Milliyetçilik sosyolojisi


Jeo-politik ve millî kapitalizm



Yüklə 1,37 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə61/75
tarix04.01.2023
ölçüsü1,37 Mb.
#121965
1   ...   57   58   59   60   61   62   63   64   ...   75
5321-Milli Kimlik-Anthony D.Smith-Bahadir Sina Shener-1994-291s

Jeo-politik ve millî kapitalizm 
Millî kimliğin kaplayıcı ve her yerde hazır ve nazır doğasıyla 
ilgili bu kültürel ve psikolojik nedenlere, birleşik etkileriyle 
mevcut etnik ve millî farklılıkları şiddetlendiren ve tesirlerini 
küreselleştiren eşit oranda kudretli ekonomik ve jeo-politik 
temeller eklenmelidir. Sık sık gelişmiş kapitalizmin milli­
yetçiliği eskittiği ve millî sınırların üzerinden atlamak suretiyle 
karşılıklı bağımlılığa dayalı tek bir dünya yarattığı yolunda 
bazı iddialar duyarız. Buna zaman zaman, milletlerin ve 
milliyetçiliğin erken dönem kapitalizmin ürünleri (ve araçları) 
olduğu yolundaki Marksist iddia da eklenir. Ne var ki milletler 
ve milliyetçilik, ulusaşırı şirketler dünyasında ve uluslararası 
işbölümünde gelişmesini sürdürmektedir. Milletler ile mil­
liyetçiliği, kapitalist üretim tarzındaki değişikliklere bağlı 
bir görüngü olarak görmeye devam etmenin özenli bir tahlile 
faydasının olmayacağı açıktır. 
Özgül tarihsel durum ve örneklerde sık sık birbirlerinin 
yoluna çıktıkları vakiyse de, aslında sermayenin doğuşu ile 
milletin ortaya çıkışı şeklinde iki yörünge ayırdetmek daha 
uygundur. Kuzey İtalya ve Flander'deki (Flaman Ülkesi) ilk 
tefecilik evresinden sonra kapitalizm, 15. yüzyıl sonlarından 
itibaren Kuzeybatı Avrupa'da birkaç "çekirdek" devletin 
rekabetinde oynadığı rolle yavaş yavaş egemen bir konuma 
yükseldi ve çok geçmeden ticaret sermayesi haline geldi. Sanayi 
Devrimi 19. yüzyıl sonu ile 20. yüzyılda ona dünya hege­
monyasını kazandırmadan önce bile, 18. yüzyılda Asya, Afrika 
ve Latin Amerika'nın sahil bölgeleri ile ceplerin yanında, Batı 
253 


ve Orta Avrupa'nın önemli bölgelerini de kendi periferisine 
kattı. Bu sırada 14 ve 15. yüzyıllarda Kuzeybatı Avrupa'nın, 
aynı bölgesinde, daha önce gördüğümüz gibi, Fransa, İngiltere, 
İspanya, Hollanda ve İsveç'in merkezlerinde önceden mevcut 
etnik topluluklar temelinde (rasyonalleşmiş, profesyonel 
bürokratik) ilk modern devletler ortaya çıktı. Çok geçmeden, 
18. yüzyıl sonlarından itibaren Avrupa'nın değişik yerlerine 
ve yerküreye yayılacak, 19. yüzyıl sonu 20. yüzyıl başlarında 
siyasî bir biçim haline gelecek olan ilk modern milletler, bu 
bölgelerde, (ancak asla türdeş olmayan) bu "etnik devletler" 
temelinde ortaya çıktılar. 
Aslına bakılırsa hem milletin hem de sermayenin dünya 
hegemonyasına yükselişlerinin dönemleştirilmesinde, raslantı 
olmayan, oldukça yakın bir koşutluk sözkonusudur. Burjuva 
kapitalizminin yeni güçlerinin, aralarındaki ilişkiler sık sık 
savaş ve rekabet durumu arzeden etnik toplulukların ve 
devletlerin oluşturduğu, önceden mevcut bir çerçevede faaliyet 
gösterdikleri bir gerçektir. Önce ticaret daha sonra da sanayi 
kapitalizminin zuhuru bu rekabeti şiddetlendirdi ve genişletti. 
Savaş da gerek devleti gerekse onun egemen etnik nüfusunu, 
tümleşik, teritoryal ve yasal bakımdan birleşmiş bir millet 
halinde birbirine kenetledi. Böylelikle sonraları kapitalizmin 
genişlemesinin, Avrupa'da mevcut devletler arasındaki sistemi 
güçlendirmek ve bu sistemdeki savaşlar ve rekabetler eliyle 
de millî hissiyatın devletin egemen etnisinde billurlaşma 
sürecine yardım etmek gibi bir etkisi oldu.
3 1 
Aslında zaman zaman sermayenin faaliyetleri ile özgül 
milletlerin ortaya çıkışları arasında yakın bağlantılar olmuştur. 
Ticaretteki rekabetin millî farklılık duygusunu keskinleş­
tirmesinin yanında, aynı oranda, burjuvazinin yükselen millî 
hissiyatı da denizaşırı rekabetçi güdülerine yeni bir iştah verdi. 
31 Bu süreçler hakkında Wallerstein'a (1974, bölüm 3) ve Tilly'e (1975) bakın. 
2 5 4 


Eğer sermaye modern devletin ekonomik aygıtlarını teçhiz 
etmişse, aynı şekilde etnik temelli devletler ile bu devletlere 
duyulan bağlılık da tüccarlar ve (daha sonra da) sanayiciler 
arasındaki rekabetin ve ticaretin yönünü dikte etmiştir. 
Sermayenin millete asıl katkısı, devleti yeni sınıflarla, 
özellikle burjuvazi, işçi sınıfı ve profesyoneller gibi önderlik 
yapabilecek ve rakip devletler ile milletler karşısında kendi 
devletlerini ilerletebilecek sınıflarla teçhiz etmek olmuştur. 
Ancak bu da önceden mevcut etnik topluluklar ile devlet 
sistemlerinin sınırları dahilinde olmuştur. 
Kapitalizm, çoğu kez, doğmakta olan milleti zorunlu meslekî 
becerilerle ve ayrışmış ekonomilerle teçhiz eden, eski tarımsal 
yapıların üzerine gelen yeni bir sınıf yapısı yaratır. Ama millet 
yeni sınıfların "ürünü" olarak görülmemelidir. Daha ziyade, 
farklı sınıflar, önceden mevcut yatay veya dikey etnilerden 
ortaya çıkan milletlerin oluşumunun amilleri haline gelirler; 
ya da etnik kategoriler içinde entelijensiyanın bulunması 
durumunda, komşu etnilerin gözünde yeni bir etnik toplu­
luğun teşvikçisi olurlar. 
Eski etnik topluluğun modern bir millet haline dönüşmesi 
sırasında ardarda gelen tarihsel dönemler içerisinde farklı 
sınıflar ve tabakalar başı çekmişlerdir. Batı'da modern çağın 
başlarında monark ve aristokrasi, sonra da orta sınıf, alt sı­
nıfların ve sınır boylarındaki toplulukların, Kiliseyle birlikte 
ortaya çıkışına yardımcı oldukları "millî devlet"e bürokratik 
olarak dahil edilmelerinin asıl amilleri oldular. Bu, İngiltere 
ve Fransa'da 12 ve 13. yüzyıldan itibaren izlenebilecek uzun, 
yavaş ve kesintili bir süreçti. Daha sonra -Katalanlar, Almanlar, 
Ermeniler, Yahudiler gibi- diaspora etnik topluluklarının 
başlangıç evrelerinde ticarî kapitalizmin yayılmasına yardımcı 
olmaları gibi, Fransa, İspanya, İngiltere, Hollanda ve İsveç'teki 
yerli tüccarlar ve ticaretle iştigal eden sınıflar, ekseriyetle 
aristokrasinin ve ruhbanın çıkarlarıyla çatışma halinde, bü-
255 


rokratik yoldan dahil edilme görevini sürdürmesinde Taht'a 
yardımcı oldular. 
Öte yandan Doğu Avrupa'da, Polonya ve Macaristan dışında, 
aristokrasi ve orta sınıfın rolünü, zaman zaman Yunanistan 
ve Sırbistan'da bir tüccar sınıfı ile birlikte ama cılız durumdaki 
ticarî tabakalardan genellikle pek az bir destek alarak, küçük 
bir profesyonel ve entellektüel tabaka üstlendi. Çoğu durumda, 
ücretlilerin halkın son derece ufak bir bölümünü oluşturduğu 
bir sırada, kapitalizmin nüfuzundan sözetmek acelecilik 
olacaktır. Avrupa dışında Hindistan ve Güney Afrika gibi 
birkaç istisna dışında, kıyı ticareti çoğu zaman bir katalizör 
gibi işlemiş ve 19. yüzyıl sonları ile 20. yüzyıl başlarında 
eğitimli bir kentli sınıfın doğuşunu kolaylaştırmışsa da, gerek 
teritoryal gerekse etnik milliyetçilikler kapitalist üretim 
ilişkilerinin nüfuzunu öncelemişlerdir. Ama burada da ka­
pitalist etkinin parametrelerini, Avrupa sömürgeciliğinin siyasî 
ve idarî çerçevesi ile strateji ve saygınlık gereklerinin tayin 
ettiği teritoryal sınırlar oluşturmaktaydı.
3 2 
Per se (bu sıfatla) kapitalizme, milletler ile milliyetçiliğin 
doğuşunda sadece güçlü bir katkı rolü biçmek mümkünse 
de, bürokratik devletlerin ve bölgesel devletlerarası sistemlerin 
üstlendikleri rol için aynı şeyi söyleme kolanaksızdır. Bü­
rokratik devlet ile devletlerarası sistem, kapitalizmin doğu­
şunda belirleyici olmanın yanında, gerek yolaçtığı savaşlar 
ve gerekse değişik etnik nüfuslar ve sınıflar üzerindeki tesiri 
aracılığıyla millî kimlik ile milliyetçiliğin yayılmasında da aynı 
oranda hayatî bir unsur oldular. Bu etki, merkezîleştirici 
devletlerin protestolara, muhalefete, zaman zaman da dev­
rimlere yolaçmış olmaları yüzünden ekseriyetle çatışmalarla 
32 Balkan milliyetçiliği konusunda Stavrianos'a (1957); Afrika'da kapitalizm ve 
milliyetçilik konusunda Markovitz'e (1977) ve A.D. Smith'e (1983, 3 ve 5. bö­
lümler) bakın. 
256 


doluydu. Yabancılaşmış entellektüellerin rolü burada hayatî 
bir öneme haizdi. Seçkin despotizminin ve devletin mutla-
kiyetçiliğinin yerini alabilecek "sahici" bir millî kimliğe dair 
fikirleri sadece onlar formüle edebilirlerdi. Aynı zamanda, 
orta sınıflar arasında bulunan eğitimli "kamu"dan, özellikle 
de devletin ihtiyaç duyduğu, devşirdiği ve kendi amaçları için 
eğittiği profesyonellerden destek toplayabilecek olanlar da 
onlardı.
3 3 
Sonuç olarak hükümran bürokratik devlet, giderek eko­
nomik ve askerî güçlerin olduğu kadar teritoryal ve siyasî 
birimlerin sınırlarını da çizmeye yöneldi. 20. yüzyıl başlarında, 
milliyetçi ilkelerin kalkanı altında, dünyanın çoğu bölgesinde 
siyasî birliğin kabul görmüş kaidesi haline geldi. Millî kimliğin 
bekçisi olarak devlet, meşruiyetini, cisimleştirmeye ve temsil 
etmeye uğraştığı milletten türetti; böylece sadece kendi 
devletlerine sahip milletler, "millî devletler"den müteşekkil 
bir dünyada kendilerini güvenlik ve özerklik içersinde his­
sedebilir oldular. Bu yolla devlet ile millet birbirlerine karışarak 
aynı yastığa baş koydular. 
Bu karışma, pek çok yerde çatışmaya ve sefalete sebebiyet 
vermiş olmakla birlikte, devletin de milletin de güçlenmesine 
hizmet etmiştir. Bu simbiyoz, feshedilemezliğini kanıtlamış; 
millî kimliğin dayanağını ve milliyetçi fikirleri, her milli­
yetçinin isteyebileceği, her kozmopolitanın da yerinmesi 
gereken bir kararlılıkla tahkim etmiştir. Ancak bu arada 
devletin ve bürokratik aygıtlarının meşruiyetini de güçlen­
dirmiştir; milliyetçilik (kartını) etkili bir şekilde kullanmayı 
becerebilen rejimler, popülariteleri azalsa bile, uzunca bir 
dönem ayakta kalabilmektedirler. Devlet ile millet (hatalı bir 
adlandırma ile "millî-devlet" namıyla), aynı ölçüde hatalı bir 
adlandırma olan "milletler-arası" topluluğun kabul görmüş 
33 Bu süreçle ilgili olarak A.D. Smith'e (1981a, 6. Bölüm) bakın. 
257 


yegâne oluşturucuları olarak, muzafferane yürüyüşlerini omuz 
omuza kesintisiz sürdürmektedirler.
3 4 
Bugün dünya, bölgesel devletler-arası sistemler halinde 
gevşek biçimde biraraya gelmiş "millî-devletler"e ayrılmış 
durumdadır. Bu sistemler ile onları oluşturan devletler, 
yurttaşları arasında dayanışmaya ve siyasî bağlılığa ve 
millî-devlet kendi sınırları içinde hükümran yargılama 
yetkisine rağbet etmektedirler. İhlaller olmakla birlikte 
(Çekoslovakya'da, Grenada'da, Panama'da), uluslararası 
topluluk genel olarak egemen devletlerin iç meselelerine 
dışardan müdahaleleri, bu tür sorunlar yurttaşların selahi-
yetinde olup "halk"ın millî "iradesi"ne
tabî
oldukları ge­
rekçesiyle, reddetmektedir. Bu bakımdan etatisme'i (devlet­
çilik) millet ile onun ahlâkî sınırlarını pekiştirmektedir. Çeşitli 
bölgesel devletler-arası sistemlerde de giderek olan budur. 
Bu sistemler açısından yegâne kollektif aktörler, meşruiyet­
lerini millî irade ile millî kimliğin açık ifadesinden alan millî 
devletlerdir. Bu şartlarda meşru olacak bir millî-devlet'in, 
yurttaşlarının "yabancılar"dan keskin hatlarla farklılık taşı­
dığını ama aynı oranda da içsel bakımdan birbirlerinden 
farklılık arzetmediklerini göstermesi -mümkün olduğunca-
zorunludur. Başka bir deyişle "millî devletler"den müteşekkil 
bir dünyada meşruiyet bir içsel türdeşleşme boyutu gerektirir; 
jeo-politik sınırlamalar bu noktada öteki farklılıkların önüne 
geçer. 
Ancak, jeo-politik gereklerin etnik bakımdan görece türdeş 
devletleri takviye ederken, etnik bakımdan çoğul devletlerin 
tutunumunu aşındırmaları son derece muhtemeldir. Dev­
letlerarası sistemin sergilediği dayanışma, bağlılık ve türdeşlik 
gerekleri sık sık tam da, sistemin istikrarı pahasına sindirilmiş 
olan bu etnik direnişi tahrik eder. Pek çok yerde etnilerin ve 
34 Bu karışıklık hakkında Connor'a (1978) ve Tivey'e (1980) bakın: 

Yüklə 1,37 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   57   58   59   60   61   62   63   64   ...   75




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin