Tercemesi tarafımızdan yapılmıştır. Allah razı olsun, demeyi unutmayın!



Yüklə 372,66 Kb.
səhifə2/7
tarix11.08.2018
ölçüsü372,66 Kb.
#69036
növüYazı
1   2   3   4   5   6   7

21- Sonra bırakın bu sayılan zatları, kendi ashabı da Malik'i görmüşlerdir: İbni Ebi Hazim, Muğîre bin Abdirrahman el-Mahzumî, İbni Nafi', Mutarraf, İbnu-l Mâcişûn, İbni Kinane, İbni Vehb, Eşheb. Bu zatlar da yıllarca Onun meclisinde bulunmuşlardır, Ondan ilim yazmışlardır ama Ona muhalefet etmeyi yadırgamamışlardır. Aksine en çok ve en büyük muhalefeti onlar göstermişlerdir. Sadece İbni Kasım'dan aktardıkları bu emir onlar hakkında hiç geçerli olmamıştır. Aslında İbni Kasım'ın da 30 (otuz) küsur meselede Malik'e muhalefet ettiği rivayet edilmiştir45. Eğer İbni Kasım'ın “Ben Malik'in kendine değil de bazı görüşlerine muhalefet ettim” şeklinde bir söz sarf ettiğini rivayet ediyorlarsa; bu da cidden fasid bir sözdür. Çünkü hakkında muhalefet ettiği meselelerde, şayet onun nazarında Malik bu hususlarda muhalefeti hak etmeseydi, Ona muhalefet etmezdi. Çünkü bir Müslümanın, muhalefet etmesinin helal olmadığı şeylere muhalefet etmesi caiz değildir. Yani her hâlükârda İbni Kasım, Malik'e muhalefet etmeyi caiz görmüştür ve bunların onun adına anlattığı gibi bu muhalefeti yadırgamamıştır. Yine aynı şekilde İbni Vehb'in de şöyle dediğini anlatıyorlar: “Hadisler fakih olmayanları yanıltır. Eğer Malik ve el-Leys olmasaydı yolumuzu kaybederdik”.
Ebu Muhammed (Rahimehullah) dedi ki, İbni Vehb'in bu bâtıl, çirkin ve Hanif İslam'ın başına çelişkili musibetleri cem' edici böyle bir sözü söylemesi Onun tarzına çok uzaktır.
22- Vay başıma, eğer Allah Resûlü (SAV)'den sabit olan hadisler yanıltıcı ise hidayet verici olan kimdir, nedir? Müstehap kılma ve rey mekanizmaları ile Allahu Teâlâ'nın dininde helal ve haramlar mı konuyor, farzlar mı belirleniyor, bu kavramlar altında şer'î hükümler iskat mı ediliyor ve yeni bir din mi inşâ ediliyor ve bunlarla Allah azze ve celle aleyhine hükümler mi veriliyor? Şüphesiz ki bu, apaçık bir dalâlettir. Allahu Teâlâ, Nebîsi (SAV)'i muhatab alarak buyuruyor ki: (Şüphesiz ki biz sana zikri, kendilerine inzal olunanı insanlara beyan etmen için indirdik.) [Nahl: 44]. Allah azze ve celle, beyan etme/açıklama46 işini sadece Resûlullah (SAV)'in hadislerine vermiştir, başka bir şeye değil.
23- Vay başıma, bu fakihler kimlerdir? Fakihler ancak hadis ehlinden olanlardır ve ancak hadis ehli, kendileriyle Rabblerinin dinine tâbi oldukları sahih hadisleri, rey ashabının eğip büktüğü hastalıklı sakat fikirlerden ayıran âlimlerdir.
24- Yine hadis ehli, hadisin nasihini de mensuhunu da bilirler. Onun Kur'an'a nasıl bağlanacağını, onların hepsinin nasıl ele alınacağını, aralarında nasıl istisna yapılacağını bilirler. Onlar sahabenin ve onlardan sonra gelen tabiînin haberlerini de bilirler. Biz de bunlardan başka fakih tanımayız.
