Orta Doğu ve Balkanlar’da Milliyetçilik
19.yüzyılın başlarından itibaren önce Balkanlar’da, ardından da devletlerin Arap vilayetlerinde ortaya çıkan ve hızla yayılarak tedricen başarıya ulaşan milliyetçilik akımları, Osmanlı Devleti’ni kemirmeye başlamıştır. Bu akımların arkasındaki itici güç gelişen ve değişen katmanlaşma biçimleri olmakla birlikte, daha sonra bu esas çeşitli faktörlerle beslenerek güçleniyor ve mevcut ayrılıkçı veya otonomist hareketleri başarıya doğru götürüyordu. Bu faktörler içinde belki de en önemlisi askeri olanlardır; zira bu faktör olgunlaşmaktaki bir oluşuma son katkıyı yapmaktadır. Çoğunlukla askeri hareketler sonunda Osmanlı Devleti’nin oturduğu antlaşma masaları, bu oluşumların birer ulus devlet olarak ya da bağımsızlıkları için bir adım daha atmış olarak kalktıkları bir dağılma zemini olmaktaydı. Edirne Antlaşması, Akkerman Antlaşması, Bükreş Antlaşması, Kütahya Antlaşması, Berlin Kongresi…
Bu hareketlerin temelini besleyen esas faktörlere eğildiğimizde üç alan karşımıza çıkmaktadır. Batı da oryantalist ve Slavistik çalışmalarının hızla yaygınlık kazanmasıyla beraber yeni bir kimlik anlayışının belirmesidir; ikincisi özellikle 19.yüzyılda yoğunlaşan misyoner faaliyetlerinin, özellikle Hristiyanlara yönelik olarak bölgeyi sarması; üçüncüsü de Batılılaşma yolunda atılan adımların etkisiyle kurumsal yapının “modernleşmeye” başlaması ve buna ve Batı’da öğrenim gören öğrencilerin etkisine bağlı olarak yeni bir aydın zihniyetinin şekillenmesidir.7
Ulus ve Demokrasi
Ulus ve demokrasi çoğunlukla birbirleriyle bağdaştırılır. Ancak, bazı eski Avrupa ve Asya ulusları siyasal demokrasinin yerleşmesinden çok önce oluşmuştur.
Tarihsel olarak kurulmuş, demokratik özelliğe sahip gerçek ulus statüsünün yalnızca “Batılı” nüfusa veya Avrupalılar’a uygun düştüğünü ileri süren tezin tekin olmaması bir yana, olguları bu şekilde sadece Avrupa-merkezli görünce Japonya, Vietnam, Kore, Tayland gibi çok eski ulusların durumlarını inatla bilmezlikten gelir.
Fikir ve siyasi hareket olarak bazı ulusların hayli erken oluşmuş olması bu ulusların devletlerinin topraklarını genişletmelerine imkan verdi, komşu topraklar üzerinde daha sonra diğer ulusların ortaya çıkması ile savaşlara ve çatışmalara yol açtı. Bu durum, başta Balkanlar olmak üzere Avrupa’nın bir bölümünde 19.yüzyıl boyunca süregeldi ve bugüne kadar devam etti. 8
“Demokrasi” denen şeyle “ulus” denen şey arasındaki ilişkiler çok geniş ve karmaşıktır. “Halkların kendi kaderini tayin hakkı”, bugün uluslararası camia tarafından teorik de olsa tanınmaktadır. Bağımsız olma, yani egemen devlet kurma hakkı demokrasinin temel koşullarından biri olarak görülmektedir. Bununla birlikte, bağımsızlığı eski ya da yeni olsun tüm ulus-devletler demokratik devletler değildir.9
Aşırı Milliyetçilik
Her prensibin olduğu gibi milliyetçiliğin de aşırılıkları ve dejenere şekilleri vardır. Milliyet gibi verasetle kazanılan bir vasıf ayrıca bir çaba ve başarıyı gerektirmediğinden övünmeyi ve üstünlük taslamayı haklı kılmaz. Yine bir insanı kendi iradesinde olmadığı halde farklı bir soydan veya milletten olduğu için suçlamanın da hiçbir mantıki dayanağı yoktur. Bu itibarla kendi milletinin kusurlarını görmeyip, hasletlerini abartma, diğer milletleri aşağı görme şeklinde kendini gösteren şovenizmin milliyetçilikten ayrı mütalaa edilmesi gerekir.10
Kültürel Topluluklar Olarak Ulus
Bir ulusun esasen bir etnik veya kültürel varlık olduğu fikri onun ‘birincil’ kavramlaştırması olarak vasıflandırılmıştır. Bu fikrin kökleri 18.yüzyıl Almanya’sına ve Herber ve Fichte gibi kişilerin yazılarına kadar götürülebilir. Herder’e göre her ulusal grubun yaratılış özelliklerini nihai olarak, yaşam biçimi, çalışma alışkanlıkları, tutumları ve bir halkın yaratıcı eğilimlerini şekillendiren doğal çevresi, iklim ve fiziksel coğrafyası tarafından belirlenir. Hepsinden önemlisi, Herder bir halkın ayırt edici gelenekleri ve tarihsel hatıralarının cisimleşmiş hali olduğuna inandığı lisanın önemini vurgular. Ona göre, böyle ulus kendisini şarkılarda, mitlerde ve efsanelerde gösteren ve bir ulusa onun yaratıcılık kaynağını sağlayan bir Volkgeiste sahiptir. Bu nedenle Herder’in milliyetçiliği, açıkça siyasal bir devlet olma çabası yerine ulusal geleneklerin ve hatıraların farkında olma ve değerini bilmeyi vurgulayan bir tür kültürcülüğe karşılık gelir. Bu tip fikirler 19.yüzyıl Almanya’sında ulusal bilincin uyanmasında önemli etkiye sahip olmuştur.
Milletler ve Milliyetçilik’te Ernest Gellner milliyetçiliğin modernleşmeye ve özellikle de sanayileşme sürecine olan bağlılık derecesini vurgulamıştır. Gellner, modern öncesi veya ‘agroliterate’ tarımsal toplumların feodal bağlar ve bağlılıklar ağı tarafından yapılandırılırken doğmakta olan sanayi toplumlarının sosyal hareketliliği, kişisel mücadeleyi ve rekabeti ilerletmiş ve böylece yeni bir kültürel bütünleşme kaynağını getirdiğine dikkat çekmiştir. Bu milliyetçilik tarafından sağlanmıştır. Bu nedenle milliyetçilik belli sosyal koşullar ve şartların ihtiyaçlarını karşılamak üzere gelişmiştir. Ulusların Etnik Kökleri’nde Anthony Smith milliyetçilik ve modernleşme arasındaki bağı modern uluslarla kendisinin ‘etniklikler’ olarak adlandırdığı modern öncesi etnik topluluklar arasındaki devamlılığı vurgulayarak sorgulamıştır. Bu görüşe göre, uluslar tarihsel olarak gömülüdür: onların kökleri ortak bir kültürel mirasa ve devlet olmayı başarmayı ve ulusal bağımsızlık arayışını bile önceleyebilen lisana uzanmaktadır. Bununla beraber, Smith etnisitenin milliyetçiliğin öncüsü olmakla birlikte modern ulusların sadece yerleşik etnikliklerin doğmakta olan siyasal egemenlik doktrinine bağlandığında ortaya çıktıklarını kabul etmiştir.11
Alman tarihçi Friedrich Meinecke bir adım daha ileri gidip ‘kültürel uluslar’ ve ‘siyasal uluslar’ arasında bir ayrım yapmaktadır. ‘Kültürel’ uluslar yüksek düzeyli etnik homojenlikle karakterize edilmektedir. Sonuçta, ulusal ve etnik kimlikler çatışmaktadır.
Siyasal Topluluklar Olarak Ulus
Ulusların esasen siyasal varlıklar oldukları görüşü kültürel kimlikten daha çok vatandaşlık bağlarını ve siyasal bağlılıklarını vurgular. Buna göre ulus, kültürel, etnik ve diğer bağlılıklarından bağımsız olarak esasen paylaşılmış vatandaşlık bağıyla bağlı bir insanlar grubudur. J.J. Rousseau’nun spesifik olarak ulus sorusuna hitap etmemesine veya milliyetçilik olgusunu tartışmasına rağmen, sonuçta toplumun ortak yararı anlamına gelen, ‘genel irade’ fikrinde ifadesini bulan halk egemenliğine vurgusu 1789 Fransız Devrimi sürecince ortaya çıkan milliyetçi doktrinlerin tohumu olmuştur. Yönetimin genel irade üzerinde temellenmesi gerektiğini ilan ederek Rousseau güçlü bir monarşik iktidar ve aristokratik ayrıcalık eleştirisi geliştirmiştir. Fransız devrimi süresince, bu radikal demokrasi ilkesi, Fransız halkının artık hükümdarın sadece bir ‘tebaası’ olmayıp, dokunulmaz haklara ve özgürlüklere sahip ‘vatandaş’lar oldukları iddiasında ifadesini buluştur. Böylece, egemen güç Fransız ulusuna aitti. Bu nedenle Fransız Devriminden doğan milliyetçilik biçimi kendi kendini yöneten bir halk veya ulus vizyonuna vücut vermekte ve ayrılmaz bir şekilde özgürlük, eşitlik ve kardeşlik ilkesine bağlı kalmaktaydı.12
Eric Hobsbawm ulusların ne derece ‘icad edilmiş gelenekler’ olduklarını açığa çıkarmıştır. Modern ulusların uzun süreli yerleşik etnik topluluklardan gelişmiş olduğunu kabul etmek yerine Hobsbawn tarihsel devamlılık ve kültürel saflığa duyulan inancın değişmez biçimde bir mit olduğunu ileri sürmektedir. Bu görüşe göre, milletlerin milliyetçiliği yaratması değil, milliyetçiliğin milletleri yaratması söz konusudur.
Benedict Anderson da modern ulusu bir yapım olarak betimlemiştir. ‘Hayal edilmiş topluluk’ tabirini kullanmıştır. Anderson ulusların ortak bir kimlik fikrini sürdürmek için yüz yüze etkileşim düzeyi gerektiren gerçek topluluklardan daha çok mental görüntüler olarak var olduklarına işaret etmiştir. Uluslar içinde bireyler kendilerinin bir ulusal kimliği güya paylaştığı diğer kişilerin çok küçük bir oranını tanıma fırsatı bulur. Eğer uluslar var ise, onlar bizim eğitim, kitle iletişim araçları ve siyasal sosyalizasyon tarafından inşa edilen hayal edilmiş yapımlar olarak var olur.13
Akrabalık Etnisite ve Kategorik Kimlikler
Milliyetçilik, ayırt edici şekilde modern bir olgudur. O, devlet gücündeki değişim, uzun mesafeli ekonomik bağların artışı, yeni iletişim ve ulaşım imkanları ve yeni siyasi projelerle birlikte ortaya çıkmış bir kolektif kimlik oluşturma yoludur. Ne var ki bu, milliyetçilikle bağlantılı herşeyin yeni olduğu anlamına gelmez. Özgül milliyetçi kimlik ve projeler, uzun zamandır var olan etnik kimlikler, akrabalık ve cemaat ilişkileri ve atalara dayandırılan bir toprağa bağlılık üzerine oturur, Bu tür milliyetçi kimlik ve projeler, kültürel içeriklerini, duygusal bağlılıklarını ve örgütsel güçlerini büyük ölçüde buralardan alır.
Ancak bir kimlik inşa etme biçimi olarak milliyetçiliği etnisiteden, bu ikisini de akrabalıktan ayırmak, analitik açıdan önemliden önemlidir. Bu ayrım sadece içerik üzerinden yapılamaz, çünkü etnisite çoğunlukla akrabalığın bir uzantısı olarak takdim edilir ve milliyetçiler, ulusları kültür ve kan bağı olan büyük aileler olarak sunarlar. Buradaki kilit soru, bunların hangi dayanışma biçimleri olduğu ve nasıl yeniden üretildiğidir. Bu noktada, biri toplumsal ilişki ağları, benzer bireylerin oluşturdukları kategoriler ve doğrudan doğruya kişiler arası etkileşim üzerinden yeniden üretim ile diğeri, nispeten gayrişahsi, büyük ölçekli kültürel standardizasyon ve toplumsal örgütlenme aktörleri vasıtasıyla gerçekleşen yeniden üretim arasında olmak üzere, birbiriyle yakından irtibatlı iki ayrım daha yapılmalıdır.14
İnşacı ve İlkçi Milliyetçilik
Milliyetçilik literatüründeki en büyük tartışmalardan biri de ‘inşacılar’ ya da ‘araçsalcılar’ ile ‘ilkçiler’ arasında yaşanmaktadır. İlk gruptakiler ulusları ortaya çıkaran tarihsel ve sosyolojik süreçlerin altını çizerler. Birçok araçsalcı bu icadın iktidarlarını sağlamlaştırmak isteyen seçkinlerin, peşlerinden gelenleri milliyetçi ideoloji temelinde seferber ederek yürüttükleri, çoğunlukla bilinçli ve yönlendirilen bir proje olduğunu savunur.
Milliyetçilik üzerinde çalışan toplumsal bilimciler genellikle şu iki şeyin farkındadırlar: 1-Tarihsel değişimin ve insan eyleminin rolü, 2-insanların yakın kişisel ilişkilerinde ve ilk kültürel deneyimlerinde biçimlenen güçlü bağlılıkları anlamakla bunların milliyetçi sadakatlere dönüşüp dönüşmediği ve eğer dönüşüyorsa nasıl dönüştüğü arasındaki ayrım. Aslında ikinci husus, adına ‘ilkçi’ denilenlerin en önde gelenlerinden, antropolog Clifford Geertz tarafından vurgulanan bir noktadır.
Ulusal birliği sağlayan, kan bağı veya toprağın çağrısı değil, giderek artan ölçüde sivil devlete duyulan muğlak, aralıklı ve rutin bağlılıktır; bu, hükümetlerin polis gücüne ve ideolojik baskılara şu veya bu derecede başvurmasıyla tamamlanır…yeni devletler, toplum olarak düşünüldüklerinde, ilk bağlılıklar temelinde ciddi yabancılaşmaya karşı anormal derecede hassastır...İktisadi, sınıfsal veya entelektüel sadakatsizlik devrimi tehdit eder, ama ırka dile veya kültüre bağlı sadakatsizler, bölünme, irredentizm veya yutulma, devletin sınırlarının yeniden çizilmesi, topraklarının yeniden tanımlanması tehdidi taşır.
Clifford GEERTZ
Geertz, etnik veya diğer ‘ilk’ bağların ulus ile aynı genel sırada olduğunu öne sürer; bunlar, bu yüzden, yeni bir ulus oluşturma veya mevcut bir ulusun bazı üyelerini koparma temeli olmak konusunda rekabete girmeye can atarlar. Yeni devletle özdeş olduğu ileri sürülen ulus ise daha gevşek dokulu, daha zayıf duygular uyandıran ve daha yapay bir yapı gibi gözükebilir.
İnşacı duruş ise tam tersine kültürün gücünü ve insanların verili olarak aldığı ve dünyayla başetmedeki pratik becerilerine bağlı kimliklerinin kudretini hafife alma eğilimindedir; ama Geertz’inki gibi kurnaz ilk etnik kimlik kuramlarına karşı ciddi bir tez geliştirmiştir. İnşacılar, farklı toplumsal gruplar için ‘otomatikman’ temel oluşturabilecek kadar belirgin sınırları olan başka kültürlerle örtüşmeyen, kendine özgü kültürlere nadiren rastlandığına; olanın daha ziyade, Paul Brass’ın ileri sürdüğü gibi, insanların kimliklerinin hatta en ilksel kimliklerinin bile ilkçilerin sandığından da çoğul, seçime açık ve duruma göre şekillenir olduğuna işaret ederler. Bağdaşık ve sınırları belli bir gruba mensup olma hissi yalnızca geleneklerden dolayı değil, belli bağlamlardan dolayı da uyanır, özellikle diğer gruplarla bir çekişme veya liderlerin yandaşlarını bu kolektif kimlik çerçevesinde harekete geçirme çabası söz konusuysa.15
Akrabalık Soy Etnisite ve Milliyet
Modern ulusların genellikle tarihe giden etnik kökenleri vardır; ama milliyetçilik etnisiteden daha farklı bir toplumsal kimlik düşünme tarzıdır ve zaten etnisitenin kendisi de çoğu kolektif kimliğin geçmişteki örgütleniş biçiminin yalnızca bir cephesidir. Etnisiteyle yakından bağlantılı, ama daha temel ve içe işlemiş bir başka kimlik ise akrabalık ve soy retoriğidir. Milliyetçilikle bu iki farklı bağ ve kolektif kimlik yaratma yolu arasındaki tezatları ortaya koymamıza, onun anlamını netleştirmemize yardımcı olacaktır.
Modern ulusçuluk iddiası, genellikle akrabalık ve soydaşlık dili üzerinden seslendirilir. Liderler, artlarına düşenleri, kız kardeşlerinin yabancı kandan çocuklar doğurmasının ulus kanının saflığına yöneltebileceği tehdidi hatırlatarak ve onları erkek kardeşlerine sadakat göstermeye çağırarak, tahrik ederler. İnsanlar uluslarından sanki büyük bir aileymiş, arada bir kan bağı varmış gibi bahseder veya atalarının nasıl fi tarihinde yapılan savaşta düşmanı pes ettirdiğinden dem vururlar.
Etnisite milliyetçilik ile akrabalık arasında bir yerdedir. Etnik kimlikler birden fazla grubun tarih boyunca aynı topraklar üzerinde birbiriyle ilişkiye girmeleri sonucu önem kazanmıştır. Özellikle bir şehirdeki nüfus yığılmasının, yerel düzeyi aşan ekonomik ilişkilerin ve bir devletin kuruluşunun, birbirinden ayrı, ama kendi içlerinde birer bütün olan toplulukları birbirleriyle ve devletle ilişkiye girmeye sürüklediği yerlerde gelişmiştir. O halde etnisite yalnızca akrabalığın bir uzantısı değil, akrabalık sadakatlerinin, geleneklerin ve diğer ortak kültür aktarım yöntemlerinin, daha büyük bir arenada karşılaştıklarında doğan kolektif bir kimliktir. Bu arenadaki etkileşim, çoğunlukla grup içindekiyle aynı akrabalık ve kültür tarafından düzenlenmez.16
Kategorik Kimlikler
Milliyet, modern çağda merkezi önem kazanan bir dizi ‘kategorik kimlikten’ yalnızca biridir. Bunlar büyük kitlelerin giyindiği kimliklerdir, ama sadece belirli büyüklükte bir gruba has değildir. Tanımlayıcı özellikleri, bir denkler takımının üyesi olarak, benzer atıflarla özdeşleşmektedir. Örneğin klanlar ve yaş grupları birer kategorik kimlikken, sülale değildir, çünkü kişiler bunların, birtakım ilişki ağları vasıtasıyla değil doğrudan üyesidir. Daha önce gördüğümüz gibi, her ülkeyi başka bir renge boyanmasıyla yamalı bohçadan farksız l-olan haritalar, ulusların kategorik özdeşleşmelerini aksettirir. Onlar, ulusal kimliğin belirleyici ölçüsünde benzer olan üye kaplarıdır. Uluslar hakkındaki bu kategorik bakış açısı ulus-devleti inceleyen sosyal bilimcileri etkileyerek, onların bu ulus devletleri, sanki her biri kendi içinde az çok bütünleşik ve sınırları belli bir analiz birimiymiş gibi ele almalarına yol açmıştır.
O halde milliyetçilik söyleminin, somut ilişki ağlarından ziyade, kişilerin benzerlikleri üzerine kurulu ırk, sınıf, toplumsal cinsiyet ve diğer kenetlenme söylemleriyle paylaştığı çok şey vardır. Bireyler kategorik kimlikler halinde gruplanabilen birimlerdir. Modern milliyetçilikten önce birçok dini kimlik de bu biçimde işlemiştir.
Feodal Avrupa kendi akrabalık ve soy ağacını da yerleşik bir kategoriler hiyerarşisiyle birleştirdi. Hiyerarşi hem meslekleri, hem de toplumsal hak ve yükümlülükleri belirliyordu. Şehirler, meslek ve statü hiyerarşisine hapsolmuş ‘özgür’ vatandaşlarıyla, bu ‘feodal’ bütün anlayışı içinde bir anomali teşkil ediyordu. Lonca ve benzeri kurumlarda akrabalık hala önemli olabilirdi, ama üyeliğin giderek ağır basan resmi yapısı kategorikti: Yani özgür kalfalar ve onlara işveren ustalar.17
Milliyetçiliğin Çeşitleri
Milliyetçilik yabancı hakimiyeti veya sömürgeci yönetim tecrübesine bir reaksiyon olduğunda özgürlük, adalet ve demokrasi amaçlarına bağlı özgürleştirici bir güç olma eğilimindedir. Milliyetçilik sosyal alt üst olma ve demografik değişim ürünü olduğunda sıklıkla ayrılıkçı ve dışlayıcı bir karaktere sahiptir ve ırkçılık ve yabancı düşmanlığı aracı haline gelebilir. Nihayet, milliyetçilik onu destekleyenlerin siyasal idealleriyle şekillenir. Kendi farklı tarzlarında, liberaller, muhafazakarlar, sosyalistler, faşistler ve hatta komünistler milliyetçiliğe ilgi duymuşlardır. Tüm büyük ideolojilerden belki de sadece anarşizm milliyetçilikle tamamen ters düşmüştür. Bu anlamda milliyetçilik kapsayıcı bir ideolojidir.
Liberal Milliyetçilik:
19. yüzyıl ortası Avrupası’nda milliyetçi olmak liberal, liberal olmak da milliyetçi olmak anlamına gelmiştir.
Liberal milliyetçiliğin karakteristik konusu ulus fikri ile nihai olarak Rousseau’dan türetilen halk egemenliğine olan inancı birbirine bağlamaktır. Bu kaynaştırma 19.yy. milliyetçilerinin kendilerine karşı savaştıkları çok uluslu imparatorlukların da otokratik ve baskıcı olmaları nedeniyle ortaya çıkmıştır.
Liberal milliyetçilik bir ulusun çıkarlarını diğer ulusların çıkarları pahasına savunmamaktır. Bunun yerine, her ulusun özgürlük ve kendi kaderini tayin hakkına sahip olduğunu ilan etmektedir. Bu anlamda tüm uluslar eşittir. Öyleyse, liberal milliyetçiliğin nihai amacı bir egemen ulus devletler dünyası inşa etmektir.
Milliyetçilik sadece siyasi özgürlüğü arttırmanın bir aracı değil, fakat aynı zamanda barışçı ve istikrarli bir dünya düzeninin temin edilmesinin bir aracıdır.18
Liberalizmin ulusun ötesinde giden bir anlamı vardır. Bu iki sebepten ortaya çıkar. İlk olarak, bireyciliğe olan bağlılık liberallerin ırk, inanç, sosyal geçmiş ve milliyet gibi faktörlerden bağımsız olarak tüm insanların eşit ahlaki değerlere sahip olduğuna inandığını ima eder. İkinci neden, liberallerin egemen ulus devletler dünyasının bir uluslararası doğa haline dönüşebileceği korkusudur.
Liberal milliyetçiliğin eleştirileri iki kategoriye girme eğilimindedir. İlk kategoride, liberal milliyetçiler naif ve romantik olmakla itham edilebilir. Onlar milliyetçiliğin ilerici ve özgürleştirici yüzünü görmektedir; onlarınkisi hoşgörülü ve rasyonel milliyetçiliktir. Bununla birlikte ‘bizi’ yabancılardan ayıran ve onları tehdit eden irrasyonel kabilecilik bağlarını görmezden gelmektedir.
İkinci olarak, liberal milliyetçiliğin bir ulus devletler dünyasının inşası şeklindeki amacı temelden yanlış yönlendirilmiş olabilir. Kendisi temelinde Avrupa haritasının büyük parçalarının yeniden çizdiği Wilsoncu milliyetçiliğin hatası, ulusların uygun ve ayrı coğrafi bölgelerde yaşadıkları ve devletlerin bu bölgelerle çakışacak şekilde kurulabileceklerini varsaymasıydı.19
Muhafazakâr Milliyetçilik
İnsanlar bir ulusal topluluğa üyelik vasıtasıyla güvenlik ve kimlik arayışındadır. Bu bakış açısıyla, yurtsever bağlılık ve ulus olma bilinci büyük oranda milliyetçiliği tarih tarafından onaylanmış değerlerin ve kurumların bir savunusu haline dönüştüren bir ortak geçmiş fikrinde kök bulmaktadır. Böylece milliyetçilik bir gelenekselcilik biçimine dönmektedir.
Muhafazakar milliyetçilik ulus inşası süresinde olanlardan ziyade yerleşik ulus devletlerinde gelişme eğilimindedir. Tipik olarak ulusun içeriden ve dışarıdan bir şekilde tehdit altında olduğu algısından ilham alır. Geleneksel dahili düşman sınıf düşmanlığı ve nihai sosyal devrim tehlikesi olmuştur. Bu bağlamda, muhafazakarlar milliyetçiliği sosyalizmin panzehri olarak görmüşlerdir: yurtsever bağlılıklar sınıf dayanışmasından daha güçlü olduğu zaman, işçi sınıfı fiilen ulusa entegre olmaktadır. Bu nedenle, ulusal birlik çağrıları ve tavizsiz yurtseverliğin bir kamusal erdem olduğu inancı muhafazakar düşüncede tekrar tekrar gündeme gelen konulardır. Ulusal kimliği tehdit eden harici düşmanlar göç ve ulus üstücülüktür.20
Yayılmacı Milliyetçilik
En uç şekliyle bu tip milliyetçilik yoğun bir duygudan ve hatta kimi zaman bütüncül milliyetçilik adı verilen histerik bir milliyetçi coşkudan kaynaklanmaktadır. Bütüncül milliyetçilik terimi sağcı Action Française’in (Fransız Hareketleri) lideri Fransız milliyetçi Charles Maurras tarafından uydurulmuştur. Maurras’ın siyasetinin merkezi noktası ulusun büyük öneminin vurgulanmasıydı. Buna göre ulus her şey birey hiçbir şeydi. Bütüncül milliyetçilik, milliyetçilik ile demokrasi arasında daha önce tesis edilmiş bağı koparır. Bir bütüncül ulus, gönüllü bağlılıklardan ziyade geçmişten gelen bağlılıklarla bir arada tutulan dışlayıcı bir etnik topluluktur. Ulusal birlik ve serbest tartışma ve iktidar için açık ve yarışmacı bir mücadele gerektirmemektedir; o disiplin ile tek ve üstün lidere itaat gerektirir.
Yayılmacı milliyetçiliğin tekrarlanan bir konusu ulusal yeniden doğuş veya yeniden yaratılış fikridir. Bu tür milliyetçilik yaygın olarak geçmişteki büyüklük ve ulusal şan efsanelerine dayanır. Eğer milliyetçilik büyüklüğün yeniden tesisinin ve ulusal şanın yeniden elde edilmesinin bir aracı ise, o değişmez bir şekilde militer ve yayılmacı bir karaktere sahip olacaktır. Kısaca savaş bir ulusun sınav zeminidir. Bütüncül milliyetçiliğin gönlünde genellikle yayılma arzusu veya koloniler arayışı içeren bir imparatorluk projesi yatar. Bu durum pannasyolizmin türlerinde görülebilir…21
Sömürgecilik Karşıtı (Anti-Kolonyal) Milliyetçilik
Yüzeysel olarak, milliyetçilik ve sosyalizm birbiriyle uyuşmaz siyasal inançlar olarak görünmektedirler. Sosyalistler insanlığı tek bir varlık olarak görmeleri ve onun ayrı uluslara bölünmesinin şüphe ve düşmanlığı beslediğini ileri sürmeleri itibariyle geleneksel olarak uluslararasıcılığı savunmuşlardır. Özellikle Marksistler sınıf dayanışması bağlarının milliyet bağlarından daha güçlü ve daha gerçek olduğunu vurgulamıştır. Bu düşünceyi Marx Komünist Manifesto’da ‘Emekçinin ülkesi yoktur’ diyerek ortaya koymuştur.
Sosyalizmin gelişmekte olan dünyaya yönelik çekiciliği, sosyalizmin içerdiği topluluk ve işbirliği değerlerinin geleneksel, sanayi öncesi toplumlarının kültürlerinde derin bir şekilde yerleşmiş olması gerçeği üzerine temellenir. Bu anlamda, her ikisi de sosyal dayanışma ve kolektif eylemi vurguladığı oranda milliyetçilik ve sosyalizm birbiriyle bağlantılıdır. Bu kritere göre milliyetçilik sosyalizmin daha zayıf bir şekli olarak görülebilir. Buna göre, milliyetçilik ‘sosyal’ boyutu sadece ulusu, sosyalizmin de tüm insanlığı kapsayacak şekilde uygulamaktadır.22
Ulus Devlet
Milliyetçilik ve ulus, tarihte hangisinin daha önce geldiği, somutlaştığı veya kavramlaştığı henüz tartışmalı olan çeşitli toplum bilimlerinin üzerinde farklı kurumlara yöneldiği kavramlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak elimizdeki bazı veriler, bu soruların cevaplandırılmasında yol gösterici olmaktadır. Bu verilerden birincisi, bugünün dünyasının önde gelen siyasal biriminin ulus-devlet oluşudur; keza “milliyetçilik de, insanlığın bir ulus-devletler dünyası içinde örgütlenmesi gerektiğini kabul eden bir doktrindir; ikinci veri ise ulus kavramının ifade ettiği nesnel olguya doğru ilerleyen yolun sanayileşmeyle eşzamanlılığıdır. Aşağı yukarı bütün yaklaşımlar uluslaşmanın ve dolayısıyla bu süreçle birlikte işleyen milliyetçiliğin modernleşme adı verilen olguyla eşzamanlı olduğu kabul edilmektedir.23
Ulus-Devlet: Hükümetin belirlenmiş bir alanda mutlak gücünün olduğu ve nüfusun çoğunun vatandaşlarının oluşturduğu modern bir devlet, insanların bir araya gelerek oluşturdukları en büyük toplumsal örgütlenme biçimidir. Ulus devlet, belirli bir coğrafyada hakimiyet kuran bir ulusun egemenliğini kazanmasıyla ortaya çıkan devlet şeklidir. Ulus devletlerde, devletin politik kimliğiyle ulusun kültürel varlığı aynı bütün içinde yer alır. Etnik ve kültürel bir sentezi ifade eden ulus kavramı ile jeopolitik bir bütünlüğü tanımlayan devlet kavramının bir araya gelmesiyle oluşan bu siyaset bilimi terimi, vatandaşlarının tamamı aynı dili konuşan ve aynı kültür değerlerini paylaşan devletler için kullanılır. Ulus devletler bilinen uygarlık tarihinin ilk dönemlerinden bu yana tarih sahnesinde var olmuş ve özellikle Fransız Devrimi sürecinde esen değişim rüzgarlarıyla birlikte bu devlet anlayışı da büyük bir değişim geçirmiş.
Milliyetçiliğin devlet kavramının yarattığı bir suni ortaklık olduğu ve ulus-devletler için vazgeçilmez bir aygıt olduğudur. Tarihte yaşanan iktisadi gelişmelere koşut ilerleyen bir siyasi düzlem ve mücadeleler zemininde milliyetçilik, önemli bir kavram olmaya devam etmektedir. Son yıllarda milliyetçiliğin de içinde bulunduğu birçok olgunun; toplumsal yaşamın, insan ilişkilerinin, dayanışmanın, siyasetin, insan olmanın temel değerlerinin değişmesinde rolü olduğu açıktır. Günümüzde kendini milliyetçi olarak tanımlayanların siyasal yelpazenin her tarafına dağıldığını gördüğümüzde, küreselleşmenin ve soğuk savaş sonrası küresel siyaset arenasında solun kendini var edememesinin etkilerinin ne denli zarar verici olduğunu görebiliyoruz. Elbette bunu tersten de okuyabiliriz, solun kendini var edememesinin sonucunda milliyetçi güruh ve ideoloji kendine daha geniş hareket alanları bulabilmekte, toplumu atomize etme çabalarına daha sıkı sarılabilmektedir. Ötekini yaratan ve onun üzerinden siyaset yapan bir milliyetçi ideoloji, etnik temelli çatışmaları körüklemekte, hoşgörüsüzlüğü, rekabeti içselleştirmekte, saygı zeminini ortadan kaldırmaktadır. Ekonomik yönelimlerin de desteklediği bir milliyetçilik sistemi, anti-demokratik paralel devlet örgütlenmelerini ortaya çıkarmakta, mafya ile siyaseti iç içe geçirmekte, toplumun bir arada yaşama kapasitesini yok etmekte ve insanların geleceğini çalmaktadır. Bu koşullar içinde, yeniden bir toplum yapılanması kurmak zarureti ayan beyan ortaya çıkmaktadır. Özgür ve demokratik bir dünya kurma hedefindekilerin önü açık olsun.24
KAYNAKÇA
A.Ercüment Gedikli,İslam-Asabiye Milliyetçilik,Hamle Yayınları,3.Baskı
Andrew HEYWOOD, Siyaset, Adres Yayınları, 2010,2005 Ankara
Craig CALHOUN, Milliyetçilik, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2.Baskı İstanbul
Dr Ali SEYYAR, İnsan ve Toplum Bilimleri Terimleri, Değişim Yayınları, Nisan 2007 İstanbul
Ernest Gliner, Milliyetçiliğe Bakma, İletişim Yayınları,
Jean Leca, Uluslar ve Milliyetçilikler, Metis Yayınları
Philippe Raynaud ve Stephane Rials, Siyaset Felsefesi Sözlüğü, İletişim yayınları, İstanbul 2003
Suavi Aydın, Modernleşme ve Milliyetçilik, Gündoğan Yayınları, Ankara 1993
Tarık Ziya EKİNCİ, Millet Milliyetçilik Devlet ve Anayasa Sorunları, Cem Kitapevi, İstanbul 2004
Terry Eagleton, Fredric Jameson, Edward W.Said, Milliyetçilik Sömürgecilik ve Yazın
İnternet kaynakları:
vikipedi
http://kitaplar.ankara.edu.tr/dosyalar/pdf/689.pdf
http://www.gunaskam.com/tr/index.php?option=com_content&task=view&id=68
http://www.birikimdergisi.com/birikim/makale.aspx?mid=314
Dostları ilə paylaş: |