Tercemesi tarafımızdan yapılmıştır. Allah razı olsun, demeyi unutmayın!



Yüklə 372,66 Kb.
səhifə1/7
tarix11.08.2018
ölçüsü372,66 Kb.
#69036
növüYazı
  1   2   3   4   5   6   7

Tercemesi tarafımızdan yapılmıştır.

Allah razı olsun, demeyi unutmayın!

www.zahiriyye.com

RİSÂLE-İ BÂHİRA
İMAM EBU MUHAMMED ALİ BİN HAZM ENDELUSÎ HAKKINDA FASİD SÖZLER SÖYLEYENLERE REDDİYE
TAHKİK: MUHAMMED SAĞIYR HASAN MA'SÛMÎ
ESERİ TAHKİK EDEN KİŞİNİN MUKADDİMESİ
Not: “Risâle-i Bâhira” eserinin metninde çok sayıda yazım hatası, tahrif, sözcük ya da kelime düşmesi olmuştur.
Tahkiki yapan üstad, mukaddimesinde buna işaret etmiş ve bunların çoğunu düzeltmiştir.
Dergi konseyi, Üstad Ahmed Ratib en-Neffah'tan eseri gözden geçirmesini istirham etmiştir. O da lütfedip, kendisinden talep edilen bu tetkiki kabul etmiştir. Üstad Neffah, ana metinle nüshayı karşılaştırarak tashihler, mülahazalar ve dipnotlarda belirttiğimiz yorumları eklemiştir. Bunları, muhakkik Üstad Muhammed Sağıyr el-Ma'sûmî'nin yorumlarıyla karışmamaları için (noktalı ha) harfi ile verdik. (Dergi Konseyi)

MÜELLİFİN BİYOGRAFİSİ:
O, Ebu Muhammed Ali bin Ebî Ömer Ahmed bin Said bin Hazm el-Endelûsî el-Kurtubî'dir.
Hicretin 384. senesinde Kurtuba'da doğdu.1 Babası, el-Mansur Muhammed bin Ebî Âmir'in vezirlerinden biri olan Ebu Ömer Ahmed bin Said idi. Babası daha sonra da Mansur'un oğlu Muzaffer'e vezirlik yapmıştı.
İbni Hazm, Fars kökenlidir. Atalarından ilk müslüman olan Yezid'dir. O, Yezid bin Ebî Süfyan bin Harb el-Emevî'nin azatlı kölesiydi. Dedesi Halef, atalarından Endülüs'e ilk girendir. Yakut Hamevî ise İbni Hazm'ın aslının Fârisî olduğundan, atalarının aslının Endülüs'ün batısında yer alan “Leble” ilçesinin “Onbe (أونبة)” kazasının “Manta Lisham” köyünden olduğundan bahsettikten sonra, Onun hakkında çeşitli bilgiler zikretmiştir.2
İbni Hazm sarayda doğdu. İhtişam ve servet içinde yetişti. Refah ve bolluk içinde büyüdü. İbni Hazm'ın eğitimine kapalı bir ortamda kadınlarla beraber başladığı zikredilir. Kendisi diyor ki3:

“... Kadınları müşahede ettim. Benden başka kimsenin bilemeyeceği sırlarına vakıf oldum. Çünkü ben onları odalarında gördüm. Onların ellerinde büyüdüm. Onlardan başkasını tanımadım. Gençlik dönemi gelip çatana ve bıyıklarım terleyene dek erkeklerin meclisinde oturmadım. Onlar bana Kur'ân'ı öğrettiler. Beni pek çok şiirle beslediler. Bana hat/yazı yazma alıştırmaları yaptırdılar...”.


Zekası, zihninin keskinliği, Kitabı, Sünneti, mezhepleri, el-Milel ven-Nihal'i, Arapçayı, edebiyatı, mantığı ve şiiri bilme kapasitesi çok ileridüzeyde idi. Aynı zamanda dürüst, dinine bağlı, haşmetli, asaletli, idare kabiliyeti yüksek olan, servet sahibi ve çok kitap yazmış bir zattı.4 İbni Hazm, melikler kendisini sürgüne gönderip dışladıktan sonra, hicretin 456. senesinde köyünde vefat etti.5
KİTAPLARI ve TASNİFLERİ
“el-Muhallâ” kitabı, Onun büyük eserlerindendir. Bu kitabında zahirî meseleleri zikretmiştir. İbni Beşkeval diyor ki:6 “Ebu Muhammed bin Hazm, tüm Endülüs ehlinin içinde İslami ilimleri en çok cem' edeni, onların ma'rifet bakımından en kapasiteli olanı idi. Aynı zamanda lisan ilminde çok engindi. Beşağat ve şiir ilminden çok nasip almıştı. Siyer ve haberleri de çok iyi biliyordu”.

İbni Hazm, Hadis İlmi ve Müsnedler hakkında da çok şeyler yazdı. Hadis fıkhı hakkında: “Vacip, Helal, Haram, Sünnet ve İcma Hususunda İslamî Şeriatların Hepsini Toplayan Hasletlerin Fehmine Erişmek” adlı eseri yazmıştır (el-İsâl ilâ Fehmi-l Hısâl). Ayrıca kendisinin “el-İhkâm fî Usûli-l Ahkâm”, “el-Faslu fi-l Milel vel Ehvâu fin-Nihal”, “İbtâlu-l Kıyas ver-Re'y”, “el-İcmâ'u ve Mesâiluhû alâ Ebvâbi-l Fıkh” adlı eserleri vardır. Bunun dışında da kaleme almış olduğu nefis eserleri vardır.


Çocuğu diyor ki: Eserleri yaklaşık olarak, el yazması 80 bin yaprak tutan 400 (dörtyüz) cilt tutmaktadır.
Dine sımsıkı sarılan verâ sahibi biri idi. İlk başlarda Şafiî idi. Sonra Zahirî oldu. Ancak O, Zahiriye mezhebinin zaferi için, bu mezhebin nezdlerinde makbul olmadığı asrının alimlerine karşı çok mücadele etmiştir ve onların hakikatini ortaya sermek için çok çaba göstermiştir. Bu hususta hiddetli biri idi. Keskin ve aynı zamanda uzun ve ilmi sınırları aşan bir lisanı vardı. Bunun nedeni de insanların onu sindirmeye çalışmış olmaları, Onu vefat edene kadar Endülüs'teki “Leble” badiyesinde yalnızlığa terk etmiş olmaları idi. O, mezhebi ile iftihar ederek der ki:
Görmez misin ki ben bir Zahiriyim

Ben, hakkında delil kaim olmayan her şeyin aleyhindeyim

Belki de Onun az önce zikrettiğimiz “el-İsal ilâ Fehmi-l Hısal” adını verdiği Hadis fıkhı hakkındaki eseri bize ulaşmış olsaydı, Onu ifade etmede son noktayı koyardı. Çünkü İbni Hazm, bu eserinde, sahabenin, tabiinin ve Allah hepsinden razı olsun onlardan sonra gelen müslümanların imamlarının fıkhî meselelerdeki kavillerini ve her bir kavlin hüccetini beyan etmişti.


İbni Halkan7 bu eseri “büyük bir kitap” şeklinde nitelemiştir. Büyük olasılıkla İbni Halkan bu kitabı görmüş ve bu kitaptan istifade etmiştir.
İlginçtir ki İbni Hazm'ın eserlerinin çoğu yok edilmiştir ve gizli kapalı köşelerde saklanmıştır. Yazdığı tasniflerden ancak çok az bir kısmı bize ulaşabilmiştir. Elimizde bu eserlerden, kitap ile risâle arası yaklaşık 50 (elli) adet eseri bulunmaktadır. Fihristlere ve dünyadaki nadir metinleri neşretme ile ilgilenen dergilere baktığımız zaman bu durum net bir biçimde ortaya çıkıyor.

İNSANLARIN ONUN TASNİFLERİNDEN UZAKLAŞMALARININ SEBEBİ:
İbni Halkan, İmam İbni Hazm'ı vasfederken diyor ki:8 “Önceki âlimler hakkında çok tartışıyordu. Onun dilinden nasibini almayan kimse hemen hemen yok gibidir. Bu nedenle de kalpler ondan uzaklaştı. O, zamanındaki fakihleri de hedef aldı. Onlar da ona buğz ile doldular ve kavlini reddettiler ve onun sapık olduğu hakkında icmâya vardılar ve ona ağır sözler söylediler, sultanlarını İbni Hazm'ın fitnesine karşı, avam tabakasını da ona yaklaşmaları ve ondan bir şey almamaları hususunda uyardılar. Melikler de onu uzaklaştırdılar ve ülkesinden sürdüler...”.
Ondan uzaklaşmaları belki de eserlerini de öldürmüştür. Onun yazdığı pek çok şeye iltifat etmediler. Hakkında söylenenlere tanıklık edecek az sayıda söz kalmıştır bize.9 Örneğin: “İbni Hazm ile Haccac bin Yusuf'un dilleri kardeş idi”. Hatta şöyle bir darbı mesel10 bile vardır: “Haccac'ın kılıcından ve ibni Hazm'ın dilinden Allah'a sığınırız”.


İMAM İBNİ HAZM'IN NADİR RİSALESİ:
Oxford'da geçirdiğim zaman zarfında nasibim yaver gitti ve (Bodilyana) çekmecelerinde Allame İbni Hazm'a ait nadir bir risale ile karşılaştım. Bu risâlenin adı: “Tarih Kitabı. Risale-i Bâhira, Fasid Söz Ehline Reddiye” idi. Numarası 342 olarak verilmişti ve Arkati bin Receb hattı ile yazılmıştı. Eserin tercümesini bulamadım. Risalenin sonunda “Bu eserin yazımı hicrî 367 senesi, 23 Safer Çarşamba günü tamamlanmıştır” şeklinde bir yazı vardı. Bu risâle bir seferde İbni Hazm'a ait bir kitabı da içeriyordu. Bu risâle 144 Zı yaprağından başlıyor ve 174 Zı yaprağına kadar gidiyordu. Bahsi geçen kitabın adı:'Kitabu-t Takrîb li Hudûdi-l Kelâm” idi ki o da nadir bulunan ve hâlâ zor rastlanan bir eserdir.
Not: Bu kitap “Kitabu-t Takrîb li Haddi-l Mantık” adlı eserdir. İbni Hazm bu eserin adını bazen öyle, bazen de böyle söylüyordu. Doktor İhsan Abbas, bu eseri neşretmiştir (Beyrut-Miladî 1959) ve İbni Hazm'ın Risâlelerinin 4. cildinde onu tekrar neşretmiştir ((Beyrut-Miladî 1983)/Hı).

TAHKİK YÖNTEMİ
Bu risâlenin metni ile 30 (otuz) seneden daha fazla bir zaman önce karşılaştığımı belirtmek istiyorum. Bu risâleyi defalarca gözden geçirdim. Sonra da küçük kardeşim değerli edebiyatçı gözde âlim, Hindistan'ın Kalküta İslamî İlimler Yüksekokulu'nda Tefsir ve Hadis Hocası olan Sayın Ebu Mahfuz el-Kerim el-Ma'sûmî'ye, bu eseri gözden geçirmesi görevini verdim. O da büyük bir teşekkür ve minneti haketti ve metinde açık ve net olmayan pek çok kelimenin tashihi sürecinde bana büyük ölçüde yardımcı oldu. Bu risâlenin başka bir yazmasından veya başka bir metninden eseri kontrol etme hususunda mübalağaya kaçtım ama pek verim alamadım ve çabam boşa gitti. Yapacak da pek birşey kalmadı. Yetmiş yaşına yaklaştım. Allahu Teâalâ'ya tevekkül ettim ve anlaşılması güç olup izah edilemeyen bazı yerlerin yorumlarını sayfaların altına ekledikten sonra, Bodilyana (Oxford) yazmasına göre risâleyi neşretmeye karar verdim. Ayrıca musannifin alfabetik sıraya göre risâlenin sonunda özetle verdiği önemli zatların biyografilerini de zikrettim. Metinde zikredilen hadisi şeriflerin fihristini de biyografi indeksinin öncesine ekledim.
Bu risâlenin içerdiği mânâyı, miladî 1962 senesinde Pakistan/Sind Üniversitesi Sanat Bölümü Kursları İngilizce Dergisinin ikinci cildi okurlarına ithaf etmiştim.

Allahu Teâalâ bizleri salih amel işlemeye, sünneti seniyyeye ittibâ etmeye muvaffak kılsın ve bizleri doğru yola hidayet etsin.


23 Şaban-ı Muazzam 1407 (Hicrî)

22 Nisan 1987 (Miladî)


Muhammed Sağıyr Hasan el-Ma'sûmî

بسم ﷲ الرحمٰن الرحٖيم



Tevfik Allah'tandır
1- Hamd, bizi dînine hidayet eden, âlemlerin Rabbi Allah'ındır. Eğer Allah bize hidayet11 etmeseydi, biz hidayet bulamazdık. Rabbimizin resulleri hakk ile gelmişlerdir.
Allahu Teâlâ, Nebî ve resullerinden birisine kıldığı salatın en faziletlisini, nebîlerinin hatemi, kulu ve resûlü Muhammed'e kılsın.
Allahu Teâalâ'dan bizi razı olduğu işlere muvaffak kılmasını ve kendisini öfkelendiren işlerden bizi uzak tutmasını, adaleti ve insafı bize sevdirmesini, zulmü ve hilafı ise kalbimize kerih göstermesini dileriz. Âmîn.
2- Emmâ Ba'du, Allah bizi ve sizi itaati ile desteklesin. Siz, söylediklerini gerçekleştirmeyen, ne konuştuklarını bilmeyen12, sual ettikleri şeyi idrak edemeyen, söz söyledikleri vakit hasımlarına gem vurduklarını zanneden, muhaliflerinin ağzına ot tıkadıklarını sanan, kat'î bir delil getirdiklerinden ve kat'î hüccetlerle hasımlarını mağlup ettiklerinden asla şüphe etmeyen, kendileriyle münazara edenlerin ağızlarını susturucu bir kaville ve muhteşem bir delille kapattıkları kanaatine varan fitneci13 bir topluluğun kavlini zikrettiniz. Onlar, Allahu Teâalâ'nın izniyle açıklayacağımız şeyler hakkında hâlâ14 diğerlerinin kusurlarını aramakla, onların cahil olduklarını açığa sermekle ve onların gaflet ehli olduğunu ispatlamakla meşguldürler.
Sual:

3- Böylece onlar mücadelede ihtilaf ettikleri15 ve münazarada ellerinden geleni ardına komadıktan sonra, kendilerine muarız olanlara derler ki: Kim daha yücedir, daha faziletlidir, daha mükemmeldir, dahaa fakihtir ve daha âlimdir? Malik mi yoksa Ebu Hanife mi yoksa Şafiî mi yoksa Ahmed mi yoksa Davud mu?
Bu sakat soru onların nezdinde, farklı bir cevaba tahammülü olmayan ve aleyhine itiraz edilemeyecek bir makama yükselmiştir. Burada onlar hatalı zannlarına16 teslim olunmasından ve sakat suallerine itaat edilmesinden başka bir şeye razı olmazlar. Onlar bu hususta mutaassıp bir yol izlerler. Yine onlar, masıyet elbisesini giymişlerdir ve övünme, mübalağa, kavga gürültü, çekişme, hakikat adına fayda vermeyen17, hasenelerine bir hasene daha ilave etmeyen, seyyielerinden bir seyyieyi eksiltmeyen, yarın kendilerinden şefaat umulamayacak olan ve Kıyamet günü nefsi ile18 ilgilenmekten başka bir meşgalesi olamayacak cahiliyye ehlinin yaşam tarzı üzere yol almaktadırlar.
4- Ebu Muhammed dedi ki: Bu suale yönelik olarak inşallah zikredeceğimiz cevaplar vardır. Vereceğimiz her bir cevap da19 inşallah bu sualin ne kadar yersiz olduğunu göstermeye ve onları tekrar böyle bir soru sormaktan caydırmaya yeterli olacaktır.
Birinci Cevap:
5- Bunların ilki, bu soruyu soran kimseye “sizin tüm20 sorunuz mânâlarını bilemediğiniz, konusuna vâkıf olamadığınız, hakîkatini anlayamadığınız, kendisiyle neyin murad olunduğunu bilemediğiniz ve tefsirini akledemediğiniz lafızların hükmü hakkındadır. Zaten kim21, ne olduğunu22 bilmediği bir şey hakkında hüküm verebilir ki? Kim, mânâsına cahil olduğu bir lafızla yargıda bulunabilir ki? Onlardan gördüğümüz herkes 'falan, filancadan daha âlimdir' diyenin sözünün mânâsını bilmiyorlar. 'Falan, filancadan daha fakihtir' diyenin bu sözle neyi murad ettiğini bilmiyorlar. Ya da 'falan, filancadan daha yücedir' diyen kişinin bu sözle neyi amaçladığını veya 'falan, filandan daha faziletlidir' diyen bir kişinin bu sözden maksadının ne olduğunu da bilmiyorlar. Biliyorlar mı?
6- Bu soruyu soran kimsenin23 ilk yapması gereken, bu lafızların mânâlarını, bir insanda öbürlerinden daha fazla bulunursa onun diğerlerinden daha âlim, daha fakih, daha yüce ve daha faziletli olduğuna hükmedebilebilecek sıfatları araştırmaktır. Şayet bunu yapsalardı veya lafızların mânâlarını bilselerdi, kendilerini bu sorunun zahmetinden kurtarırlardı ve kimlerin bu isimlerle tesmiye edilerek24 yüceltilmeyi25 hak ettiğini bilirlerdi.
İkinci Cevap:
7- İkinci Cevap / Onlara, genel anlamda tüm dinlerin ehli arasında 'Nebîlerin (aleyhimusselam) Malik'ten, Ebu Hanife'den, Şafiî'den, Ahmed'den ve Davud'dan daha faziletli, onlardan daha âlim ve daha kâmil26 oldukları' ve 'Allahu Teâalâ katında ve insanların nezdinde her fazilete ve hayra daha fazla layık oldukları' hususunda bir ihtilaf yoktur. Özel anlamda ehli iman arasında nasıl böyle bir şey olur? Allahu Teâalâ, nebîleri zikrederek buyurdu ki:
(140-"Yoksa siz, İbrahim de, İsmail de, İshak da, Yakup da ve torunları da hep yahudi ve hıristiyan idiler mi demek istiyorsunuz?" De ki: "Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı?" Allah'ın şahitlik ettiği bir hakikatı bile bile inkar edenden daha zâlim kim olabilir? Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.

141- Onlar bir ümmet idiler, gelip geçtiler. Onlara kendi kazandıkları, size de kendi kazandıklarınız. Ve siz onların yaptıklarından sorumlu tutulacak değilsiniz.) [Bakara Suresi: 140-141]
8- Eğer nebîlerin (aleyhimusselam) amellerini bilmekle mükellef kılınmamışsak ve onların kesbettikleri şeyi kavramakla sorumlu tutulmamışsak -ki Allah azze ve celle bize, diğerlerinin yapmış olduklarından mesul olmayacağımızı haber vermiştir-, şüphe götürmez hakikat27 şudur ki nebîlerin dışındaki kimselerin amellerini bilmenin ve hallerine muttali olmanın bizden sakıt olması daha evladır. Böylece de, Malik mi yoksa Ebu Hanife mi yoksa Şafiî mi yoksa Ahmed mi yoksa Davud mu daha âlimdir diye bir soru sormanın boş söz olduğu, zavallı bir soru olduğu, abesle iştigal olduğu faydasız fikirlerle kuruntu yapmak olduğu net bir biçimde zahir olmaktadır. Bu, akıllı bir adamın dalavere çevirmeyeceği bir haldir.
9- Eğer durum böyle ise, şayet bu fasid sual ile sapanların sapıklığı yayılıp çoğalmasaydı, bu konuda söz söylemekten geri durmak vacip ve er kişiye gerekli olan suallere yönelmek daha öncelikli28 olurdu. Fakat müslümanlara kesinlikle nasihat edilmesi vaciptir29. Biz de bu hususta hakkında sual ettikleri şeyin beyanını iki vecihle yaptık:


Birincisi: Allayıp pulladıkları bu sualin beyan edilmesi ve fitneye düştükleri bu münkerin inkar edilmesi. Allahu Teâalâ buyuruyor ki: (Sizin içinizde, hayra davet eden ve marufu emreden ... bir ümmet bulunsun.) [Âl-i İmran Sûresi: 104. âyet]
İkincisi ise: Belki de bu bâtıl tarafından kandırılmış olan kimselerin, sapıklıklarından ve şaşkınlıklarından kurtulabilmeleri umuduyla uyarılmalarıdır. Allah'In Resûlü (SAV) buyuruyor ki: “Din nasihattır”30. Denildi ki: Kim için ey Allah'ın Resûlü? Buyurdu ki: “Allah için ve Resûlü için, müslümanların önderleri ve âmmesi için” ev kemâ gâle aleyhisselam.
Üçüncü Cevap:

10- Üçüncü cevap olarak şöyle denir: Farzedin ki dininizi31 sapıkça ve cahilce, bazılarını taklit etme üzerine kurdunuz. Allah'ı ve O'nun Resûlü (SAV)'i bırakıp, taklit ettiğiniz kişileri dost edindiniz. Onların haram kıldıklarını haram kıldınız, helal kıldıklarını da helal kıldınız. Onların vacip kıldıklarını vacip kıldınız. Onları, Allahu Teâalâ'nın, gayrı olmaksızın kendi nefsinden haber verdiği kavillerin yerine koydunuz. Zikri yüce Allah buyuruyor ki: (O, yaptıklarından mesul değildir, ve onlar mesuldürler) [Enbiyâ Sûresi: 23. âyet]; Farzedin ki32 o, mağlup etmeye güç yetirdiğiniz diğerlerinden daha âlimdir ve yine o, onlardan daha faziletli, daha yüce, daha mükemmel ve daha fakihtir. Peki Ömer bin Hattab'ın, müminlerin annesi Aişe'nin, Ali bin Ebî Talib'in, Abdullah bin Mesud'un ve Abdullah bin Abbas'ın (radıyallahu anhum), Ebu Hanife'den, Malik'ten, Şafiî'den, Ahmed'den ve Davud'dan daha fakih, daha âlim, daha faziletli, daha yüce, daha mükemmel, daha hafız ve her hayra daha evlâ olduğu hususunda sizin veya tüm yeryüzü halkı içerisinde herhangi bir kimsenin şüphesi var mıdır? Bu sorunun cevabı garanti 'bu hususta onların hiçbir şüphesi olmadığı' şeklindedir.
Evet bu hususta şek ve şüphe yoktur. Bu cahiller, dinlerini boyunlarına gerdanlık gibi astıkları ve onlar için Kur'ân'ın hükmünü ve Allah Resûlü (SAV)'in kelâmını reddettikleri kişilerin ilimde, verâda, fıkıhta ve yücelikte başka yolları taklit edenlerden daha üstün olduklarını ve taklit ettikleri zevatın 'doğru' ismine ve 'ihsan' sıfatına kesinlikle haiz olduklarını zannediyorlar. Onlar, yukarıda isimlerini zikrettiğimiz sahabe (radıyallahu anhum)'dan varid olanları taklit etselerdi ve onlara ittibâ etselerdi, bu tutum onlar için daha evlâ olurdu. Çünkü bu durumda tâbi oldukları kişilere tâbi olma nedenleri ancak onların ilimde, fıkıhta, fazilette, yücelikte33, verâda ileri olmaları olurdu. Bunun üzerine de dinlerini taklit ettikleri kişileri terk edip, bu saydığımız sahabelere tâbi olmaları vacip olurdu. Çünkü sahabeler, onların adamlarından daha faziletli, daha âlim, daha fakih, daha mükemmel ve daha yücedir.

Dördüncü Cevap:

11- Dördüncü cevap onlara şöyle denmesidir: Allah azze ve celle buyuruyor ki: (Her bir hizip, nezdlerinde olanla sevinirler) [Rûm Sûresi: 32. âyet].
Vay başıma34, bu soruyu soran cahil, bu zikredilen kişilerden herhangi birini taklit eden tüm taifelerin, eğer bu kişi onların nezdinde diğerlerinden daha fakih, daha âlim, daha faziletli, daha yüce, daha mükemmel olmasaydı onun dinini taklit etmeyeceklerinden35 şüphe mi duyuyor? Eğer akıllarını kullansalardı kendi destekleri zatlarda36 gördükleri niteliklerin diğerlerinde de olduğunu anlamaları gerekirdi. Birbirlerinden farklı değiller ki. Her genç kız, kendi babası tarafından takdir edilir37. Herkesin deveciği kendine marifetli38 görünür. Eğer bunu bilmiyorlarsa cahillikle39 deliliği, cehaletin kuvvetiyle ve hissiyatın zayıflığı ile cem' etmişlerdir. Her bir taifeden, tâbi oldukları kişiler hakkında çok çirkin şeyler rivayet edilmiştir40. Bunların bir kısmı hafif derecede bir kısmı ise korkunç derecede çirkindir41.

12- Malikîler, İbni Kasım'ın şöyle dediğini rivayet ediyorlar: “Hüccet olarak Malik'in sözü yeter. Malik'i görseydim, Ona muhalefet edilmesini hiç hoş karşılamazdım”. O, bu sözü defalarca tekrarlamıştır.
13- Bir Hanefî42 fakihin şöyle dediği mervîdir: Ebu Hanife, hüküm çıkarmada Muhammed (SAV)'den daha âlimdir.
14- Rebî'nin şöyle dediği zikredilir: Şafiî ne vavda ne de elifte hata yapar (asla hata yapmaz).
15- Muhammed bin Yahya bin Galib'in Halil bin Ahmed el-Bestî'den bana anlattığına göre bazı Hanbelîler şöyle demişlerdir: Ahmed bin Hanbel çok yücedir, masumdur43.
16- Ebu Muhammed (Rahimehullah) dedi ki: Bu sözler çirkindir. Hatta bu sözlerin bir kısmı salt küfürdür. Örneğin 'Ebu Hanife'nin hüküm çıkarmada Allah'ın Resûlü (SAV)'den daha âlim olması' sözü gibi. Bu öyle bir sözdür ki, bu sözü söyleyene 'Allah'ın laneti, tüm lanet edenlerin, meleklerin ve insanların laneti üzerine44 olsun' demekten daha ağır bir kelamla cevap vermeyi gerektirir. Böyle bir sözü, müslüman bir gönül söyleyemez.


17- İbni Kasım'dan zikredilen şu söze gelince: “Hüccet olarak Malik'in sözü yeter”, elbetteki böyle bir söz ondan (Malik'ten) gelmiş olamaz. Çünkü bu büyük bir dalâlettir ve çirkin bir sözdür. Allahu Teâlâ ne buyuruyor? (Resullerden sonra insanların Allah aleyhine bir delili olmaması için) [Nisa: 165]. Zerre kadar aklı olan bir Müslüman, herhangi birinin sözünün Nebî (SAV)'in sözünün üstünde bir hüccet olduğunu nasıl söyleyebilir!
18- 'Malik'i görseydim, Ona muhalefet edilmesini hiç hoş karşılamazdım' sözü de aynen böyledir. Ebu Muhammed (Rahimehullah) dedi ki: Vay başıma, eğer bu sözü söyleyen kişi Malik'i görseydi, Onda kendisine muhalefet edilmesini bu denli yadırgayacak ne görürdü? Onun elinde yılana çevirdiği bir asa mı görürdü? Yoksa Onun körü ve alacalıyı iyileştirdiğini ya da ölüleri dirilttiğini mi görürdü? Yoksa Onun az bir yemekle kalabalık bir topluluğu doyurduğunu mu görürdü? Yoksa Onun parmaklarının arasından su fışkırttığını mı görürdü? Yoksa Onun ayı yardığını mı görürdü? Yoksa Onun mucize bir kelam getirdiğini mi görürdü?
Kendi reylerine muhalefet edilmesini yadırgayanlar var ya, bir insanın reyi ancak diğer insanların reyi gibidir. Arada fark yoktur. O da her müftünün yaptığı gibi bir fetva verir ve ictihadının yettiği ölçüde bazen hata eder bazen de isabet eder.

Bu kavlin İbni Kasım'dan geldiğini de sanmıyorum. Çünkü bu, son derece cılız ve sakat bir sözdür. Andolsun ki Süfyan bin Sevri, Süfyan bin Uyeyne, Hamad bin Zeyd, Evzaî, el-Leys, İbni Cüreyc, İbni Ebî Zi'b, Abdulaziz bin Ebî Seleme, Malik'i görmüşlerdir. Sonra Vekî bin el-Cerrah, Abdullah bin Mübarek, Velid bin Müslim, Yahya binSaid el-Kattan, Abdurrahman bin Mehdi ve Şafiî de malik'İ görmüşlerdir. Onlar, yaşadıkları dönemlerde müslümanların imamları idiler ve onlardan hiçbiri de Malik'e muhalefet etmeyi yadırgamamıştır. Hatta bu zatlar, Malik'e tabi olmayı uygun görmediler, Onu taklit etmeye ve mezhebine bağlanmaya razı olmadılar. İbni Kasım'dan aktardıkları bu meçhul emir onlar için hiç geçerli olmadı. Belki de 'İbni Kasım böyle söyledi' diyenler, İbni Kasım'ın aleyhine de yalan uydurmuşlardır.


19- Sonra Kadı Ebu Yusuf da Malik'i görmüştür, Onunla münazara etmiştir, Onun meclisinde bulunmuştur. Aynı şekilde Muhammed bin Hasen de böyle. İkisi de Malik'e muhalefet etmeyi yadırgamamışlardır. Aksine Onun değil de başkasının görüşünü bile almışlardır. Aynı şekilde Yahya bin Süleyman el-Ca'fî'nin, Hasan bin Ziyad'ın, Nuh bin Derrac'ın ve Muhammed bin Abdullah el-Ensarî'nin de Malik'i gördüklerinde şüphe yoktur. Onlar da Malik'e muhalefet etmeyi yadırgamamışlardır. Hatta Malik'in değil de Ebu Hanife'nin yaşı 50'ye (elliye) varmamış arkadaşlarından ve öğrencilerinden biri olan Züfer bin Hüzeyl'in görüşlerine meyl etmişlerdir. Yine aynı şekilde Esed bin Furat, Hişam bin Abdullah er-Razî de malik'i görmüşler ve Ondan rivayette bulunmuşlardır. Ama sonra Malik'e muhalefet etmeyi yadırgamak bir yana O'nun kavlini terk etmişler ve Ebu Hanife'nin talebeleri olan Ebu Yusuf'un ve Muhammed bin Hasen'e meyl etmişlerdir.
20- Yine Ebu İshak el-Fizarî'nin, yine aynı şekilde Muhalled bin Hasen'in, Bişr bin Velid'in, Muhammed bin Semâ'a'nın, Yahya bin Hilal'in Malik'i görmüş oldukları da tartışmasızdır. Onlar da Malik'e muhalefet etmeyi yadırgamamışlardır. Aksine Malik'i bırakıp Evzaî'ye, Ebu Yusuf'a ve Muhammed bin Hasen'e meyl etmişlerdir. Yine aynı şekilde Velid bin Müslim de Malik'i görmüş ve Ondan ilim almıştır ama sonra Ona muhalefet etmeyi yadırgamayarak Evzaî'ye meyl etmiştir.
Yüklə 372,66 Kb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2   3   4   5   6   7




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin