Misbah
Şu anda hak güneşi doğusundan doğduğuna ve hakikat güneşinin çeşmesi ufuklarından parladığına göre bil ki taayyün, şumuliyet, ihata etmek ve ihata edilmek gibi ifadeler, tabir darlığından ve işaret kısalığındandır. Sen ey ruhani kardeş, sen sakın bu elfaz ve ibaretlerin örfi bir anlam ve resmi kavramlar olduğunu sanma. Aksi takdirde esmaullahı inkar vadisine yuvarlanmış olursun. Kuds-i ilahi dergahından ve üns makamından uzaklaşmış olursun. Zira elfaz ve ibaretler hakikatlerin ve manaların örtülü konumundadır. Rabbani arif kimse bu elfaz ve ibaretler perdesini yırtmalı ve bir kenara itmelidir. Kalp nuruyla kalbi hakikatlere bakmalıdır. Gerçi bu lafızlar ve ifadeler işin başında insanların geneli için ihtiyaç arzetmektedir ve bu lafızlar hakikatlerin tohumu mesabesindedir. Nitekim zahiri duyu organları da akl-î manaların ve nursal tümel hakikatlerin merdiveni konumundadır. Öyle ki hikmet ehli kimseler şöyle demişlerdir: “Her kimin bir duyu organı yoksa bir ilimden mahrum kalmış olur.”1
Misbah
O halde sen ey hak yolunun yolcusu, Haşr suresinin son ayetlerine bir bak ve bu ayetler üzerinde basiret görüşüyle bir düşün. Yüce Allah orada şöyle buyurmaktadır: “O Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur. Gaybı da, müşahede edilebileni de bilendir. Rahman, Rahim olan O'dur. O Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur. Melik'tir; Kuddûs'tur; Selam'dır; Mü'min'dir; Müheymin'dir; Aziz'dir; Cebbar'dır; Mütekebbir'dir. Allah, (müşriklerin) şirk koşmakta olduklarından çok yücedir. O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, şekil ve suret verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tespih etmektedir. O, Aziz’dir, Hekim’dir.”2
Hakikat, yüce Allah’ın dediğidir. Makamı yüce Allah’ın bu üç ayette ilahi makamın bu gayb makamıyla birlik içinde olduğunu nasıl anlattığına iyi bir bak! Zira bu ilahi makam, O’nun zatında fani ve varlığında yok olmuştur. Daha sonra yüce Allah düzenli bir şekilde celal ve cemal sıfatlarının; zat, sıfat ve fiil isimlerinin zat-ı ahadiyet ile birlik içinde olduğuna hükmetmiştir. O halde iyi dinleyen ve şahit olan kimse için bu ayetlerde,3 bizim önceki dediklerimiz hakkında çok ince ve latif işaretler bulunmaktadır.
Misbah
Kamil arif şeyh Kadı Said Şerif Kummi (r.a),1 “Bevarik’ul Melekutiye” kitabında şöyle demiştir: “Daha kâmil bir zevk ve daha kolay bir yol edinenler nezdinde şu hakikat açıklığa kavuşmuştur ki “Allah”, bütün ilahi isimlerin hakikatini barındıran bir isimdir. Bu sözden maksadım “Allah” isminden başka diğer isimlerin bütün ilahi isimleri ihtiva etmediği anlamında değildir. Zira zevk ehli nezdinde hiç şüphesiz ilahi isimlerden her biri bütün ilahi isimleri kapsamaktadır. Zira her isim bütün sıfatlarla muttasıftır. Bu makamda var olan şey ise bir takım mertebelerin varlığıdır. Birincisi hizmetçi ve raiyet mertebesidir, ikincisi erbab ve reisler mertebesidir. Üçüncüsü ise melik ve sultan mertebesidir. İsmullah, bu üçüncü mertebeye sahiptir. Bu yüzden camiiyete (kapsamlılığa) mahsus kılınmıştır.”2
Misbah
Bu yüce arifin dedikleri ile bizim daha önceki “Misbah”larda beyan ettiklerimiz arasında bir çelişkinin olduğunu sanma. Şüphesiz biz daha önce de beyan ettik ki bazı isimler direkt veya endirekt olarak diğer bazı isimlere hâkim durumdadır. Aynı şekilde daha önce de söylediğimiz gibi bazı isimler ruhani hakikatlerin eğitmeni, bazı isimler melekuti hakikatlerin eğitmeni ve diğer bazı isimler de var olan mülki suretlerin eğitmeni konumundadır. Bu büyük arif de (kaddesallah sırrehu) bizim yolunu açıkladığımız şeye inanmaktadır. O da şu ki cemal isimlerinde celal gizlidir ve celal isimlerinde ise cemal gizlidir. Ama her isimde özel bir zuhur olduğu için o zuhur itibariyle o manaya özgüdür. Nitekim Şeyh Muhyiddin3 de zat, sıfat ve fiil isimlerinde bu işi yapmıştır.1 Allah Resulü’nden nakledilen bir rivayette de bu konuya işaret edilmiştir. O rivayette şöyle yer almıştır: “Cennet hoşa gitmeyen şeylerle ve cehennem ise şehvetlerle çevrilidir.”2
Bizim ve iki âlemin mevlası Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) da çok ince bir ifadeyle bu manaya işaret etmiş ve şöyle buyurmuştur: “Gördüğüm her şeyin öncesinde, sonrasında beraberinde ve kendisinde Allah’ı da gördüm.”3
Bu latif işaretin sebebi de şudur ki terbiye edilenlerden her biri özel bir isme özgüdür ve bu açıdan İmam (a.s) her şeyin “ismullah”ın mazharı olduğunu beyan etmektedir. Bunun sebebi de şudur ki isimlerden her birinde bütün isimler ve hakikatler gizlidir.
Misbah
Eğer şüphelerden arınmış kesin bir ilim ve cehaletten münezzeh kâmil bir marifetle vahidiyet ve ulûhiyet makamında vaki olan kesretin esma ve sıfatların suretinde tecelli eden feyz-i akdes’in tecellilerinden ve sıfat ve isimlerin aynasına yansıyan nurundan olduğunu bilecek olursan, yine bil ki bu ilahi isimlerin iki yüzü vardır. Bir yüzü kendine ve taayyünlerinedir ki kesret ve gayriyet hükümleri bundan ortaya çıkmaktadır. İleride açıklamasının yapılacağı gibi bunun, ilmi makamda bir takım gerekleri, emr ve yaratılış âleminde ise bir takım etkileri söz konusudur. Bir de gayb makamına dönük bir yüzü vardır; ama halis bir gayb değildir bu. Aksine zuhur şaibesi olan bir gaybtır. Ahadiyet zatında fani ve hüviyet gaybında yok olan feyz-i akdes makamıdır. Bu yüzle bütün isim ve sıfatlar zat yönünden fanidir ve varlıkları ahadiyet kibriyası altında makhurdur/mağluptur. Hüviyet ve mahiyetlerinde her hangi bir kesret söz konusu değildir.
Misbah
Eğer tertemiz imamların (a.s) marifet yerlerinden ve hikmet madenlerinden birinde, “Hak Teala’nın zatı her açıdan vahittir ve O’nda hiçbir sıfat yoktur” diye buyrulduğunu görürsen bil ki maksat tüm isim ve sıfatların nezdinde makhur olduğu o gaybî ahadi hüviyetin hiçbir sıfatının olmadığıdır. Eğer yüce ve büyük Allah nezdinden inmiş olan yüce ve hikmet dolu Kur’an’da ve aynı şekilde Masum İmamlar’ın (a.s) hadislerinde Hak Teala’nın zatı hakkında bir sıfatın zikredildiğini görecek olursan bil ki o sıfatlar vahidiyet makamında ve cem-i ilahi makamında feyz-i akdes ile zuhur hasebiyledir.
Dostları ilə paylaş: |