yarımadasının herhangi bir kesiminde bu tür bir yer hareketine rastlanmamakla birlikte bölgedeki volkanların tam olarak pasifleşmediği ve zaman zaman faaliyete geçebileceği tahmin edilmektedir.
Arabistan'ın orta ve batı taraflarında Havran'ın doğusuna kadar uzanan kısımda "harre" denilen birçok yer vardır; bunların çoğu Dımaşk ile Medine arasında bulunmaktadır. İslâm coğrafyacıları. Suri-
244
ye-Yemen arasında günümüzde on üç tanesi bilinen (Bayumi, s. 9) yirmi dokuz harre olduğunu ve bunların en meşhurlarının Medine çevresinde yer aldığını kaydetmektedirler. Arap yarımadasındaki harrelerin güvenilir bir haritası. 1882'de A. Stübel'İn seyahat hâtıralarıyla birlikte indeksli olarak neşredilmiştir {ZDMG, XXII (I868|, s. 365 vd.). Otto Loth, Yakut'un zikrettiği yirmi dokuz harrenin yerlerini belirlemeye çalışır ve onun Güney Arabistan, Hadramut ve Yemen'de bulunan bazı harrelere temas etmediğini, ismini verdiği bazılarının da bugün mevcut olmadığını söyler. Hamed el-Câsir de özellikle adları birbirine karışmış olan bazı har-releri tesbit etmeye çalışır. En geniş alanı kaplayan Hayber ve Uveynd harrele-ridir. Harrelerden çoğu Câhiliye döneminde veya İslâmî dönemde meydana gelen bir olayla meşhur olmuş ve bu olayla ya da üzerinde yaşayan kabilenin adıyla anılmıştır; dolayısıyla isimlerin çoğunluğu mahallîdir. Hicaz bâdiyelerinde her kabilenin kendine mahsus bir harresi vardı; buralara gelerek çadır kurar ve "ham" dedikleri develerini otlatırlardı. Bu bölgeler Araplar'm eskiden beri taş ve madencilik alanları idi; özellikle bazalttan değirmen taşı yapılırdı. Bugün de Vâdilku-râ ile Teymâ arasında bulunan Harretün-nâr boraks madeninin en bol olduğu yerdir. Sert ve muhtelif ebatlardaki dağınık taşlardan meydana gelen harrelerde yaşamanın zorluğuna rağmen halkın buralara gelmesinin sebebi zengin su kaynaklarının bulunmasıydı. Çünkü bazalt tabakalarının altında su rezervleri bulunuyordu. Nitekim günümüzde de Medine'yi besleyen zengin su kaynaklarının çoğunun harre bölgelerinde yer aldığı Bayu-mi'nin çalışmasıyla teyit edilmektedir (bk. bibi.)- Bunların yanı sıra üzerinde sürekli olarak ikamet edilenler de vardı. Meselâ Medine harrelerinden Harretü Va-kım'ın iki mahallesinde Benî Kurayza ve Benî Nadîr yahudileri, üç mahallesinde de Evs kabilesinin üç kolu oturuyordu. Benî Abdüleşhel'in oturduğu mahallede ise bu kola ait bir kale bulunuyordu. Hicret'ten sonra Benî Nadîr yahudileri burada kuşatılarak Medine'den çıkarılmış, ayrıca Benî Kurayza yahudileri de yine burada mağlûp edilmişti (Ahmed İbrahim eş-Şerîf, s. 312). Yapılan arkeolojik kazılarda bulunan içi kurşun kaplı muhkem bir sarnıç ile seramik ve tuğla ocakları, nübüvvetin başlangıcında bu harrelerin
muntazam bir İskân gördüğünü doğrulamaktadır.
Hz. Peygamber hicretten önce ashabına, "Sizin hicret edeceğiniz yerin iki kara taşlık (harre) arasında hurmalık bir şehir olduğunu gördüm" demiş (Buhârî, "Kefalet", 4 (ve bu haber başta Selmân-ı Fârisî'nin İslâm'a girişiyle ilgili rivayetler olmak üzere ilk devir literatürünün tamamında yer almıştır (İbn İshak, s. 68; İbn Sa'd, I. 137; IV, 58). Hicretten sonra Medine hareminin sınırlan Resûl-i Ekrem tarafından iki harre (Harretü Vâkım ve Har-retülvebere) arasında bulunan alan olarak belirlenmiştir {Müsned, II, 286, 376; Buhârî, "Fezâ'ilü'l-Medîne", I; Belâzürî, s. 8-9). Hz. Peygamber'in hicret haberini alan Medineliler her gün kuşluk vakti Harretülvebere mevkiine çıkarak Öğle sıcağı bastırıncaya kadar beklemişler ve sonunda ona ilk defa burada kavuşmuşlardı (İbn Hişâm, 11, 134; İbn Kesîr, III, 184). Resûlultah. Hadramut heyetiyle Medine'ye gelerek müslüman olan Rifâa b. Zeyd ve yanındakilerin Harretürreclâ'da ağırlanmasını emretmişti. Erken İslâmî dönemde irtidad edenlerle recme mahkûm edilenlerin cezalarının Medine har-relerinde yerine getirildiği rivayet edilmektedir (Müslim, "Kasâme", 2). Hicretten önce Medine'de ilk cuma namazının Harretü Benî Beyâza'da kılındığı haber verilmektedir (İbn Hişâm, II, 82-83). Hz. Peygamber Tebük Gazvesi sırasında Te-bük harresinde konaklamıştı. Medineli-ler'le Emevîler arasında cereyan eden ünlü Harre Savaşı da (63/683) Harretü Vâ-kım'da vuku bulmuştur. Öte yandan Abbasî Halifesi Vâsik-Billâh'ın, Medine ve çevresinde ayaklanan bedevî Süleymo-ğullan'nın üzerine Sâmerrâ'dan gönderdiği Türk kumandanı Boğa el-Kebîr. isyancıları 230 (844) yılında kalelerinin bulunduğu Harretü Benî Süleym'de mağlûp etmişti (Taberî, IX. 130).
İbnü'n-Nedîm, "Kitâbü harre" adıyla birçok eser telif edildiğini ve bunların coğrafya kitapları arasında geniş bir yer tuttuğunu kaydetmektedir {el-Fihrist, s. 244. 460. 482, 532). Bu tür çalışmaların başlıcaları. Ebû Ubeyde Ma'mer b. Mü-sennâ'nın (ö. 209/824) Kitâbü'l-Harrât, Ali b. Davud'un Kitâbü'l-Harre ve'l-üm-me, Medâinî'nin Kitâbü Harreti Vâkım ve Gallâbînin Kitâbü'l-Harre adlı eserleridir. Vâkıdî"nin bu isimle yazdığı kitap ise Semhûdî ve Ebü'l-Arab'ın eserleri içerisinde günümüze ulaşmıştır.
BİBLİYOGRAFYA :
Lisânû'l-'Arab, "hır" md.; Wensinck, et-Müı-cem, "harre", "lâbe" md.leri; Müsned, II, 286, 376; Buhârî, Tezâ'ilü'l-Medîne", 1, "Kefalet", 4; Müslim, "Kasâme", 2; Ibn İshak, es-Sîre, s. 68; İbn Hişâm, es-Sîre (nşr Abdüsselâm Tedmü-rî). Kahire 1987, II, 82-83, 134; IH, 17-18, 138; IV, 259,261;İbnSaU e(-7aöaıtâ((nşr. M. Abdülkâdlr Atâ). Beyrut 1410/1990, 1, 137, 263-264; IV, 58; Belâzürî, Fütûh (Fayda), s. 8-9; İbn Şebbe. Târîhu'l-Medİneti'i-müneüoere, 1,224, 268; II, 422. 431, 765; Taberî, Târih (Ebü'l-Fazl), IX, 130; İbnii'n-Nedîm, el-Fihrİst (Şüveymî), s. 244, 460, 482, 532; Bekri, Mu'-cem, I, 435 vd.; Yâküt. Mu'cemü'l-büldân (Cün-dî), II, 283-288; a.mlf.. el-Müşterik, s. 137-138; İbn Kesir, el-Bİdâye, ili, 184; VII, 96; XII, 199-205; XIII, 190; Semhûdî, Vefâ'ü'l-oefâ1, I, 100, 144, 145; Mîr'âtü'l-Haremeyn, II, 1189; C. M. Doughty, Trauels in Arabia Deserta, Toronto 1926, s. 75, 379-381, 402, 406, 417-424, 430-431, 440-443; Cevâd Ali. el-Mufaşşa!, I, 145-150;Ahmed İbrahim eş-Şerif, Mekke ve'i-Me-dîne ft'l-Câhiliyye ve 'alıdi'r-Resûl, Kahire 1985; A. Musil..Şi7nâ/ü7-Hicâz(trc Abdülmiih-sin el-Hüseynî), İskenderiye 1988, s. 27, 92, 96, 133-139, 143; AbdOlkuddüs el-Ensâri. Âşârü't-Medîneti'l-müneuuere, Medine 1406, s. 206-209; Hamed el-Câsir, el-Mu'cemü't-coğrâfî, Ri-yad, ts. (Dârü'l-Yemâme), 1,407 vd.;Abdülhayel-Kettârıî, et-Terâttbû'l-idâriyye[Öze]). II, 68-69, 207; T. Bayumi, Groundıvater Resources of the Northern Part of the Harrat Rahat Pta-teau (doktora tezi, 1992], Mekke Câmiatü Melik Abdilazîz, s. 9; 0. Loth, "Die Vulkanregionen (Harrâ's) von Arabien nach Jâqût". ZDMG, XXII (1868), s. 365-382; "Harre", İA, V/l, s. 300-301;LVecciaVaglieri. "al-Harra", £72(İng), III, 226-227. m
İMİ Mustafa Sabri Küçükaşcı
F HARRE SAVAŞİ *
(©y*JI «3)
Medineliler ile Emevî kuvvetleri arasında
Harretii Vâkım"da cereyan eden savaş
(63/683).
1. Yezîd döneminde (680-683) valilerin sık sık değiştirilmesi Medineliler"in Emevî hilâfetine karşı muhalefetini arttırmıştı. Genç ve yeteneksiz Osman b. Muham-med vali tayin edilince (62/68!) merkezî hükümetle Medine arasındaki soğukluğu gidermek maksadıyla eşraftan bir heyet Dımaşk'a gönderildi. Yezîd bu heyete ikramda bulunarak bol miktarda bahşiş ve hediye verdi. Ancak gösterilen özene ve değerli hediyelere rağmen heyetin Ye-zîd'in zevku safaya düştüğüne dair getirdiği haberler dindar insanları rahatsız etti. Öte yandan Hz. Hüseyin'in şehâdetin-den sonra Abdullah b. Zübeyr'in Mekke'de muhalefetin lideri haline gelmesi. Hicaz'da Emevî iktidarına karşı ciddi bir tehdit oluşturuyordu. Medine'de başlayan muhalefetin ise dinî yönü yanında ekonomik boyutu da vardı ve bu boyut Ye-
zîd'in babası Muâviye dönemine kadar uzanıyordu. Medineliler valiye gidip, "Muâviye atıyye konusunda başkalarını bize tercih etti, bir dirhem bile artış yapmadı" diyerek hoşnutsuzluklarının sebebini açıklamışlardı. Nitekim Emevî hilâfetiyle birlikte başta Muâviye olmak üzere iktidar ailesine mensup kimselerin şehirde sahip oldukları mal miktarı Medineliler'i rahatsız edecek kadar çoğalmıştı. Bu siyasetin neticesinde üretim azalmış, fiyatlar artmış, insanlar geçimlerini sağlamakta zorluk çekmişler, haklarını alamamışlar ve ellerindeki malları iktidar ailesi mensuplarına satmak zorunda kalmışlardı. Bunun yanında savâfi (sahipsiz arazi) âmili İbn Mînâ'nın toprak gelirlerini toplamak için gittiği Belhâris b. Hazrec kabilesi mensupları Kureyş ve ensarla birlik olarak ödeme yapmayı reddetmişler, vali de bunu zor kullanarak tahsil etmek istemiş, fakat bir sonuç alamamıştı.
Medine'de olup bitenleri haber alan Yezîd b. Muâviye. şehir halkını tehdit eden bir mektup yazarak valiye bunun mescid-de okunmasını emretti. Ancak mektup halkın öfkesini daha da arttırdı. Tehditle bir sonuç alamayacağını anlayan Yezîd muhalefet hareketini uzlaşma ile kırmayı denedi ve Emevî iktidarında görev almış tek ensârî olan Nu'mân b. Beşîr'i aracı gönderdi. Ancak Nu'mân'ın teklifleri kabul görmedi ve Medineliler muhalefetlerini bir adım daha ileri götürerek valiyi ve gıyabında Yezîd'i görevden uzaklaştırıp ensardan Abdullah b. Hanzale el-Ga-sîl'e biat ettiler. Fakat bu seçim ensara üstünlük kazandırması sebebiyle rahatsızlık meydana getirdi ve bu rahatsızlık ancak Kureyş ile mevâlîsinin başına Abdullah b. Mutî'in, muhacirlerin başına da Ma'kıl b. Sinan'ın getirilmesiyle giderildi; böylece Abdullah b. Hanzale yerinde kaldı. Hareket her ne kadar ensârî bir karakter taşıyorsa da Kureyş mensupları ve muhacirler buna herhangi bir zorlama olmadan katıldılar. Ali b. Hüseyin Zeynelâbidîn ve Muhammed b. Hanefıyye gibi ileri gelen Hâşimîler ile Abdullah b. Ömer çekimser kalmışlardı. Genel olarak Hâşimîler'in Kerbelâ'dan sonra güçsüz düştükleri için bu savaşa katılmadıkları kaydedilirse de aralarından bazıları iştirak etmiş ve hayatlarını da kaybetmişlerdi. Abdullah b. Ömer ise verdiği biati bozamayacağını ileri sürerek hadisenin dışında kalmıştı. Nitekim İbn Kesîr, Medineliler'in biatları-nı bozmalarını fitneye sebep olduğu için tasvip etmez. Ona göre Yezîd fâsıktı fakat zındık değildi ve bundan dolayı hal'i gerekmiyordu (el-Bidâye, VIII, 235). Mev-
HARRE SAVASI
cut biati bozma esnasında mescidde bulunanların Dımaşk'a bağlılıklarını kopardıklarının alâmeti olarak üzerlerinde bulunan sarık, ayakkabı gibi şeyleri çıkarıp mescidin ortasına yığdıkları rivayet edilir. Mescidde varılan bu karardan sonra Medineliler'in davranışları şehirdeki Eme-vîier'e ve taraftarlarına karşı mütecaviz bir hale dönüştü ve Emevîler'Ie müttefiklerinin oluşturduğu yaklaşık 1000 kişilik bir grup Mervân b. Hakem'in evinde gözetim altına alındı. Medineliler'in bu hareketini öğrenen Abdullah b. Zübeyr mektup yazarak onları kendisine biata çağırdı, fakat olumlu bir cevap alamadı; bununla birlikte isyanlarını desteklemeye devam etti. Ancak Medineliler'in ayaklanması ile İbnü'z-Zübeyr'in hareketi arasında bir bağlantı mevcut değildir; ortak tarafları, sadece her iki hareketin de hilâfeti verasetten şûra esasına döndürmek istemeleridir.
Yezîd durumu haber alınca Hicaz'a bir ordu göndermeye karar verdi; gerçek hedef Abdullah b. Zübeyr olacak, fakat Önce Medine'deki ateş söndürülecekti. Bu arada kumandan bulmak mesele oldu. Önce teklif götürülen Ubeydullah b. Ziyâd Kerbelâ'dan sonra böyle bir hadiseye girmeyi kabul etmedi; arkasından da eski Medine valilerinden Amr b. Saîd el-Eşdak, Kureyş'in kanının dökülmesine yol açacak bir hadiseye katılmasının bu kabileye yakınlığı dolayısıyla uygun olmayacağını ileri sürerek teklifi reddetti. Bunun üzerine Gatafân kabilesinden Eme-vîler'e aşırı derecede bağlılığıyla tanınan Müslim b. Ukbe hastalığını bahane ederek isteksiz davranmasına rağmen ordunun başına getirildi. Müslim'in seçilmesinde Muâviye'nin oğluna yaptığı, "Hicaz'a bir ordu göndermek zorunda kalırsan Müslim'i gönder" şeklindeki vasiyetin rol oynadığı ileri sürülmektedir. Kumandan seçiminin arkasından tellâllar çıkarılarak asker toplamaya başlandı ve bu orduya katılacak askerlere normal atıyyele-rinden başka peşin olarak 100 dinar me-ûnet ödeneceği ilân edildi. Toplanan askerlerin sayısı hakkında birbirini tutmayan rakamlar (5000'den 29.000e kadar) mevcuttur. Ya'kübî, bunları bölgelerine ve yolda katılmalarına göre tasnif ederek 5000 rakamını verir. İbn Kuteybe ordunun seçkin süvarilerden oluştuğunu, yirmi yaşından küçük ve elli yaşından büyük olanların alınmadığını kaydeder. Tartışılan bir konu da orduya katılanların dinî durumudur. Öncü kuvvetleri arasında ve Müslim'in çevresinde 500 Rum askerinin bulunduğu ve bunların ellerinde,
245
HARRE SAVASI
üzerinde azizlerin resmi olan bayraklar taşıdıkları rivayet edilmekteyse de bunu destekleyecek bir habere, hadiseye geniş yer veren Halîfe b. Hayyât, Ebü'1-Arab ve Semhûdî'de rastlanmamaktadır (Ta-berî, ili, 355; Belyaev, s. 166; Cemîl Abdullah el-Mısrî, s. 495-497). Bu arada Dımaşk'-ta bulunan Abdullah b. Ca'fer, Medineli-ler'e yazdığı bir mektupta toplanan orduya karşı koyamayacakları için herhangi bir saldırıda bulunmamalarını tavsiye etmiş, fakat, "Yezîd'in ordusu Medine'ye barış yoluyla giremez" cevabını almıştı.
Üzerlerine ordunun geldiğini haber alan Medineliler, tedbir olarak Mervân'ın evinde gözetim altında bulunan kişileri şehirden uzaklaştırdılar. Muhammed b. Ebû Cehm, bunları şehirden çıkarmak yerine bazılarını öldürmeyi teklif etmiş, ancak bu teklif benimsenmemiş, onlardan yalnızca, üzerlerine gelen orduya savunma tedbirleri hakkında herhangi bir bilgi sızdırmayacaklarına dair yemin alınmıştı. Dımaşk'a doğru yola çıkan grup Emevîler'le Vâdilkurâ'da karşılaştı ve bir kısmı yoluna devam ederken aralarında Abdülmelik b. Mervân'ın da bulunduğu diğer kısım orduya katıldı. Kumandan Müslim, Abdülmelik'in tavsiyesi uyarınca şehre doğudan girdi ve Harretü Vâkım'-da karargâh kurdu; Abdülmelik, savaş boyunca da Müslim'e Medine hakkında stratejik bilgiler vererek yardımda bulundu. Şehirde kalarak savunma yapmayı tercih eden Medineliler, Hendek Gazvesi'nde açılan hendekleri derinleştirip gereken yerlere yenilerini ekleyerek ve çevrelerine iyi atış yapan okçular yerleştirerek şehrin etrafını emniyete aldılar. Dört ana hendeğin başına Kureyş, en-sar, muhacir ve mevâlîyi temsilen birer kumandan tayin edilmişti. Medine ordusunun sayısı hakkında farklı rivayetler bulunmakta (2000'den 10.000'e kadar) ve kalabalık olduğunu söyleyen Taberî, Eme-vî birliklerinin hendeklerin çevresinde savaşmaya hazır askerleri gördüklerinde savaşmaktan vazgeçmek istediklerini, Müslim'in buna engel olduğunu kaydetmektedir.
Dostları ilə paylaş: |