Medeniyet



Yüklə 1,42 Mb.
səhifə2/44
tarix15.01.2019
ölçüsü1,42 Mb.
#97042
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   44

MEDENİYYE

Şâzeliyye-Derkâviyye tarikatının Muhammed Hasan b. Hamza Zâfir el-Medenî'ye (ö. 1263/1847) nisbet edilen bir kolu.5



MEDH 6




MEDHİYE 7




MEDID

Aruz sisteminde bir bahir.

Halîl b. Ahmed'in aruz sisteminde "muhtelife" denilen birinci dâirede ve klasik genel sıralamada ikinci bahir olarak yer alır.8 Veznin tam ve sahih şekli bir şatrda iki (bir beyit­te dört) defa "fâiiâtün fâilün tef ilelerinin tekrarıyla meydana gelir. Uy­gulamada her iki şatrın sonundaki fâi­lün cüzlerinin düşmesiyle bir be­yitte iki defa "fâiiâtün fâilün fâilâtün"ün tekrarıyla oluşan mec-zû' (bir cüzü düşmüş) şekil kullanılır. Ha­lîl b. Ahmed'in sistemini farklı tarzda yo­rumlayıp sadeieştiren İsmail b. Hammâd el-Cevherî'nin "müfredat" ve "mürekke-bât" olmak üzere yaptığı tertibe göre me-dîd bahri remel ile mütedârikten teşek­kül eden mürekkep bir bahirdir.9 Medîdin hafif ve serî' bahirleriyle de ya­kın ilgisi vardır.10

Bahrin adı "uzatmak" anlamındaki Arapça medd kökünden türemiş bir sı­fat olup "uzatılmış, yaygın" gibi mânala­ra gelir. Kaynaklarda bu adlandırmanın sebebi olarak sübâiyye veya hümâsiyye tefilelerinin birbiri etrafın­da yayılmış olması, her sübâiyye tef ilede ikişer hafîf sebebin (bir harekeli, bir sa­kin iki harften oluşan grubun) yaygın biçimde yer alması ve sübâiyye tefileleri­nin ortasında mecmu'vetidlerin (İkisi ha­rekeli, biri sakin üç harfli grubun) yayılmış bulunması gibi gerekçeler zikredilmiştir. Bu hususlar bahrin vezinlerinin ritmini ağırlaştırıp kıvraklığını giderdiği için özel­likle nesîb, gazel, gına (şarkı) vb. aşk te­rennümlerini icra etmede onu yetersiz ve elverişsiz kılmaktadır. Bundan dolayı bilhassa Câhiliye şairleri, ritim ve hareket bakımından katı ve icrası güç olan bu ba­hirden uzaklaşmışlardır.11 Ancak yuka­rıda anılan konularda Câhiliye şairlerinin fazla rağbet etmediği bu bahrin ilk terti­bi 12 sağlam bir yapıya ve kuvvetli bir ifade gücüne sahiptir.13 İkinci tertibi ise 14 Abbasî şairleri tarafından nesîb (gazel) şiirleri İçin uyumlu görülüp benimsenmiştir.15

Aruz âlimleri medîd bahrinde altı farklı şekil olduğunu belirtirlerse de gerek ka­dîm gerekse muhdes şairler tarafından yalnız aşağıdaki şekilleri kullanılmıştır.16

Buna gö­re medîd bahrinin üç aruzu ve altı darbı vardır. İlk şekilde aruzu ve darbı sahihtir. İkinci tertipte aruzu hazf ile (son hafif sebebin atılması) fâilün kasr ile (son hafîf sebebin sakin harfini atıp harekeli harfini sakin okuma fâilât veya fâilân betr ile (önce hazf, sonra kat', yani mecmu' vetidin son har­fini atıp kalan son harfini sakin okuma) fa'lün şekille­rini alır. Üçüncü tertipte aruzu, hazf ve habn ile (ilk hafîf sebebin sükûnlu harfini okumama) feilün betr ile fa'lün olur. Buna göre elde edilen vezin grupları I. aruz (sahih) ve1. darb (sahih) ile: II.

Yukarıda üç aruz ve altı darbdan teşek­kül eden vezin grupları, aruza dair klasik kitaplarda ve bunlara muhteva bakımın­dan bağlı kalan yeni eserlerde medîd ka­lıpları olarak zikredilir. Bunun yanında sanatkârların nazım tekniğinde yaptıkla­rı yenilikleri de içeren bazı eserlerde bu bahrin başka vezin grupları da yer alır. Celâl el-Hanefî'nin tesbit etmiş olduğu on birvezindenanılan altı klasik vezin grubu dışındakiler illet ve zihaf kaideleri­nin uygulanmış şekilleriyle aşağıda veril­miştir.17

Bibliyografya:

İbn Abdürabbih, el-'İkdü'L-ferid, V, 444-447; İsmail b. Hammâd el-Cevherî, Kitâbü 'Arûzi'l-uaraka{nşr. Salih Cemâl Bedevi), Mekke 1406/ 1985, s. 55 vd., 60-62; İbn Reşîk el-Kayrevânî. ei-'ümde (nşr. M. Muhyiddin Abdülhamîd), Ka­hire 1353/1934, [, 127 vd.; Hatîb et-Tebrîzî, el-Vâfi fı'l'arût ue'l-kaoâfî (nşr. Ömer Yahya -Fah-reddin Kabâve), Dımaşk 1399/1979, s. 47-56; ibn Ebû Şeneb, Tuhfetü't-edeb, Paris 1954, s. 28-32; Safa Hulûsî, Fennü't-taktfi'ş-şi'n ve'l-kâfiye, Beyrut 1966, s. 55-62; Celâl el-Hanefî, el-'Arûz, Bağdad 1398/1977-78, s. 287-303, 573 vd.; M. Saîd İsbİr - Bilâl Cüneydî. eş-Şâmil, Beyrut Î985, s. 821-823; Mîşâl Âsî - Emîl Bedr

Tevfik Rüştü Topuzoğlu

MEDÎH 18




MEDİH

Bir kimseyi güzel bir niteliği dolayısıyla övme anlamında ahlâk terimi.

Sözlükte medh kelimesi, "bir insanı veya bir nesneyi yahut eylemi üstün bir özelliği dolayısıyla övme" anlamında mas-dar ve bu şekilde övücü söz ve davranış­ları ifade etmek üzere isim olarak kulla­nılmaktadır. Karşıtı zem ve hicivdir. Ya­ranmak ve çıkar elde etmek maksadıyla birine abartılı sözlerle methiyeler düzen­lere meddah denir. "Hamd" kelimesi de methe yakın bir mâna taşımakla birlikte kaynaklarda ikisi arasında fark bulundu­ğu belirtilmektedir. Râgıb el-İsfahânfye göre her hamd medihtir. ancak her me-dih hamd değildir. Nitekim medih, kişinin yaratılıştan sahip olduğu ve kendi irade­siyle sonradan kazandığı üstün özellikleri, hamd ise sadece ikincileri övmek üzere kullanılır.19

Kur'ân-ı Kerîm'de medih kelimesi geç­memekle birlikte hamd ve tezkiye kav­ramları kullanılarak kişinin kendisini öv­mesinden söz edilmiştir. Hadislerde ise medih ve aynı kökten kelimelerle bazı ah­lâkî tavsiyelerde bulunulmaktadır. Ayrıca gerek Kur'an'da gerekse hadis mecmua­larında Allah'ın zâtını, peygamberleri ve bilhassa Resûl-i Ekrem'i, ashabı, sâlih müminleri metheden; buna karşılık in­karcıları, münafıkları, Allah ve peygam­ber düşmanlarını zemmeden çok sayıda âyet ve hadis vardır. Doğruluk, dürüstlük ve adaletle ilgili âyet ve hadisler, insanın kendisini veya başkasını methederken hak ve adalet Ölçülerinden sapmaması gerektiği sonucuna götürmektedir. Özel­likle övgüyü hak edecek değerde güzel bir iş yapmadan övülmek isteyenler 20 ve haksız yere kendilerini te­mize çıkarma çabası içinde olanlar 21 yerilmektedir. Diğer âyet ve hadisler yanında bilhassa Hz. Yûsuf'un Mısır yöneticisine, "Beni ülkenin hazine­lerine tayin et, çünkü ben onları çok iyi korurum ve bu işi bilirim" diyerek 22 yöneticilik talebinde bulunurken kendisini övücü ifadeler kullanılmış oldu­ğu dikkate alınarak bir kimsenin kibir ve böbürlenme amacı taşımadan sahip ol­duğu üstün nitelikler hakkında bilgi ver­mesinin sakıncalı olmadığı belirtilmek­tedir. Ebû Bekir İbnü'l-Arabî'ye göre Hz. Yûsuf un bu ifadesi Kur'ân-ı Kerîm'in yasakladığı kendini tezkiye etme kapsamı­na girmez. Çünkü o bu sözüyle hakkında bilgi sahibi olmayanlara kendini tanıt­mayı amaçlamış veya ortada ehil kimse bulunmadığı için âyette sözü edilen gö­revi yüklenmenin gerekli olduğunu düşünmüştü.23

Ahlâk ve fıkıh kitaplarıyla hadis şerhle­rinde çeşitli durumlarda methin caiz olup olmadığı konusu tartışılmıştır. İslâm âlim­lerinin çoğunluğu, konuyla ilgili hadisleri bir bütün halinde değerlendirerek bir in­sanın yüzüne karşı methedilmesinin onu kibirlenip böbürlenmesine ve şımarma­sına yol açması durumunda onu övmenin doğru olmadığını, ayrıca her durumda gerçeğin dışına çıkmamak ve övgüde aşırı gitmemek gerektiğini belirtmişlerdir. Ni­tekim Hz. Peygamber, huzurunda bir ki­şiyi aşırı şekilde metheden birine, "Yazık sana! Arkadaşının boynunu kopardın" de­miş ve bu sözü birkaç defa tekrarlamış, ardından da birini överken, "Şöyle şöyle olduğunu zannediyorum" gibi ihtimalli bir üslûp kullanılarak işin aslının Allah'a havale edilmesinin lüzumunu ifade et­miştir.24 Hadiste yer alan, "Arkadaşının boynunu kopardın" (diğer rivayette "bel kemiğini kırdın") cümlesiy­le övgüye lâyık olmayan veya abartılı bir şekilde övülen kimsenin kendisini gerçek­ten övüldüğü gibi zannedip kibir ve gu­rura kapılması, şımarıp azması tehlike­sine işaret edilmiştir. Başka bir hadiste Resûlullah, meddahların aşın övgüleriyle bu gibi tehlikelere yol açabileceklerini dik­kate alarak, "Meddahlarla karşılaştığınız­da yüzlerine toprak serpiniz" buyurmuş­tur.25 Ancak övülmekten kötü yön­de etkilenmeyenlerin gerçek özellikleriy­le övülmesinde bir sakınca görülmemiş, bunun iyilikleri teşvik edeceği düşünül­müştür. Özellikle hadis mecmualarının "fezâil" ve "fezâilü'I-ashâb" gibi bölümle­rinde bu anlayışı teyit eden pek çok riva­yet bulunmaktadır. Hassan b. Sabit, Kâ'b b. Züheyr, Abdullah b. Revana gibi şairle­rin Hz. Peygamber'i metheden şiirlerinin onun tarafından memnuniyetle karşılan­ması da bu anlayışı güçlendirmektedir.26

Bazı âlimler ise gerçeği ifade etse dahi insanları methetmenin gerek öven ge­rekse övülen bakımından doğru olmadığı görüşündedir. İbn Hazm'a göre akıllı ve gerçekçi kimse başlangıçta kendisine acı verse de yerilmeyi övülmeye tercih eder. Çünkü medihte hakikat payı olsa bile in­sanı kibir ve gurura götürür, sonuçta er­demlerine zarar verir. Eğer medih gerçek dışı ise bu övgüden memnun olan kişi, hakkında söylenen düzmece iltifatlara aldanmış olur ki bu önemli bir kusurdur. Haklı yergiye mâruz kalan kişinin bunu kendisi için bir uyan sayıp ahlâkını düzelt­mesi, haksız yergiyle karşılaştığında ise bunu sabır ve hilimle karşılayıp erdemi­ne erdem katması mümkündür. Sonuçta her durumda akıllı kişi için methedilmek zemmedilmekten daha zararlıdır.

İnsanın Övülmekten hoşlanmasının ve yerilmekten çekinmesinin temelindeki psikolojik sebepleri, övülme tutkusu ve yerilme korkusunun doğurduğu ahlâkî ve dinî bakımdan tehlikeli sonuçlan, bu komplekslerden kurtulmanın yollarını de­rin bir vukufla inceleyen Gazzâlî, övgünün gerçeğin ifadesi bile olsa hem öven hem de övülen bakımından zararlı sayıldığı gö­rüşüne varmaktadır. İnsanların kendileri hakkındaki övgüler karşısında tutumla­rını sıralayarak en olumlu tutumun her türlü övgüye dürüstlük ve içtenlikle karşı çıkmak olduğunu belirtmektedir.

İyilikle anılma ve Övülme arzusunun in­sanın tabiatında mevcut bir eğilim oldu­ğunu belirten başka ahlâkçılar da bulun­makla birlikte bunlar söz konusu eğilime ahlâkî bakımdan olumlu bir motif olarak bakılabileceğini düşünmüşlerdir. Meselâ Râgib el-İsfahânî, pek çok insanın adale­te yönelmesinde övülme arzusunun ya­pıcı rol oynadığını, yerilmekten sakınma­yan, övülmekten sevinç duymayan insan­ların kötü işler yapmasının ancak baskı ile mümkün olabileceğini söyler. Nitekim insanların akıl, haya, övgü ve yergi, teş­vik ve korkutma ile kötülükten nefret ettirilip iyiliğe sevkedilebileceği, yerginin kötülükten alıkoyamadığı, övgünün iyili­ğe yöneltemediği bir kimsenin artık hay­vandan veya cansız bir nesneden farksız olduğu belirtilmiştir. Râgıb el-İsfahânî,

övgü ve yerginin özü itibariyle iyi yahut kötü olmayıp bunların güdülen amaçlara bakarak değerlendirilmesi gerektiğini ifade eder. Buna göre iyi bir amacın ger­çekleşmesi için övgüye başvurmak iyidir. Buna Hz. İbrahim'in, "Bana, sonra gele­cek nesiller içinde iyilikle anılmayı nasip eyle" 27 mealindeki duası­nı delil gösteren İsfahânî âyeti, "Bana öyle işler yapmayı nasip et ki beni o işlerle öven kişi doğruyu söylemiş olsun" şeklinde açık­lar. "Birini iyiliği sevindiriyor, kötülüğü üzüyorsa o kişi mümindir" mealindeki ha­dis de 28 insanın iyilikleriyle anılmasından mem­nun olmasında sakınca bulunmadığına işaret etmektedir. Bununla birlikte er­demli insan dalkavukluğuyla tanınanlar­dan, aldatıcı dostlardan, insanları övme tabiatında olanlardan ve nabza göre şerbet verenlerden gelen övgüleri nefretle karşılamalıdır. Bir kimsenin kendisini övmesi ise kötü bir huydur.29

Bibliyografya :

Râgıb el-İsfahânî, ei-Müfredât, "hmd" md.; a.mJf., cz-Zerî'a ilâ mekârimi'ş-şerVa (nşr. Ebü'l-Yezîd el-Acemî), Kahire 1405/1985, s. 277-278; Tehânevî, Keşşaf, 1, 288-289; Müsned, I, 18,26; Buhârî. "Şehâdât", 16, "Edeb", 54; Müslim, "Zühd", 65, 69; Ebû Dâvûd, "Edeb", 9; Tirmizî. "Fiten", 7; Mâverdî, Edebü'd-dürtyâ oe'd-dîn, Beyrut 1398/1978, s. 234-236; İbn Hazm. et-Ahlâk oe's-sîyer, Beyrut 1405/1985, s. 17-18; Gazzâlî. lfyyâ\ II!, 159-161, 286-293; Ebû Bekir İbnü'l-Arabî, Afakâmü'i-Kur'ân (nşr. Ali M. el-Bicâvî), Kahire 1394/1974, II!, 1092; Kurtubî, el-Câmi', V, 246-247; M. Yaşar Kandemir v.dğr., Riyâzü's-sâlihîn: Peygamberimizden Hayat ölçüleri, İstanbul 1998, VII, 389-391; "Medh", Mu.F, XXXVI, 275-282. Mustafa Çağrıcı




Yüklə 1,42 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   44




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin