Üst-milliyetçilik: federal ve bölgesel kimlikler?
Her yerde hazır ve nazır, kaplayıcı ve karmaşık bir yapı
arzeden millî kimlik ve milliyetçilik, üçüncü bin yıla yakla
şırken güçlü ve tahripkâr küresel güçleri içinde barındırmayı
sürdürmektedir. Ama giderek artan küresel karşılıklı bağımlılık
eğilimleriyle başedebilecek durumda mıdır?
19. yüzyıl başlarından günümüze dek liberaller ile sosya
listlerin umut ve beklentisi hiç kuşkusuz bu yöndeydi. Comte
ve Mill'den modernleşme kuramcılarına kadar evrimci bakış
u
kaynaklara doğru ilerledikçe hem millet olma konumuna
erişileceğini hem de bu konumun aşılacağını vaat etmekteydi.
Aileviliğin, yerelliğin ve dinin erozyona uğraması devletin,
insanlığın küresel bir toplum ve kültüre doğru ilerlemekte
olduğunu görmesini sağlayacaktı. Aynı şekilde Marksistler
de devletin "söneceğini" ve milletler ile milliyetçiliğin "aşı
lacağını" düşünüyorlardı; millî kültürler varlıklarını sürdü-
recek bile olsalar, prolateryanın değerleriyle, sadece millî
3 Daniel Bell de etnik seferberlikte "hısımlık" ile "çıkar"ın birleşmesi konusuna
işaret etmiştir (1975).
2 2 4
biçimin alıkoyduğu bir birleşime gireceklerdi.
4
Bu yöndeki umutlarını desteklemek üzere aralarında pek
çok bilimadamının da bulunduğu liberaller ile sosyalistler
iki kanıt dizisine işaret etmekteydiler. Kanıtlardan ampirik
planı, muhtelif federasyon türlerinin yanında, çokuluslu
devletlerde yaşanan çeşitli deneyimlerden çıkartılmaktadır.
Teorik dayanak ise, "millet sonrası" (post-millet) bir dünyanın
tohumlarını eken yeni ulusaşırı güçlerin ve teknolojilerin
doğurgularında aranmaktadır. Şimdi bu iki sav ve kanıt türünü
sırasıyla ele alalım.
İşe, sıklıkla vurgulanan, çoğu devletin bugün etnik olarak
heterojen ve çoklu olduğu meselesinden başlayabiliriz. Ba
zılarının gözünde bu, yeni bir millet türünün, "çokuluslu
millet"in inşa edilmekte olduğu anlamına gelmektedir;
başkaları için ise milletin (başka bir şeyle) ikame edilmekte
olduğu anlamını taşır. Takınılan tavrın, büyük ölçüde be
nimsenmiş olan millet tanımına ya da her halükârda milletin
"türdeşliği" öncülüne bağlı olacağı açıktır. Millet kavramının
münhasıran milliyetçilerin bir imalatı olduğu varsayılsa bile
(ben de milliyetçilerin parçalı etno-tarihlerle kayıtlı olduklarını
ileri sürmüştüm), "türdeş millet" talebinin bütün milliyetçiler
için aynı anlama sahip olacağı kesin değildir. Bütün milli
yetçiler, özerklik, birlik ve kimlik talep etmişlerdir; ama
(toplumsal, teritoryal ve siyasî birlik anlamında) ne birlik,
ne de (farklılık ve tarihsel bireylik anlamında) kimlik, tam
bir kültürel türdeşlik gerektirir. İsveç sadece siyasî bir birliğe
ulaşmakla kalmadı, aynı zamanda dilsel, bölgesel ve kantonal
bölünmelere rağmen sarih bir tarihsel zatiyet duygusunu da
muhafaza etmeyi başardı. (Ama) İsveç, silahlı tarafsızlığa varan
4 Liberal sosyolojideki bu evrimci perspektif için Parsons'a (1966) ve Smelser'e
(1968); Marksist siyaset ile Marksizmde ise Cummins'e (1980) ve Connor'a
(1984b) bakın.
225
güçlü bir millî kimlik duygusuna rağmen kültürel türdeş-
leşmeye direnmiştir. İsveç bu konuda yegâne örnek de değildir
Gerek Almanya gerekse İtalya'da ekseriyetle güçlü yere
kurumlarla bölgeciliğin serpilmesine imkân tanınmıştır, ancak
her iki durumda da millî kimlik duygusunda ve dönem dönen
millî hissiyatın kabarışında en ufak bir azalma vaki değil
di.
5
Bu, bazı romantik milliyetçilerin tam bir kültürel türdeşlik;
çağrısında bulunurken başka pek çoklarının da, ifadesini ortak
bir yurdun yanısıra ortak âdetlerde ve kurumlarda bulan
çekirdek değerler, mitler, semboller ve gelenekler etrafında
birleşme ve özdeşleşmeyle yetindikleri anlamına gelir. Daha
önce de gördüğümüz gibi, Üçüncü Dünya'mn millî seçkin
lerinin çok etnili nüfuslardan "teritoryal milletler" inşa etmeye
girişmelerini mümkün kılan da budur.
Ama eğer milletin kültürel bakımdan türdeş olması ge-
rekmiyorsa, bir çok milleti içererek bünyesine alan, millet
gibisinden bir şey nasıl mümkün olabilmektedir? Millet
kavramı, bilhassa ortak kültür ve tarih gibi temel özelliklerini
yitirmeksizin nasıl bu kadar esnek olabilmektedir? Burada
akla Yugoslavya örneği geliyor. Yugoslavya iki kavram etrafında
inşa edilmiştir; bir milletler federasyonu ile ortak bir kültü-
rel-tarihsel deneyim. Bu ikincisi zaman zaman "İlliryacılık"
5 Bugün için, İtalyan irredentizmine ve Almanya'nın yeniden birleşme hayaline
rağmen ttalyan bölgelerinin ve Alman aender'inin (eyaletler) sahip olduğu güç
bunun açık bir kanıtıdır. İsviçre hakkında Steinberg'e bakın (1976).
(*) "İllirya", Arnavutların ataları olduğu ileri sürülen eski bir Güney Avrupa ırkının
ülkesidir. Coğrafî hatlarını, Roma İmparatorluğu'nun Güney Balkanlar'a "İllirya
illeri" adını vermesiyle kazandı. Daha sonra Napoleon bu bölgeyi "İllirya Krallığı"
adıyla kurumsallaştırmaya çalıştı. Napoleon'dan sonra Habsburglar da bu coğ-
rafyayı "İllirya" olarak kabul ettiler. 19. yüzyılın milliyetçi kabarışı sırasında
Hırvatlar "İllirya"ya (Hırvatistan ve Dalmaçya'nın önemli bir bölümü, Slovenya
ve Bosna'nın bir kısmı) Pan-Slav ülküsünün çekirdek ülkesi ve tarihsel kaynağı
anlamını yüklediler, -ç.n.
226
olarak adlandırılır; ama ideologların bile kanaati odur ki Güney
Slavlarını birarada tutan siyasî tarihten çok dillerinin aynı
kökten oluşları ve coğrafî yakınlıktır, belki biraz da (farklı
güçlerce de olsa) yabancı işgal. Öte yandan dinsel farklılıkların
yanısıra bir de Slovenlerin, Hırvatların, Sırpların, Make
donyalıların ve Karadağlıların ayrı tarihlere sahip oluşları
düşünüldüğünde, bir milletler federasyonu şeklinde bir "aşkın
millet" modeli oluşturan Yugoslavya'nın, başka bir yerde ve
daha geniş bir ölçekte de tekrarlanabilmesi akla yatkın ge
liyordu.
6
Ne yazık ki bugüne kadarki Yugoslavya tarihi, o ve başka
federasyonlar için beslenen hayalleri boşa çıkarmıştır. Ko
münist Parti'nin millî partilere bölünmesi, anayasal düzen
lemeler, ekonomik bölüşümde milletlerin sahip olduğu
merkezî konum ve özellikle II. Dünya Savaşı sırasındaki millî
antogonizmalar tarihi, tümü de, önce Tito sonra da halefleri
döneminde Yugoslav devletinin kırılgan birliğinin temelini
oydu. Hırvat Baharı, Kosova'daki çatışmalar ve Slovenya ile
olan ihtilaf; millet-üstü kurumlar ya da Yugoslavlık hissiya
tından ziyade, federasyon bileşkesini oluşturan millî bile
şenlerin harç görevi gördüğünü düşündürtmektedir.
7
Daha geniş bir çerçevede olmakla birlikte buna benzer
bileşim ve deneyimler Sovyetler Birliği tarihine de damgasını
vurmuştur. Selefi olan Çar imparatorluğunun yıkıntıları
üzerine ama neredeyse aynı sınırlarla kurulan devrimci ko
münist devlet, gerek Parti örgütünde gerekse Anayasa'da
kendini milliyet ilkesine önemli tavizler vermek zorunda
hissediyordu. Lenin'in pratikte değilse bile hak olarak mil
letlerin kendi kaderini tayinini ve ayrılmayı tanıma kararının
6 İlliyarcılık ve Yugoslavya'nın bağımsızlık mücadelesi için Stavrianos'a (1961,
özellikle 9. bölüme) ve Singleton'a (1985, bölüm 5) bakın.
7 Schöpflin'e (1980) ve Djilas'a (1984) bakın.
2 2 7
ardından Sovyet önderliği, nüfusun bütün kategorilerini kabul
edilebilir etniler halinde örgütleyerek, uygun diller seçerek,
kaynaştırarak hattâ icat ederek ve onları bir etno-millî cesamet
ve stratejik önem hiyerarşisi içinde rütbelendirerek, Sovyet
devletini her biri kendi dil ve kültürüne dayanan millî
cumhuriyetlerden müteşekkil bir federasyon olarak kurmaya
yöneldi. Böylelikle Gürcü veya Özbek gibi daha büyük ve daha
gelişmiş topluluklara kendi hükümran teritoryal cumhura
yetlerine, idarî aygıtlarına, parti örgütlerine, dil ve kültürlerine
sahip milletler muamelesi yapılırken, Udmurt veya Evenki
gibi daha küçük gruplar sınıflamaya halk olarak dahil edildiler.
Bu yolla ekonomik karar alma siyasî merkezin yerine geçerken,
etnikliğin de kültürel ve teritoryal temelleri alıkonmuş ve
anayasal güvenceye kavuşturulmuş oldu.
8
Bu nedenle Sovyetler Birliği perestroika çağına dek iki dü
zeyde işledi. Askerî, siyasî ve ekonomik düzeyde, Moskova'daki
Dostları ilə paylaş: |