25- Tek bir insanın reyini alan kişi ona karşı çıkamaz, Nebî (SAV)'den gelen hususları, âlimlerin nerede icmâ ve nerede ihtilaf ettiklerini bilemez. O kişi, fıkhın ne olduğunu asla bilemez ve onu fıkıha götüren bir yol da yoktur. O sadece dinde rastgele kör atışlar yapar, itikad ettiği şeyin hakîkatini47 bâtılından ayıramadan yitik bir bineğe iner ve kaybolur.
26- Yine “Eğer Malik ve el-Leys olmasaydı yolumuzu kaybederdik” diyen kişinin sözü de hayret vericidir. Vay başıma, o halde Malik ve el-Leys doğmadan48 önce yaşayan Müslümanların hâli nice olacak (!)? Demek ki o Müslümanlar, bu iki zat doğana kadar dalâletin zirvesinde (!) yaşamışlar. Resûlullah (SAV)'den ve daha Malik ile el-Leys'in ve bu ikisinin babasının dahî mevcut olmadığı dönemlerden maruf olarak gelmeyen hususlarda Malik ve el-Leys'in bize getirdiği her türlü hidayetten yüksek sesle Allah'ı tenzih ederiz. Resûlullah (SAV)'den başka herhangi birine bu sıfatı vermekten de Allah'a sığınırız. Rabbimiz, O (SAV)'in hakkında buyuruyor ki: (İnsanları karanlıklardan aydınlığa çıkarman için) [İbrahim Sûresi: 1].
27- Yine aynı şekilde bu sakat sözü söyleyen kişi, bu iki zatı Resûlullah (SAV)'e tercih etmiştir. Bu kişi, Malik ve el-Leys olmasa yolumuzu kaybederdik demiştir de onlar olmadan da49 Resûlullah'ın bize fayda vereceğine mahal bırakmamıştır ki bu da açık salt küfürdür.
28- Yani şimdi bu ikisi dışındaki âlimlerle buluşanlar dalâlet içinde miydi? İlginç. Gerçekten çok ilginç. Allah'a sığınırız ki bu çürük söz İbni Vehb'den sabit olmuş olsun. Şüphesiz ki o, Süfyanı Sevrî'den, İbni Uyeyne'den, İbni Cüreyc'den, Amr bin Haris'ten ve İbni Ebî Zi'b'den daha çok almıştır. Vay başıma, yani şimdi o, tüm bu zatlardan dalâlet mi yoksa hidayet mi almıştır? Bilakis, eski olsun yeni olsun âlimler, Malik'in, el-Leys'in, o ikisinden önce gelenlerin, ve o ikisinden sonra gelen insan ve cinlerin kendisiyle hidayet bulduğu ilmi nakletmişlerdir. Bu fasid sözden hoşlanan cahillerin, el-Leys'in sözlerine bakmamaları da hayret vericidir. Onlar hidayetin yarısını terketmişlerdir ve bu da onları yarı dalâlet üzere olmaya sevk etmiştir. Biz deriz ki böyle bir söz, İbni Vehb'den sâdır olmamıştır.

29- Rebî'den aktarılan 'Şafiî ne vav'da ne de elif'te hata yapmıştır” şeklindeki söz de yine böyledir. Bu da bize göre yalandır ve Rebî böyle bir şey söylememiştir. Zaten Resûlullah (SAV) dışında herhangi birisi için böyle bir sözün sarf edilmesi de caiz değildir. Bunu ancak dini zayıf, aklı zayıf olan bir kişi söyleyebilir. Bu tür delilikleri, bizden önce yaşamış bu zatlardan uzak tutmak50 daha evlâdır.
30- İçinde bulunduğumuz bu çerçöp yığını var ya onların çoğu (Ölüdürler, diri değildirler ve ne zaman ba's olunacaklarını da hissetmezler.) [Nahl: 21] (Onlar ancak hayvanlar gibidirler, belki de yol bakımından daha da sapıktırlar.) [Furkan: 44]. Onlar hakikatı tahkik51 etmezler52; ahmaklıktan kurtulamazlar; delili sormazlar; hemen hemen ehli kitabın yaptığı gibi atalarından, büyüklerinden ve omuz omuza yaşadıkları insanlardan gördükleri şeylere ittibâ etme hususunda dinlerini nasıl ele aldıklarına aldırış etmezler. Allah'ın Resûlü (SAV), bizim daha evvelkilerin sünnetlerini işleyeceğimizi, hatta onlar harap53 bir kertenkele yuvasına girseler bile bizim de oraya gireceğimizi haber vererek bizi uyarmıştı. O (SAV)'e denildi ki: Ey Allah'ın Resûlü onlar Yahudiler ve Hıristiyanlar mıdır? O (SAV) de “Kimlerdir o halde?” şeklinde veya bu mânâya gelen bir söz buyurdu. Perişanlıktan ve dalâletten Allah'a sığınırız. Allah'tan bizi, Sahabenin, Tabiînin ve çoğunluk yoldan çıktığı zaman onların yolunu takip edip de acı da olsa hak yola sabreden kişilerin yaşadığı hal üzere sebat ettirmesini; övülmüş üç asırdan sonra uydurulan taklit bidatından bizi korumasını dileriz. Âmîn.
31- Ebu Muhammed (Rahimehullah) dedi ki: Hanefî54 ve Malikîlerden olan bu insanlar55, eğer imamlarının beşikte konuştuğu iddia edilseydi bunu bile kabul etmekten geri durmazlardı.
Ben, Malik (Rahimehullah)'ın faziletleri hakkında tedvin edilmiş bazı kitaplarda, Malik'in baldırına nur ile “Malik Allah'ın uddesidir (udde=donanım, âlet, araç vb)” yazılı olduğunu okudum. Yine faziletleri arasına Onun, Resûlullah'ın mescidi ile arasında ancak yirmi küsur adım olan bir mesafede 25 (yirmi beş) yıl ikamet ettiğini ama orada ne bir farz namazı ve ne de bir Cuma namazı kıldığı eklenmiştir.
Bu, asla fazîletlerin arasında sayılamaz. Aksine bu, onun için özür olarak gösterilmesi gereken bir durumdur. Biz de zaten Onun hakkında “hayr” ve “özür” dışında bir zan beslemiyoruz.
Allahu Teâlâ katında geçerli bir özür ise, bu bizim nezdimizde daha evlâdır.
Ya da “Fasık emirlerin arkasında namaz kılmak caiz değildir” şeklinde bir tevil yapmış ise; eğer durum böyle ise bu hatalı bir tevildir ama o yine de 1 (bir) ecirle mükafatlandırılır56. Çünkü Nebî (SAV), namazın vaktini57 geciktiren emirlerin arkasında namaz kılınmasını emretti. Bu da fısk noktasında, vakti çıkana kadar kasten namazı kılmayanın fiilinden daha ağır değildir.
32- Bazılarının Malik'in, Nebî (SAV)'i gören yaşlı bir kadını gördüğünü söylediklerini işittim. Ebu Muhammed (Rahimehullah) dedi ki: Bu gizli kapaklı olmayan açık bir yalandır. Çünkü Enes bin Malik (RA)'dan sonra, sadece Ebu Tufeyl Amir bin Vâsile58 dışında, Nebî (SAV)'i gören hiç kimse yaşamamıştır. Enes bin Malik'in ölümü de Malik'in doğumundan öncedir. Malik'in Ebu Tufeyl'i gördüğünden de hiç kimse59 bahsetmemiştir.
33- Ebu Zübeyr tarîki ile rivayet edilen hadisteki “Medine âlimi” lafzıyla murad olunanın Malik olduğunu60 zikrediyorlar. Bu da onların, Resûlullah (SAV) aleyhine ilimsiz bir biçimde yalan uydurmalarıdır. Her kim Nebî (SAV)'in sözünü çarpıtırsa, Nebî (SAV)'e iftira atmış olur ve o kişi Ateş'teki yerine hazırlansın. Allahu Teâlâ buyuruyor ki: (Hakkında ilmin olmayan şeyin ardına düşme) [İsra: 36]. Yine Allahu Teâlâ buyuruyor ki: (Onların o hususta bir ilmi yoktur. Sadece zanna tâbi oluyorlar. Zann ise hakikat adına hiçbir fayda vermez) [Necm: 28]. Yine Allahu Teâalâ buyuruyor ki: (Ağızlarınızla hakkında hiçbir ilminiz olmayan bir şey söylüyorsunuz ve bunu hafif bir şey olarak addediyorsunuz. Halbuki o, Allah katında büyük bir şeydir) [Nur: 15]. Her kim, sahih bile olsa bu hadiste zikredilen Medine âliminin Malik bin Enes olduğuna katiyetle hükmederse o kimse, hakkında ilim sahibi olmadığı bir şeye tâbi olmuştur, bilmediği bir şeyi söylemiş ve böylece zanna ittibâ etmiştir. Zann ise sözlerin en yalanıdır. Ayrıca o kimse, zannı ile Resûlullah (SAV) aleyhine görüş belirtmiş ve O'na iftira atmış olur. Sapmaktan Allah'a sığınırız. Aynı şekilde, bahsi geçen zatın Malik olduğu onlar için yakînen zahir olsa bile onların asla bu konuda bir tutanakları olamazdı. Çünkü bu hadîse göre onun ilimde eşi ve benzerinin bulunmayacağı geçmemektedir, ancak ondan daha âlim kimsenin bulunmayacağıdır. Şayet [imkân dahilinde ise]61 yaşadığı zamanda ilimde onun gibisi bulunabilirse o, bu hususta ilimde kendi gibi olan kişiden daha ileri olma sıfatını alma noktasında daha evlâ değildir62. Aynı şekilde hadiste, ondan sonra kendisinden daha âlim birinin bulunmayacağı da mevcut değildir. Eğer bu haberde böyle bir ibare mevcut değilse, ondan sonra kendisinden daha âlim birinin bulunması imkan dahilindedir. Bu da onların konu ile kurdukları tüm bağlantııları geçersiz kılar. Allahu Teâalâ ile teyid olunuruz. Eğer bunu kabul etmez ve imkân dairesinden çıkarırlarsa ve bunun asla olamayacağına kat'iyetle hüküm verirlerse, Rabblerini aciz görmüş olurlar ki bu da küfürdür. Böyle bir şey ancak nass ile bilinebilir. Bu konuda da nass yoktur. Bunun olabilirliğini kim kabul etmezse63, Allahu Teâalâ aleyhine kat'iyetle yalan bir hüküm vermiş olur. Onlar bu hususta iki durum arasındadırlar: Ya küfür ya da Allahu Teâlâ aleyhine yalan uydurmak. Seçimlerini yapsınlar ama bu iki durumun hiçbirinde de seçenleri için iyi bir nasip yoktur. Bu iki halden de aynı anda uzak dururlarsa onların bu hadisle taallukları düşmüş ve onu her bir tarafa sündürmeleri batıl olmuş olur.
34- Onlardan bazıları, Süfyan bin Uyeyne'nin: “O zatın Malik olduğunu kabul ediyorlardı” dediğini söylemiştir.
Ebu Muhammed (Rahimehullah) dedi ki: Eğer Süfyan böyle bir şey söyleseydi bu, Süfyan'ın bunu kendilerinden aktardığı kişilerin64 bir zannı olurdu ancak. Belki de Süfyan bu sözü, sadece onları reddederek söylemiştir. Belki de onlar Malik'in arkadaşlarından ve öğrencilerindendiler. Başkalarının söylediği bir sözün Süfyan'a mâl edilmesi de caiz değildir. Çünkü Süfyan, sahih bir nass olmaksızın Resûlullah (SAV)'in muradını katiyetle yorumlamaktan Allah azze ve celleye sığınan65 bir zattı. Bunun delili de yine bu bâtıl sözü kendisine nisbet ettikleri İbni Uyeynedir. O, Malik'e muhalif idi ve Malik'i asla taklit etmedi, Onun fetvalarını talep etmedi, kavillerini yazmadı ve tek bir meselede olsa bile Onun reyi ile hiç amel etmedi. Eğer Süfyan'a göre bu bahsi geçen Medine âlimi Malik olsaydı, ona muhalefet etmeyi caiz görmezdi ve fetvalarını geçersiz saymayı helal görmezdi.
35- Yine aynı şekilde bize Yusuf bin Abdillah bin Ebî Cafer, Ahmed bin Said bin Hazm es-Sadefî'den, Kasım bin Asbağ'dan, Muhammed bin İsmail et-Tirmizî'den haber vermiştir, bize Nuaym bin Hammad dedi ki, bize Süfyan bin Uyeyne, Ebu Zübeyr'den, Ebu Salih'ten, Ebu Hureyre'den şöyle dediğini söyled: Allah'ın Resûlü (SAV) buyurdu ki: İnsanlar develerin ciğerlerini bile yarıp bakarlar ama Medine âliminden66 daha âlim birini bulamazlar. Süfyan'a denildi ki: Sence o kimdir? Dedi ki: Nuaym bin Hammad dedi ki: Onun 30 (otuz) seferden fazla şöyle dediğini işittim: Ömrüme andolsun ki, böyle biri varsa o olsa olsa, Ebu Abdurrahman Abdullah bin AbdülAziz bin Abdullah bin Ömer bin Hattab künyeli Medine'deki âbid olurdu.
36- Ebu Muhammed (Rahimehullah) dedi ki: Bu onların, Süfyan'ın böyle söylediği hakkındaki ve aynı şekilde Ebu Zübeyr67 hakkındaki zanlarının bâtıllığını açığa sermektedir. Ebu Zübeyr bir müdellistir ve “bize anlattı” veya “bize haber verdi” ifadelerini kullanmamıştır. Her açıdan da onların zannının bâtıllığı zahir olmaktadır.
37- Evet, bazıları 'Amr bin Hikam, Şube'den' şeklindeki tarîk ile varid olan haberde -ki biz de onu 'Hişam, Davud'dan, Ebu Hind'den68' tarîki ile rivayet etmiştik-, geçen 'Garb/Batı ehli Allah'ın emri gelinceye dek Hak üzere zahir olacaktır' şeklindeki ifadenin Malik'in mezhebi olduğunu iddia etmişlerdir. Böyle bir şey, yalanı caiz görmek ve onu en son dereceye kadar helal addetmektir. Afrika ve Endülüs, “garb/batı” ismine Mısır'dan ya da Şam'dan daha layık değildir ve buraların (Mısır, Şam) halkı da Malik'e muhalifir. Hatta cümleten bakılınca Ehli Sünnet dışı olanlar daha fazla gibidir. Örneğin Zenâte Çölü bölgesinde Hariciler ve Mutezile çoğunluktadır69. Ketâme70 dağlarında Şiiler çoğunluktadır. Yine uzunca bir dönem Afrika, Ebu Hanife'nin reyine; Endülüs de Evzaî'nin reyine bağlı kalmıştır. Zikredilen haberin, şimdi üzerinde bulundukları hâle çekilmesini, bundan önce üzerinde bulundukları hâle çekilmesinden daha evlâ kılan nedir? Onların71 hallerinin şimdi neye yorumlandığını bilmiyoruz. Ancak şu var ki onlar, gaybın ilmini bildiklerini iddia ediyorlar ki bu da sana bir dalâlet olarak yeter.
38- Yine aynı şekilde şüphesiz biliyoruz ki Nebî (SAV) şöyle buyurmuştu: “Garb/Batı ehli Hak üzere zahir olacaktır”. Aslında o zamanlar Batı diyarının ehli baştan aşağı Hıristiyan idi ve içlerinde hiçbir şekilde Müslüman yoktu. Çünkü Mısır ve Şam ancak Ömer bin Hattab (RA)'ın döneminde; Afrika, Muaviye (RA) zamanında; Endülüs, Velid bin Abdulmelik zamanında feth edilmişti72. Ama biz, Nebî (SAV)'in sadece ve sadece hakkı söylediğinden emin olmuşuzdur.
Eğer bu zikredilen hadis sahih ise, kesin olarak anlıyoruz ki Nebî (SAV) bu hadisini herhangi bir zamana tahsis etmemiştir. Durumun böyle olması kesinleşince de galiba bu vaktin henüz gelmemiş olduğu görülüyor. Belki de bahsedilen vakit, Meryem oğlu İsa (AS)'ın nüzul edeceği zamandır. Yoksa kim bilir73? Zan ile kavil etmek hiçbir şeyi çözmez. Zikredilen hadîsi zahirine haml etmek daha evlâdır. Aksi takdirde herhangi bir nass veya icmâ olmadan delilsiz bir şekilde, bu hadisin başka bir şeye haml edilmesi helal olmaz.
39- Bir de şu var ki aslında bu hadisin lafzını tedebbür ettiğimiz zaman, hadisin medh değil zemm içerdiğini görüyoruz. Çünkü Nebî (SAV) aslında, onların hakka galebe çalacaklarını haber vermekte idi74. Çünkü “ez-zuhûr” sözcüğü Arap dilinde galebe anlamına gelir. Bu da bu lafzın 'Allah'ın emri gelinceye dek onların hakikat ehline galebe çalacaklarını” iktiza etmektedir.
40- Ebu Muhammed (Rahimehullah) dedi ki: Onları her zaman böyle, hakka muhalefet ederken, hakikat aleyhine dalavere çevirirken ve hakikati reddederken gördük. Bunların başında da, Osman (RA)'ı bizzat öldürmeye gelenler Garb ehlinden Mısır ehlinden idiler. Onlar, hepsi de Mısırlı olan Kinâne bin Beşir et-Teceyyübî, İmran bin Sûdan, Kanbere, Abdurrahman bin Gadir el-Belevî75 idiler.
41- Sonra bunun akabinde Ali bin Ebî Talib (RA) ve Muaviye (Rahmetullahi aleyh)'in durumu geliyor. Hak sahibi Ali'dir, şüphesiz. Muaviye ise tevilde bulunmuş, hata yapmış, mazur, 1 (bir) ecirle ecirlendirilmiş bir müctehiddir. Ama tabî ki Ali ile Muaviye arasındaki fazilet farkı, hiçbir insaflı kişinin anlamakta zorlanmayacağı biçimde açıktır ve gizli değildir. Muaviye (Rahimehullah) faziletli bir sahabi idi ama Allahu Teâalâ buyuruyor ki: (Neden siz Allah yolunda harcamayasınız ki? Göklerin ve yerin mirası zaten Allah'ındır. Elbette içinizden, fetihten önce harcayan ve savaşan bir olmaz. Onların derecesi, sonradan infak eden ve savaşanlardan daha büyüktür. Bununla beraber Allah hepsine de en güzel sonucu vaad etmiştir. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.) [Hadid: 10].
Ali bin Ebî Talib ise ilk olarak muhacirdir, önde gelendir76, Bedir, Uhud, Hendek ve Hudeybiye ehlindendir. Muaviye (Rahimehullah) ise Fetih günü müslüman olanlardandır. Muaviye, ölene kadar Ali'ye galebe çalmaya ve Ali bin Ebî Talib (RA)'ın hakkını örtbas etmeye çalıştı.
42- Sonra fasık Yezid, Harre günü o gün hayatta olan sahabe77 (radıyallahu anhum) ve Medine ehlinden olan tabiînin hakkına tasallut etti. onun İslam'da işlediği78 bu büyük cürüm, Mısır ve Şam ehlinden Garb ehlinin kalabalıkları ile işlenmiştir.
43- Sonra fasık Haccac hak çiğnedi. Bunların başında da müminlerin emiri Abdullah bin Zübeyr (radıyallahu anhuma)'nın hakkı gelmektedir. İbni Zübeyr sahabeden kalanlardandı ve hak sahibi idi. Haccac ise bâtılın ve asiliğin valilerindendi. O, asla yorumlamadan ve bir çıkış yolu aramadan, müslümanların asasını kırdı. Onun Mekke'yi taşa tutması da Mısır ve Şam ehlinden Garb ehlinin kalabalıkları eli ile işlenmiştir.
44- Sonra Mervan ve âlinin zulmü başgösterdi. O dönemde insanlar hiç adalet görmediler. O dönemde görülen ise sadece apaçık zulüm, Ali bin Ebî Talib (RA)'a minberlerde lanet edilmesi, 2 (iki) yıl süren Ömer bin Abdulaziz (Rahmetullahi aleyh)'in valiliği ve 6 (altı) ay süren Yezid bin Velid (Rahimehullah)'ın valiliği dışında79 namazın hafife alınması idi. Süleyman'ın döneminde ise durum tümüyle iftira ve hafiflikten80 ibaretti.
45- Sonra Mağrib diyarında kafirler Ubeydullah oğulları zuhur ettiler ve Şam denizi arasına, Mekke ve Medine'nin arkasına, Fırat'a kadar salt küfürle galebe çaldılar, İslam'ın nurunu söndürdüler ve İslamın günümüze kadar bildirilmesi sürecini baltaladılar. Eğer bahsi geçen hadis81 sahih ise, ancak Garb ehlinin hakikatin hilafına zuhur edeceğini ve hakikate galebe çalacağını ve hakkın eserlerini yok edeceklerini bildirmek82 için buyurulmuştur ki bu da onların aleyhine en büyük hüccettir.
46- İşte bu, Garb ehlinin83 ayan beyan sıfatıdır. Bunu da, kim oldukları ayan beyan görüldüğü halde onlar gibilerini destekleyen84 yüzsüzlerden başka kimse reddedemez. Onların hiçbirinin iddiası da diğerinin iddiasından daha sıhhatli değildir.
47- Her taife kendilerinin hak üzere olduğunu iddia etmektedir. Halbuki hak/hakikat sadece Allah azze ve celle'nin Kitabında ve sahih senetle Nebî (SAV)'e dayandırılan Resûlullah (SAV)'in sünnetindedir. İslam'ın nuru ve gerektiği gibi Resûlullah (SAV)'in sünnetlerine sarılma sadece Şark'ın/doğunun en ücra köşelerinde, Horasan'da ve o civarda kalmıştır.
48- Garb ise tüm bu hasletlerden uzaklaşmıştır. Garb, tümden sıfıra inmiştir. Tek dayanakları şâz, müfret, nadiren duyulmuş, garip haberlerdir. Hepsi de babalarını taklit etmektedirler. Hepsi de Resûlullah (SAV)'in sünnetinden ve hükümlerinden, Kur'ân'ın hükümlerinden yüz çevirmişlerdir ve Kur'ân onların boğazlarından aşağıya inenemiştir85. Allah bize yeter ve O, ne güzel vekildir!
49- Ebu Muhammed (Rahimehullah) dedi ki: Malik (Rahimehullah)'ın kavlini desteklemek ve onu galip çıkarmak için söyledikleri sözler öyle ahmakça boyutlara ulaşmıştır ki anlatmak, açıklamak86 ve bir şeyler yapmak isterken her şeyi yıkmışlardır87, harap etmişlerdir88. Örneğin diyorlar ki: 'Malik (Rahimehullah), 40 (kırk) yıl, yatsının abdestiyle sabah namazını kılmıştır'. Bu söz ile Malik'i methetmeye çalışanların durumu ne kadar da tuhaftır. Çünkü böyle bir hâl, Resûlullah (SAV) ve Ashabının (Radıyallahu anhum) üzere bulundukları hâle muhaliftir. Resûlullah (SAV)'in bir gece sabaha kadar kalkmadığı sahih olarak gelmiştir. Yine O (SAV), Abdullah bin Amr bin el-Âsıy'i ve Ebu-d Derdâ (Radıyallahu anhum)'u bundan nehyetmiştir.
Nebî (AS) buyurmuştur ki: ”Kalk ve uyu”.
Yine Nebî (AS), sünnetinden yüz çevirenlerin kendisinden olmadığını da haber vermiştir.
Yani şimdi Malik'in bu 40 (kırk) yıl zarfında ailesine/ehline hiç ihtiyaç duymadı mı? Hiç mi hastalanmadı mı? Hiçbir gece mi idrara ve hacet gidermeye çıkmadı? Onu hiç mi uyku bastırmadı?
Bu gerçekten acaip bir iştir. Bu hem zem ve bidattır; ve hem de yalan, iftira ve insan doğası açısından imkânsızdır.
50- Yine Malik'in meclis arkadaşı İbni Kasım hakkında, İbni Kasım (Rahimehullah)'ın Ramazanda Kur'ân'ı 200 (iki yüz) defa hatmettiğini anlatıyorlar. Bu da tam anlamıyla çirkin yalanın rezilliklerindendir. Çünkü bunu hesap etmeye kalkarsak tam 1 (bir) güne 6,3 hatim düştüğünü görüyoruz. Böyle bir söz, Kur'ân'ı hafife almaya, Allah azze ve celle'in kelâmı ile alay etmeye ve O'nun kelâmını harflerin89 hakkını vermeden90 okumaya çok meyyal bir sözdür. Bu kadar sayıda hatim indirmek mümkün olsa bile, böyle bir şey, bu nedenlerden ötürü Allah'a isyan olurdu. Resûlullah (SAV)'den bize sahih olarak geldiğine göre Kur'ân'ın en az 3 (üç) gecede hatim edilmesi bildirilmiştir. Bu hadis üzerinde de hiçbir sahabi (Radıyallahu anhum) ihtilaf etmemiştir91 ve başka bir şey söylememiştir. Sadece bir defa “1 (bir) gecede” şeklinde geçmiştir. Tüm bu delillerden sonra artık onların iddiası muhal ve yalandır. İbni Kasım, Ramazan ayı boyunca hiçbir gün ve hiçbir gece uyumamış mıdır92? Hiçbir vakit farz namazı kılmamış mıdır? Hiç mi iftar yapmamıştır ve bir şey yiyip içmemiştir? Hiç mi Cuma namazına gitmemiştir? Hiç mi hutbe dinlememiştir? Hiç mi abdest tazelememiştir, bevl gibi bir nedenden ötürü hiç mi abdesti bozulmamıştır, hiç mi Cuma için gusül etmemiştir? Eğer o bir Âdemoğlu ise, gece ve gündüz durmadan okumak onda şaşkınlık, baş ağrısı, baş dönmesi, göz kararması93 ve ses kısılmasına yol açardı. Yine o, tam bir ay boyunca her gün 6,394 defa Kur'ân'ı hatmetmekten hiç mi usanmamıştır ve hiç mi kendisine yorgunluk gelmemiştir? Bu, Allah azze ve cellenin haklarında 'onlar usanmazlar ve yorulmazlar' buyurduğu meleklerin sıfatıdır. Bu, asla âdemoğullarının sıfatı değildir. Zaten zerre kadar aklı ve dini olan kimse böyle bir söz söylemekten hayâ eder. Böyle bir sözde yalan ve masıyet cem' edilmiştir. Allahu Teâalâ'dan minneti ile bizi rezil etmemesini dileriz.
51- Malik, Medine ilmi üzere sabit kaldı diyorlar. Bu da son derece fasid bir kelamdır. Çünkü sahabelerden (radıyallahu anhum), sonra tabiînden bazıları, sonra onların akabinde gelen Hasan-ı Basrî, İbni Sirin, Süfyan-ı Sevrî, Evzaî, el-Leys gibi fakih zatlar Medine'den çıkmışlardır/ayrılmışlardır. Eğer bu zatların dini değiştirdiğini ve yeni bir şeriat icat ettiklerini öne sürüyorlarsa büyük bir iftira atıyorlar. Eğer bunu hafife alıyorlarsa ve böyle bir şey uydurmaktan sakınmıyorlarsa bu, onların kendi aleyhlerine döner. Çünkü böyle bir şey (dini değiştirme ve yeni bir şeriat icat etme hususu) eğer bahsettiğimiz zatlar için söylenebilirse aynı şey, Medine'de kalan sahabeler (radıyallahu anhum), onlardan sonrakiler, onlara tâbi olanlar, Malik ve beraberindekiler için de söylenebilir. Bu da tümüyle bâtıldır. Allah bu zatların hepsini bu iddiadan korumuş95 ve tenzih etmiştir. Sadece fasık ve habis olanların dışında kimse de bu zatlar hakkında böyle zanlara kapılmaz.
Yüklə 372,66 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin