Modern ve post modern mimarliğa eleşTİRİsel bir bakiş



Yüklə 38,82 Kb.
tarix15.01.2019
ölçüsü38,82 Kb.
#96951

MODERN VE POST MODERN MİMARLIĞA ELEŞTİRİSEL BİR BAKIŞ
Charles Jenks 1977 yılında, Modern Mimarlık'ın öldüğünü bildirerek ölüm tarihini ve yerini dünyaya şu şekilde

duyurmuştu: " Modern Mimarlık ABD Missouri St.Lois'te 15 Temmuz 1972 günü saat 15.32'de ölmüştür.Ölüm cezası

Pruitt - İgoe mahallesindeki birkaç binanın dinamit ile yıktırılması şeklinde infaz edilmiştir."

Acaba bu binaların suçu neydi? Neden kendilerine yıkılma cezası verilmişti? Söz konusu mahalle, 1952-55 yılları

arasında Japon asıllı ABD'li ünlü Mimar Minoru Yamasaki tarafından tasarlanıp gerçekleştirilmiştir. O yıllarda söz konusu

yapıtlar mimari açıdan pek başarılı bulunmuş ve AIA (American İnstitute Of Architects) Tarafından ödüllendirilmiştir.

Binalar toplu konutlar olarak tasarlanmış ve kullanılmaya başlanmıştı ve oturanlar ise çoğunlukla zenci Amerikalılardan

oluşmakta idi. Zamanla çevrede olumsuz ve tehlikeli Vandalizm olaylarının ortaya çıktığı görüldü. Binaların asansörleri

kırılıyor camlar çerçeveler parçalanıyordu. Suç oranı, öteki mahallelere göre daha yüksekti ve buralarda yaşamak korkulu

ve tehlikeli bir hal almıştı.

Charles Jenks bu olumsuz durumun nedenlerini aşağıdaki etkenlere bağlamakta:

Binalardaki uzun koridorların varlığı , kimliksiz yarı mahrem mekanların denetimsizliği ve mimari üslup:Yapılar,

modern "pürist" bir dile sahiptiler (Biçimsel saflık ).

Özetle Charles Jenks ve yandaşlarına göre bütün bu Vandalizm ve suçların sorumluları modern mimarlık düşüncesine

ve "pürizm" anlayışına göre tasarlanmış olan "bina"lardı.

Acaba gerçek böyle miydi? Konu ile ilgili olarak sosyologların, psikologların ve benzeri uzmanların yerinde yapmış

oldukları inceleme ve araştırmalar ise çok daha farklı sonuçları, olayların arkasındaki gerçekleri ortaya koyuyordu.

Uzmanlar bu olumsuz durumların başlıca nedenlerinin çevrenin çok kalabalık olmasından ve hane halkları olan zencilerin

kültür düzeylerinden kaynaklandığını bilimsel olarak saptamışlardı. Daha işin başında insan yoğunluğu çok yüksek

tutulmuş ve sonuçta insanların çok kalabalık, sıkışık ve burun buruna yaşadıkları rahatsız çevreler elde edilmiştir. Yüksek

orandaki Vandalizm, saldırılar, hırsızlıklar ve cinayetlerin oluşmasında bu faktör çok etkili olmaktaydı. Hastalığın tanısı

yapıldıktan sonra tedavisini bulmak kolaydı: Pruitt- İgoe mahallesinde yaşayan insanların sayısını azaltmak gerekiyordu.

Bu bölgeden belli bir oranda insanlar başka semtlere nakledilerek yoğunluk düşürüldü ve boşaltılan bazı binalarda

dinamitle yıkılarak yerine parklar bahçeler yapıldı.İnsan kalabalığı azaltılıp normal optimal bir düzeye düşürülmüş,

dinlenilen ve spor yapılan ortak yeşil alanlar çoğaltılmış ve sorun büyük ölçüde çözülmüştü. Pruitt-İgoe'daki krizin

öteki önemli nedeni de içinde yaşayan insanların görgü ve kültür düzeyi ile ilgiliydi. En güç ve önemli özellik ise

insanları eğitmek onların çağdaş görgü ve kültür düzeyine çıkmasını sağlamaktı. Pruitt-İgoe 'daki olaydan her konut

plancısının ders alması gerekir.

Burada kısa ve öz olarak Charles Jenks'in modern mimarlıkla ilgili sansasyonel bir biçimde ortaya koydu. Yargı ve

savların doğru olmadığını göstermeye çalıştık. Modern mimarlık devam etmektedir. Modern periyodun başlangıcı olarak

15.yy da ki hümanizmi kabul etmektedir. Mimarlıktaki klasisizim'in Rönesans da modern üslubun ilk adımı sayılabilir.

Henry Russel Hitchcock da modern üslubun, gotik çağın sona ermesiyle birlikte Rönesans ile ortaya çıktığını ileri

sürmüştür. Fakat bu yazıdaki amacımız Modern Mimarlık'ın ne olduğunu araştırmak değildir. Ne var ki kısaca değinmek

istediğimiz bir konuda modern mimarlığın yalnızca Ludwig Mies van der Rohe vari yapılan "dikdörtgen cam kutular"dan

ibaret olmadığıdır. 20.yy'da ki modern mimarlık olgusu gerçekte pek çok ve birbirinden farklı akımlardan ideolojilerden

oluşan heterojen bir bütündür ki bunlar genelde şu şekilde sıralanabilirler.

Gelecekçilik "Fütürizm" ( 1909), yeni plastikçilik " neo plastisizm- DeStijl" (1917), Biçimsel saflık - "Pürizm" ( 1918),

Dışa vurumculuk " Ekspresyonizm" (1918), çatkıcılık "Konstrüktivizm" (1920), Uluslar arası üslup (1932), " Bürütalizm"

(1954), bölgeselcilik " Rejonalizm " (1955), Yerel mimari " Vernakülerizm" (1970), Bireycilik " Maniyerizm" (1970),

" Dekonstrüktivizm" (1975) vb. 20.yy daki modern mimarlığı bütün bu farklı akım ve ideolojilere altında toplayan bir

şemsiye olarak düşünmek gerekecektir.

Mies Van der Rohe'nin uluslararası üsluptaki mimarisi ise söz konusu akımlardan sadece birisinin biçimsel saflık-

Pürizm- Rasyonalizm kategorisi içinde yer alır. Fakat günümüzde ve yakın geçmişimizde bazı çevrelerce " uluslararası

Üslup" ile "Modern mimarlığın" hemen hemen eşdeğer bir şekildeki bilimsel yönden bu doğru değildir- kullanıldığı

görülmektedir. Bunun tipik bir örneği de Mies Van der Rohe'nin mimarisidir. (50 yaşından sonraki tutumu)

Charles Jencks modern mimarlığın ölümünü coşku ve mutlulukla ilan etmekle birlikte aynı anda da post modernin

doğuşunu müjdeliyordu. Post modern akımın ağırlık merkezi ABD oluşturur; bu hareketin doğuş yeri olarak adı geçen

ülke kabul edilebilir. Post modernizm neden ve nasıl bir ortamda gelişmiştir? Dayandığı temel kuramlar ve ilkeler

nelerdi? Bu sorulara cevap bulabilmek için biraz geçmişe geri dönmek gerekecektir.

20.yy başlangıç yılları, bilimde, mimarlıkta, sanatta, felsefede yeni ve özgün buluşların fikirlerin, kuramların

üretildiğine tanık olmuştu.

Mimarlık ve sanat dünyasında, yazımızın başında belirtmiş olduğumuz birçok özgün akımlar geliştirilmiş ve çağımızın

sanat yapıtlarını esas olacak kuramsal temeller atılmıştı. Bu süreyi modern mimarlık ve sanatın " Arkaik devri" olarak

adlandırmak olasıdır. Giderek Avrupa da başlayan çeşitli akımlar meyvelerini Avrupa kültür yapısı çerçevesinde vermeye

başladı: Fransa da Le Corbusier Osmanlı, Grek ve Roma mimarlığından yaptığı gözlemler yardımıyla kalıcı ve soylu

mimarlığın özelliklerini ve ilkelerini yeniden keşfediyor ve bu özelliklere " pürizm" (Biçimsel saflık) adıyla ortaya

koyuyordu.

Almanya da ise Fransa da ki geleneksel klasik Beaux - Arts mimari eğitimin karşıtı olan çağdaş eğitim yöntemleri ile bir

tür mimarlık eğitimi yapılıyordu. Bauhaus (1919-1933)

İtalyada Antonio Santelia'nın öncülüğündeki fituristler geleceğin kenti, sanatı ve mimarlığı hakkında çok köktenci

önerilerde bulunuyorlardı. Rusya da benzer şekilde Kandinsky , Malevitch gibi sanatçılar yeni soyut bir sanatın öncüleri

durumundaydılar; bu yeni modern sanat ve mimarlık Avrupa da oluşum halindeydi.

20. yüzyılın başlarında Avrupa'da gelişmekte olan bu yeni ve modern sanatın en önemli özelliği soyut bir karakterde

olmasıydı.

Resim sanatında Paul Cezanne'ın (1839-1906) yeni estetik teorisinin özü onun, öğrencisi Emile Bernard'a yazmış

olduğu bir mektupta dile getirilmiştir. Cezanne öğrencisine, doğadaki serbest ve rastlantısal biçimleri küp, küre, silindir,

koni gibi soyut geometrik biçimlere indirgeyerek tablolarında resmetmesini öneriyordu.

Söz konusu geometrik biçimlerin "güzel biçimler" olduğu düşüncesine ise ünlü filozof Platon (M.Ö. 427-347) yaşlılık

çağında varmıştı.

Platon, gençlik yıllarında idealist bir görüşle güzellik ideasından yola çıkarak, bu ideadan pay alan nesnelerin

güzelliğinden söz eder ki bu metafizik bir görüştür. Ancak ileri yaşlarda Platon'un bu görüşü değişir ve bunun yerine

lojik-matematik bir estetik görüş egemen olur ve Pythagorasçılığın etkisinde şöyle der: "Benim açıklamaya çalıştığım

güzel biçimler, pek çok insanın anladığı türden yaşayan canlıların ya da bir resmin güzelliği değildir; demek istediğim

doğru-çizgi, daire ya da pergel, cetvel ve gönye ile çizilen yüzeyler, geometrik biçimler ve küplerdir."

Platon açık ve seçik olarak birincil geometrik biçimlerin güzelliklerinden söz ederek kaos (kargaşa) yerine kosmos'u

yani düzenli bir evreni koymuş ve oranlardaki başarılı olguların güzel olduklarını kabul etmişti.

Antik Yunan sanatında, heykelde, mimaride bu rasyonel özellikler ve kanunlar açık olarak kendisini gösterir ki bunlarda

klasik sanatın tipik özellikleridir. Le Corbusier (1887-1965) de Platon gibi mimarlıktaki estetik değerleri birincil geometrik

biçimlerde bulmuş olup görüşlerini şöyle dile getirmiştir: "Mimarlık ışık altında bir araya getirilmiş kütlelerin ustaca, doğru

ve görkemli oyunudur. Gözlerimiz biçimleri ışıkta görmek için yapılmıştır; ışık ve gölge bu biçimleri açıklar; küpler,

koniler, küreler, silindirler ve piramitler ışıkta avantajlı olan biçimsel formlardır. Bunların imgesi, içimizde bir karışıklığa

yer vermeksizin anlaşılabilir. Bu nedenle bunlar güzel biçimlerdir, en güzel biçimlerdir. Bunu herkes; bir çocuk, bir ilkel

insan, bir metafizikçi kabul eder. Bu, plastik sanatların doğasındadır. Yataylar, görkemli prizmalar, piramitler, küreler ve

silindirler. Göz onları saf biçimler olarak görür ve zihin onları zevkle algılar ve onların kesin çizgilerini izler. İşte huzur

ve sevince sahibiz."

Le Corbusier'in yukarıdaki açıklamaları batı kültürüne, Platon'un estetik teorilerini desteklemektedir.

Bütün sanat ve mimarlık eğitimini tarihten alan; tarihi tek ustası ve eleştirmeni olarak kabul eden, dolayısıyla tarihe

derin bir sevgi ve saygıyla bağlı olan Le Corbusier, tıpkı Rönesans'ta olduğu gibi antikitenin ve geçmişteki öteki başarılı

mimarlığın klasik rasyonel biçimlerini yeniden gündeme getirerek 20. yüzyılın başlarında yeni bir Rönesans daha

yaratmıştı. Giderek mimarlıktaki başarıyı özetliyor: "Mısır, Grek veya Roma mimarisi prizmaların, küplerin, silindirlerin,

piramitlerin ve kürelerin mimarisidir: Piramitler, Luxor Tapınağı, Parthenon, Coliseum, Hadrian'ın Villası... Babil Kulesi,

Semerkant'ın kapıları, Pantheon, Ayasofya, İstanbul'un camileri, Pisa Kulesi, Brunelleschi'nin ve Michaelangelo'nun

kubbeleri; bütün bunlar mimarlığa aittir.

Gotik mimarlık ise esas olarak, kürelere konilere ve silindirlere dayanmaz... Bu nedenle katedraller çok güzel değildir.

Le Corbusier, gençlik yıllarında söz konusu geometrik biçimlere büyük bir tutkuyla bağlanmış, geçmişteki başarılı,

soylu ve kalıcı mimarlığın bu biçimlerle yapıldığını yerlerinde bizzat gözlemişti. Onun, 1918 yılında yapmış olduğu ilk

yağlıboya tablosu açıkça bu tutkusunu sergiler:

Le Corbusier'in bu tablosu bir "bacanın" resmidir ki bu da pürist, soyut bir dikdörtgen prizmadan başka bir şey değildir.

Burada, kısa ve öz olarak göstermeye çalıştığımız özellik, Le Corbusier'in gençlik yıllarında, modern mimarlığın temel

formları olarak, kökleri Platon'da temellenen, Antik Yunan ve Roma'da kullanılan, Rönesans'ta yeniden ortaya çıkan

klasik, rasyonel-geometrik biçim ve estetik anlayışını kabul etmiş olmasıdır. E.H. Gombrich tarihteki uslupların

oluşumunu sırayla Klasik, Romanesk, Gotik, Rönesans, Maniyerist, Barok, Rokoko, Neoklasik ve Romantik olarak

tanımladıktan sonra şöyle diyor: "Bütün bunlar, iki kategori altında gruplandırılabilecek üsluplar için bir dizi maskelerdir ki

bu iki kategori: 1.Klasik üslup, 2.Klasik olmayan üsluplardır."


Klasik mimarlık dilini kısaca açıklarsak:

*Rasyonel-geometrik birincil biçimlerle çalışmak,

*Simetrik, statik anlatımlar aramak,

*Kurallar, sistemler, yasaların önderliğinde çalışmak,

*Düşünce, akıl ve mantıkla sonuca gitmek,

*İdealist bir estetik arayışı içinde olmak. (İdeal geometrik biçimler, altın kesim vb. ile tasarımı gerçekleştirmek)


Modern mimarlığın öteki önemli ismi olan Ludwig Mies van der Rohe de, 50 yaşında ABD'ye göç ettikten sonra hep

rasyonel-geometrik dikdörtgen prizmalarla çalışmış , klasik bir tutum içinde "kutu"larla biçimci bir mimarlık yapmıştır.

Nasıl ki Rönesans'ta söz konusu biçimlerle mimari eserler yaratıldıysa Le Corbusier ile de aynı biçimler yeniden

gündeme gelmiştir.

Geoffrey Scott Rönesans'taki durumu şöyle açıklar: "Rönesans insanı, çevresinde, sevdiği ve görmek istediği

formlardan oluşan bir üslup geliştirdi". Geoffrey Scott bu anlatımıyla Rönesans mimarlığının ortaya çıkışını, klasik bir

estetik anlayış ve istemine bağlıyor.

Le Corbusier de benzer şekilde bu klasik biçimlerin güzel biçimler olduğunu ileri sürüp kabul ediyor, tıpkı Rönesans

çağındaki anlayış gibi...

Burada açıklamaya çalıştığımız şudur:

Le Corbusier'nin de öncülerinden olduğu modern mimarinin ilk dönemi pürist, rasyonalist, klasik, tarihsel olan bir

estetik kökenlidir; dolayısıyla bu dönem "modern mimarinin klasik dönemi" olarak adlandırılabilir.

Fakat yukarıda sözü edilen tarihteki soyut geometrik form anlayışının modern mimarlıktaki yorumunu, Postmodernizm'de

olduğu gibi tarihteki geçmişe mal olmuş birtakım üslupların belirleyici öğelerini seçmeci sahte ve dekoratif bir

"cephecilik" anlayışı içinde kullanmak yöntemiyle asla karıştırmamak gerekir.

Yukarıda Le Corbusier'nin mimarlık tarihine nasıl baktığını, ondan nasıl ders aldığını gördükten sonra şimdide

postmodernist Robert Venturi'nin tarihe bakış tarzını görelim: "Biz, batı geleneğinin bütün zengin manifestasyonlarıyla

klasik mimarlığı seven mimarlarız. Fakat fanatik değiliz. Biz klasisizmi bir destek ya da tasarımlarımızı yönlendiren bir

kurallar sistemi olarak değil; fakat onun mekansal biçimlerini ve dilini kullanarak çeşitliliği attırmayı amaçlıyoruz. Doğal

olarak klasisizmin maniyerist manifestasyonlarını seviyoruz. Bundan dolayı yaklaşımımızda eklektik, pragmatik ve

fırsatçıyız; fakat ideolojik değiliz. Biz klasik biçimlerle modern strüktürel sistemler ve malzemelerle onların bugünkü

olanakları arasındaki iletişim eksikliğini bilecek kadar da moderniz. Bu nedenle klasik sözlüğü çok ciddiye almıyoruz.

Klasik sözlüğü kullandığımız zaman açıkça simgesel anlamlar için kullanıyoruz. Düzenleri bir işaret gibi kullanıyoruz.

Bu nedenle onlar az veya çok soyut olup açıkça dekoratif ve simgeseldirler. Bazan yassı olup iki boyutludurlar."

Zengin mimarlık tarihini böylesine ciddiyetten uzak, yüzeysel olarak kullananların tarihe karşı saygısızca ve sorumsuzca

davranan mirasyedi kişiler olarak düşünülebileceğini belirtmek yerinde olacaktır.

Tarihe, içinden beğenilerimize uygun olan biçimleri seçip onları çağdaş yöntem ve malzemelerle inşa edeceğimiz eski

üslupların oluşturduğu bir "biçimler deposu" olarak bakamayız.

Neo klasisizm, yeniden diriltmecilik, eklektisizm, postmodernizm, vb. olumsuz ve geriye dönük durumlar hep tarihe

bu türdeki yanlış bakış ve yaklaşımlar sonucunda ortaya çıkmışlardır. Tarihe, öteki yaklaşım şekli ise, tarihteki mimari

eserlerin analitik bir gözle incelenmesi ve onlardan dersler alıp birtakım ilkelerin çıkartılabilmesi durumudur. İlkeler, her

zaman değişen koşullara göre yeniden yorumlanabilirler; fakat geçmişin özgün biçimleri tekrar ve taklit edilemezler.

Richard Rogers da tarihten öğreneceğimiz pek çok şey olduğunu belirtirken, tarihi kopya ve taklit etmekle tarihten ders

almanın birbirinden çok farklı şeyler olduğunu ifade etmektedir.



Walter Gropius, Bauhaus okulunun ilk yıllarında mimarlık tarihini öğretmekten yana değildi;
Yüklə 38,82 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin