Merzifonlu kara mustafa pasa



Yüklə 2,38 Mb.
səhifə49/70
tarix17.11.2018
ölçüsü2,38 Mb.
#82932
1   ...   45   46   47   48   49   50   51   52   ...   70

MESHÛRÂT

Kesinlik derecesi bakımından yakiniyyâtın dışında kalmakla birlikte insanların tamamı veya bir kısmı tarafından doğru kabul edilen hüküm.1147



MEŞIET

Allah'a emirleri, hükümleri ve fiillerinde hür olması anlamında nisbet edilen sübûtî sıfatlardan biri. 1148


MEŞÎHAT-İ İSLÂMİYYE

Şeyhülislâmlık makamı için kullanılan idarî bir tabir.1149


MEŞIŞIYYE

Abdüsselâm b. Meşîş el-Hasenî"ye (ö. 625/1228 [?]) nisbet edilen bir tarikat.1150



MEŞK

Hüsn-i hat, tezhip, mûsiki gibi sanatların eğitim ve öğretiminde takip edilen geleneksel usul.

Arapça bir kelime olan meşk. klasik Türk-İslâm sanatlarında bir hocanın ta­lebeye, taklit ederek öğrenmesi için ver­diği ders ve Örnekler hakkında kullanıldığı gibi meşk etmek şeklinde öğretmek ve öğrenmek için yapılan dersi ve alıştırmayı, birlikte çalışmayı da içine almakta olup meşk vermek "ders vermek", meşk al­mak ise "ders almak" mânasına gelmek­tedir.

Hat.

Hat eğitim ve Öğretiminin, di­ğer İslâm sanatlarında olduğu gibi gele­neksel usul ve kaidelere bağlı kalınarak usta-çırak ilişkisi içinde yürütüldüğü bi­linmektedir. Ancak Osmanlı öncesi hat meşk sistemi ve uygulamaları hakkında yeterli bilgi yoktur. İbn Mukle'nin Risale fi'l-hat ve'I-kalem adlı eserinde yazı çe­şidine göre kalem kalınlıkları, harflerin geometrik yapıları, oranları, kaideleri, isimleri tesbit edilip örnekler verilmiş ol­masına rağmen hattatların bu esaslara bağlı kalarak eğitim ve öğretimi sürdür­dükleri dışında bir kayıt bulunmamakta­dır. Daha sonra İbnü'l-Bevvâb "Kasîde-i Râiyye"sinde harflerin fizikî estetiğini, nisbetlerini. inceliklerini açıklayıp kendi yazı üslubuyla hattatlara rehber olmuştur. Ardından gelen üstatlar ise Şeyh Hamdullah'a kadar, aklâm-ı sittenin es­tetik oranlarını belirleyerek yeni bir çığır açan Yâküt el-Müsta'sımryi örnek atmış­lardır. Bu anlayışa göre harflerin oran ve biçimlerinden bahseden "risâle-i kavâid-i hat ve mîzânü'1-hat" gibi adlar altında Arapça, Türkçe ve Farsça pek çok eser ya­zılmıştır. Kalkaşendî'ninŞubhu'i-a'şd'-sının III. cildinde geniş yer bulan bu gibi konular. Zeynüddin İbnü's-Sâiğ'in üstat­lara rehber olmuş eseri Tuhleiü üli'l-el-bâb ü şmâ'aü'1-hat ve'î-kitâb'mda da mevcuttur. Ancak bunların nasıl bir meşk usulüyle uygulamaya konulacağına dair açık bilgi yoktur.

Osmanlı döneminde sarayın destek ve himayesiyle büyük ilgi gören hat sanatı. İstanbul'un fethinden günümüze kadar resmî müesseselerde olduğu gibi vakıf kurumlarında da meşk usulüyle yürütül­müştür. Devrin en seçkin üstatları "hâ-ce-i Enderûn-ı Hümâyun, kâtib-i sarây-ı sultanî" gibi unvanlarla başta Topkapı Sa-rayı'ndaki Enderun Mektebi, Galata Sa­rayı, Muzıka-ı Hümâyun gibi kurumlarda kabiliyetli gençlere hat meşkedip bu sanatın gelişmesinde ve ekol sahibi hattat­ların yetişmesinde büyük rol oynamışlar­dır. Osmanlı sultan ve şehzadeleri de sa­ray geleneğine uyarak disiplinli bir sanat eğitimi alır. ilgi duydukları şiir, mûsiki hat vb. sanat dallarında iyi bir seviye elde ederlerdi. Nitekim Hafız Osman gibi ünlü hattatlar şehzade ve sultanlara hat hocalığı yapmış, onlardan himaye ve destek görmüştür.

Sıbyan mektepleri programlarında ye­tenekli olanları geliştirmek, güzel yazı yazmayı öğretmek maksadıyla çocuklara yazı meşki dersi de yer almıştır. I. Abdül-hamid'in inşa ettirdiği mektebin vakfi-yesiyle 1. Mahmud'un annesi tarafından Galata'da yaptırılmış olan mektebin vak­fiyesinde yer alan hükümlerden ilk öğre­timde yazı meşkinin önemli görüldüğü, mektep hocasının bu görevi yerine geti­recek niteliklere sahip olmaması halinde meşk için ayrı bir hocanın mektebe gele­rek çocuklara yazı meşkettiği anlaşılmak­tadır. Hüsn-i hat meşki Tanzimat devrinde ibtidâî, rüşdî, idâdî mekteplerinin prog­ramlarında da mevcuttu.

1908'den sonra ise medreselerin prog­ramlarında sülüs, nesih, rik'a. nesta'lik yazılarının zorunlu olarak öğretilmesi yer almış, ayrıca Evkaf Nâzın Şeyhülislâm Hayri Efendi tarafından hattat yetiştir­mek maksadıyla Medresetü'l-hattâtîn adlı bir mektep açılmıştır. Burada hattın her çeşidi devrin meşhur üstatları tara­fından meşkedilmiştir. Bu resmî eğitim kurumlarının dışında hat üstatlarının kendi evlerinde veya zenginlerin konak­larında talebelerden ücret almadan yazı meşkettikleri bilinmektedir. Divanî, celî divanî ve tuğra gibi türler ise daha çok Dîvân-ı Hümâyun'da meşkedilmiştir. Yazı öğreten hattatların kurumlardan günlük veya aylık ücret aldıkları, İL Bayezid'in meşk hocası ve saray hattatı Şeyh Ham­dullah'a 30, Kanunî Sultan Süleyman dev­ri saray ehl-i hiref teşkilâtı kâtipler bölü­ğünde görev yapan Ahmed Karahisârî'ye ise 14 akçe yevmiye verildiği yolundaki kayıtlardan öğrenilmektedir.1151

Bazı külliyelerde "meşkhâne" veya "yazı odası" adıyla hat meşkedilen bir hücre bulunduğu, Amasya Beyazıt Külliyesi'nde "dârütta'lîm" ismiyle hat meşkine mah­sus bir odanın mevcudiyetinden anla­şılmaktadır. Ayrıca Hattat Abdullah Züh­dü ve Filibeli Arif efendilerin Nuruosma-niye Medresesi, Sami Efendi'nin Keman­keş Mustafa Paşa Medresesi meşk oda­sında yıllarca hat meşkettikleri ve pek çok hattat yetiştirdikleri kaydedilmektedir.

Osmanlı hat eğitim ve öğretiminde üs­tatların örnek yazılar ve tâlimler yanında hurufat ve mürekkebatı gösteren meşk murakka'ları (örnek meşk albümü) hazır­lamaları da bir gelenekti. Eğitim ve öğ­retim kurumlarının İstanbul dışına da yayılması ve matbaanın yaygınlaşmasın­dan sonra çok sayıda öğrenciye tek tek meşk yazmanın güçlüğü sebebiyle mat­bu meşk mecmuaları ortaya çıkmış, böy­lece tarihî ve tecrübî hat estetiği bir ta­raftan korunurken diğer taraftan yay­gınlaştırılmaya çalışılmıştır. Galatasaray Mekteb-i Sultanîsi hat hocası Mehmed İzzet ve Dârüşşafaka hat hocası Hafız Tahsin efendilerin hazırladığı, sülüs, ne­sih, nesta'lik, divanî, celî divanî, rik'a yazılarını içine alan Hutût-ı Osmâniyye ile 1152Meşk Mec­muası 1153bunlardandır. Ayrıca İsmail Zühdü'nün Sülüs, Nesih Meşk Mecmuası 1154 Meh­med İzzet Efendi'nin Rehber-i Sıbyân'ı 1155 en çok tutulan meşk mecmualarıdır. XX. yüzyılda hat sanatına duyulan ilgi sebebiyle Kahire, Bağdat ve Cezayir gibi merkezlerde de Osmanlı hat üslûbunu sürdüren üstatların hazırladığı meşk mecmuaları yayımlanmıştır. Son yıllarda Muhittin Serin'in neşre hazırla­dığı Şevki Efendi'nin Sülüs ve Nesih MeşkMurakkaı 1156 Kazas­ker Mustafa İzzet Efendi'nin SülüsNe-sih Meşk Murakkaı 1157 Hu­lusi Efendi'nin Ta'lik Meşk Murakkaı 1158 Halim Efendi'nin Ne­sih, Dîvânî, Celî Dîvânî, Rik'a Meşk Murakkaı 1159 ve İslâm Ta­rih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi (IRCICA) tarafından yayımlanan Mehmet Şevki Efendi'nin Sülüs-Nesih Hat Meşkleri 1160 gibi meşk al­bümleri, Osmanlı hat üstatlarının en gü­zel yazılarından seçilmiş olduğu için Tür­kiye'de ve dünyada çok ilgi görmüştür. XV. yüzyıldan günümüze kadar İstanbul hat sanatında İslâm âleminin meşk mer­kezi olma özelliğini korumuş. Kahire, Bağdat ve Şam gibi merkezlerde de Os­manlı üslûbu örnek alınarak meşk uygu­lamaları yapılmıştır.

Hat öğretiminde kendi kendine yetiş­me usulü, hataya açık ve verimsiz oldu­ğu gibi uzun bir zamana yayılacağından benimsenmeyen bir yoldur. Ayrıca sanat yeteneğinin kısa zamanda disiplin altına alınması ve gelişmesi, geleneksel usulde yetişmiş bir hat üstadının meşk usulü eğitimiyle yakından ilgili olduğunu Hz. Ali'ye izafe edilen şu söz ortaya koymak­tadır: "Güzel yazı bizzat hocanın öğretisinde (meşk) gizlidir; olgunlaşması çok yazmakla, devamı da İslâm dinini yaşa­makla olur.

XV. yüzyıldan günümüze kadar yapılan uygulamalara göre yetenekli bir talebe müfredat ve mürekkebat meşklerini ik­mal ettikten sonra yazı öğrenimini ta­mamlar. Öğrenciye seçilecek yazı çeşidine göre eliften yâ harfine kadar teker teker harflerin hendesesi, oranları ve şekilleri bizzat hoca eliyle yazılarak öğretildikten sonra bâ ile elif, bâ ile bâ, bâ ile cîm ... bâ ile yâ, ardından cîm ile elif, cîm ile bâ, cîm ile cîm ... cîm ile yâ tarzında bir yol takip edilerek şekil bakımından birbirine benzeyen harflerden birer örnek yazmak suretiyle bunların teker teker diğer harf­lerle bitişmeleri ve oranlan gösterilir. Yazı öğreniminde bu safhaya "müfredat meş­ki" denir. Yalnız sülüs-nesih yazıya, "Rab-bi yessir ve lâ tüassir rabbi temmim bi'l-hayr" duasının yazılmasıyla başlanır. He­nüz harf bünyelerini meşketmemış bir öğrencinin satır nizamında bir cümle yaz­ması çok güç olduğundan bu suretle da­ha ilk derste talebenin yeteneği, sabrı ve hevesi denenir, birçok defa yazdığı halde hocanın istediği seviyeyi elde edemeyen talebelerin kabiliyetleri ölçülerek yeter­sizlerin kendiliğinden elenmeleri sağla­nırdı. Hocaların meşk örneğini talebenin önünde yazması ve satır altına "sa'y" (ça­lış) işaretini koyması esas olmakla bera­ber talebe bu safhada başka üstatlar ta­rafından hazırlanmış meşk mecmuala­rından da istifade edebilirdi.

Öğrenci bir hafta sonraki derse kadar üstadının meşkini taklit ederek alıştır­malar yapar ve hocaya göstermek üzere bir meşk hazırlar. Hoca gördüğü kusur­ları, beğenmediği harfleri, harf nisbetle-rini, kaidelerini, kalemin akışını tarif ede­rek talebe meşkinin altına yeniden yazar. Buna "harf çıkartma" denir. Harf şekille­rini daha iyi açıklamak için kâse, tekne, küp, göz, baş, ağız, zülfe gibi teşbihlerle izahat verilmesi, talebenin şekilleri zih­nine daha çabuk yerleştirmesine ve tak­lit etmesine yardımcı olur. Talebe hoca­nın bu tashihlerini dikkate alarak aynı meşki tekrar çalışır ve ertesi derse geti­rir. Eğer hoca yine harflerde bir bozukluk görürse tekrar meşk altına çıkartma ya­par veya talebenin meşkinde beğendiği satırın altını ve üstünü kalemiyle çizer ki buna da "kaftan giydirme" adı verilir. Ay­rıca kendi yazısının altına koyduğu sa'y işaretini talebe yazısının altına da yazıp takdirlerini belirtir. Böylece her ders öğ­renildiğine kanaat getirildikten sonra di­ğer örneğe geçilir. Harfler ve iki harfin birbirine bitişmiş şekilleri meşkedilince hoca sülüs-nesihte, "Temmeti'l-hurûf bi-avniilâhi'1-meliki'r-raûf" (Allah'ın yardımıy­la harfler tamamlandı) ibaresini, nesta'likte ise Farsça "Çün haiâsî zimüfredât âmed Vakt-i meşk-ı mürekkebât âmed" (Müf­redat tamamlanınca mürekkebât meşkinin vak­ti geldi) beytini ilk meşk olarak yazar. Mü-rekkebat meşki yazı öğreniminde zevkli fakat en güç safhadır. Çünkü her harfin ve kelimenin cümle içinde ve satır niza­mında aldığı ayrı bir şekil, satıra mahsus bir bünyesi vardır. Talebe yazının kom­pozisyon kurallarını ve tertibini bu saf­hada yapacağı çalışmaiarla meşkederek öğrenir.

Mürekkebât meşkinde ekseriya sülüs-nesihte Kaşîdetü'l-Bür'e, Elif Kaside­si, Kaşîdetü'l-Bürde, nesta'ükte Molla Câmî'nİn Besmele Kasidesi veya Hâ-kânî Mehmed Bey'in Hilye'sinden seçme beyitler yazılması âdet olmuştur. Mürekkebât meşklerini tekrar ederek sanat melekesini geliştiren talebeye ho­ca örneksiz metinler verip yeni terkip­ler yaptırır. Düzenli biçimde çalışan bir talebe üç dört yılda meşklerini tamam­layarak icazet almaya hak kazanır. Bir üs­tattan yazının usul ve kaidelerini meşke-dip icazet almak "me'zun olmak", yani hat sanatını icra ve imza atma yetkisine hak kazanmaktır. Bunu belirtmek üzere hattatların verdiği izin belgesine "icazet­name" denir. Jcâzet alacak seviyeye eri­şen talebe hocası tarafından seçilen eski üstatlardan birinin kıtasını taklit ederek yeniden yazar. Bu onun kazandığı hüneri gösterir. İcazetnamenin bazan bir mu-rakka', hilye veya hattat şeceresini gös­teren bir mecmua şeklinde hazırlanmış olanları da vardır. Hattat imzaları genel­likle "ketebe" kelimesiyle başladığından imza atmaya "ketebe koyma" da denir. Ketebe kelimesi yerine yazının mahiyeti­ne göre "nemakahû, harrerehû, rakame-hû. sevvedehû, nesehahû, satarehû, kal-ledehû" tabirleri yanında "meşşekahû" ibaresi de kullanılmıştır. Tezhip sanatın­da ise meşk uygulaması daha farklı bir seyir takip eder.1161

Bibliyografya :

TSMA, nr. D 9706/4; İstanbul Müftülüğü Şer-'iyye Sicilleri Arşivi, nr. 1780; MÜstakimzâde. Tuhfe, s. 625; Amasya Târihi,!, 128; İimiyye Salnamesi, s. 687; Mehmed İzzet v.dğr.. Dâ-rüşşafaka, Türkiye'de İlk Halk Mektebi, İstan­bul 1927, s. 88; Türkiye Maarif Tarihi,], 192-194; Hüseyin Atay, Osmanlılarda Yüksek Din EğUJmİ, İstanbul 1983, s. 202, 234; Muhittin Serin, Hattat Şeyh Hamdullah: Hayatı, Talebe­leri, Eserleri, İstanbul 1992, s. 30; a.mlf., Hat Sanatı ue Meşhur Hattatlar, İstanbul 2003, s. 15, 296, 298-299; M. Uğur Derman, "Hattat", DİA, XVI, 494-496. Muhittin Serin



Mûsiki.

Türk mûsikisinde meşk, hoca ve talebesinin birlikte çalışmaları suretiyle sözlü eserler ve saz eserleri re-pertuvarının yüzyıllar boyu nesilden ne-sile intikalini sağlamış bir eğitim ve öğretim yöntemidir. XIX. asrın ilk çey­reğine kadar Türk mûsikisi öğretimi ta­mamen bu sisteme dayalı olarak devam etmiş, daha sonraları Batı etkisiyle kuru­lan konservatuvar vb. mûsiki kurumla­rında da meşk kısmen uygulanmış olup günümüzde de belirli ölçülerde sürmek­tedir.

Meşk metodunun en büyük faydası talebenin bir eseri, bir çalgıyı, herhangi bir mûsiki tekniğini ve icrasını hocasının tarz ve üslubuyla öğrenerek "tavır" de­nen o ekolü devam ettirmesi olmuştur. "Eser geçme" tabirinin de kullanıldığı meşkte mûsiki eserleri hoca tarafından seslendirilir, talebeye usulüyle birlikte bö­lüm bölüm veya bütünüyle defalarca tek­rar edilerek ezberletilirdi. Burada eserin herhangi bir notadan öğrenilmesi söz ko­nusu olmadığından hafızanın çok önemli rolü bulunuyordu. Ayrıca eserlerin usul vurularak öğretilmesi usulün öğrenilmesi yanında meşki kolaylaştıran ve sağlam-laştıran bir tekniktir.

Bir sözlü mûsiki eserinin meşki şu şe­kilde yürütülürdü: Önce geçilecek eserin güftesi talebeye yazdırılır, üzerinde ge­rektiği kadar durularak doğru telaffuzu ve mânasının anlaşılması sağlanırdı. Par­çanın usulü eser icra edilmeden önce bir­kaç defa vurulurken talebe de buna katı­lır, böylece parçanın ritmi yerleşmiş olur­du. Ardından usul eşliğinde eser hoca tarafından okunup talebeye tekrar etti­rilerek kısım kısım meşkediiir. belirli bir başarı sağlanınca bir bütün halinde tale­benin hafızasına yerleştiriiinceye kadar defalarca okutturulurdu. Parçanın bu ilk meşkinden sonra öğrenciye eseri gelecek derse kadar tekrar etmemesi tembih edilirdi. Bu uygulama talebenin kendi ba­şına esere ilâve yapmasını ve besteyi boz­masını önlemek için gerekli ve önemlidir. Bir hafta sonraki derste eser üzerinde talebenin yanlışları veya bazı tereddütleri varsa bunlar giderilinceye kadar eser tek­rar ettirilerek meşk tamamlanırdı.

Musikişinaslar meşke kabul edecekleri talebelerde mûsiki kabiliyeti yanında ses güzelliği, iyi bir mûsiki kulağıyla ritim duygusu ararlardı. Mehmed Esad Efendi Atmbü'1-âsâr adlı eserinde XVII. yüzyı­lın bestekâr, hanende ve mûsiki hocası Na'ne Ahmed Çelebi'den söz ederken onun talebe seçimine çok önem verdiği­ni ve mûsikinin inceliklerine vâkıf olma­yanları meşklerine kabul etmediğini an­latır. İbnülemin Mahmud Kemal de Hoş Şada da Hacı Arif Bey'in herhangi bir eseri öğrencisine en fazla on beş defa tekrar ettiğini, sonuç alamadığında ise artık kendisiyle meşgul olamayacağını söylediğini ifade eder.

Meşk süresi talebenin yeteneğiyle il­giliyse de bu uygulama sabır gerektiren zahmetli bir iş olduğundan genellikle uzun sürerdi. Meşke başlamada belli bir yaş söz konusu değildir. Çok küçük yaşta başlatılan meşkler yanında ileri yaşlarda da bu usul kullanılmıştır. Sadece hoca ve talebenin karşılıklı çalışmaları dışında birçok talebenin katılımıyla sürdürülen toplu meşkler de vardı.

Meşk aldığı üstadın veya onun hocası­nın meşhur üstatlardan olmasının meşk alan kimsenin musikişinaslar arasındaki itibarında etkin rolü vardır. Nitekim Meh-med Suphi Ezgi'nin tambur hocası Koz-yatağı'ndaki Rifâî Tekkesi şeyhi Halim Efendi, onun hocası da Kuyumcu Oski-yam olup Oskiyam'ın hocasının III. Selim'e tambur öğreten Tanbûrî İzak olduğu göz önüne alınırsa Suphi Ezgi'nin İzak'a kadar uzanan klasik tambur tavrının bir tem­silcisi sıfatıyla önemi daha iyi anlaşılır.

Kaynaklarda meşk sisteminin başlan­gıcıyla ilgili kesin bilgilere rastlamak mümkün değildir. Osmanlı toplumunda mûsiki öğretiminin başta saray olmak üzere ev, konak, cami, tekke ve kahveha­ne gibi mekânlarda yapıldığı bilinmekte­dir. Sarayda mûsiki eğitimi ve öğretimi için XVI. yüzyılda Özel odalar tahsis edil­mişti. İV. Murad döneminde 1046 (1636) yılında bu faaliyet Seferli Koğuşu'na nak­ledilmiştir. Mûsiki eğitiminin saray için­de görevli musikişinaslar tarafından ve­rilmesi esas olmakla beraber saray dışın­dan mûsiki hocası getirilerek de meşk ya­pılmıştır. Ayrıca Harem-i Hümâyun'daki cariyelerin saray içinde veya dışında özel hocalardan meşk aldıkları bilinmektedir. 1635'te sarayda mûsiki öğrenmeye baş­layan Evliya Çelebi, burada mûsiki öğre­timinin yapıldığı ve fasılların geçildiği bir meşkhâneden bahseder 1162 Ayrıca Ali Ufkî Bey, saray meşk-hânesini ve orada geçen hayatı anlatır­ken bütün gün açık bulundurulan meşk-hânede üstatlarla talebelerin öğleden sonra bazan sazlarla, bazan da çalgısız mûsiki meşkettiklerini söyler.1163 Antoine Galland, 1672yılına ait hâtı­ralarında İstanbul'da Eminönü'ndeki Ye-nicami'de hoca ile talebe arasında cere­yan eden bir ilâhi meşkinden söz eder­ken Türkler'in mûsiki öğretimini nazari­yat ve nota ile değil hafıza ile ve üstadın ağzından yaptıklarını anlatmıştır.1164

Tekkelerde ve özellikle Mevlevî dergâh­larında öncelikle dinî mûsiki ve onun ya­nında her türlü mûsiki meşki yapılır, hat­ta saz icrası öğretilirdi. Yüzyıllar boyu âdeta birer konservatuvar görevi yapmış olan mevievîhâneler, özellikle XVII. yüzyı­lın başından itibaren bu fonksiyonlarını daha sistemli şekilde devam ettirmişler­dir. Buralarda mûsiki yanında semâ meş­ki de yapılarak semâzen yetiştirilmiştir.

Mûsiki meşkinin yapıldığı mekânlar ara­sında bazı kahvehanelerin de bulunduğu bilinmektedir. İbnülemin Mahmud Kemal Hoş Sodada Hafız Kemal, Hafız Sami, Ahmet Avni Konuk ve Lemi Atlı gibi mu­sikişinasların hocası, XIX. yüzyılın zâkir ve bestekârlarından hanende Hacı Kirâ-mi Efendi'nin Taşkasap semtindeki bir kahvehanede düzenli biçimde talebeleri­ne mûsiki meşkettiğinden bahseder.

XIX. yüzyılın sonlarına kadar mûsiki meşklerinden genellikle bir ücret alın­madığı kaynaklardaki bilgilerden anlaşıl­maktadır. Ancak sarayda yapılan meşk­ler için hocalara belirli bir ücret verildiği, konaklarda sürdürülen benzer faaliyetle­rin karşılığı olarak da sanatkârlara öde­me yapıldığı bilinmektedir. Son dönem­lerde geçim sıkıntısı çeken bazı musikişi­nasların da para karşılığı ders verdikleri kaydedilmektedir.

Birçok faydası yanında nota yazısının umumiyetle kullanılmadığı, repertuva-rın ağızdan ağıza nakledildiği meşk orta­mında eserlerin aktarıla aktanla az ya da çok bazı değişikliklere uğrayabileceği ve bunun neticesinde aynı eserin birkaç ver­siyonunun ortaya çıkabileceğinin göz ar­dı edilmemesi gerekir. Buna rağmen Os­manlı döneminin sonunda ve Cumhuri-yet'in ilk yıllarında kurulan özel mûsiki cemiyetlerinde (mektep] ve ardından ge­niş anlamda bir konservatuvar niteliğini alan Dârülelhan'da da meşk sistemi de­vam ettirilmiştir.


Bibliyografya :

Evliya Çelebi, Seyahatname, I, 245; Ebûis-hakzâde Esad Efendi. Atrabû'l-âsâr, İÜ Ktp., TY, nr. 6204, vr. 4b; A. Galland, İstanbul'a Alt Gün­lük Anılar: 1672-1673 (nşr. Ch. H. A. Schefer, trc Nahid Sırrı Örik), Ankara 1987, I, 79-80; Mûsiki Encümeni ue Dârüielhan Talimatı Su­retidir, İstanbul 1333, tür.yer.; İbnülemin, Hoş Sadâ, tür.yer.; Cem Behar, Ati ufkî ue Mezmur­lar, İstanbul 1990, s. 44-46; a.mlf.. Zaman, Me­kân, Müzik, İstanbul 1993, s. 11-82; Mehmet Güntekin, "Osmanlı'da Musikî ve Hikmete Dâir Fenn'in Son Osmanlılar'ı", Osmanlı, Ankara 1999, X, 654-656; İsmail Hakkı Uzunçarşılı, "Osmanlılar Zamanında Saraylarda Musiki Ha­yatı", TTK Belleten, sy. 161 (1977), s. 86-88; Pakalm, II, 493; Öztuna, BTMA, li, 47. NuriÖzcan




Yüklə 2,38 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   45   46   47   48   49   50   51   52   ...   70




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin