MÜLTECİLER BAĞLAMINDA ULUSAL VE ULUSLARARASI GÜVENLİK Esma Arıç*1
Özet
Mülteciler ülkelerini kendi iradeleri dışında terk etmek zorunda kalan kişilerdir. Ülkesini çeşitli nedenlerden dolayı terk eden bu insanlar uluslararası sisteme ayak uydurmakta zorlanmaktadırlar. Savaş, etnik çatışmalar, doğal afetler, salgın hastalıklar mülteci akımını tetikleyen sebeplerdendir.
Ekonomik ve sosyal durumu iyi olmayan bu insanlar gitmeyi hedefledikleri ülkenin güvenliği için sorun taşımaktadırlar. Gittikleri ülkeleri birçok yönden tehdit eden bu kişiler, başta ulusal istikrara bir tehdit olmakla beraber ülkenin iç siyasetini komşularıyla olan ilişkilerini etkilemektedirler. Ekonomik durumu iyi olmayan bu kişilerin gittikleri ülkede yaptıkları ilk şey iş bulmak olacaktır. Bu durum ülke vatandaşlarının ekonomik istikrarını doğrudan etkilemektedir. Bu yüzden mülteci akımı ulusal camiada hoş karşılanan bir durum değildir.
Mülteci akımına sebep olarak görülen başarısız devletlerin ortaya çıkardığı otorite boşluğu yeni örgütlenmelerin çıkmasına fırsat vermekte bu durum sınır güvenliğini ve bölgesel güvenliğini tehdit etmektedir.
Anahtar Kelimeler; Mülteci, Sığınmacı, 1951 Cenevre Sözleşmesi, Güvenlik
Giriş
Yaşadığı ülkelerde çeşitli nedenlerden dolayı yaşamını sürdüremez hale gelen bu nedenden ötürü ülkesini terk etmek zorunda kalmakla iltica adı verilen sisteme dahil olan mültecilerin başka bir ülkeye yerleşmeye çalışmaları uluslararası güvenlikte farklı bir yeri teşkil etmektedir. Mülteciler için yaşadıkları ülkeleri yaşamlarını devam etmek adına terk etmek zorunda kalmaları bir yaşamsal mecburiyet haline gelmiştir. İçine düştükleri bu durumlar mültecilere seçenek imkanı vermemiştir. Vatandaşlık bağından yoksunlukla bir devletin tabiiyetinden çıkan kişi başka bir ülkeye korunma amacıyla sığındığında o ülkenin koruma sağlama konusunda ki anlayışıyla karşı karşıya kalacaktır.
Sistemler arası geçişkenliklerin azaldığı sınırların ortadan kalktığı uluslararası sistemde günümüz ulus devletlerin güvenliğini tehdit eden konulardan biri olan mültecilik olgusu üzerinde durmaya değer bir konudur. Özellikle 11 Eylül saldırıları sonrası sadece belli bir dine, etnisiteye, devlete ait olmanın başlı başına tehdit olarak algılandığı sistemde güvenlik endişeleriyle birçok kişi mülteci konumuna düşmüştür. Özellikte 11 Eylül saldırıları sonrası ortaya çıkan terörizm ve islam karşıtlığı kuşkusuz göç ve mülteciliğe karşı devletler nezdinde bir ön yargı doğurmuştur. Bilhassa Orta Doğu ülkelerinde Arap Baharı çerçevesinde ortaya çıkan iç savaşlar neticesinde milyonlarca insan vatanlarından iltica etmek zorunda kalmış ve mülteci konumuna düşmüştür. Uluslararası sistemin güvenliğine tehdit olabilecek boyuta sahip bu hareketlilik kuşkusuz devletlerin bekalarını da tehdit altına almaktadır. Bu doğrultuda mültecilik olgusu uluslararası ilişkiler çalışmalarında dikkate değer bir konudur ve çalışmamızda bu konuya yer vermemizin önemi de buradan gelmektedir.
İnsanlık tarihi kadar eskiye giden bu olguyu incelemek çok boyutlu bir araştırma gerektirir. Çünkü mülteci konusu; başta sosyoloji, hukuk, uluslararası ilişkiler, siyaset bilimi, güvenlik, ekonomi gibi konularla yakından ilişkilidir. Bu çalışmada uluslararası sisteme tehdit olarak görülen mülteci ve sığınmacı gibi kavramlar analiz edilerek mülteci akımının nedenleri ve güvenlik boyutu açıklanmaya çalışılacaktır.
1) Mülteci Kavramı
Uluslararası Hukukta kabul gören mülteci tanımı 1951 Mültecilerin Hukuki Durumuna İlişkin Cenevre Sözleşmesinde yapılmıştır. Bu sözleşmeye göre mülteci “ 1951 den önce Avrupa’da meydana gelen olaylar sonucunda; ırkı, dini, milleti, belli bir sosyal gruba üyeliği veya siyasi düşünceleri nedeniyle zulüm göreceği konusunda haklı bir korku taşıyan ve bu yüzden ülkesinden ayrılan ve korkusu nedeniyle geri dönmek istemeyen kişi’’ olarak tanımlanmaktadır. ( Sığınma ve Mülteci Konularındaki Uluslararası Belgeler ve Hukuki Metinler ) Türkiye bu belgeye imza atmış ve uygulamalarını buna göre yürütmüştür.
Mültecilik, koruma sağlayan devletin kişiye verdiği bir vasıf değildir. Mültecilik, mülteciye verilen tanımın gerçekleşmesiyle kendiliğinden oluşur. Devletler ise kendi iç hukuklarıyla bu durumu belirlemekte ve bu durumun belirlenmesiyle kendilerine düşen yükümlülüğün altına girmektedirler. Koruma sağlayan devlet tarafından, kişinin mültecilik statüsünün beyan edilmesinden önce bu kişinin mülteci olarak adlandırılması mümkün değildir. Koruma sağlayan devlet iltica talebinde bulunan kişinin durumunu incelemekte ve maddede yer alan şartların gerçekleşip gerçekleşmediğini tespit etmektedir. Uygulama talebinde bulunan kişilerde ülkeye resmi veya gayri resmi yollarla giriş yapmakta ve kendilerine mültecilik statüsünün verilmesini beklemektedirler. Mültecilik statüsünün resmi olarak gerçekleşene kadar geçen sürede iltica talebinde bulunan kişiler, terminolojik olarak farklı bir isimle anılırlar. İngilizcede asylum-seeker ifadesi, Türkçede sığınmacı ifadesine denk gelir. Sığınmacı koruma (asylum) talebinde bulunmakta, eğer sığınmacı ülke mülteci olduğunu kabul ederse, mülteci ( refugee) statüsünü kazanmaktadır. 2
1951 Mülteci Sözleşmesi’nin 1F maddesi, mülteci tanımını bazı kişilerin kullanamayacağını belirtir. Bu kişiler:
-
Barışa karşı suç, savaş suçu veya insanlığa karşı suç gibi suçlar için hükümler koyan uluslararası belgelerde tanımlanan bir suç işlediğine,
-
Mülteci sıfatıyla kabul edildiği ülkeye sığınmadan önce, sığındığı ülkenin dışında ağır bir siyasi olmayan suç işlediğine,
-
Birleşmiş Milletlerin amaç ve ilkelerine aykırı fiillerden suçlu olduğuna dair hakkında ciddi kanaat mevcut olan kişilerdir.3
Sözleşme, uluslararası toplum açısından ağır suçlar işlemiş olan kişilerin veya toplum için zararlı olabileceği düşünülen kişilerin sözleşmenin getirdiği haklardan faydalanmamasını amaçlamıştır.
2) Sığınmacı Kavramı
Mülteci tanımındaki özellikleri taşıyan fakat Avrupa ülkeleri dışındaki ülkelerden gelen ve İçişleri Bakanlığınca sığınmacı statüsü tanınan yabancı uyruklu vatansız kişiyi ifade eder. Avrupa ülkelerinden iltica eden kişilerin mültecilik statüsü ve daimi ikamet izni almaları mümkündür fakat Avrupa dışı ülkelerden iltica için başvuran kişilerin sığınmacı statüsü kazanması ve bu kişilerin geçici koruma hükümlerinden yararlanmasına ilişkin uygulamalar mevcuttur. Asya, Afrika, Ortadoğu kökenli sığınmacılar Türk sığınma hukukunda engeller yaşamaktadırlar.4
Türkiye’ ye farklı dönemlerde farklı ülkelerden sığınmacılara ev sahipliği yapmıştır. İlk olarak 1979 da Humeyni Devrimi ve İran-Irak Savaşıyla bir milyon İranlı sığınmacı Türkiye’ye yerleşmiştir. 1991 Körfez Savaşıyla da yaklaşık olarak 500.000 Kürt Türkiye’ye sığınmıştır. 1980’lerde Bulgaristan’dan yaklaşık 300.000 Türk, Türkiye’ye sığınmış, sorunların çözülmesi ve karşılıklı güvencelerle çoğu ülkelerine geri dönmüştür. 1990’larda 25.000 Bosnalı Müslüman ülkelerinde yaşanan savaş sebebiyle sığınmacı olarak gelmiş, Dayton Anlaşmasıyla ülkelerine geri dönmüşlerdir.5
3) Mültecilerin Hukuki Durumu
Sığınma hakkından ilk olarak 1948 İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde söz edilmiştir. 1951 Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Cenevre Sözleşmesinde bu konuyla ilgili geniş çaplı düzenlemeler yapılmıştır. Daha sonra 1967 Ek Protokolü ile sığınma kavramı genişletilmiştir. 1951 Cenevre Sözleşmesi, Avrupa Devleti olan 26 ülkenin katılımıyla Cenevre de bulunan Birleşmiş Milletlere ait ofiste 28 Temmuz 1951 tarihinde kabul edilmiştir. Türkiye ise sözleşmeyi hazırlayan ve ilk imza atan devletler arasındadır. Sığınma ve göç konusunda her zaman önemli bir kavşak devlet olan Türkiye’ye mültecilerin hem bireysel hem de toplu olarak sığındığı hali hazırda bilinmektedir.
Sığınma hakkı konusunda 1982 Anayasa’sı herhangi bir hüküm öngörmemiştir. Bu nedenle Türkiye’de sığınmacıların hukuksal durumu, 1951 Cenevre Sözleşmesi hükümlerine dayanır. Ayrıca bir diğer ulusal belge olarak, “Türkiye’ye İltica Eden veya Başka Bir Ülkeye İltica Etmek Üzere Türkiye’den İkamet İzni Talep Eden Münferit Yabancılar ile Topluca Sığınma Amacıyla Sınırlarımıza Gelen Yabancılara ve Olabilecek Nüfus Hareketlerine Uygulanacak Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik” 30 Kasım 1994 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu yönetmelik 1951 Cenevre Sözleşmesi ve 1967 Protokolü esas alınarak hazırlanmış, uygulama alanı ise daha da genişletilmiş, sadece mültecilere değil sığınmacılara yönelik de hükümler yer bulmuştur. 1994 yönetmeliğinin amacı; ülkemize iltica eden veya başka ülkelere iltica etmek amacıyla ülkemizden ikamet talep eden yabancılara ve olabilecek nüfus hareketlerine uygulanacak usul ve esasların tespiti ve görevli olacak kuruluşların tayin edilmesidir.6
1951 Mülteci Sözleşmesinde Geri-Göndermeme ilkesi Uluslararası Mülteci Hukukunun temel metni 1951 Mülteci Sözleşmesidir. Sözleşmenin 33. Maddesi geri göndermeme ilkesini açıklamaktadır. “ Hiçbir taraf devlet, bir mülteciyi, ırkı, dini, tabiiyeti, belirli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi fikirleri dolayısıyla hayatı ya da özgürlüğü tehlike altında olacak ülkelerin sınırlarına, her ne şekilde olursa olsun geri gönderemeyecek veya iade(refouler) etmeyecektir.7
Sığınmacıların bulundukları ülkeye yasal olmayan yollardan girmesi, geri göndermeme ilkesinin verdiği yükümlülüğü ortadan kaldırmaz. Geri göndermeme ilkesini hem korku hem de tehlike durumlarını kapsamaktadır. Geri göndermeme ilkesi mülteciler için koruyucu şemsiye ilkedir diyebiliriz. Bu ilke; sınır dışı etme, iade etme, suçluların iadesi gibi her ne adla olursa olsun mültecilerin ölüm, işkence, zulüm tehdidi altında kalacakları ülkeye gönderilmemesini öngörmektedir. 8
Geri göndermeme ilkesi devletler açısından mutlak bir kabul etme sorumluluğu doğurmaz. Koruma talebinde bulunan kişinin, ülkesine gönderilmesi ile birlikte ölüm, işkence, insanlık dışı eylem veya cezaya uğraması tehdidi ve korkusu içinde bulunmasıyla ilgilidir.
1951 Mülteci Sözleşmesi 33(1) maddesinin sağladığı koruma mutlak değildir. Aynı maddenin ikinci fıkrası geri gönderme ilkesinin istisnasını açıklamaktadır. 33(2). Madde şöyledir: “ Bununla beraber bulunduğu ülkenin güvenliği için tehlike sayılması yolunda ciddi sebepler bulunan veya özellikle ciddi bir adli suçtan dolayı kesinleşmiş bir hükümle mahkûm olduğu için söz konusu ülkenin halkı açısından bir tehlike oluşturmaya devam eden bir mülteci iş bu hükümden yararlanmayı talep edemez.” Ulusal güvenlik ve tehlike oluşturma ifadelerinin belirsizliği söz konusu istisnanın uygulanmasında titiz davranmayı gerektirmektedir. 9
Türkiye Cumhuriyeti, Cenevre Sözleşmesini ilk imzalayan ülkeler arasındadır. Aynı zamanda BMMYK (BM Mülteciler Yüksek Komiserliği) ‘ın yönetim kurulunda üyedir. Fakat Türkiye Cenevre Sözleşmesini coğrafi sınırlama ilkesiyle kabul ettiği için sadece Avrupa’dan gelen kişileri mülteci olarak kabul etmektedir. Türkiye şuanda Avrupalı olanla Avrupalı olmayan sığınmacılar arasında ayrımı net bir şekilde yapan tek ülkedir. Türkiye’nin Avrupalı olmayan kişilerin mülteci statüsü için başvurmasına izin vermemesinden dolayı, bu kişilerin sığınmacı olarak başvurma hakkı BMMYK tarafından değerlendirilmektedir. Türkiye; Bulgaristan, Bosna-Hersek, Çeçenistan, Kosova gibi birçok ülkeden kişiyi sığınmacı olarak kabul etmiş, ikamet izni vermiş, fakat hiçbirine mülteci statüsü verilmemiştir. Avrupa dışından gelen sığınmacıların İçişleri Bakanlığı ve BMMYK’ ya başvurmaları gerekmektedir. Sığınmacılar, kayıtlarını yaptıktan sonra mülteci statüsü verilene kadar, Avrupalı olmayanlar ise üçüncü bir ülkeye yerleştirilene kadar ikamet etmeleri gereken uydu kent olarak tabir edilen illere dağıtılmaktadır. Türkiye’de uydu kentlerde Van, Konya, Kayseri, Eskişehir illeridir.10
Mülteci kavram ve yetkileriyle ilgili ilk metin olarak kabul edilen Cenevre Sözleşmesinin eksikleri ve muğlak ifadeleri muhakkak ki söz konusudur. Bu nedenle mültecinin tanımını genişleten sözleşmeler imzalanmıştır. 1969’da imzalanan Afrika Birliği Sözleşmesinde zulüm korkusu tanımına ek olarak, dış saldırı, işgal, düzenin bozulması gibi mülteci olabilme hususlarında ekleme yapılmıştır. 1984’te Latin Amerika ülkeleri tarafından uygulanan Cartegena Bildirisiyle mülteci tanımı en geniş halini almıştır. Bu tanıma göre; Yangın, şiddet, dış saldırı, iç çatışmalar, kamu düzenini bozan ihlallerden ötürü güvenlik tehlikesiyle ülkelerinden kaçmak zorunda olan kişilerdir. 11
4) Mülteci Akımının Nedenleri
Mülteci akımlarının en önemli nedeni arasında devletlerarası savaşlar sayılabilir. 20.yy savaş açısından zengin bir dönemdir ve bu dönemde mülteci sayısı azımsanmayacak derecede fazladır. Bu yüzyılda otuz yıl içerisinde dört Arap-İsrail Savaşı meydana gelmiş ve bu savaşlar sonunda milyonlarca insan yaşadıkları bölgeden iltica etmek durumunda kalmıştır. İkinci Dünya Savaşı da milyonlarca insanın yaşadıkları toprakları terk etmesine neden olmuştur. Soğuk Savaş döneminde Amerika-Sovyet çatışması, Berlin Duvarının yıkılması ve akabinde Sovyetlerin dağılması milyonlarca insanın ülkesini terk etmesine sebep olan diğer önemli gelişmeler olmuştur. 1989 yılında mülteci sayısı 14,9 milyon iken 1990 yılında bu rakam 17,2 milyona ulaşmıştır. Ayrıca Rusya-Afganistan Savaşı, Azerbaycan-Ermeni çatışması da mülteci akımının artmasına neden olmuştur. İmparatorlukların dağılması sonrasında yaşanan etnik çatışmalar önemli ölçüde mülteci göçüne sebep olmuştur. İmparatorluklar çok kültürlü oldukları için arkalarında çok fazla etnik grubun bir arada olduğu ardıl bir devlet bırakırlar. Bu etnik gruplar içinde bir ya da bir kaçı liderlik rolü üstlenirler ve ülkede söz sahibi konuma gelirler. Bu etnik gruplar diğer etnik gruplara karşı baskı uygulamakta ya da sert önlemler almaktadırlar. Bu sebepten dolayı yaşanan etnik çatışmalar mülteci akımına neden olmaktadır. Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan sonra yaşanan Türk-Yunan Mübadelesi, 1990’larda Irak’ta yaşanan gelişmeler sonunda bir milyondan fazla Kürt’ün Türkiye ve İran’a iltica etmesi etnik çatışmalar sonunda ortaya çıkan akımlara örnektir. Sivil çatışmalarında sebep olduğu mülteci akımları oldukça fazladır. Çatışmanın nedenleri ideolojik ve sınıfsaldır. Vatandaş, devlete karşı veya devlet, vatandaşa karşı bir mücadele içindedir. Bu çatışmalar silahlı örgütler tarafından yürütülmektedir. 1980 öncesi Türkiye’de yaşanan olaylar sivil çatışmalara örnektir. Mülteci akımına sebep olan bir başka unsurda baskıcı, otoriter ve devrimci rejimlerdir. Baskıcı, otoriter ve devrimci rejimler belli bir dönem birçok insanı ülkesini terk etmesine neden olmuştur. İkinci Dünya Savaşı öncesinde Almanya ve İtalya’da Faşizm, Çin ve Küba’da Komünizm, İran’da İslami Devrimin gerçekleşmesi birçok kişinin mülteci olarak ülkesini terk etmesine neden olmuştur. Son olarak mülteci akımlarının nedenleri arasında doğal afetler ve çevre sorunları sayılabilir. Doğal afetler ve çevre sorunları çok fazla mülteci akımına sebep olmaz, fakat hiç sebep olmaz demekte yanlış bir ifade olur. Örneğin 1980’lerin sonunda Afrika’da bir milyona yakın kişinin kuraklık nedeniyle evini terk ettiği bilinmektedir. Bir başka örnekte Çernobil felaketinden dolayı 700.000 kişi mülteci olmuştur. 12
5) Güvenlik Açısından Mülteciler
Savaş, fakirlik, doğal afet gibi nedenlerden dolayı sosyal düzeni çökmeye yüz tutmuş fakat uluslararası sistemde varlığını devam ettiren devletler olarak nitelendirebileceğimiz devletler başarısız devletler olarak adlandırılırlar. Lübnan, Afganistan, Somali örneklerinde gördüğümüz gibi devletler siyasi iradeleri çöktüğünde devlet dışı aktörler gün yüzüne çıkmaktadır. Bu aktörler kendi güvenlik ağlarını oluşturmakta ve yaptırım uygulama eğiliminde bulunmaktadır. Ortaya çıkan örgütlenmeler ulusal güvenliğin yanı sıra bölgesel ve uluslararası güvenliği tehdit etmektedir. Uluslararası toplum bu olaylar karşısında endişelenmekte ve ortaya çıkan aktörleri büyük bir tehdit olarak görmektedir. Başarısız devletlerde meydana gelen açlık, şiddet, korku gibi nedenler paralelinde komşu devletlere de mülteci akımını getirmektedir.13
Mülteciler ve sığınmacılar iltica ettikleri ülkeye geliş ve kalış süreçlerinde birçok sorunla karşı karşıya kalmaktadırlar. Travmatik yolculuk süreçleri, güvenli topraklara ulaşma, kimlik olmaması, belirsizlik ve endişe, her an yakalanma korkusu geliş sırasında yaşanılan problemlerdendir. Sığınma alanına erişim, ikamet alma, iş bulma, sağlık, eğitim gibi problemler kalış sürecinde yaşanmaktadır. Üçüncü bir ülkeye gitme sürecinde yeni bir hayat, yeni bir ülke, yeni bir dil, uyum süreci, gelecek kaygısı gibi sorunlar yaşanmaktadır. Okuma-yazma bilmemeleri, ırkçı tavırlarla karşılaşmaları, sosyal statülerini kaybetmeleri, bir topluluğa ait olma hissini kaybetmeleri sosyal ve kültürel sorunları oluşturmaktadır. Sayıları hızla artan uydu kentlerde çalışma imkânı bulamayan sığınmacılar; toplumsal hoşgörüsüzlük, ayrımcılık gibi davranışların hedefi haline gelmişlerdir ve sığınmacılara yönelik nefret içerikli haberlerin arttığı görülmektedir.14
Dünyanın her yerinde, şehir ve ülkeye yeni göç hareketleri çalışma ücretlerinin düşmesine, kira ve üretim maddelerinin fiyatının yükselmesine neden olur. Toplumsal alanda karşılıklı olarak yaşanılan bu sorunlar sığınmacılarla, o ülkenin vatandaşı arasında problemlere sebep olur. Uluslararası güvenlikte ülkelerin yaşadığı sorunların psikolojik alt yapısının altında sığınmacıların ülkeye geliş gelişlerde yaşadıkları problemler, uydu kentlerde karşılaştıkları tavırlar tamamen olmasa da sebepler arasındadır.
Ülkelerini terk etmek zorunda kalmış bu insanların yaşadıkları savaş, etnik çatışmalar, insan hakkı ihlali, yeni bir ülkeye uyum süreçleri güvenliği tehdit etmektedir. Güvenlik tehlikesiyle ülkesini terk eden insanlar gittikleri ülkenin güvenliğini etkileyebilmektedirler ve hatta ülkenin diğer ülkelerle olan ilişkilerinde sorun teşkil eden ana faktör olabilirler. Keza bu insanlar gittikleri ülkenin ekonomik ve siyasal istikrarını, askeri düzenini, sosyal çevresini etkilemektedirler.
Mülteciler ve göçmenler iltica ettikleri ülkelerde muhaliflerle işbirliği yaparak, terörist saldırılarda bulunabilirler. Buda ülkenin güvenliği için tehdit oluşturmaktadır. Ülkelerin ekonomik durumları mülteci kabulü konusunda önemli bir faktördür. Mülteciler genelde Mali, Moritanya, Zaire, Somali, Mozambik, Angola gibi gelişmekte veya gelişmemiş olan ülkelerin vatandaşlarıdır. Bu ülkeler ekonomik olarak kalkınmamış ülkeler sınıfındadır. Mülteciler zaten ekonomik sıkıntıların yarattığı sorunlardan dolayı ülkelerini terk ettikleri için daha gelişmiş bir ülkeyi tercih ederler. Bu nedenle gittikleri ülkelerde yaptıkları ilk şey iş bulmaktır. Bu durum ülkede yaşayan genç ve işsiz nüfus için sorun yaratmaktadır. Dolayısıyla bu insanların iş bulmaları zorlaşacaktır. Böylece ülkede işsizlik oranı artacak, işgücü maliyeti düşecek, fiyatlar yükselecek bunlara paralel olarak yaşam standardı düşecektir. Toplum içinde huzursuzluklar artacak buda ulusal güvenlikte herhangi bir sorunun ortaya çıkmasında kıvılcım olacaktır.
Ülkelerin dış politika ve siyaset anlayışı mülteci kabulü konusunda bir diğer önemli faktördür. Mülteci göçü vermek ülkenin saygınlığını azaltan bir durumdur. Bu nedenle iyi ilişkiler içinde olan devletler mülteci alımında prosedürlerde sorun çıkarmaktadırlar. Kötü ilişkiler içinde olan devletler de tam tersi işlemlerde kolaylık sağlamaktadırlar. Örneğin Soğuk Savaş yıllarında Amerika Komünist rejimden kaçanlar için her türlü kolaylığı sağlamıştır.
Ülkelerin mülteci kabulünde dikkat ettikleri bir diğer kıstas gelen insanların etnik kökenleri ve sayısıdır. Eğer mültecilik talebinde bulunan insanların etnik kökenleri ülkede sorunlu bir etnik köken ise genelde ülkeler bu duruma sıcak bakmamaktadırlar. Bu insanlar ilerleyen dönelerde ülkenin siyasal ve sosyal yaşamlarını etkileyebilmektedirler. Buda ulusal ve uluslararası güvenlikte ülke aleyhine sorun teşkil etmektedir. Örneğin Buton Krallığında ülkenin hâkim etnik kökeni olan Dropkaslar aleyhine dengeyi değiştirecek bir göçten korkulması sebebiyle 1980’lerde hükümet Lhotshampas etnik grubundan olan insanların ülkeye göçünü engellemeye çalışmıştır.
Ev sahibi ülkeler bazen mültecilerin vatandaşı olduğu ülkeye karşı terörist faaliyetini gizliden desteklemektedir. Ev sahibi ülke lojistik, maddi, personel desteği sağlayabilmektedir.
Mülteciler bazen de gittikleri ülke için faydalı olabilmektedir. Beyin göçü olayı buna örnektir. Ülkelerin aydın kişileri bilhassa baskıcı ve otoriter rejimlerden dolayı ülkelerini terk etmek zorunda kalabilirler. Örneğin; İkinci Dünya Savaşından sonra Hitlerin baskıcı rejiminden kaçarak Türkiye’ye sığınan bilim adamları çeşitli eğitim kurumlarında görev yapmışlardır. 15
Sonuç:
Bir devletten başka bir devlete iltica etmek, yüzyıllardır devam eden bir süreçtir. Bu süreç kişiyle beraber kaynak ülkesini ve hedef ülkeyi, hedef ülke vatandaşlarını da etkilemektedir. Bundan dolayı bu sorun bütün inanların sorunudur. Mültecilik ve sığınmacılık sorunu; uluslararası alanı, politikayı, ekonomiyi ve güvenliği etkilemektedir. Dolayısıyla devletler bu sorunun çözümü için veyahut en aza indirilmesi için politikalar üretmelidir. Devletlerin politikalar üretmesi muhakkak mülteci sorununu tamamen ortadan kaldırmaz bundan sonra yapılacak aşama; ülkenin mülteci alımlarından sonra güvenliklerini sağlayabilmek için prosedürlerin, çalışmaların sistemli ve tutarlı bir şekilde yürütülmesi gerekmektedir. Bu noktada hedef olan devlete düşen görev; göçmenlerin temel ihtiyaçlarının karşılanması, ülkeye entegrasyon süresinin kısaltılması, hayatlarına kaldıkları yerden devam edebilmeleri için gereken önlemlerin alınması ve ülkeye giriş yapan mültecilerin güvenilirliğinin tespit edilmesidir.
Mültecilik uygulamalarına bakıldığında karşımıza ulus devletlerin uygulamaları dışında BM ve AB gibi önemli ulusüstü aktörlerin çıktığını görmekteyiz. Tüm devletlerin eşit olarak temsil edildiği BM, devletler tarafından en çok tanınan ve meşru olarak görülen bir örgüttür. Fakat BM mülteci sorununu tamamen çözebilme kapasitesine sahip değildir. Aynı şekilde Avrupa Birliği de kendi içinde kapanmaya dönük, sınırları yükselten yapısıyla bu sorunu yapısal olarak çözebilecek yaptırım uygulamasına sahip değildir.
Bu doğrultu da mültecilik sorununun çözümü için uluslararası ortamda her ülke üzerine düşen görevi yerine getirmelidir. En başta başarısızlığa eğimli olan devletleri güçlendirmek sorunların başlamadan çözümüne katkıda bulunur. Bu doğrultuda mülteci sayısı en aza indirilir. Tüm bu sorunların çözülmesiyle ulusal, bölgesel, uluslararası alanda yaşanılan sorunlar minimize edilecektir.
KAYNAKÇA
Birleşik Krallık Uluslararası Sekretaryası (2009), “ İki Arada Bir Derede Türkiye’de Mültecilere Güvenlik Sağlanamıyor”, Uluslararası Af Örgütü
Buz, Sema (2008), “ Türkiye’de Sığınma Sisteminin Sosyal Boyutu”, TBB Dergisi, Sayı 76
Buz, Sema ( 2004), “ Zorunlu Çıkış Zorlu Çıkış; Mültecilik”, Ankara, SGDD Yayınları
Ekşi, Nuray( 2006), “ Yabancı Hukukuna İlişkin Temel Konular”, Beta Yayınları, İstanbul
Karaca, Servet; Doğan, Umut ( 2014), “ Suriyeli Göçmenlerin Sorunları Çalıştay Raporu”, Mersin Üniversitesi Bölgesel İzleme Uygulama Araştırma Merkezi
Uzun, Elif (2012), “Geri Göndermeme İlkesinin Uluslararası Hukuktaki Konumu Üzerine Bir Değerlendirme”, Uluslararası Hukuk ve Politika Dergisi, Cilt 8, Sayı 30
Türkoğlu, Oğuzhan(2011), “ Mülteciler ve Ulusal/Uluslararası Güvenlik”, Uludağ Üniversitesi İİBF Dergisi, Cilt 30, Sayı 2
Taşdemir, Fatma(2009), “Uluslararası Nitelikte Olmayan Silahlı Çatışmalar Hukuku”, Ankara Adalet Yayınları
Yıldız, Keriman; Ünlü, Ümmühan; Sezer, Metin (2014), “ Mülteci-Sığınmacı Cinnetleri ve Toplum”, KMÜ Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi, Sayı 16
1951 Tarihli Mültecilerin Hukuki Durumuna İlişkin Cenevre Sözleşmesi
Dostları ilə paylaş: |