İNSAN HAKLARI VE TARİHSEL GELİŞİMİ İnsan hakları, insanın asırlar içinde önce düşünsel alanda, anayasalarda ve uluslararası sözleşmelerde yer alan ve korunması gerektiği konusunda ortak kanıya dayanan değerler bütünüdür. İnsanın salt insan olmakla kazandığı haklardır. Bu haklar, temelde bireyin herkese karşı ileri sürebileceği yetkiler katoloğudur. Kişi, bu hakları doğumla hatta doğum öncesinde kazanır. İnsan hakları, devlet gücünü sınırlar; bireyi, devlet karşısında kimi hak ve yetkilere sahip süje durumuna sokar, obje olmaktan kurtarır. İnsan hakları, bireye, insan olarak sahip olduğu ortak değerlerin sömürü, baskı, şiddet, saldırı ve her türlü olumsuz dış etkiler karşısında korunmasını isteyebilmesi yetkisini verir, evrensel niteliklidir.
Kişi hak ve hürriyetleri, kişiye sıkı bir şekilde bağlıdır. Bu nedenle vazgeçilmez, devredilemez ve dokunulamaz niteliktedirler.Bununla birlikte insanın ailesine, topluma ve insanlığa karşı toplu halde yaşamadan dolayı görev ve sorumlulukları da vardır.İnsanların temel hak ve hürriyetlerine sahip olması, onların çeşitli şekillerde kötüye kullanılması hakkını vermez. Hürriyeti birçok anayasa şöyle tanımlar: “Hürriyet bir toplumda başkalarına zarar vermeden her şeyi yapmaktır.
İnsan hakları, kavram olarak II. Dünya Savaşını takiben Birleşmiş Milletler'in kuruluşuyla birlikte söylenir olmasına karşın, kökeni, Doğal hukuk öğretisine dayanır. İnsan hakları mücadelesi köleliğe karşı mücadeleden, çevre hakkı için, vicdani retçiler için mücadeleye gelene dek aradan 2500 yıl geçmiştir.
Aristoteles'e göre "doğaya göre haklı olan" her şey "yasalara göre haklı" değildi;
John Locke, insanın bazı haklarının, sırf insan olmasından dolayı var olduğunu, toplumsal sözleşme öncesinde içinde yaşadığı doğal durumda da bu haklara sahip olduğunu ileri sürmekteydi.
Hobbes'e göre İnsan, yaşamla kazandığı doğal hakka sahiptir.Doğal hak (jus naturale), "her insanın kendi doğasını, yani yaşamını korumak için kendi gücünü kullanma özgürlüğüdür.