Birinci Mişkat (Kandil)
Bu mişkat, ilmi makamda keşfedilir türden Muhammedî olan bazı hilafet ve Alevi velayet ile ilgili sırlar ile biraz da ismet ve taharet Ehl-i Beyt’inin halis taraftarları olan marifet velilerinin diliyle nübüvvet makamı ile ilgili olarak işaret ve şifreli bir şekilde beyan edilen bir takım sırlar hakkındadır. Bu mişkatta bir takım nurdan misbahlar da vardır ki bu sayede yakinî hakikatler ortaya çıkmakta ve imanı güçlendirici marifetler istifade edilmektedir.
Misbah (Meşale)
Ey marifet ve yakîn adımıyla yüce Allah’a doğru hicret eden kimse –ki Allah-u Teala bize ve sana bu apaçık yolda ölmeyi nasip etsin ve bizi ve seni bu yolda yürüyüp hidayete ermiş olan kimselerden kılsın- bil ki ahadî gaybî hüviyet ve hüviyet gaybında sakin olan Anka-i muğrib ve nur ve zulmet perdeleri altında gizli olan hakikat; âma, batınlar, gayb ve hikmetli zikir âlemlerindeki isimlerin gizliliğinde bulunmaktadır. Mülk ve melekut âlemindeki mukaddes hakikatinin ise ne bir resmi ve ne de bir eseri vardır. Ariflerin amelleri bu hakikate erişmekten uzaktır. Sülük edenlerin ayakları celal perdelerinde kaymakta, kemal ve velayet sahiplerinin kalpleri bu hakikatin kutsal dergahından mahrum bulunmaktadır. Enbiya, mürsel resullerden hiç biri için tanınmış değildir. İbadet, sülük ve hidayet ehli hiç kimse tarafından ibadet edilmiş değildir. Mükaşefe ehlinden ve marifet sahiplerinden hiç kimse tarafından kastedilmiş maksûd kılınmış değildir. Öyle ki bütün yaratıkların üstünü olan Peygamber (s.a.a) bile bu makamda şöyle demiştir: “Seni hakkıyla tanıyamadık ve sana hakkıyla ibadet edemedik.” 1
Nitekim Farsça bir şiirde şöyle yer almıştır:
“Anka kimseye avlanmaz, tuzağını topla,
Burada tuzağın eline havadan başka bir şey geçmez.”2
Bu hakikat gönül sahipleri nezdinde de sabit olmuştur.3 Öyle ki şöyle demişlerdir: “Mükaşefe ehlinin marifetinin nihayeti, marifetten aciz olduğunu derk etmesidir.”
Misbah
Bu gaybî hakikatin melekut âlemindeki ruhaniler ile ceberut âlemindeki mukarreb meleklerden gayb ve şehadet âlemlerine ne bir lütuf ve ne de kahır bakışı vardır. Onlara ne bir rahmet ve ne de bir gazab teveccühüyle teveccüh etmiştir. O, zat makamında bir aracı olmaksızın isim ve sıfatlara bile bakmamaktadır. Hiçbir suret ve aynada da tecelli etmez. Zuhurdan korunmuş olan bir gayptır. Yüzünden nur perdelerinin kalkmadığı bir şekilde örtülüdür. O halde o mutlak batındır ve hiçbir türeve köklük etmeyen bir gayptır.
Misbah
Gaybî hakikate isnad ettiğimiz batın ve gayb, vahidiyet ve cem makamında sıfatlardan biri olan zuhur karşısındaki batın ve gayb değildir. Aynı zamanda ilahi isimlerden ve hakiki isimlerin tecellilerinden olan batın da değildir. Zira kudsi sıfatlardan biri olan batın, sıfat makamındaki tecelliden ibarettir. Rububi isimlerden olan batın ise esma makamındaki tecelliden ibarettir. Bu ikisi gaybî makamdan sonra gelmektedir. Bu makamın bu tür isim ve sıfatlarla ifade edilmesi de kafiye darlığından ve ifade yetersizliğindendir. Zira velilerin kalbinin bile teveccüh etmekten mahrum olduğu hakikat, kavramlar kategorisinden olan lafızlarla nasıl ifade edilebilir. Arapça bir şiirde ne de güzel ifade edilmiştir bu:
“Bil ki yirmi yedi harften örülmüş bir elbise,
Yücelikleri ifadeden acizdir.
Lafız aciz, konuşması dilsiz ve dinleyici sağır!”
Nitekim Farsça bir şiirde ise şöyle denmiştir:
“Sağır olan ben bir rüya gördüm ve bütün âlem sağır,
Ben, demekten aciz, halk ise onu işitmekten.”1
Misbah
Bu gaybî hakikatin yaratıklar ile hiçbir ilişkisi yoktur. Hakikati, yaratıkların hakikatinden ayrıdır. Aralarında hiçbir türdeşlik yoktur. Aralarında bir ortak nokta bulunmamaktadır. Eğer kamil velilerin kelimeleri arasında bu tür bir irtibatın ve ortaklığın reddedildiği ve bu gaybî hakikat ile yaratıklar arasında zatî bir ayrılığın olduğunu bildiren ifadeler işitecek olursan maksat bu iki hakikat arasındaki zatî farklılık ve irtibat yokluğudur. Keşif ehli ariflerin sözlerinde ise bir tür ortaklık ve irtibattan söz edildiğini ve hatta gayriliğin ve ikiliğin ortadan kaldırıldığını görecek olursan, maksatları bu gaybî vahidiyet mertebesi değildir. İnşallah bu konu, kendine özgü “Misbah” ta ayrıca ele alınacaktır.
Misbah
Konuşmacıların şüpheleri, kötü yanlışları, sözde filozofların vehimleri ve donuk yalanları sebebiyle sakın ayakların sürçmesin. Onların ticaretinin yakin pazarında hiçbir kârları yoktur. Öncülerin meydanında onların metasının hiçbir değeri yoktur. “Onları bırak kendi düşüncelerine dalıp kalsınlar”1 ve ilahi ayetleri ve isimleri inkara devam etsinler.2 Şüphesiz hakk’ul yakinden uzaklık azabı onlar için hazırlanmış ve Allah’a yakınlaştırılmışlardan mahrumiyet ateşi onları beklemektedir. Bu yüzden onların bazen yaratıcı ve yaratıklar arasındaki irtibatı reddettiğini ve varlıksal hakikatler arasında ihtilafın olduğunu söylediğini görürsün. Allah’ın yaratıklardan kenara çekildiğini kabullenirler. Onlar bu sözlerinin yüce Allah’ın kudret elini bağladığından ve ta’tile yol açtığından gaflet içindedirler. Kendi elleri bağlansın ve bu tür sözleri sebebiyle Allah’tan uzak düşsünler. 3
Bazen de kargaşalığa düşer ve Hak Teala’yı yaratıklara teşbih eder ve Hakk’ın tenzih hakikatinden gaflete düşerler. Ama hakikati keşfeden arif ve ilahi yolda yürüyen ilahi şahsiyetler her zaman iki göze sahiptir. Her iki gözü de sağdır ki biriyle yaratıcı ve yaratık arasındaki irtibata, yaratıkların yaratıcıda yokluğuna ve hatta gayrilik ve kesreti redde bakarlar. Diğer gözleriyle ise irtibatın yokluğuna ve kesret hükümlerinin husulüne bakarlar. Böylece adalet hükmüyle her hak sahibinin hakkını vermiş, tevhid yolunda ayağı sürçmemiş ve tecrid ehli zümresine girmiş olurlar.
Misbah
İsmet Ehl-i Beyt’inden nakledilen bir çok rivayetler de bizim bu dediğimiz gerçeğe işaret etmektedir. Bu delillerden biri Kafi’de yer alan bir rivayettir. Bu rivayette yer aldığına göre Abdurrahman b. Atik Kasir, Abdulmelik b. A’yun vasıtasıyla İmam Sadık’a bir mektup gönderdi. İmam Sadık (a.s) kendisine cevap olarak yazdığı mektupta şöyle buyurdu: “Allah sana rahmet etsin, bil ki tevhit hakkındaki doğru görüş Kur’an'da Allah-u Teala’nın sıfatları hakkında nazil olan görüştür. O halde yüce Allah’tan butlan ve teşbihi reddetmen gerekir. Zira ne butlan ve ne teşbih Allah hakkında geçerli değildir. O mukaddes zatı bir şeye teşbih etmek mümkün değildir. O mevcud ve sabit olan Allah’tır…”1 Hakeza Kafi’de yer alan bir rivayete göre Hasan b. Said şöyle diyor: “İmam Cevad’a (a.s) şöyle bir soru soruldu: “Allah hakkında “o bir şeydir” demek caiz midir?” İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Evet, ama şu şartla ki onu ta’til ve teşbih sınırından çıkarmış olsun.”2
Dostları ilə paylaş: |