Misir güNLÜĞÜ



Yüklə 160,94 Kb.
səhifə3/4
tarix01.03.2018
ölçüsü160,94 Kb.
#43472
1   2   3   4

9.Mart.2001.Cuma

Bu gün saat altıda bizi uyandırdılar. Saat üçte Asuan’dan hareket etmiştik, hatta geminin hareket etmesine uyanmıştım. İlk defa bir gemi yolculuğuna çıkmama rağmen (gecelemeli) hiç yabancılık çekmedim. Çarşamba günü programın aksaması ile, dün ve evvelsi gün olacak feluka gezisi, ekstra tur olan araba ile Asuan turu ve Nubya köyü gezisi iptal olmuştu. Nubya köyüne gitmek isterdim aslında. Neyse ki feluka gezisi Luksor’da yapılacakmış. Feluka, Nubya’lilere özgü yelkenlili bir kayık. 6.30’da kahvaltı ettik. Salon fazla büyük olmadığı için ve dört grup birarada olduğu için yemek-kahvaltı alırken uzun sıra oluşuyor ve bazı şeyler kalmayabiliyor, ama sonradan getiriliyor. Biz grupta edindiğimiz arkadaşlarımız ilekahvaltı ederken sırada bulunan diğer gruptaki insanlardan birkaçı, çatalları tabakları vurarak protestoya başladı. Meğerse peynir bitmiş, ondanmış. Aç kaldık diye yakınıp “rehberler nerede” diyorlardı. Halbuki peynir bitti diye yaygara koparmaya hiç gerek yok, orada başka şeyler de var ve hepsi de yenebilir nitelikte. İlk defa yurt dışına çıkmama ve bizden daha az gelişmiş bir ülkeye gelmeme rağmen yemeklere kısa sürede uyum sağladım, bir şey yoksa başka bir şey ile karnımı doyurabiliyorum. Bu insanlar anlaşılan buraya olay çıkarmak için gelmişler, bu tip insanlar her şey düzgün gitse bile memnun olmazlar, şikayet edecek bir şey bulurlar. Grup ve rehber konusunda ben ve Canan oldukça şanslıyız. Özellikle Kahire’deki organizasyon sorunlarında ve uçak rezaletinde bizim gruptan kimse kendini kaybedip rehberler-görevlilere karşı isyan çıkarmadı. Gemide de grubumuz, eksikliklerin bilincinde ve bunları ılımlı davranarak ve sorun yapmadan çözüp buranın tadını çıkaran grup olma özelliğini sürdürüyor. Rehberimiz Tolga da, elinden geleni fazlası ile yapan, ciddi bir rehber. Böyle olunca da diğer grupların çektiği sıkıntıları bugüne kadar pek yaşamadık. İnsanların buraya gelirken az gelişmiş bir ülkeye geldiklerinin bilincinde olması ve bazı durumlarda gereksiz çıkışlar yapmadan buranın artı özelliklerinin tadını çıkarması gerekir, aksi takdirde dün ve bugün olduğu gibi, yaptıkları yersiz isyanlar, buranın tadını çıkarabilen insanların huzurunu bozmaktan başka bir işe yaramaz. Zaten insan ılımlı olursa, bunun karşılığını da alıyor, buna en güzel örneği de bizim gruptakiler veriyor, garsonlarla iyi ilişki kurup onlara sempatik davranınca, garson da daha gayretli, sempatik oluyor ve canla başla hizmet veriyor.

Saat yedide gemiden çıktık, dışarı çıkarken yabancı girmesin ve pasaportlarımız resepsiyonda olduğu için zorluk çekmeyelim diye bize, geminin adı ve resminin bulunduğu bir kart verip, geri dönüşte kapıda bunları topluyorlar. Saat 7.10’da Komombo (Kom-Ombo) tapınağına geldik, gemiden burası yürüyerek on dakika. Tapınağın karşısında çok güzel bir çay bahçesi var.

Komombo (Kom-Ombo) Tapınağı: Burası, bir Greko Romen eseri. Komombo, altın tepe anlamına gelir. Tapınağın ilk bölümü pilon duvarı. Yüksek pilon duvarı, Nil taşkınları yüzünden yıkılmış. Sonra açık avlu geliyor, buradaki sütunların da sadece alt kısımları ayakta kalmış. Sonra iki kapı görüyoruz, çünkü iki tapınak var. Sağ taraftaki, timsah tanrısı Sobeks’e, diğeri ise şahin bakışlı tanrı Horus’a adanmış. Tapınak inşaatı, M.Ö. 181’de başlamış, M.S. 290’da, imparator Caracallos döneminde tapınak bitiyor.

Bu tapınakta eski Mısır takvimi ile ilgili bilgiler var. İmhoteb, M.Ö. 295 yılında Nil’in belli periyodlarda baskınlar yaptığını tespit ediyor ve bu taşkınlardan yola çıkarak 365 günlük bir süre belirleniyor. Bu 365 günde 3 mevsim, her mevsimde de 3 ay belirleniyor. Bir gün, 24 saate bölünüyor. Daha sonra arada 5 gün fark ortaya çıkıyor. Bu 5 gün, bayram olarak kabul ediliyor. Sonra bu fark, 6 güne çıkıyor. Daha sonra Roma imparatoru Julius Ceasar Mısır’a gelince bu takvim Julien Takvim olarak batıya yayılıyor. Duvarda, önemli dini günler ve bayramların da yazdığı görülüyor.

Bu kompleks içinde hastane gibi kullanılan bir tapınak da var. Doğum yapan anne ve bebek emziren aile rölyeflerinden buranın doğum hizmeti veren bir tapınak olduğu anlaşılıyor. Burada, tıbbi alanda uzman rahipler, kadınlara doğum hizmeti vermiş.

Sobeks ve Horus’un tapınaklarında, kendilerine ait birer kült odası var. En sonda sunak odaları var ama oralar kilitli, ziyaretçi giremiyor. Bu arada Horus ile bu kompleksteki doğum tapınağı arasındaki ilişki, Horus’un iyi ve hekimlikte üstün bir tanrı olması. Horus, kötü tanrı gergedan tanrısı ile yaptığı savaşta bir gözünü kaybediyor. Tıbbın gözü kavramı buradan çıkıyor.

Tapınak avlusunda bir kuyu var. Bunun adı Nilometre. Bu kuyu, Nil’in seviyesini ölçmek için kullanılmış. Nil’in seviyesi yüksek olursa çok taşkın olur, verim artar ve firavunun alacağı vergiler artar anlamı çıkar. Bu, politik bir durum. Kuraklık zamanında kuyunun pek işlevi kalmaz, Kleopatra bu kuyuyu kendi için kullanır ve bu kuyu “Kleopatra havuzu” olarak ta bilinir. Verimin az olduğu dönemlerde, verimi arttırmak için rahipler tarafından sunaklar yapılır, kuyuya altınlar, sihirli formüller, takılar, mücevherler atılır.

Bu tapınakta kutsal hayvan olarak kabul edilen şahin ve timsah ta beslenmiş, ölünce mumyalanarak, kendilerine yapılan lahitlere yerleştirilmiş. Kazılarda iki timsah mumyası bulunmuş. Bir bölümde bu iki timsah mumyası sergileniyordu, onları da gördük.

8.15’te gemiye döndük, genelde güvertede oturduk. Nil boyunca süren yolculuğumuzda çevremize de baktık, genelde iki yakada da tarlalar, küçük köyler var. Saat 12.30’da öğle yemeği yedik, saat ikide Edfu Tapınağı’na gitmek için gemiden ayrıldık. Edfu’ya faytonlarla gittik. Bizimki 205 numaralı faytondu, dönüşte yine aynı faytonla döneceğimiz için numarasını aklımızda tutmamız istendi, bizimkini akılda tutmak çok kolay çünkü kamara numaramızla aynı. Faytonlara dörder kişi bindi, biz sonuncuyduk, tek kalan biri ile 3 kişi bindik. Diğer kişi, başka gruplardandı, tanıdıkları başka faytonla gitmiş. Faytonları pek iyi durumda değil. Biçim olarak, iki kişilik tasarlanmış, sadece arka tarafı kapalı, tentesi yarım kapanabilen faytonlardan. Saat 14.15 gibi Edfu tapınağına geldik.

Edfu Tapınağı: Burası Yukarı Mısır’ın ikinci kenti. Tapınak, Horus’a adanmış. Yapımına M.Ö. 237 yılında 3. ptoleme zamanında başlanır ve M.Ö. 57 yılında 12. ptoleme zamanında tamamlanır. Burası, Mısır’da gördüğümüz ve göreceğimiz en iyi korunmuş tapınak. Uzun zaman kumlar altında kalmış ve 1860 yılında Maryet Paşa tarafından bulunmuş. Edfu, kale anlamına geliyor, zaten tapınağın çevresinde kalın bir duvar var ve tapınak alanına bu duvarın altından bir geçitten geçerek giriliyor ve duvar çok kalın olduğu için geçit tünel gibi geliyor. Pilon duvarında, sağ ve sol tarafta, 12. ptolemenin resimleri var; çünkü tapınak onun zamanında bitirilmiş. İnek başlı tanrıça Hathor, Horus’un eşidir ve duvarlarda onun da resmi var. İkinci kısım açık avlu. Burada, birçok formda işlenmiş kompozit sütun şekli, lotus şeklinde sütun başlığı bulunan sütun ve daha az-öz işlenmiş palmiye şeklinde sütunlar görülür. Tapınakta üçüncü kısım, kapalı sütunlu salondur. Burada, sağdaki kapıdan, tapınak arşivinin bulunduğu tapınak kütüphanesine gidilir. Dördüncü kısım, ikinci sütunlu kapalı salondur. Firavunlar döneminde sunakların hazırlandığı salon olarak yapılmış. Ptolemeler o zamandaki özelliği korumuş. Bütün asiller vücutlarındaki tüm tüyleri traş ediyor, duvarlarda bunu anlatan resimler de var. Beşinci kısım, kutsal heykelin sürekli bulunduğu yerdir. Duvarlardaki resimler hep Yunan mimarisi, ama bu heykel bölmesi, geleneksel Mısır mimarisi ile yapılmış. Yüksekliği 4 metre. Duvarda firavunların tanrılar için neler yaptığını gösteren resimler var. Bu mihrabın arkasında ise onu çevreleyen bir koridor ve koridor çevresinde odalar var. Kilisede, absislerin çevresinde de böyle odalar var. Bu odaların en önemlisi, Horus’un kutsal teknesinin bulunduğu oda. Çevresi altınla kaplanmış. Odada şimdi var olan tekne orijinal değil; orijinal tekneyi Maryet Paşa, Lou müzesine satıyor.

Tapınağın yan kısımdaki açık koridorda Tolga, bize iyi-kötü tanrılar arasındaki efsanevi mücadeleyi anlattı. Osiris, doğruluk ve iyilik tanrısıdır. Karısı İsis ise iyilik, güzellik, analık, ve doğurganlık tanrıçasıdır. İsis’ in kızkardeşi Neftis’tir; onun kocası da Güney Mısır’lı, gergedanla temsil edilen sert ve kötü tanrı Seth’ tir. Herkes Osiris ve İsis’i sevmektedir, Seth’i kimse sevmemektedir. Bu yüzden Seth, Osiris’i öldürmeye karar verir ve bu amaçla bir tören hazırlatır. Osiris’in boyuna göre bir lahit hazırlatır ve törene çok uzun boylu ve çok kısa boylu kişileri ve Osiris’i davet eder. Davetlilerden, uzun ve kısa boylu davetliler lahite giremez, zaten Seth’in davet ettiklerini çok uzun ve çok kısa seçmesi, lahite sadece Osiris’in girebilmesi içindir, nitekim böyle olur ve Osiris lahite girince Seth lahitin kapağını kapatıp lahiti Nil’e atar. İsis buna çok üzülür, mucizevi bir şekilde kuş haline gelerek lahiti aramaya başlar ve şimdiki Lübnan’da bulup eşini kurtarır. Bir süre beraber yaşarlar ama Seth bunu öğrenir ve Osiris’i 40 parçaya ayırıp parçaları Mısır’ın değişik yerlerine atar. İsis ve Neftis, kaybolan parçaları aramaya başlarlar ve tek parça hariç bulup birleştirirler. Kayıp parça, Osiris’in erkeklik organıdır, ama şahin bakışlı tanrı Horus, Osiris’in bu kayıp erkeklik organından doğar. Daha sonra Seth’le savaşır, bu savaşta gözünü kaybeder ama Seth’i 42 parçaya ayırır. Neftis, kocası Seth’in parçalarını atar, daha sonra Osiris, kayıp parçasını bulur ve bereket tanrısı olur.

15.30’da tapınaktan ayrıldık. Satıcılardan kendime örgü şapka aldım, Canan’a da aldık. Fiyat başta 70 L.E. ydı; biz 15 önerdik, hatta 20’den 15’e düştüm. Satıcı 35’e kadar indi, daha da inmeyince vazgeçtik, o da klasik olarak arkadan koştu ve fiyatı yavaş yavaş indirdi; 15’e aldık. Burası çok fakir bir yer, insanlar hep yoksul. Çocuklar, hatta gençler ve adamlar, paradan başka, kalem ve şeker istiyorlar.

Saat dörtte gemiye döndük; arkadaşlarımız ile güvertede oturduk. Sonra beş çayına indik. Çay, eğlence salonundaydı. Gece 21.30’da eğlence varmış, kıyafet balosu tipi bir organizasyon varmış. Bunu duyunca havaya girdik ve kendimize gemiden kıyafet baktık 10 L.E. ya kiralık, sonradan adının calabiar olduğunu öğrendiğim Arap elbiseleri vardı, ama bunlar kalitesizdi, benim de gözüme satılık elbiselerden lacivert sarı bir elbise takıldı. Fiyatı pahalı değildi, 35’ten 26 L.E.’ya indi, önceki pazarlıklarımdan sonra 20’ye verir sanıyordum ama burası dışarıdaki çarşılar gibi değildi tabii. Sonra 25’e aldım. 20’ye alamadım diye kafayı takmaya gerek yok çünkü 25’te bence çok uygun bir fiyat. Ben başta 80 falan ister sanıyordum. Canan da, ferace denilen cariye başlığı aldı. Grubumuzdan birinden de ödünç elbise aldı. Saat 19.10’da yemeğe çıktık, daha sonra kamaraya inip kıyafetlerimizi giydik. 20.20’de eğlence salonuna çıktık ama eğlence beklediğimiz gibi değildi. Dışarıdan bir grup ta gelmiyormuş. Biz de saat ona kadar oturup, sonra yine normal kıyafetlerimizi giyerek güverteye çıktık. Saat yediden itibaren Esna’daydık, baraj geçişi için sıra bekliyorduk. Barajın iki yanında su seviyesi farklı olduğu için gemileri arada bir havuza alıp su seviyesini ayarlayıp öyle geçiriyorlarmış. Bu bekleyiş gezi programını pek aksatmazdı çünkü program buna göre de ayarlanmıştı. Gemimizin havuzdan geçişi, gece saat 3-5 arası olacakmış, Luksor’a da sabah onbirde varacakmışız. Sabah uyandırma olmayacakmış ama havuzdan geçişi izlemek isteyenler uyandırılacakmış. Bizler de oda numaralarımızı bu listeye yazdırdık. Esna’da kumarhane-gazino gibi ışıklandırılmış bir cami minaresi ilgimizi çekti. Saat 1.30’da odaya indik ve yattık.



10.Mart.2001.Cumartesi

Bu gün üçte uyanamadık, kapı vurulması da duymadım, sadece saat beş-altı gibi uyandım ve dışarı baktım. Ama, gece durduğumuz yerde aynen duruyorduk. Sabah 7.40 gibi uyandığımda yine aynı yerdeydik ama yeni hareket etmiştik, gemi dönüyordu. Sanırım beni uyandıran, geminin harekete hazırlanmasıydı. Geçiş yaklaşıyordu sanırım ve nitekim hemen kapılara vurup uyandırmaya başladılar. Saat 7.55’te güvertedeydik. Geçiş yerine yaklaşıyorduk. Canan, kıyıya yakınken şeker isteyen çocuklara şeker attı. Çocuklar para da istiyordu, hatta sistem de geliştirmişler, para uçup nehre düşmesin diye küçük kutulara taş koyup, içine para koyup kendilerine atalım diye onları gemiye atıyorlar, taşı da kutu uçmasın, hedefe ulaşsın diye koyuyorlar. Ancak biz para koymadık, bazı kutulara şeker koyduk, bazlarına da hiç dokunmadık ve kutuları onlara geri attık. Saat 8.15’te kahvaltıya indik, kahvaltı ederken 8.20’de de barajın ilk kısmını geçtik. Burada barajın üstünden geçen yol alçak olduğu için, belli aralıklarla yol trafiğe kapatılıp, dar bir kısımdaki köprü, geminin geçebileceği seviyeye kadar yükseltiliyor. Burayı geçtikten sonra saat dokuzda, geçişteki en önemli safha olan havuza geldik. Burada dar bir kısma, açılan kapaktan girdik. Sonra kapak kapandı. Önümüzde de baraj duvarı vardı. Bulunduğumuz seviye, barajın öbür yanındaki su seviyesinin üstündeydi. Böyle bir geçiş sisteminin olmasının sebebi de bu zaten. Sonra havuzdaki su, yavaş yavaş öbür tarafa aktarılmaya başladı, biz de alçalmaya başladık. 5 metre kadar aşağı indik, diğer taraftaki seviyeye ulaşınca, öndeki kapak açıldı ve 9.15’te diğer tarafa geçtik. İlginç, görülmesi gereken bir olaydı. Arabada veya günübirlik seyahat yapan bir teknede olsak 10 saatlik bir bekleme olayı çekilmezdi, ama yemek yenilen, yatılan, oturulan, eğlenilen bir gemide olunca insan bunu kafaya takmıyor ve son safha zevkli geliyor. Birçok insan bunu seyretti. Sonra güvertede güneşlendik, saat ikiden önce karaya çıkamayacaktık. Yolculuk sırasında yine tarım alanları ve ufak köyler gördük. Saat 12.30’da öğle yemeği yedik ve Luksor’a (Luxor) yaklaştık. Saat 13.15’te de Luksor limanına yanaşıp indik ve otobüse yerleştik. Luksor güzel bir şehir.

13.40’ta ilk gideceğimiz yer olan Memun heykellerine doğru yola çıktık. Burası kentin batısında. Yolda Tolga ve Ayman, Luksor hakkında bilgi verdiler.

Luksor (Luxor): Luksor, Mısır’ın en güzel şehri olarak biliniyor. Yukarı Mısır’ın 22 eyaletinden dördünü kapsar. Burası, koç başlı tanrı Amon’un şehri ve şehirde ona adanan tapınaklar vardır. Burası, önemli bir dini merkezdir. M.Ö. 2200’den sonra, Orta Krallık’ın başlangıç firavunu Monto Hotob zamanında başkent olmuştur. Firavun Akhenaton ve 2. Ramses dönemleri dışında, ptoleme dönemine kadar başkentliğini korumuştur. (Akhenaton zamanında başkent Avaris, 2. Ramses zamanında da onun yaptırdığı Pi-Ramses şehri) Şehir, M.Ö. 7. yüzyıldan itibaren politik önemini yavaş yavaş kaybeder ve Pers istilası sırasında çatlayıp ikiye bölünür. Ama dini merkez olma özelliğini kaybetmez. Amon’un karısı, doğurganlık sembolü olan tanrıça Mut, oğlu da Hom’dur. Luksor’da bereketli topraklar, geniş bir araziyi kaplar. Başlıca ürünler mısır ve şeker kamışıdır. Burada şeker kamışı fabrikası da var ve burada işlenmek için Edfu’dan trenle şeker kamışı gelir. Demiryolu buradaki tarımda büyük önem taşır. Pamuk ve pirinç çok su gerektirdikleri için burada değil, delta bölgesinde yetişir. Taş madenlerinden elde edilen taşlar, tapınak yapımında kullanılmış. Luksor’un eski adı Thebes.
Saat 14.10’da Memun heykellerine geldik. Bunlar 3. Amenofis zamanında yapılmış. Saat 14.20’de hareket ettik. Yolun sağ tarafında, 3. Amenofis zamanında yapılan kaleler var. Bu dönemde mimari malzeme olarak kerpiç kullanılır. M.Ö. 2000’lerde sivil yapılar ve kamu binalarında buna benzer özelliklerin bulunduğu düşünülüyor. Tepede ise asillerin mezarları var. Saat 14.30’da, Hatshepsut Tapınağı’na vardık.

Hatshepsut (Al-Deir El-Bahari) Tapınağı: Mısır’ın ilk ve tek kadın firavunu Hatshepsut, M.Ö. 1700’lerde yaşamıştır. Firavun 1. Tutmosis’in (1. Thotmes) kızıdır. Mısır’ı 22 sene yönetmiş. Sadece kız çocukları olmuştur ama 3. Tutmosis’in küçük yaşta olmasından yararlanarak 22 sene tahtta kalmayı başarmıştır. Daha sonra 3. Tutmosis, onu tahttan indirip kendi firavun olur. Hatshepsut, eski dilde tanrıların gözdesi anlamına geliyor.

Tapınak, avlu ve üç kapalı salondan oluşur. Yapımı 4 yıl sürmüş. Mimarı, mimar Senmut. (Pauline Gedge’in Hatshepsut kitabında, Senmut ile Hatshepsut’un sevgili olduğu belirtiliyor.) Tapınak üç terastan oluşuyor. Bunlardan sadece ikinci teras ziyarete açık. Tapınak, inek başlı tanrıça Hathor’a adanmış. Duvarlarda M.Ö. 1700 yılında Somali ile ticari ilişkileri anlatan duvar resimleri var.

Sağ tarafta, çakal Anubis’e ithaf edilen bir oda var. Anubis chapel’ine gelmeden önce 12 kutsal ağacın kalıntıları görülür. Bunun yanında da dini törenleri anlatan duvar kabartmaları var. Hathor’a ait tapınakta hatorik sütun başlıkları var.

Tapınakta en çok ilgi çeken bir nokta, renkli duvar resimlerinin olması ve hala renklerin canlı gözükmesi. Sarı, kırmızı, mavi, yeşil renkler kullanılmış.


Saat 15.20’de Hatshepsut Tapınağı’ndan ayrılıp 15.30’da Krallar Vadisi’ne geldik.
Krallar Vadisi (The Valley Of The Kings): Krallar Vadisi’ne, otobüsü bir yerde bırakıp, çekçek ile çıktık. Buraya video kamera almak yasak ve fotoğraf makinesi 5 L.E. Bir biletle üç mezar seçilip gezilebiliyor, ama Tutankhamon ve Nefertari’nin mezarları ekstra ücrete tabi. Tutankhamon 40 L.E., Nefertari de 100 L.E. olunca buralara girmeyi hiç düşünmedik. Zaten mezarların kapanma vakti de yaklaşıyordu. Krallar Vadisi’ni 19. yüzyılda Howard Carter bulmuş. Mezarın bulunması bir tesadüf. Mısır tarihine meraklı bir İngiliz asilzadesi, bu mezarların bulunmasında önayak olmuş.

Burada 63 kral mezarı var. Eski ve Orta Krallık döneminde krallar mezarlarını piramit şeklinde yaparlar ama bunların dışarıdan görülebilir olması mezar yağmalarını kolaylaştırdığı için M.Ö. 16. yüzyıl yani Yeni Krallık dönemi başlangıcından itibaren mezarlar, kolay belli olmayacak şekilde bu vadiye yapılıyor. İlk mezar, Yeni Krallık döneminin ilk firavunu 1. Tutmosis’e ait. En son mezar da M.Ö. 11 yüzyılda 11. Ramses’e ait. Mezar büyüklüğü, firavunun tahtta kaldığı süre ile doğru orantılı, dolayısıyla sadece 18 ay tahtta kalabilen 1. Ramses’in mezarı en küçük mezar. O dönemin en uzun tahtta kalan firavunu 2. Ramses’in mezarı da en büyük mezar.

İlkönce, 20. hanedanlıktan 9. Ramses’in mezarına girdik. Girişten sonra dar ve uzun bir koridor var, çevresinde de duvar resimleri var. Bunlar zarar görmesin diye yakın zamanda önlerine cam panolar konmuş. Bu resimler, genelde ölüye öbür dünyada eşlik etmesi düşünülen resimler. Ayrıca koruyucu kobra kabartmaları da var. Eski Mısır’lılar, öbür dünyada yaşamın, şimdiki dünyadakinin tersi olduğunu düşündükleri için insanları mezar resimlerinde ters çizerler. Alt kısımda ise sunak odaları ve lahit var. Burada, gök tanrıçası Mut’un gece gündüz resimleri var.

Daha sonra 3. Ramses ve 2. Amenofis’in mezarlarını gezdik. 3. Ramses’in mezarı genelde 9. Ramses’inkiyle aynı, ama 2. Amenofis’in mezarı daha derin. Başta resim yok ama alttaki lahit odası çok güzeldi, lahit te duruyordu. Burasi biraz restore edilmiş, resimler iyi durumdaydı. Hava çok sıcak olduğu için aşağıdaki havasızlık beni etkiledi, diğerlerinden biraz önce çıktım. Bu arada bir şeye değinmeliyim, bu mezarlarda ve daha önce ziyaret ettiğimiz tapınaklarda yerlere yeni kaplamalar-parkeler yapılmış, sanırım ziyaretçiler rahat gezsin diye.

Saat 17.15’te Krallar Vadisi’nden ayrıldık. Bugün gezdiğimiz yerler Luksor’un güneyinde yer alıyor. Bir taş atölyesi-mağzasını gezip, Karnak ve Luksor tapınaklarının bulunduğu kentin doğusuna geçtik. Taş atölyesine (King Massar Factory) saat 17.20’de geldik. Orada başta, vazo gibi eşyaların nasıl yapıldığını seyredip mağazaya girdik. Birşeyler almak isteyenler aldı ve saat altıda oradan ayrıldık. Saat 18.35’te de hava karardığında Luksor Tapınağı’na geldik.

Luksor (Luxor) Tapınağı: Burası, tanrıça Mut ve kocası Amon için yapılır. 3. Ramses döneminden 2. Amenofis dönemine kadar inşa edilir ama bu dönem dışındaki firavunlar da katkıda bulunur. Hatshepsut, ufak bir chapel inşa ettirir. Tapınağın içinde üç din birarada, bunlar, çok tanrılı din, tek tanrılı din (Athon) ve Hristiyanlık. Luksor’un dini merkez olmasının nedeni de bu. İçinde kilise de var. Hellenistik dönemde şehre, Tanrı’nın büyük şehri adı verilir ve Yunan’lılar buraya Thebes der.

Pilonda, Kadeş Savaşı’nın kabartmaları yer alır. Orijinalde 6 heykel varken şimdi 3 heykel kalmış. İki dikilitaş var. Biri 25 m, diğeri 23 m. Dikilitaş, toprak ve yer arasındaki ilişkiyi temsil ediyor. 2. Ramses heykelleri 9. yüzyıla kadar toprak altında, sonra bir imam buraya cami yaptırır ama kazılar başlayıp tapınak ve heykeller bulununca, cami ve kapısı epey yukarıda kalır.

Tapınakların mimari kronolojisinden bahsedersek, ilk inşa edilen yerin kült odası, en son inşa edilen yerin de pilon duvarı olduğu görülür. 3. Amenofis döneminde Amon rahipleri, firavunun gücünü tehdit edecek kadar güçlüdürler. Bu yüzden önce kült odası, sonra açık avlu inşa edildikten sonra pilon duvarı, hemen bunların önüne inşa edilmeyip uygun yer aranır. Bu, diğer tapınaklardaki gibi olmaz, sonra 3. Amenofis ölür ve yerine oğlu 4. Amenofis geçer. Bu yeni firavun, Amon rahiplerinin gücüne son vermek ister ve bunun için çeşitli hilelere başvurarak güçlü Amon rahiplerini Mısır dışında çeşitli yerlere gönderir. Beş yıl sonunda, bütün söz sahibi rahip ve üst düzey yöneticiler gönderilip yerlerine krala bağlı yöneticiler gelir. Sonra, 4. Amenofis, daha kuzeyde yeni bir başkent yaptırır. Bu başkentin ismi Akhetaton’dur. (Avaris) Amenofis, kendi ismini de değiştirip Akhenaton yapar. Bu güneş tanrısı anlamına gelir. Akhenaton, eşi kraliçe Nefertiti ile birlikte yeni başkent Akhetaton’da, tek tanrılı din kavramını ortaya çıkarır. Ancak Akhenaton ölünce rahipler geri döner, Akhetaton şehri ve tapınakları tamamen terkedilip Luksor’a geri dönülür. Akhenaton’un çocuk yaşta oğlu Tutankhaton tahta geçer ve rahiplerin etkisi altına girer. İsmi de Tutankhamon olarak değişir. Sonra bu tapınağa bir avlu ve Tutankhamon heykeli yapılır. 13. yüzyılda da 2. Ramses, dış kısmı, dış avluyu ve dış pilon duvarını ekler. Bu tapınakta emeği geçen üç kişi, 3. Amenofis, Tutankhamon ve 2. Ramses’tir. Daha sonra Roma döneminde, Amenofis döneminde yapılan kısım değiştirilir. 4 sütun kaldırılıp 2 sütun konulur, geçiş kapısı absise çavrilip bir kilise yapılır.

Duvar resimlerinde, 2. Ramses’in Kadeş savaşı için 20.000 askerin tümünü Luksor’dan alıp burada sadece kadın ve çocukları bıraktığını, ama savaş dönüşü kadınları hamile görünce bundan tanrıyı sorumlu tutup onu cezalandırmak için çocukları kestiğini anlatan yazılar-resimler var. Tapınakta, Büyük İskender’in yaptırdığı kısmı da gezip saat 19.25’te tapınaktan ayrıldık.

Saat 19.45’te gemiye döndük ve yemek yedik. Gece dansöz gösterisi izledik. Ama dansöz, gereğinden fazla kilolu ve çok soğuktu. Herhalde Rus’tu, tip olarak tam Rus tipi vardı. Bu gösteriden canımız sıkıldı ve 15 dakika sonra çıktık. Zaten çıktıktan 20-25 dakika sonra güverteden bakarken, dansözün gemiden ayrıldığını gördük. Gece 1.30’a kadar oturup yattık.

11.Mart.2001.Pazar

Bu sabah saat altıda uyandırıldık ve 6.30’da kahvaltı ettik. Bu gün yurda dönüş günümüzdü. 7.15’te Karnak Tapınağı’na gitmek için yola çıktık ve 7.25’te tapınağa vardık.



Karnak Tapınağı: Karnak kelimesi Arapça bir kelime ve etrafı surlarla çevrili kale anlamına geliyor. Tapınak girişinde sfenksli yol var, bunlar Amon’u temsil eder. Pilon duvarı, M.Ö. 4. yüzyılda yapılmış; ama bitirilememiş. Üstünde kabartma yok. Duvarın bitirilememe sebebi, Büyük İskender’in Mısır’a girişi olarak gösteriliyor. Duvarın kalınlığı 15 metre, genişliği 20 metre. M.Ö. 1300’lerde 2. Ramses döneminde giriş, Ramses heykellerinin bulunduğu yerdeyken, ön avlu ve bitmemiş pilon duvarı sonradan eklenir. Sfenksli yol, Ramses zamanında heykelli girişe kadar uzanırken, son avlu eklenince oradaki sfenksler kenara alınır. Şimdi de kenarda bu sfenksler duruyor. Duvar yapımında, ilk sıra taşların üst üste konmasından sonra yükseklik arttıkça, kenara rampa tipi yükselti yapılır.

Karnak, Mısır’daki en eski ve en büyük tapınak kompleksidir. Avludan sonra, kapalı sütunlu salon gelir. Buraya


Yüklə 160,94 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin