MISIR GÜNLÜĞÜ (Sinan PEHLİVANOĞLU)
Mısır’a ilgi duymam, iki sene önce annemin bana, Christian Jacq’ın Ramses Kadeş Savaşı kitabını almasıyla başladı. Bu kitabı bitirince, o serinin önceki ve sonraki kitaplarını da bitirip, sonra iki ciltlik Mos (Hz. Musa) serisini ve Pauline Gedge’in Hatshepsut kitabını okudum. Ayrıca başka kaynaklardan da araştırma yaptım. Mısır, artık iyice merak ettiğim bir yer olmuştu, okuduğum kitaplarda bahsedilen o meşhur tapınakları (Ebu Simbel, Karnak, Luksor, Hatshepsut,...) görmem şart olmuştu.
Benim Mısır’a olan bu ilgimi farkeden ailem, geçen seneden itibaren beni Mısır’a göndermeyi düşünmeye başladı, zaten annem ve babam 1997 de Şeker Bayramı tatili sırasında yine Kozmos Tur ile Mısır’a gitmişlerdi. Beklediğimiz firsat bu sene önümüze çıktı, Şubat başlarında babam elinde iki program ile geldi. Bunlar iki alternatif Mısır programıydı. İkincisi, yani katıldığımız İskenderiye’den başlayan program daha cazipti, karar vermem zor olmadı. Tek başına gitmem daha masraflı olacağı ve tek başına kalmayayım diye Canan’ın da gelmesine karar verildi. Doğru bir karardı, bu medeniyeti o da görmeliydi. Yolculuğumuz 4 Mart Pazar günüydü. Annem ve babam, cumadan Fas’a gittiler ve sonunda bizim yola çıkış günümüz geldi, çattı.
4.3.2001.Pazar
Havaalanına gitmek için saat 10.30da evden çıktık. Bebekliğimde annem ile Almanya’ya teyzemlere gidişimi saymazsak, ilk defa yurt dışına çıkışım olduğu için heyecanlıydım, hem yedi yaşımdan beri de uçağa binmemiştim.
Havaalanına geldiğimizde, Kozmos Tur rehberleri ne yapacağımız konusunda yardımcı oldukları için rahattık. Ama kimin grubunda olduğumuzu bilmiyorduk. 4 grup vardı. Bizim gibi gruplarından emin olmayan başka insanlar da vardı, zaten herkes kendi grubu ile İskenderiye’ye vardıktan itibaren hareket etmeye başlayacakmış. Bagaj işlemlerini ve pasaport geçişini hallettikten sonra yarım saat boş vaktimiz oldu, biz de Advantage Kart bölümünde biraz oturduk ve saat 12.10 gibi, 304 numaralı çıkış kapısına geldik. Uçağımız saat birdeydi. Memphis Air ile uçacaktık, bunu havaalanında öğrendik. Daha sonra bizi otobüslerle uçağa taşıdılar. İlginç bir durum, yerler numarasızdı, herkes istediği yere oturabiliyordu. Biz de kuyruk kısmına yakın oturduk. Ben cam kenarına geçtim. Kalkış ve uçuş sırasındaki manzarayı kaçırmak istemiyordum. Uçağımız saat 13.20 gibi hareket edebildi ve uçuş sırası yüzünden 13.45 gibi kalkabildi. 14.50 gibi Türkiye topraklarını tamamen terkedip Akdeniz’e çıkınca, yemek servisi yapıldı.
İskenderiye’ye (Alexandria)15.30 gibi indik. Saat farkı yok çünkü Mısır ve Türkiye aynı meridiyende. Havaalanında vize-pasaport işlerini hallettikten sonra bavullarımızı alıp otobüslere yerleştik. Turla seyahat etmek gerçekten avantajlıydı çünkü rehberler, ne yapacağımızı bize anlatıyorlardı, kendi başıma gitsem, ilk defa yurt dışına çıktığım için ne yapacağımı şaşırırdım. Havaalanı, ufak bir havaalanıydı, bizim büyük Atatürk Havalimanı’ndan sonra kasaba havaalanı gibi geldi. Daha sonra otobüslere yerleştik, her grubun bir otobüsü vardı. Grubumuz da belli oldu, genç rehber Tolga Bey’in grubundaydık. Ama kendisi, göründüğü gibi genç değilmiş, 1969 doğumluymuş. Diğer grup rehberleri, yaşlı olan Nejat Bey, eşi Ferial Hanım ve daha genç olan Gül Hanım’dı. Ayrıca zorunlu olarak her grubun birer yerel rehberi de vardı, onlarla otobüslerde tanıştık. Bizim grup rehberimizin ismi Ayman’dı. İskenderiye’liymiş. İskenderiye şehir merkezine gelirken bize, Mısır geneli ve İskenderiye hakkında genel bilgiler verdi. İskenderiye’ye 5.15 gibi vardık. Genelde kordon kısmında gezdik, kale ve İbrahim Paşa Camii’nde 10-15’er dakikalık fotoğraf molaları verdik. 18.25’te şehirden ayrılıp Kahire’ye hareket ettik.
Genel olarak Mısır: Mısır’ın yüzölçümü 1.000.000 km2 , nüfusu 65 milyon. Yıllık nüfus artış hızı 2,6. Ortadaoğu da nüfus artışı en yüksek olan ülkelerden biri. Toplam nüfusun %85’i Müslüman, %15’i de kıpti olarak nitelendirilen Hristiyan azınlıklar. Türk kökenli Mısır’lılar çok. Rakamları, onbinlerle ifade ediliyormuş. Ayman’ın ailesi de Türkler’den asimilize olmuş. Yabancı dil, Fransızca, İngilizce ve İtalyanca. İngilizce ve Fransızca çok yaygın. Resmi din İslam ve yasaların bir kısmı İslam dinine bağlı. Para birimi Mısır Lirası. Yabancı dilde pound diye de geçiyormuş. 1$, 3,8 L.E. ye eşit. Bu rakam hep sabitmiş. Ayrıca piesa diye bir küçük birim de var. 100 piesa, 1 L.E. demek. Bu arada İskenderiye ve güney Mısır, stratejik öneme sahip olduğu için polis kontrolleri de yapılıyor.
İklim açısından bakılırsa bu mevsimde İskenderiye kısmında sıcaklık 18-20 derece, güneyde de gündüz 30 derece civarındaymış. Bitki örtüsü olarak etrafta iğne yapraklı bitkiler ve palmiye ağaçları var. Zaten Mısır’ın önemli bir kısmı çölleşmiş.
İnsan anlayışı açısından Mısır’lıların rahat insanlar olduğu söyleniyor. İş hayatı ve günlük hayatta belli bir disiplin, plan, program olmayıp herşey Allah’a bırakılmış. Yani insanlar, yetiştirmeleri gereken işleri yetiştirmek için yeterince çaba sarfetmeyip, İnşallah biter diyorlar. Bu anlayış tabii ki diğer Arap yarımadası ülkelerinde de var.
İskenderiye’nin özellikleri: İskenderiye, Kahire’den sonra Mısır’ın ikinci önemli, ve yüksek nüfuslu şehri. Nüfusu 2,5 milyon. Ancak Mısır’lıların yazlıkları genelde burada olduğu için yazları nüfus 6-10 milyona kadar çıkabiliyor. Kare planlı, mazgal sistemi ile planlanmış bir şehir. Bir tarafında Akdeniz, bir tarafında da delta gölü bulunduğu için şehir boyuna değil, enine doğru yayılıyor. Şehir beş bölüme ayrılmış:
-
Müslüman mahallesi
-
Hristiyan mahallesi
-
Yahudi mahallesi
-
Krallık mahallesi
-
Mezarlıkların bulunduğu eski şehir. (Yunan kültürü)
Ayrıca şehrin, Arap yarımadasının en temiz şehri olduğu söyleniyor. Geçim alanları, turizm, pamuk ihracatı ve balıkçılık. Balıkçılık, ülke genelinde sadece İskenderiye’de mevcut. İskenderiye kelimesi, Mısır Arapça’sında, Mısır’ın güzel kadını olarak nitelendiriliyor.
Şehri gezerken, özellikle cadde kenarlarında yapı nizamlarının ve renklerin uyumlu olduğu dikkatimizi çekti. Binalar, çöl sarısı renginde. Kordon boyunca da yeşil panjurlu binaların çokluğu dikkat çekiyordu. Bazı binalar gerçekten güzeldi. Kordona bakınca, burası İzmir’e benziyor. Denildiği gibi gerçekten temiz ve güzel bir şehir bence. Şehirdeki Büyük İskender heykeli, Yunanistan’dan hediye olarak gönderilmiş. Modern İskenderiye Kütüphanesi, Fransız bir mimar tarafından yapılmış ve 1,5 milyon kitap barındırması düşünülüyor. Eski kütüphane, Roma’lılar zamanında yıkılmış.
İskenderiye’nin tarihi: İskenderiye’nin tarihi, M.Ö. 400’lü yıllara, Greko Romen döneme dayanıyor. Kurucusu, Büyük İskender, zaten şehir adını ondan alıyor. M.Ö. 4. yüzyılda, 38.000 kişilik bir ordu ile Truva ve Anadolu’yu geçip Mısır’a gelir ve İskenderiye şehrinin bulunduğu yere villasını kurup, Faros Adası’na ilk yerleşmeyi kurar. Faros, fener anlamına gelmektedir. M.Ö. 338’de Büyük İskender, Pakistan’da ölünce imparatorluk dört generale kalır ve imparatorluk dörde bölünür. Bu dört generalden birinin oğlu ile Mısır’da, Ptoleme hanedanlığı başlar. Ptoleme, generalin oğlunun adıdır. Bu 1. Ptoleme, dünyanın yedi harikasından biri olan İskenderiye Feneri’ni yaptırır. 3. Ptoleme ise Büyük İskenderiye Kütüphanesi’ni yaptırır. Bu kütüphanede papirüs vardır. (Bergama’daki kütüphanede parşömen var.)
M.Ö. 4. yüzyıldan, M.S. 9. yüzyıla kadar başkent İskenderiye’dir. Ptolemeler döneminde, 6. ptolemeden 12. ptolemeye kadar zayıflama görülür; daha sonra kraliçe Kleopatra, yönetimi ele alır. Bu sırada Roma’lılar, Mısır’ı ele geçirmeye çalışmaktadır. Kleopetra, bunu önlemek için türlü hile ve entrikalara başvurur ancak o ölünce Mısır Roma’lıların eline geçer ve başkentliği kaybeder. 5. yüzyılda, Constantin tarafından Constantinopolis kurulana kadar İskenderiye, en önemli ikinci şehir olma özelliğini korur. Osmanlı döneminde de burası gözdedir ve pek çok Osmanlı sarayı ve köşkü, ayrıca Kavalalı Mehmet Ali Paşa Bahçesi, günümüzde hala varlığını sürdürür.
İskenderiye’de ulaşım: Ulaşım aracı olarak tramvay, belediye otobüsü kullanılır. Taksiler de vardır, bunların rengi sarı beyazdır. Otobüs durakları ve otoban gişeleri sanat eseri gibi. Taştan yapılmış ve eski mimariye göre süslü motifler kazınmış.
İskenderiye’de yaşamış önemli kişiler: Bunlar, Ürdün kralı, Omar Sheriff, edebiyatçı Mahfus ve Yahudi azınlıktan şarkıcı Dalida’dır.
Kahire’ye paralı otobandan gittik. Hava kararmaya başladı. Tolga Bey ve Ayman, bize Mısır özelliklerini anlatmaya devam ettiler. Mısır’da yemeklerde değişik yağlar kullanılabiliyormuş, ilk günler değişik yiyeceklerden uzak durmamız, meyve-sebzeleri kabukları soyulmadan yemememiz ve kesinlikle açık su içmememiz söylendi. Bunları annem-babam dört sene önce buraya geldikleri için zaten biliyordum ama diğer insanların da uyarılması iyi oldu. Çünkü annem buraya geldiğinde ishal olmuş. Yanımızda ishal ilacı da getirmiştik bu yüzden. Ayrıca su sorunu yaşamamak için ikişer şişe su da getirdik. Rehberlerimiz, Mısır yemekleri ve içeceklerinden de bahsetti. Yemeklerde, güvercin dolması çok ünlüymüş. İçeceklerde ise, mang adlı bir meyveli içecekten ve Stella markalı biradan bahsettiler. Stella gerçekten güzel tadı olan ve bağırsakları temizleyici özelliği bulunan bir biraymış; mutlaka deneyeceğim.
Saat 19.40 ta, Ayman’ın önerisi ile Rast Se adlı bir otelde ihtiyaç molası verdik. Tuvaletlerde bahşiş toplayan biri var ama vermek mecburi değil. Ama Mısır’da işler hep bahşişlerle yürürmüş. Tuvaletler temizdi, kötü kokmasın diye sprey de sıkıyorlar. Gördüğüm kadarıyla bina modernliği açısından bizden aşağı kalır yanları yok. Orada bana Türkiye’den farklı gelen tek şey, başka dilde (Arapça) konuşan insanlar ve Arapça tabelalardı diyebilirim. Yolda, Kahire’ye kaç kilometre kaldığını öğrenmek imkansız zaten, tüm yol tabelaları Arap alfabesi ile yazılmış. Burada, etraftaki arabalara da dikkat ettim. Genelde eski arabalar var. Sürücülükleri de bizden kötü, bir araba geri geri manevra yaparken çok zorlandı, neredeyse otobüsümüze çarpacaktı.
Saat 21.05 gibi Kahire (Cairo) sınırını geçtik, otobandan çıktık. Buradaki gişeler de taştan yapılmış ama daha sade. 21.40 ta ise, kalacağımız Sheraton-Heliopolis oteline vardık. Burası, kentin kuzeydoğusunda bulunan ve kentin en modern semti olan Heliopolis’te yer alıyor. Otele gelince, bavul ve oda işleri ile uğraşmadan hemen restoran kısmına geçtik. Otel 5 yıldızlı ve restoran açık büfe. Otelde birkaç yemek salonu var, turlara göre bunları dağıtmışlar. Yemeklere biraz yabancılık çektik tabii, ve ishal korkusundan az yedik. Pasta adı verilen kıymalı makarnaları var, ama yağı değişik. Ancak tatlılar bizim ağız tadımıza uygundu. Yemek sırasında Tolga, bize oda anahtarlarımızı dağıtıp, pasaportlarımızı topladı. Sonra, odamıza getirebilmeleri için dışarıda duran bavullarımıza oda numaralarımızı yazdık (6114). Odamız en üst katta. Otel 6 katlı. Odalar bayağı büyük ve konforlu, büyük bir çalışma masası bile var. Bayağı yorulmuştuk, bavullarımız gelince saat 12 de yattık.
5.Mart.2001.Pazartesi
Bu sabah saat yediye doğru telefonla uyandırıldık. Kahvaltı 7.30 daydı. Yine fazla yemedik ama iyi bir kahvaltı ettik. Daha sonra biraz lobide oturduk ve bu arada grubumuzdaki iki yaşlı hanımla tanıştık. İkisi de Vefa Lisesi’nde öğretmenmiş. Biri çok yaşlıydı. Sonra otobüse bindik ve 8.40 gibi otelden ayrıldık. Otelimizin karşısında halen yapılmakta olan spor alanları ve bir stat var. Kahire, üç idari bölüme ayrılmış. Bunlar, Kahire, Giza ve Kalu-Beya. İlk gideceğimiz yer Kahire Müzesi’ydi. Yolda rehberlerimiz bize Kahire hakkında genel bilgiler verdiler. Kahire, Fatimi’ler zamanında önem kazanmış ve o zaman başkent olmuş. Mısır’ın da başkenti şu anda ve en fazla nüfusa sahip şehir. 18 milyon nüfusu var, demek ki İstanbul’dan daha kalabalık şehirler varmış diyebiliyoruz. Yolda, bir camiinin yanından geçtik, bu El Nuro (Işık) Camii’ymiş. 9.15 te Kahire Müzesi’ne vardık.
Kahire Müzesi: Öncelikle, bina olarak çok eski ve güzel bir yapı. Girişte fotoğraf makinesi için ekstradan 10 L.E. ödedik. Video kamera için de 100 L.E. ödenmesi gerekiyormuş. İki kez arama yapıldı, hem avlu girişinde, hem de müze girişinde. Ama içeride can sıkıcı bir şey farkettim, fotoğraf makinelerimden önemli olanının objektif kapağı kaybolmuştu. Bu yüzden ilk başta müzeye kendimi pek veremedim. Ama gerçekten çok büyük ve güzel bir müze ve eski Mısır medeniyetinden çok önemli eserler var. Burada, eski Mısır yazısının, hiyeroglif ve demotif diye ikiye ayrıldığını öğrendik. Hiyeroglifi biliyordum ama diğerini ilk kez duydum. Ayrıca, İsis tanrıçasının tahtı, Osiris’in firavunu ve Horus’un krallık tacını temsil ettiği anlatıldı. Kıyafetler, beyaz kumaştan, aşağı yukarı transparan, daha çok pamuk ve keten kumaşlar kullanılıyor. Heykellerde, eski krallıkta heykele normal form verilirken, iç savaşlar çıktıktan sonra firavunun tanrısallığı inancı sarsıldığı için, iç savaşlardan sonra gelen orta dönemden itibaren firavun heykellerinde yüzde yorgun ve üzgün bir ifade yer alıyor, eller göğüse kavuşturulmuş şekilde. Bu da güçsüzlüğü ifade ediyor. Sarkmış ve düşmüş eller de aynı şeyi ifade eder. İlk papirüs, M.Ö. 2800 de. En uzun papirüs te 3. Ramses papirisü. Bu papirüs, aşağı yukarı 300 metre uzunluğunda; bu papirüste demotif yazı tipi kullanılmış. Daha sonra, üst katta Tutankhamon hazinelerini gördük. Hazinelerin bulunduğu sandık, en az 2,5 metre boyunda ve koca bir oda büyüklüğündeydi. Bu hazineleri Carter isimli bir sanat tutkunu bulmuş. Bu kısımdan başka, Tutankhamon hazinelerinin sergilendiği başka bir bölüm daha vardı. Sonra mezarlar ve heykeller hakkında bilgi edinmeye devam ettik. Ölünün iç organlarının konulduğu kaplara kanope deniyor. Ölü, öbür dünyaya gidince yalnız kalmasın inancı ile, özel eşyaları ile beraber gömülüyor. Geleneksel firavun sakalına da postiş denir. Krallar uzun postiş taşır. Yüksek rütbeli memurlar ve din adamları da kısa postiş taşıma hakkına sahip. Krallar düz, tanrılar da dışa doğru hafif kıvrık postiş taşır.
Daha sonra isteyenlerin firavun ve hayvan mumyalarını görmeleri için serbest bırakıldık. Firavun mumyalarını görmek 40 L.E.’ydi. Özellikle 2. Ramses’in mumyasını görüp resmini çekmek için bu parayı gözden çıkarıp bilet kuyruğuna girdim. Ama o kısımda fotoğraf çekmenin yasak olduğunu öğrenince vazgeçtim. Müze içinde ve bahçesinde birkaç resim çekip çıktık. 11.45 te de müzeden ayrıldık.
Saat 12.20 de, öğle yemeği yiyeceğimiz yere geldik. Burası, Nil nehri kıyısında, tekne şeklinde bir restorandı. Ancak birkaç grup üstüste gelince, yemek alırken çok sıra oldu. Sonradan, bazılarının neredeyse aç kaldığını öğrendik. Şekil olarak güzel, ama yemek olarak iyi olmayan bir yerdi. Yemek faslından sonra, Giza’daki piramitlere doğru yola çıktık.
Giza Piramitleri: Giza’ya 13.30 da vardık. Buradaki piramitler, M.Ö. 2800 yıllarına, 3. hanedanlığa dayanır. Bunlardan kuşkusuz üç tanesi çok önemli. Bunlar, Keops (Cheops), Kefren ve Mikerinos piramitleri. Bunlar, 3. hanedanlık zamanında yapılmış. Bu piramitler için ortalama 20 yıl harcanmış. Bu üç piramidin sıralanması ile ilgili değişik tahminler var. Orion yıldızının sırasını izledikleri tahmin ediliyor ve mezar odasında bir tünelin Orion takımyıldızı ile bir kere özdeşleştiği saptanmış. Bunlardan başka piramitler de var ama bunlar ufak ve kötü durumda. Bunlar, firavun eşlerinin mezarları. Her piramit, bir ölü gömme kompleksini oluşturur. Piramit bölümleri:
-
Kralın mumyasıın yapıldığı mumya tapınağı
-
Kutsal sahnelerin yer aldığı kutsal koridor
-
Kutsal formüllerin yer aldığı mezarlar
-
Mezarın bulunduğu piramit
Keops piramidi, M.Ö. 2600 yılında, yapılmış. Orijinal yüksekliği 147 metre, şimdiki yüksekliği 137 metre. 2,5 milyon bloktan inşa edilmiş, blokların ortalama ağırlığı 3 ton ve köşelerin birbirine uzaklığı 230 metre. Şu an restorasyon halinde olduğu için içine girilemiyor. Piramidin orijinal dış kaplaması kireç taşı ve kalkerden, şu an dış kaplaması pek yok. Piramit, ters üçgen şeklinde.
Kefren piramidi, firavun Keops’un oğlu olan firavun Kefren’e ait. Kireç kaplama bir tek bu piramitte görülüyor, tepesinde görülüyor. Bu piramit, 136 metre yüksekliğinde, köşelerin birbirine uzaklığı 227 metre.Alt kısım bazalt.
Mikerinos piramidi, Kefren’in oğlu olan firavun Mikerinos’a ait. Boyu sadece 66 metre. Bu piramidin çok küçük olmasının sebebi, Mikerinos zamanında 3. hanedanlığın zayıflamaya başlaması ve bunun sonucunda gelen ekonomik zorluklar olarak gösteriliyor.Granit taşından yapılmış. İçi gezilebilen tek piramit bu. Saat ikide, Mikerinos’u gezdik. Buraya giriş, ekstra ücrete tabi, 10 L.E. Ama kamera ve fotoğraf makinesi sokmak yasak. Zevkli oldu ama içerisi hiç te hayal ettiğim gibi değildi, 2 metre yüksekte bir girişten içeri girip dar bir geçitten aşağı indik, sonra uzun bir koridordan geçip mezar odasına vardık. Bir alt kat daha vardı. Orası da mezar odası. Orada, aşağı inen çok dar bir geçit ve merdivenler vardı ama o kısım kapalıydı. Gösterişli duvar resimleri falan yoktu. Ayrıca daha önce duyduğum, piramit içinde zaman durmuş gibi hissetme durumu hiç olmadı, garip bir his olsa da bu, kapalı, derin ve oksijenden uzak bir yerde bulunmanın getirdiği histir bence. Yine de güzel bir tecrübe oldu.
Piramitlerin yapımı hakkında bir Fransız arkeloğun iki görüşü var. Bunlar:
-
Kayaları kaldırmak için kaldıraçlar kullanılmış.
-
Kum tepeleri üstünden taş parçaları kaydırılmış.
Sfenks (Sphinx): Sfenks, firavun Kefren’e ait. 20 metre yüksekliğinde ve 57 metre uzunluğunda. Yanında, mumyalama tapınağı var ve bu mumyalama tapınağı, Nil nehrine en yakın mumyalama tapınağı. Diğer iki piramitte mumyalama tapınağı içerde; ama Kefren kendi mumyalama tapınağını dışarıda yaptırmış, yanına da sfenks yaptırmış. Diğer iki firavunda sfenks olmayıp, sadece Kefren’in sfenksinin olmasının nedeni, piramit yapımından sonra çok taş arttığı ve bu taşları değerlendirme isteği olarak gösteriliyor. Saat üçe doğru sfenks civarına geldik; önce yanındaki mumyalama tapınağına girdik. Girişte, karşımıza bir kuyu çıktı. Eski Kahire Müzesi kurucusu olan Maryet Paşa, şimdi müzede duran Kefren heykelini bu kuyuda bulmuş. Tapınağın duvar kaplamaları granit ve üst taraflarda kalker. Sütun ağırlığı, ortalama 15 ton. Duvar ve iki blok birleşip, tek sütunu oluşturuyor, ilginç bir durum, kapı oluştururken ve dönüşlerde aynı taş bloğuna rastlanıyor. Tapınaktan geçip sfenksin civarına geliyoruz. Sfenksin anlamı, vücudu aslan olan insan başlı yaratık demek. Sfenksin burnu kırık, bunun nedeni kalkerin kalın olması veya Napolyon zamanında top atışlarına maruz kalması olarak gösteriliyor. Ayrıca sfenks, rüzgar erozyonu yüzünden önemli bir kısmını kaybetmiş, restorasyonla ayakta duruyor. Saat 15.40 gibi oradan ayrılıp otobüse bindik ve dörtte hareket edip oradan ayrıldık.
Saat 16.10 da, yine Giza’da, bir papirüs imalat birimi ve mağazasına geldik. Papirüsün nasıl yapıldığı gösterildi. Papirüste yatay yüze rekto, dikey yüze verso deniyor. Resimler verso kısmına yapılıyor. Papirüs yapımı için önce papirüs bitkisinin dıştaki yeşil kabukları kesiliyor. Sonra içteki kısmı, şeker ve suyu çıkana kadar tokmaklanıyor, oklavayla düzeltiliyor ve 6 gün boyunca suda bırakılıyor. 6 gün sonra su içindeki parçalar, iki pamuk bezin arasına dikey ve yatay şekilde konulup yine 6 gün boyunca pres altında tutuluyor ve bunun sonucunda papirüs kağıdı oluşuyor. Papirüs bitkisinin dışındaki yeşil kabuklar çok sağlam, bunlar ufak tekne yapımında bile kullanılıyor. Daha sonra parşömen ortaya çıkınca papirüs, parşömenin gerisinde kalır. Gösteri ve anlatımdan sonra isteyenler, papirüs alışverişi yaptı. Ayrıca karkade denilen, bizim kuşburnuna benzer bir çay ikram edildi. Yüksek tansiyona iyi gelirmiş. Daha sonra oradan ayrıldık.
Saat 18.30 da piramitler ve sfenkste ses ve ışık gösterisi vardı, buna sadece isteyenler gidecekti, 25$ lık ekstra ücrete tabiydi. Ben ve Canan, gidecekler arasındaydık. Sonra otobüs, Ferial Hanım ve Nejat Bey’in gruplarının kaldığı Cataract Otel Pyramids’e geldi ve biz, bizle birlikte gösteriye gelecek olan birkaç kişi ve Tolga, otobüsten indik. Diğerleri otobüsle bizim otele döndü. Saat altıya kadar Cataract Otel’de oyalanıp diğer gruplardan gelecekleri bekledik. Bu arada orayı da dolaştık tabii. Dün uçaktayken Ferial Hanım’ın grubundan birkaç kişi, “niye Sheraton’a değil de ismi bilinmeyen bir otele gidiyoruz, bizi Sheraton’a alın” diye itiraz etmişlerdi. Ama otele geldikten sonra hala bu sabit fikri devam ettiriyorlar mı merak ediyorum çünkü Cataract, bizim Sheraton’dan daha güzel. Şehir dışında, cennet gibi bir tatil köyü. Bir ufak havuzda flamingolar var, bahçede biraz daha ilerleyince karşımıza dev bir yüzme havuzu çıktı. Gerçekten çok güzeldi. Bizim Sheraton, şehir içinde dümdüz bir otel, odalarda balkon bile yok. Havuzu olup olmadığından da emin değilim.
Saat 18.10 gibi otelden ayrıldık. Bizler, Gül Hanım’ın grup otobüsüne bindik. Ama biraz geç kaldık, gösteri tam kapıya gelirken başladı, 2-3 dakikasını kaçırdık. Ama gösteri, annemlerin dediği gibi çok güzeldi. Piramitler ve sfenks, ışıklandırılıyor ve gerçekten etkileyici bir ses, eski krallık tarihini anlatıyordu. Anlatılanlara göre yer yer ışıklandırma değişiyordu, bazen lazerler devreye giriyordu. Savaş anlatımlarında da yer yer koşan at sesleri ve kişneme sesleri çıkıyordu. Resim de çektik.
19.25 te gösteri bitti ve otele döndük. Yolda dikkatimizi, binalarda gece olmasına rağmen hiç ışık olmaması dikkatimizi çekti. Sadece bir iki binada gördük. Hele bazı binaların metruk bir görünümü vardı, sanki 17 Ağustos depreminden hemen sonra Avcılar’dan geçiyorduk. Birara mezarlıktan geçtik, mezarlar ev şeklindeydi ve burada onbinlerce kişi yaşamını sürdürüyormuş. Buraya ölüşehir de deniyor. Dikkatimizi çeken bir nokta da Kahire trafiği ile ilgiliydi. “Beterin beteri vardır” özdeyişinin doğruluğu, bu trafiği görünce ortaya çıkıyor. Trafik tıkanmıyor ama sürücüler kurallara hiç riayet etmiyor, İstanbul’dan daha beter bir sürücü terörü var. Kırmızı ışıklar süs gibi, kimse takmıyor. Kim önce kavşağa dalarsa o geçer kuralı var. Sinyal verme olayı da neredeyse hiç yok. Sadece korna çalıyorlar. Anlaşılan, araba kullanmaları da “İnşallah” ’a kalmış. Bu arada önemli bir nokta da sürekli polis eskortluğunda gezişimiz. Bunun sebebi de birkaç yıl önce turistlere yönelik saldırılar ve katliam olayları.
Otelimize saat 20.10 gibi gelip hemen yemek yedik. Dünkünün aksine bugün yemekler tam bize göreydi. Özellikle kremalı tavuk çorbasını çok beğendim. Saat 21.20 de odaya çıktık. Çok yorucu bir gündü ve yarın da yedide kalkacaktık. Onun için biraz TRT-Int’te Türkiye haberlerine baktım ve yattım.
6.Mart.2001.Salı
Bu sabah yedide uyandırıldık ve sonra kahvaltıya indik. Bu sabah kahvaltı salonumuz değişikti. 8.30 dan sonra otelden ayrıldık. Yolda dikkat çekenler, etrafta modern markaların da göze çarpması ve lunapark olan Cairoland. Yolda Tolga ve Ayman, Mısır tarihinden bahsettiler, bundan sonra bahsedeceğim.
Zoser_Piramidi_ve_tapınağı'>Zoser Piramidi ve tapınağı: Bu gün önce Sakkara (Saqqara) Piramidi’ne gittik. 9.45’te oradaydık. İçeri makine almak 20 L.E.’ydi. Evde 4 sene önce bu piramit ve civarında bizimkilerin çektiği çok resim olduğu için yanıma makine almadım. Bu piramit ve tapınak, eski krallığı başlatan firavun Zoser’e ait. Bu piramit ve tapınak kompleksini yaptıran da, Zoser’in başveziri ve başrahip İmhoteb. İlk kesme taş, bu piramitte kullanılmış. Burası, Sakkara Vadisi’nde yer alıyor.
Tapınak üç bölümden oluşuyor:
-
Giriş duvarı
-
Bir dizi koridor ve ana salon
-
Avlu
Eski Mısır inançlarına göre bütün Mısır firavunları, Tanrı’nın ve güneşin oğlu olarak anılıyorlar. (Sa ra) Bu, Hristiyanlık’taki baba, oğul ve Kutsal Ruh inancı gibi. Yeryüzünden sonra hayat olduğuna dair kuvvetli bir inanç var ve bu inanç, mumyalama ve mezarda yapılaşma örneklerini getiriyor. İlk kral mezarı, U şeklinde bir kuyu. Kuyunun içine ölü, bebeğin anne karnındaki pozisyonu verilerek yerleştiriliyor ve öbür dünyada kullansın inancı ile eşyaları da yanına yerleştiriliyor. Fakat çok basit olan bu koruma tekniğinin, mezar kazıcıların mezarları talan edip eşyaları çalması ve çakal gibi vahşi hayvanların mumyalara saldırması yüzünden güvenilir olmadığı farkediliyor ve artık mumyaları yemesin diye çakalı tanrı ilan edip, mezarların üstünü artık taşla kapatıyorlar. Daha sonra, mezarın üstüne şapel (chapel) yapıp buralara duvar örüyorlar. Bu forma, mastaba deniyor. Mumyalar Sakkara’ya gömülürken iç organları da Abidos’a gömülüyor. İmhoteb, daha farklı bir şey yapmak istediği için bir sıra yerine altı sıra mastaba inşa ettiriyor. Yüksekliği 61 metre. Mezar odası, 30 m derinliğinde ve 28 m genişliğinde. İmhoteb ayrıca, Zoser’in iç organları için de bir mastaba inşa ettiriyor. O da Sakkara’da. Zoser’den sonra gelen firavun Hori, İmhoteb’in Zoser için yaptığı altı sıra mastabanın dış yüzeylerini kireç taşı ile kaplayıp ters üçgen formuna sokarak bir piramit haline getiriyor. Bu altı basamaklı piramide, basamaklı piramit te denir.
Keops’un babası Senefru, 57 derecelik bir piramit oluşturmayı hedefliyor. 66 metrenin sonunda mimarlar, ucun birleşmesi için yüksekliğin 110 m olması gerektiğini bildiriyorlar. Ancak böyle olunca piramit, ağırlığı kaldıramıyor ve dengeyi sağlamak için belli bir yükseklikten sonra açı 57 dereceden 44 dereceye düşüyor. Bu yüzden bu piramit, kırık piramit olarak bilinir. Sonra bu piramidi bir kenara bırakıp 45 derecelik bir piramit yapıyor. Bu piramit, ilk düz yüzeyli piramit.
Şu an, sağlam kalmış, içine girilebilecek nitelikte 97 piramit var. Büyük hasar görmüş piramitler ise 150 tane. Mezar odaları süslenmiş ilk piramit, Unas’ın piramidi.
Saat 10.50 gibi oradan ayrılıp 11.05’te gezeceğimiz örnek mastabaya geldik. Mastaba, 5. hanedanlığın sanat anlayışını en iyi anlatan eserlerden biri. M.Ö. 2400 de yapılmış.Avluda görülen, sağ tarafta bulunan sembolik bir kapı var, ölünün buradan çıkacağı düşünülür. Mumyalama töreni burada yapılır. Mezar iki odadan oluşuyor, büyük oda firavunun, küçük oda eşinin. Duvarlarda o zaman var olan hayvan faunasının bir kısmı günümüzde yok çünkü Mısır M.Ö. 6000 lerde yemyeşil bir ülkeyken M.Ö. 4000 lerden itibaren çölleşmeye başlamış. 11.35 te mastabadan çıkıp 11.40 ta hareket ettik.
11.55 te, Sakkara’da öğle yemeği yiyeceğimiz Sakkara Restoranı’na geldik. Burası bir bahçe içinde. Önce fırında ekmek yapan bir kadını seyrettik. Sonra masalara oturduk. Bir masada 10-12 kişi oturabiliyordu, böylece grupta kaynaşmalar başladı. Normalde herkes, en az bir tanıdığı, ailesi ile geldiği için ilk başta kaynaşma olmaması normal. Yemekler tam bizlerin ağız tadına göreydi. Pilav, tavuk, köfte vardı. Dünkünden sonra çok güzel bir öğle yemeği oldu. Burada ünlü biraları Stella’yı da içme fırsatım oldu. Güzel bira, ama bizim Türkiye’dekilerden farklı değil. Eski bir bira, 1897 yapımı. Alkol derecesi 4,5 ama bazı şişelerde 5,2’ymiş.
Saat birde restorandan ayrılıp ziyaret edeceğimiz parfüm dükkanına gittik. Orada ellerimize, fikir edinmemiz için değişik kokular sıktılar. Bazı parfümlerin isimlerine firavun ve kraliçe isimleri verilmiş. Şişeleri çok güzeldi. Çoğu insan, şişesi 20$ olan bu parfümlerden, 4 tanesi bir kutuda 60$ dan aldı. Biz almadık. Zaten Canan otobüsten çıkmadı. Saat 14.30’da oradan ayrıldık. Kaleye gelene kadar, Mısır’ın tarihi anlatılmaya devam edildi ve bitti.
Mısır’ın tarihi: Mısır M.Ö. 12000’lerde oldukça verimli topraklara sahip yeşil bir yer. M.Ö. 6000’lerde çoraklaşma başlar ve uygarlığın temelleri bu dönemde atılmaya başlar. Beylikler oluşur, 42 tane beylik vardır. M.Ö. 4000’lerde, beylikler birleşip iki krallık altında toplanır. Bunlardan biri Yukarı Krallık. Bu krallık güney Mısır’da yer alır. Güney kısma Yukarı Mısır denmesinin sebebi, Nil Nehri’nin buradan doğması. Nehir buradan deltaya kadar akarak Akdeniz’e dökülüyor. Yukarı Krallık’ta beyaz krallık tacı var, üstünde akbaba sembolü var. Kutsal bitki ise lotus. Aşağı Krallık’ta ise kırmızı krallık tacı var ve kutsal bitki ise papirüs. M.Ö. 6000’lerden M.Ö. 4000’lere kadar olan döneme krallıklar öncesi dönem, M.Ö. 4000-M.Ö.3200 arası döneme de krallıklar dönemi denir.
M.Ö. 3200’lerde, mitolojik bir kral olan Menes, aşağı ve yukarı krallıkları birleştirip tek bir krallık kurar ve ilk hanedanlığı kurar. M.Ö. 400’lerde ptolemeler dönemi başlayana kadar 30 hanedanlık vardır. Menes, başkenti de Memphis yapar. Başkentin Memphis olmasının sebebi, Aşağı ve Yukarı Mısır arasında stratejik bir noktada bulunmasıdır. Bu yüzden burası, Dengenin Toprağı olarak ta bilinir. Kral Menes’in başlattığı bu dönem, Arkaik Dönem olarak adlandırılır ve 200 yıl sürer.
M.Ö. 3000’lerde ise Eski Krallık dönemi başlar. (M.Ö. 3000-M.Ö. 2200) Bu dönem, 3. hanedanlıktan başlar 18. hanedanlıkta sona erer. Bu dönemin ilk firavunu, 3. hanedanlıktan firavun Zoser’dir. İlk piramit olan basamaklı piramidi yaptırmasıyla tanınır. (mimarı başvezir İmhoteb) 4. hanedanlığın ilk firavunu Senefru’dur. Ondan sonra Keops, Kefren ve Mikerinos gelir. Bu dört firavun da piramitleriyle ünlüdür. 5. hanedanlıkta ise Miru Sira, güneş tanrısı Ra’ya adanmış güneş tapınaklarını inşa ettiren ilk firavun olması özelliği ile önem kazanır. 6. hanedanlıkta 2. Pepi, 94 sene ile, en fazla tahtta kalan firavun olarak dikkati çeker. 6. hanedanlıktan sonra yerel yönetimler ve beylikler arasında bir kargaşa başlar ve ilk ara dönem başlar. Bu dönemde merkezi yönetim zayıflar, yerel yönetimler öne çıkar, sosyal ve dini savaşlar çıkar.
M.Ö. 2200’de Luksor (Luxor) kralları Mısır’da birliği sağlarlar ve Orta Krallık dönemi başlar. Bu dönemde iki hanedanlık vardır, bunlar 11. ve 12. hanedanlıklardır. Bu dönemde firavun 3. Sinosert, Akdeniz ve Kızıldeniz’i birbirine bağlayan ilk suni kanalı yaptırır. Daha sonra orta krallığın zengin ve güçlü yönetimi sırasında bir kopuş yaşanır ve M.Ö. 1800’lerde, çoban kavimi olarak ta bilinen Hiksos’lar Mısır’a girip yağmalamaya başlarlar. Bu döneme ikinci ara dönem denir. Bu kavimin Orta ve Küçük Asya kökenli olduğu sanılmaktadır. Hititler ve Asur’lulardan olduklarını da ithaf edenler var. Hiksos’lar, bronz kılıçları ile dikkat çekiyorlar.
Daha sonra yine Luksor kralları birliği sağlar ve Memphis yine başkent olur. M.Ö. 18. Yüzyıldan M.Ö. 12. Yüzyıla kadar süren bu dönem Yeni Krallık dönemidir. 18. hanedanlıktan başlayıp 20. hanedanlıkta son bulur. 18. Hanedanlıkta 3. Amenofis, sonradan tek tanrılı dine geçip ismini Akhenaton olarak değiştirir. Bu olayda karısı güzel Nefertiti de ona yardım eder. Tanrıları Aton’dur. Ölünce, çocuk yaşta oğlu Tutankhamon tahta geçer, ama Amon rahiplerinin baskısı altında kalır ve yeniden çok tanrılı dine geçilir. (Tutankhamon’un ismi önceden Tutankhaton’ken çok tanrılı dine geçince Tutankhamon olur.) 19. hanedanlıkta ise 1. Seti (Sethy) ve oğlu 2. Ramses göze çarpar. Ayrıca bu hanedanlıkta ve 20. hanedanlıkta Ramses’ler devam eder. Luksor ve güney Mısır’da önemli eserleri vardır. Bu dönemde politika değişir, daha yayılmacı ve savaşçı bir politika izlenir. 3. Ramses orduya, bugünkü Libya bölgesi ve güney Mısır’daki Nubya yerlilerinden paralı askerler alır ve bunları delta bölgesine yerleştirir. Ancak zamanla bu askerler önce orduda sonra devlet işlerinde öne çıkmaya başlarlar ve güçlenirler. Daha sonra güney Mısır’da ayaklanırlar ve Eski Mısır dönemi sona erer.
Bu iki halk (Libya, Nubya) kendi aralarında çekiştikleri için ülkeyi kontrol altında tutamazlar ve Mısır, önce Asur’luların, sonra Pers’lerin (İran) saldırılarına maruz kalır ve M.Ö. 8. yüzyılda Pers’lerin yönetimi altına girip bir Pers satraplığı (eyaleti) olur. Üst düzey Pers yöneticileri Mısır’ı sömürür.
M.Ö. 333 yılında ise Büyük İskender, Mısır’a girip Pers egemenliğine son verir. Büyük İskender’in savaş birliklerine Yunanca’da Phalangus denir. Pers baskısından sonra İskender, bir Tanrı olarak görülür, ismi kartuşlara kazınır, adına tapınaklar yapılır. İskender, Asya’nın içlerine kadar uzanır. Daha sonra İskender Pakistan’da ölünce imparatorluk dört general arasında paylaştırılır ve bunlardan general Lagondes’in oğlu Ptoleme, Mısır’da ptoleme hanedanlığını başlatır. 6. ptolemeden 12. ptolemeye kadar zayıflama görülür ve ülke Roma tehdidi altına girer. 12. ptolemeden sonra kraliçe Kleopatra başa geçer, türlü hile ve entrikalarla Mısır’ı Roma istilasından korur ancak o ölünce Roma’lılar Mısır’ı istila eder ve bu dönem sona erer. (M.S. 395)
Roma döneminde Mısır, Roma’nın tahıl ambarı haline gelir. Daha sonra Roma İmparatorluğu ikiye ayrılıp, Batı Roma İmparatorluğu yıkılınca Doğu Roma İmparatorluğu Bizans adını alır ve Mısır’da Bizans’ın olur. Ancak bu arada Mısır’da İslamiyet yayılmaya başlar ve M.S. 7. yüzyılda (M.S. 640) halifeler Mısır’ı alır.
Bu dönemde Mısır halkı üç etnik kökenden oluşur. Bunlar:
-
Senionetik kökenli, gerçek olarak nitelendirilen halk.
-
Müslüman Araplar
-
Hristiyan kökenli azınlık
Mısır’da Müslümanlık, daha sonra Fatımi’ler, Eyyubi’ler ve Memlük’ler ile devam eder. Fatımi’ler zamanında Kahire önem kazanır ve başkent olur. Eyyubi’ler zamanında Selahaddin Eyyubi, günümüzde hala önemini koruyan Citadel’i (kale) yaptırır. 1517 yılında Yavuz Sultan Selim, Memlük devletine son verip Mısır’ı Osmanlı topraklarına katar, son Memlük hükümdarı Tomanbay da bu savaşta ölür.
19. yüzyılda, 1805 yılında Mısır’da, Kavalalı Mehmet Ali Paşa Hanedanı başlar. Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Mısır ve dünya tarafından, Mısır Cumhuriyeti’nin yolunu açan kişi olarak ta bilinir. Aslında o, Mısır’a Anadolu’dan gelen bir Türk askeri ama ileride yönetici seçilince ona çok imtiyaz tanınır ve Mısır halkı onu çok sever. Bunun nedeni, yaptığı reformlardır. Biri, toprak reformudur. Bununla birlikte vergiler de düşürülür. Diğer bir reform da, mecburi askerlik hizmetinin konmasıdır, bu sayede Mısır güçlü bir orduya kavuşur. Diğer hizmetler de, Nil kenarına sulama kanalları açılması ve tütün, pamuk yetiştirilmeye başlanmasıdır.
Kavalalı’nın ölümünden sonra başa geçen İsmail ve İbrahim Paşa’lar, kendilerini hıdiv ilan ederler, geniş topraklara sahip olurlar ve çevrelerinde zengin bir çiftçi sınıfı oluşur. Bu kişiler devlet konseyine kadar yükselir.
1863’te Süveyş Kanalı’nın yapımı ile bölgede İngiliz etkisi kendini iyice hissettirir ve 1882 yılında Mısır İngiliz’lerin eline geçer ve bir İngiliz sömürgesi haline gelir. Mehmet Ali Paşa’nın son hanedanı 4. kral Kral Faruk, bir darbe ile tahttan indirilir ve İngiliz egemenliği sona erdirilip Mısır Cumhuriyeti kurulur.
Mısır Cumhuriyeti’ni getiren askeri darbeden sonra kısa bir dönem başkan Mahfus. Sonra albay Nasr gelir. Nasr döneminde üç önemli olay vardır:
-
Süveyş Kanalı’nın devletleştirilmesi. Bu Avrupa’nın tepkisini çeker.
-
Avrupa ve Amerika’nın vadettiği silahları satmaması üzerine ve Asuan Barajı’nın yapımına diğer devletlerin kredi vermemesi üzerine Rusya ile yakınlaşılması ve Rusya’dan finansal destek ve silah alınması.
-
İsrail ile 6 Gün savaşlarının yapılması. Bu savaşta İsrail üstünlük sağlayarak Sina Yarımadası’nın üçte birini ele geçirir ve İsrail uçakları, tüm Mısır uçaklarını daha yerden kalkmadan imha eder.
1972’de Nasr’ın ölümü ile Enver Sedat başa geçer. Bu dönemde büyük baraj tamamlanır ve Nil nehri kontrol altına alınır.1973’te Sina Yarımadası’nın büyük bir bölümü İsrail’den geri alınır. Ortadoğu’da barış için ilk önemli adımlar atılır; Camp David Antlaşması yapılır. Enver Sedat’ın A.B.D. ile yakınlaşması, 6 Ekim 1981 yılında bayram için resmi geçit sırasında ordudan bir subay tarafından öldürülmesine sebep olur.
Enver Sedat’ın öldürülmesinden sonra yerine Hüsnü Mübarek gelir ve günümüze kadar varlığını sürdürür. En büyük hizmetlerinden biri, Kahire’ye metro yapılmasıdır.
Citadel (Kale) ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa Camii: Saat üçte kaleye geldik. Burası Eyyubiler zamanında Selahaddin Eyyubi tarafından, Haçlı Seferleri’ne karşı korunmak için yaptırılmış. Kalede iki bölüm var; biri, sultanın özel yaşam mekanı, ikincisi ise askeri garnizonun bulunduğu bölüm. Selahaddin’in ordusu, Afrika’dan gelen paralı askerlerden oluşan karma bir orduymuş. Kalenin mimarı El Cavhar, kendisi aynı zamanda ambar ve ahırlardan da sorumlu. Başka bir mimar daha var, o da kıpti olan Joseph.
Daha sonra, kalenin üst kısmında yer alan Kavalalı Mehmet Ali Paşa Camii’ne geçtik. Dıştan bakınca çok güzel bir cami, içten de öyle ama içine girince kötü koku olduğunu farkettik, çok rahatsız ediciydi. İçerisi de kalabalıktı, insanlar rahat vermiyordu. Camii dört eyvanlı, açık avlulu. Dört sütun çevresine yapılmış, pandantif sistem görülüyor. İki minareli.
Camiden çıkınca avluda fotoğraf çektik ve kaleden ayrıldık. Daha önce gittiğimiz yerlerde de Arap’ların beyaz tenlilere ilgisi dikkat çekiyordu, onlardan farklı olduğumuz için hep ilgi çekiyorduk, ama bu, kale ve cami civarında bu ilgi, yer yer sataşmalara dönüştü. Bu civarda düşük gelir grubundan çok insan, çocuk ve gençler vardı ve özellikle gençler sürekli laf atıyor, para istiyor, dokunmaya çalışıyorlardı (kızlara-kadınlara) Burada, grupla gezmenin avantajı iyice ortaya çıktı çünkü grup olduğumuz için bizi koruyan birkaç polis vardı, bizden birine bir genç vurmaya çalışırken polis onu yakaladı. Tek başına gezen bir çiftte ise kız, kendisi ile gençlerin resim çektirmesine izin verince millet hemen ben de geleyim diye üşüştü, kızı zor kurtardılar. Fotoğraf çekerken bile rahat yoktu. Nihayet saat dört gibi oradan kurtulduk ama otobüste, beraber gelen iki yaşlı öğretmenden birinin kaybolduğu anlaşıldı. Kalabalıkta kaybolmuştu. Neyse ki Tolga hemen onu buldu. Sonra ünlü çarşıya doğru yola çıktık.
Khan El Halili Çarşısı: Saat 16.15 te Khan El Halili çarşısı civarına geldik. 17.45’e kadar zaman verildi. Burası neredeyse Kapalıçarşı gibi. Buradan hediyelik heykeller aldım. (Tutankhamon, Nefertiti, Sfenks) Pazarlık yapmak mutlaka şart çünkü kazıklıyorlar. Neyse ki önceden bizimkiler tarafından uyarılmıştık, fiyatı makul bir fiyata çekmeyi başardım. Canan pek bir şey bulamadı. Esnaf belli bir yerden sonra fiyat indirmek istemiyor ama biz vazgeçince geri çağırıp fiyat indiriyorlar. Canan yine bu yolla bir filin fiyatını 150 L.E.’den 50 L.E.’ye çekmeyi başardı ama adam filin dişlerini takarken diş kısmını kırınca almadı tabii. Çok fazla dolaşmadık, zaten dükkanlardan çoğu kapalıydı. Malum, bugün Kurban Bayramı’nın ikinci günü. Çarşı çıkışında kaset-CD satan bir yerden Canan birşeyler baktı ama aradığını bulamadı. Burada doğru düzgün kaset-CD satan bir yer yok, gördüğümüz bu tek yer de, İstanbul’daki geçit altlarındaki ufak korsan müzik dükkanlarını andırıyor. Kasetler eski, CD’ler de orijinal değil zaten. Daha sonra bir cafede grubumuzdan birkaç kişi ile oturduk ve hareket saatini bekledik. Toplanma vaktinde otobüse binip altıda hareket ettik.
18.20 de otele geldik. Saat 19.40 ta yemeğe indik. Bu akşamki yemekler de iyiydi, artık rahat yiyoruz. Tolga, pasaportlarımızı da dağıttı. Ama yarınki program aksamış; Ebu Simbel’e uçağımız akşamüstü saat beşe alınmış. Bu durumda Ebu Simbel’i ancak karanlıkta görebilecektik, orada ses-ışık gösterisi izleyip sonra Asuan’a uçup gemiye yerleşecekmişiz, bu gece saat onikiyi geçer herhalde. Bu yüzden turdaki üst düzey yetkiliye çok yüklenildi. Yemekten sonra, ekstra bir program olan, Ayman’ın düzenlediği Kahire gece turu vardı. 10$ dı. Biz katılmadık. Canan direk odaya çıktı, ben de biraz otelde dolaştım, Kahire şehir haritası baktım ama istediğim gibi ve ucuza yoktu. Yapacak bir şey olmayınca odaya çıkıp yattım.
Dostları ilə paylaş: |