1 nolu yazim komisyonu tutanaklari iÇİndekiler



Yüklə 8,47 Mb.
səhifə37/111
tarix18.05.2018
ölçüsü8,47 Mb.
#50715
növüYazi
1   ...   33   34   35   36   37   38   39   40   ...   111

Şimdi, Osmanlı’da 1876 Anayasası’ndaki hüküm okundu, 24 Anayasası okundu. Bunların sebebi şudur: 1876 Anayasası’nda birtakım “etnisite, din” gibi kavramlara atıf yaptıktan sonra “Tümüne Osmanlı denir.” şeklindeki bir formülün anayasaya konulması o güne kadar Osmanlı hukukunda çok farklı vatandaşlık statüleri ya da vatandaşlar arasında farklı statüler olmasından kaynaklandığı kanaatindeyim. Dolayısıyla, orada anayasacılığa geçerken toparlayıcı olması anlamında yani bu coğrafyadaki bütün insanları, etnisiteleri, farklı kültürleri, inanışları kapsaması anlamında anayasaya böyle bir hüküm konulmuştur. Tabii, cumhuriyete geçildiğinde de 24 Anayasası’nda “Osmanlı kelimesinin yerine ne konulacak?” diye sorulduğunda tarihî ve sosyolojik olarak bu coğrafyaya daha çok “Türk” denilmesinden hareketle Osmanlı yerine “Türk” kelimesi ikame edilmiştir.

Bunlar, tabii, anayasacılık tarihimizin veya genel olarak tarihin bize getirdiği birtakım sonuçlardır ama şimdi bunlarla bağlı kalarak, işte, bu tarihî geçmişimizden ya da Osmanlı’dan Cumhuriyete geçişimizdeki bu dönüşümlerin getirdiği bu yazım yöntemlerinden hareketle bu vatandaşlık maddesi içerisinde yeniden bu tartışmalara girmemiz bizi bir çıkmaza götürür ve bu masada bir uzlaşma olmaz. Dolayısıyla, eğer 21’nci yüzyılda Türkiye Cumhuriyeti için bir anayasa yapıyorsak, o zaman, vatandaşlık, demokratik anayasalarda nasıl düzenlenmiş bence bu konseptten hareket etmemizde fayda var. Aksi hâlde, gerçekten, bu masada uzlaşmaya varılması mümkün görünmüyor bana göre. Bu çerçevede, o hâlde, yani AK PARTİ’nin önerisinde olduğu gibi nötr yani burada bir etnisiteye efendim, dini inanca veya kültürel farklılığa atıf yapmaya gerek olmadığı yani vatandaşlığın kazanılması, kaybedilmesiyle ilgili temel kurallar konulabilir. Bu ne Türklüğünü inkâr eder ne Kürtlüğün ne başka bir etnisitenin ne de kültürel farklılıkların inkârı anlamına gelmez. Bu tartışmaları Anayasa’nın “Başlangıç”ında yapalım diye ben öneriyorum. Aksi hâlde cidden burada bir uzlaşmaya varılması mümkün değil gibi görünüyor.

Ben, sadece bu anlamda yani bir uzlaşma olabilecekse yani vatandaşlık gibi … Aslında biz öteden beri Türkiye’de mevcut Anayasa’daki düzenlemelerde, 82, 61, 1876, 24, bunlara çok bağlı kalarak sanki bu etnik meseleleri, kültürel farklılıkları halledeceğimiz yerin vatandaşlık olduğu şeklindeki bir düşünceye kendimizi çok kaptırdığımız için hep burada tıkanıp kalıyoruz. Bunu aşmanın yolu, bana göre, tabii -bu tamamen kişisel düşüncemdir- vatandaşları bu tartışmaların dışında ele alıp teknik bir madde gibi düşünmek bu tartışmalarımızı da elbette yeri geldiğinde yapmaktır. Ha, bu arada Anayasanın Başlangıç”ında konuşulurken orada elbette ki yani bir “Türk milleti” kavramının geçmesini ben şahsen isterim yani işte bu anayasayı yapan biz Türk milleti işte halklarımızı… Oradaki “Türk milleti” kavramı işte tarihî ve sosyolojik bir kavram yani Batılı bize bakıp bu coğrafyaya bunu söylüyor, tarih kitaplarında bu yazıyor. Orada farklı görüşler olabilir ama “Yeri orasıdır, yeri vatandaşlık maddesi değil.” diyorum

Teşekkür ediyorum.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Başkanım, ben küçük bir şey söyleyeceğim. Öğleden sonra görüşlerimizi ifade edeceğiz ayrıntılı bir şekilde.

Öncelikle şeyi ifade edeyim, mayısta başladık, emin olun ilk kez bu masada ayrımcılığa uğradığımı hissettim, hakarete uğradığımı hissettim. Sanırım, Özgür Türk olmasına rağmen öyle hissetmiş çünkü birbirimize yaslanıyoruz. Bu anayasa Türk milletine yapılıyorsa biz niye buradayız?

PROF. DR. YAVUZ ATAR – “Türk milletine yapılıyor” demedim.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Ben ortaya söylüyorum.

OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Ben dedim, ben diyorum. O sözümün arkasındayım.

PROF. DR. YAVUZ ATAR – Bu tartışmaların yeri “Başlangıçtı”, bu madde değil.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Bunu öğleden sonra ayrıntılı anlatacağız. Niye biz böyle düşünüyoruz, onu anlatacağız. Sizinle ilgili değil yani ortaya söylüyorum. Kim hani herkes düşüncesini biliyor.

“Ayrımcılık” kavramının ve hissiyatının ne demek olduğunuiyi bilen bir yerden geliyoruz, bunu anlatacağız. Teknik bir iş yapmıyoruz, bu ülkeye bir anayasa yazmaya çalışıyoruz. Vatandaşlık, bu işin temelidir, en temel noktalardan biridir, başlangıçta da tartışacağız şüphesiz. Bunu hiçbir şekilde biz tartışmaktan kaçmıyoruz ancak şunu da doğru bulmuyoruz: Yani gelip burada biz aylarca teknik şeyler tartıştık, aylarca birbirimizi iknaya çalıştık, kadında, erkekte, cinsiyette, cinsel yönelimde, çocukta ve benzeri ama ne zamanki bu ülkenin temel sorunu olan Kürt sorunu ki ben “Türk sorunu” diyorum buna konferanslarda aslında Kürt sorunu değil, bir Türk sorunu, Türkiye sorunu yani “Kürt sorunu” demek de doğru değil.

Vatandaşlık, ana dil, eğitim, dil tercihi, tercih ettiği dil dediğimiz anda, ya bunu -gerçekten kişisel söylemiyorum, size yönelik değil Hocam, onu söyleyeyim- geçelim yani birbirimizi ikna edemeyiz, tartışamayız. Bir garip suskunluk oluyor -ana dilde eğitimde de böyle oldu Altan Bey’le de değerlendirdik- yani böyle beş,on dakika arkadaşlar görüşlerini bildiriyorlar, sonra, nasıl olsa ikna olmayacağız, ikna edemeyeceğiz. Ya, var mı böyle bir şey? Yani şu anda Türkiye’de bu yüzden insanlar ölmeye devam ediyor, bu yüzden şu anda 600 insan açlık grevinde ölüm orucunda.

Bunu öğleden sonra anlatacağım ama bu masadaysak, biz, her maddede olduğu gibi vatandaşlık maddesini de, dil maddesini de, tarihi de herkes kendi bakışını anlatır. Biz başka tarihler okuyoruz kesin yani tarih anlayışımızı da sorgularız burada ama ben kesinlikle şunu da hani… Neyse çok ayrıntı var. Ama gerçekten hakarete uğradığımı hissettim şahsen çünkü yani ben not aldım, Türkler asimile olmuş ya da Türk milletine yapıyoruz. Yani bu ülke mecburi iskânları gördü, Şark Islahat Planlarını gördü, benim çocuğum her gün “Türk’üm, doğruyum.” diyor. İnsaf yani, biz bu ülkede yaşıyoruz, Kürt olarak yaşıyoruz ve bunu hissediyoruz. Dışarıdan biri gibi konuşmuyorum ben, bir siyasetçi gibi de konuşmuyorum, önce birey olarak konuşuyorum. Bunu böyle, en azından, bu masada birbirimize asgari ölçüde yani bir standart olmalı. Bunu tartışırken işte biz -tırnak içinde- Mustafa Bey’i ikna edemeyeceğiz, niye anlatalım. Olur mu? Birbirimizle konuşalım, anlatalım, en azından bakış açılarımızı öğrenelim ki nasıl birlikte yol alabiliriz? Yani biz “Birliktelik, toplumsal barış, çözüm, eşitlik, adalet.” diyoruz. “Adalet ve eşitlik” kavramında dil reddi, kimlik reddi yoktur. Burada bir retle karşı karşıyayız yani.

Ayrıca bu şeylere ilişkin görüşlerimizi bildireceğiz.

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Saat ikide toplanmak üzere kapatıyorum.

Kapanma Saati:12.42


İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati:14.06

BAŞKAN : Mustafa ŞENTOP (İstanbul)

----- 0 -----

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Oturumu açıyorum.

Kaldığımız yerden devam edelim.

ÖZGÜR SEVGİ GÖRAL – Meral Hanım başlasın.

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Peki, buyurun Meral Hanım.

MERAL DANİŞ BEŞTAŞ – Şimdi, sabahki oturumda biraz bir giriş yapıldı. Öncelikle not etmek istediğimiz konu BDP olarak, bunun asla bir teknik mesele olmadığı. Bu teknik bir mesele değil, hukuki bir mesele hiç değil, sadece değil yani, sadece hukuki ve teknik bir mesele değil. Bu tarihsel arka planı olan, kültürle, dil haklarıyla, yer adlarıyla, isimlerle, cumhuriyet tarihiyle, Osmanlı dönemiyle, Kürt sorunuyla, Türkiye sorunuyla, şu anki atmosferle, her şeyle bağlantılı bir mesele.

Tabii ki bu bölüm -Hoca söyledi, Yavuz Bey- başlangıçta da tartışılmalı, ana dilde eğitim talebinde de tartışılmalı, bizim önerdiğimiz kültürel kimlik hakkı, diğer madde başlıklarında da tartışılmalı. Yani, bu tartışılmaz anlamında değil buradaki tartışma ama -“takdir edersiniz ki” diyecektim ama onu geçiyorum, takdir etmenizi beklemeden söylüyorum- bu tartışmada gerçekten bu masada yaşadıklarımız anlamında böyle ne zaman işin esasına dokunmamız gereken, özünü açmamız gereken, o vardır ya hani gizemli bırakılan bir yerler oluyor ve o böyle geçiliyor. Mesela, ben ana dil eğitimi tartışmasında da öyle hissettim, bütün Türkiye ana dilde eğitimi tartışıyor, yani Türk’üyle, Kürt’üyle, Laz’ıyla, Çerkez’iyle, Ermeni’siyle, Avrupa benzeri birçok yerde tartışma konusu, fakat bu masada sanki, hani onlardan azadeyiz, o tartışmalar burayı hiç ilgilendirmiyor, yani şu anda bir savaş yaşanmıyor, insanlar ölmüyor, insanlar ölüm orucunda değil, çocuklar ana dilde eğitim istemiyor… Hani bunların hiçbiri tartışılmadan, sadece böyle soyut, bir bir üstten, elitist bir yaklaşımla tartıştığımızı düşünüyorum.

Bu nedenle, yani şu anda gerçekten Türkiye'nin tarihini değiştirebilecek bir mekanizma içinde, yani bir komisyon yapılanması içinde anayasa, yani toplum sözleşmesini yazmaya çalışıyoruz, yapmaya çalışıyoruz, katkı sunmaya çalışıyoruz ve bunları yaparken, tabii ki Sayın Başbakan konuşacak, tabii ki Sayın Demirtaş konuşacak, Bahçeli konuşacak, Kılıçdaroğlu konuşacak, ama bunu yazanlar olarak biz de konuşacağız. Onlar işin siyasetini dışarıda yapıyor, biz de yapıyoruz ama burada siyasi boyutundan, hak ve özgürlük isteminden, eşit yurttaşlıktan, Kürtlerin istemlerinden bağımsız tartışamayız. Yani, bunu bir not olarak söyleyeyim.

Şimdi, bugün konuşan siyasi partilerin yaklaşımında şöyle bir algıya kapıldığımı hissettiğimi de söylemeliyim, daha önce de çok hissettim de bir iki defa daha ifade etmiştim: Şimdi, AK PARTİ bir öneri getirmiş. Doğru, şu anki Anayasa’ya göre ileri sayılabilecek, en azından etnisite vurgusu yapmadan, kanunla, hani Avrupa anayasalarının bir kısmını esas alarak bir önerme yapmış. Kanuna bırakmış ve “Türklük” kavramını çıkarmakla -etnisite boyutuyla söylüyorum- hani daha ileri bir adım olduğunu burada söylüyorum ama bunu savunmuyor, garip bir şey. Yani, şöyle getiriyor, hani “Burada bu etnik kimlik anlamındaydı, bu nedenle Türkiye vatandaşlarının tümünü kucaklamamız lazım. Biz Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Arap, Ermeni ayırımı yapmıyoruz. Bu bugüne kadar böyle…” Tırnak içinde söylüyorum, bu benim düşüncem değil. Hani her ne kadar bir kesim “Bu Türklük kavramını etnisite değil, Türk milleti etnisiteyi kastetmiyor.” dese de “Biz bunun algılanışını, yaşayışını, tarihsel arka planının farklı olduğunu düşünüyoruz, bu nedenle böyle önerdik.” demiyor, başka bir şey söylüyor, yani benim notlarımdan çıkardığım ve arkadaşlar da dinlediler. Yani “Türk milleti tabii ki Anayasa’da olmalı, Türklük kavramı, etnisite şeyi değildir.” gibi bir yaklaşım.

Şimdi, Cumhuriyet Halk Partisi, yani bir tanım getirmemiş, tanım yok ortada. Yani Türk vatandaşlığı mı, vatandaşlık mı? Anlamadık. Yani, bu madde üzerinde normalde -yani her ne kadar danışman sıfatıyla burada bulunuyorsam da hepiniz biliyorsunuz, yani bu işin siyasi boyutu var- burada tanım yok ki, neyi tartışalım? Tanımı olmayan bir maddeyi tartışamayız. Yani, bu da olur, bu da olur… E, zaten bizim beklediğimiz CHP’nin tanım getirmesiydi. “Türklük” mü diyor, “vatandaşlık” mı diyor, “Türkiye vatandaşlığı” mı diyor, “cumhuriyet vatandaşlığı” mı diyor, bunu getirmesi gerekiyordu. Şimdi, bu nedenle, getirdiği tezlerle, AK PARTİ gibi, yorum anlamında… Yani bir yorum yapmış: “’Türk vatandaşlığı’; din, dil, ırk, cinsiyet, etnik köken ve benzeri sebeplerle bağlı olmaksızın herkesin ‘eşitlik’ temelinde Türkiye Cumhuriyeti Yurttaşı olması anlamına gelir.” Biz bunu, herkes, her şekilde tanımı… Biz de eşitlik ve ayrımcılık yasağının vatandaşlıkta olması gerektiğine inanıyoruz ve maddemizi böyle formüle ettik aylar önce, neredeyse bir yıl önce. Bu nedenle CHP’nin de gerçekten… Çünkü, bu maddenin püf noktası, ana damarı, ana fikri vatandaşlığın adıdır. Türk mü, Türkiye mi, Türkiye Cumhuriyeti mi? Ayrımcılık ve eşitliği nasıl içerecek? Yani, burada gerçekten biz BDP olarak hayal kırıklığına uğradığımızı, sosyal demokrat bir partinin vatandaşlık tanımı gibi bütün dünyanın aştığı bir meselede daha net, kesin, açık bir tanımla ve iradeyle gelmesini arzu ederdik diyeyim, yani hani burada bunu tartışmak isterdik.

Şimdi, MHP zaten söyledi, yani Anayasa’yı sadece Türk milletine yapıyor. Önerisi de bununla orantılı, yani orada tartışacağımız bir şey yok, oldukça uyumlu bir irade ortaya koydular, o yüzden, hani siyasi parti değerlendirmesi derken onu değerlendirmeyeceğim ama tabii biz MHP’nin önerisinin, asla ve asla bugünkü Türkiye konjonktüründe, uluslararası konjonktürde, Türkiye'nin hedeflediği standartlar açısından karşılamadığını da not etmek istiyoruz.

Şimdi, nedir bizim vatandaşlığa ilişkin yaklaşımımız? Burada vatandaşlık tartışmasında bir kere biz tarihî göreceğiz, istediği kadar üniversiteler, bilimsel… Yani onu, hepsini biliyoruz, notlarımızı da aldık, bir sürü klasör hazırladık. Yani “Bu etnisite değil.” Hayır, bu etnisitedir. “Türklük”, “Türk” kavramı Anayasa’da, 82 Anayasası ve öncesinde -Özgür Hanım da onu ayrıntılı anlatacak- neyle gelmiş biliyoruz. Şimdi, bunu konuşmadan nasıl tartışacağız vatandaşlığı?

Yani, bizim elimizde, dil haklarını tartışmadan tartışamayız, kültürel haklarla dil haklarının, etnik kimliğin bir olduğunu, bunların birbirinden ayrılmaz şekilde bir bütünlük oluşturduğunu görmeden vatandaşı nasıl tartışacağız? Yani, bir Kürt olarak niye bana “Türk” densin? Türk ıtlak olunur, o eski deyimiyle. Birinci sınıf da değil, yani bir Türkler var, bir de Türk ıtlak olunanlar var. Hani biz sözde vatandaşız, öyle hep okuduk, öyle anladık, öyle algıladık. Algıladık değil, bu böyle, realite bu.

Şimdi, bu ülkede hâlâ… Andımızı hepimiz biliyoruz. Nerede andımız? Ezbere biliyorum ama yine de bulacağım andımızı.

PROF. DR ALİ AKYILDIZ – Unutmuş olabilirsiniz.

MERAL DANİŞ BEŞTAŞ – Yok, unutmadım. “Türk'üm, doğruyum, vatandaşım…” Biliyorum, biliyorum, bunu yıllarca…

PROF. DR ALİ AKYILDIZ – Unutmuşsun, yanlış.

MERAL DANİŞ BEŞTAŞ – Andımızı okuyacağım burada.

Şimdi, bunların hepsini tartışmamız lazım.

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Ayağa kalkalım mı?

MERAL DANİŞ BEŞTAŞ – Yok, kalkmayın.

Şimdi vatandaşlık tanımı ve bu maddenin tartışması Anayasa’nın temel ilkelerinden biridir, ruhudur, esasıdır; bu ülkenin iradesidir, siyasi iradesidir. Yani, bir Türkiye’deki herkesi Türk yazmak var, bu ülkedeki herkesi vatandaş kabul etmek var, eşit vatandaşlık, eşit yurttaşlık, özgürlük, yani bu, bu temelde.

Şimdi, andımız… Gerçekten ezbere biliyorum, şey olsun diye söylemiyorum yani. Çocuklarım okula gidiyor, her gün okuyorlar, biz de paylaşıyoruz sonuçta: “Türk'üm, doğruyum, çalışkanım. İlkem, küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak…

PROF. DR YAVUZ ATAR – “Türk'üm, Kürt ıtlak olunanlar var…”

MERAL DANİŞ BEŞTAŞ – Ha, yani… Yok, biz artık “Türk’üz” diyoruz, artı biz kendi kendimizi terfi ettirdik. Yani, o ıtlak olunur ayrı bir tartışma. Burada gerçekten espri de yapmıyorum.

“Ülküm, yükselmek, ileri gitmektir. Ey büyük Atatürk! Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime ant içerim. Varlığım, Türk varlığına armağan olsun. Ne mutlu ‘Türk'üm’ diyene.”

Bu ülkede bugün milyonlarca çocuk her sabah bunu okuyor. Pazartesi, cuma kesin zaten. Niye?

PROF. DR YAVUZ ATAR – Kaldırılmıştı, ne oldu?

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Hâlâ okunuyor mu?

MERAL DANİŞ BEŞTAŞ – Okunur. Neden? Benim bir çocuğum lise son sınıfta, diğeri ortaokul son sınıfta, okuyor.

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Belki sevmişlerdir, ondan.

MERAL DANİŞ BEŞTAŞ – Hayır, hayır…

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Kaldırıldı, Millî Eğitim Bakanlığının genelgesi var.

MERAL DANİŞ BEŞTAŞ – Hayır hayır.

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – İnternette tartışma var hatta bununla ilgili.

MERAL DANİŞ BEŞTAŞ – Burada, yani bu andımız küçücük bir örnek. Yani, çocuklara Türklüğü… Biz Türklüğü reddettiğimizden, Türkler yoktur, yanlı yaklaşımda değiliz, sakın öyle anlaşılmasın. Bu ülkede Türkler de, Araplar da, Lazlar da, Kürtler de eşittir, kimse kimseye zorla “Sen busun.” dememeli ve gerçekten dünyanın neredeyse çoğunun aştığı bir mesele. Asıl çelişki, sınıfsal çelişkidir, bunu tartışmamız lazım ama biz hâlâ etnik bir çelişkiyi tartışıyoruz burada. Yani, keşke… Umarız, on yıllar sonra onları da tartışırız.

Şimdi, burada Kürt tarihi… Bu, Altan Bey’in, iş bölümümüz gereği o anlatacak uzun uzun da. Bu şeyle ilgili, yani cumhuriyetin kuruluşunda bugüne… Sayın Kart, şey dedi: “Cumhuriyet tek tipleştirme projesi değil.” Tam da odur, ulus devlet paradigması, herkesin ne olduğu, nasıl yaşayacağı, ne yapacağı… Yani, şimdi bunu -hani birbirimize haksızlık etmeyelim- burada aylarca da tartışamayız ama tarih bilincimiz hepimizin var. Tabii nasıl okuduğumuza bağlı, yani bu ülkede Şeyh Said isyan etmedi mi, idam edilmedi mi? Seyit Rıza idam edilmedi mi, Koçgiri yok mu, Ağrı yok mu? Bugün insanlar ölmüyor mu? Bunların hepsi kimlik talepleriyle çıkmadılar mı? Şimdi, niye bunlara gerek olsun, biz bu masa özgürce tartışırsak, bu vatandaşlığı gerçekten yapabilirsek, yani eşit yurttaşlık kavramını geliştirebilirsek bunları okurken farklı okuyacağız.

Şimdi, bunların hepsini, yani cumhuriyet projesini, ulus devlet paradigmasını, Osmanlı dönemindeki çıkışı, İttihat Terakkiyi, o dönemdeki yaklaşımı hepimiz biliyoruz. Bu bir etnisite vurgusudur. Türklük tanımıdır, Kürtlerin ve diğer vatandaşların bu ülkede ıtlak olunmayla karşı karşıya olduğu, sözde vatandaş olduğu ve hepimizin, herkesin, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan herkesin, aynı kimlik etrafında toplanmaya zorlanmasıdır. Şimdi, Mecburi İskan Kanunu’yla Şark Islahat Planı’nı anlatmak gerekiyor. Şey deniyor, hatta o kanunlarda bile şu geçmiyor -ben biraz önce yine baktım- mesela, Türkiye’de bir de şöyle bir politika var, işin esasına girmeden, AK PARTİ döneminde çıkarılan kanunlarla da böyle, mesela Şark Islahat Planı’nda ya da Mecburi İskan Kanunu’nda, yani Kürtler şuraya, Türkler şuraya diye bir şey yoktur, onu hani, Allah var, iyi yapmışlar, hani burada yaşayanlar Yozgat’a -Yani Kürtlerin ne işi var Yozgat’ta bilmiyoruz, Kırşehir’de, Tokat’ta, Haymana’da, başka ilçeler de var- sürgün edilmişler çünkü orayı Türkleştirmek için Türklerin gelmesi lazım, Kürtlerin Türkleşmesi için de… Yani, sonuçta bir asimilasyon politikası. Sistemli bir asimilasyon, bir ret politikası yürütülmüş.

Bir ret ve inkâr politikası var ve bu şu anda yetkililer tarafından, Hükûmet tarafından da kabul edilen bir problem ve bu ülkede “Kürt sorunu” demek için bile son yirmi yılı beklememiz gerekiyordu. Eskiden Kürtlük, Kürt sorunu, böyle benim gibi rahatça gelip konuşmak mümkün değildi yani. Hani, şu anda her ne kadar TMK’da bunların hiçbiri aşılmadıysa da, Türk Ceza Kanunu’nda aşılmadıysa da, hâlâ Kürtçe konuşmaktan dolayı insanlar ceza alıyorsa da, yine de kısmi anlamda en azından hani yetkililer, siyasiler tarafından Kürtlük kavramı, Kürt sorunu falan farklı amaçlarla da olsa kullanıldığı için, bugün hani bu kadar tarihsel arka plan bugüne getirmiş durumda. Bunların hepsini ayrı ayrı görmek ve tartışmak zorundayız. Yani, biz bu nedenle, bu maddeyi tartışırken asla ve asla, yani şöyle bir şey -vallahi Kürtlerin karnı tok, açık söylüyorum- “Yahu, bu tekniktir, bu hukukidir, cumhuriyetin böyle bir projesi yoktur. Size ‘Türk milleti’ diyelim, siz de kabul edin.” Yok öyle bir şey! Hiçbirimiz o noktada değiliz. Biz uyandık yıllar sonra da olsa. Hep uyanıktık da yani bunu söyleyecek demokratik bir ortam yoktu, hani bunu tartışacak, bunu, mekanizmaları harekete geçirecek bir ortam dünyada da, Türkiye’de de, uluslararası standartlar açısından… Ama, şu anda bu standartların tümü bizim talep ettiğimiz, bireysel, kolektif hakları da, eşit ve özgür yurttaş olma istemlerini de karşılamakta ve burada toplumsal bir talep var.

Ben başka bir şey daha söyleyeyim mi? Halktan söz ediyorum, toplumsal olarak Kürtler “Kürt” olarak tanımlanmak istiyor aslında. Biz buraya BDP olarak nötr bir madde getirirken de Türkiye'nin yeni anayasasında bunun bazı farklı tartışmalara yol açacağını vesaire, birçok siyaseten, diğer tarafın da hani zorlamadan, Türkiye halklarını zorlamamak için dedik ki: “Uluslararası standartlara uygun bir kavram getirelim. Eşitlik ve ayrımcılık yasağını içeren bir vatandaşlık tanımı getirelim.”

Bu nedenle, yani şu anda değiştirilen köy isimleri, yer isimleri, yani çocukların isim verememek, W ve X harfi olduğu için hâlâ isimler yazılmıyor, hâlâ tartışma var. Hâlâ Nevroz bizim dilekçelerimizde W’le yazılır, mahkeme kararlarına V’le yazılır, hâlâ belediye başkanları Nevroz davetiyesi yazdığında yargılanır, para cezası alır. Yani, böyle, bu kadar sistemli, bu kadar çok amaçlı, bu kadar ince düşünülmüş, bu kadar ince elenmiş, yani ciddi bir devlet politikası var. Bu devlet politikasını da görmezden gelerek, etrafında dolaşarak siyaseten -bizim için de söylüyorum, yani hepimiz için- bu böyle olmaz. Yani, vatandaşlık tanımı bu Anayasa’nın temel maddelerinden biridir. Bunu ana dilde eğitimden de, kültürden de, başlangıçtan da asla bağımsız düşünmüyoruz. Bunun, yani şu anda bile -sabahta söyledim- gerçekten ana dilde eğitimle ilgili, yani benim elimdeki son rakam 628 tutuklu ve hükümlü, siyasi tutuklu açlık grevinde, süresiz dönüşümsüz ve 41’inci günü, her an ölüm olabilir. Yani, Türkiye'nin temel problemlerinden biri bu. Bu nedenle bunu bu temelde tartışmamız gerektiğine inanıyorum, sonra yine şey yaparız.

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Buyurun.

ÖZGÜR SEVGİ GÖRAL – Birkaç tane şeyle ilgili ek yapacağım. Yani, bizim önerimizin dayandığı tarihsel bakışla birkaç tane dünya örneği söyleyeceğim, çok uzatmayacağım. Biraz burada bazen tartışırken, ister istemez özellikle tarihî dönemleri ele alırken bence anakronizme düşebiliyoruz, hepimiz bunu yapabiliyoruz, sadece 1 kişi ya da 2 kişi değil.

Şimdi, 18’inci yüzyıldaki millet sisteminin içinde, 19’uncu yüzyıldaki millet sistemi içinde Osmanlı’nın klasik döneminde gelen çok uluslu, çok etnili bir imparatorluğun yöneticilerinin “Türklük” terimini kullanmasıyla, örneğin 1916’da bir İttihat Terakki yöneticisinin “Türklük” terimini kullanması arasında çok ciddi bir fark var. Yani, biz etnikleşmenin, “Türklük” teriminin etnik bir şey ifade etmesinin 1930’larda değil, daha erken bir dönemde başladığını düşünüyoruz. Aslında bu bizim çok özgün bir görüşümüz de değil, tarihe de farklı farklı bakış açıları var biliyorsunuz, sosyal bilimciler, vakalar, olgular amprik olarak aynı ama yorumlanışları farklı, bir sürü tarihçi de buna benzer şeyler ileri sürüyor doğrusunu isterseniz.

Dolayısıyla, “Türklük” teriminin aslında birçok kurumun önerisinde de ifade ettiği gibi, “vatandaşlık” başlığı altında geçmesinin etnisiteyle birlikte tanımlanması olarak tanımlıyorlar. Batılıların kitaplarında böyle geçiyordu, 19’uncu yüzyılda birtakım seyyahlar Osmanlı toprağından “Türk toprağı” diye bahsediyordu. O kitaplarda bir sürü şey geçiyordu ama 1920’ler o kitapların anlattığı hikâyeyle Türkiye yöneticilerinin kafasındaki “Türklük” terimi, bunun Anayasa girme biçimi, bunun hukuki politik tartışımları onlarla çok örtüşmüyordu. Dolayısıyla, yani biz “Türklük” teriminin aslında etnik bir vurgu olduğunu, sadece bizde değil, kurum görüşlerinde çok büyük çoğunlukla kurumlar “Türklük” teriminin vatandaşlık tanımından çıkmasını önermişler, bunu da şöyle açıklıyorlar: “Etnik vurgu yapılmadan” diyorlar. “Etnik vurgu yapılmadan herkes kucaklayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı olmalı.” 79 kurum, 32’si de “Türk milleti ifadesi açık biçimde yer almalı.” diyor. Yani dolayısıyla zaten burada tartışmanın kökeninde “Türklük” teriminin, yani 19’uncu yüzyılda dediğim gibi birtakım seyyahların bunu bu şekilde ifade ediyor olması, şu anda mevcut tartışmanın bu olduğunu ortaya koymuyor.

Bir diğer şey, tek tipleştirme meselesiyle ilgili bir şey. Çok güçlü bir tek tipleştirme olduğunu düşünüyoruz biz. Dediğim gibi, bu da bizim çok özgün bir görüşümüz değil, bunu biz değil, bir sürü sosyal bilimci de böyle düşünüyor. TESEV’in hazırlattığı bir rapor var, sadece şununla ilgili rapor: Adları değiştirilen yerler raporu. 36 bin köyden 15 bininin adı değiştirilmiş, 36 binde 15 bin. Bütün yer isimlerinde de yüzde 40’ının adı değiştirilmiş. Şimdi, denebilir ki bu bir tek tipleştirme miydi? Vallahi, Ermeni köyünün adını Erköyü yapıyorsanız bu bir tek tipleştirmedir. Buradaki değiştirme şöyle bir değiştirme değil, yani işte ne bileyim, bu yanlış anlaşılabilir, bu müstehcen -bazılarında böyle, yüzde 1 oranında diyelim- öyle değil, hayır, Ermeni isimleri, Kürt isimleri sistematik olarak başka bir şey çevrilmiş. 1930’larda başlamış, hatta 1920’lerde başlamış, 1920’lerin sonunda, 2000’lere kadar gelmiş. Bu tek tipleştirmedir. Yani, yüzde 40’ı, Türkiye’deki bütün yer isimlerinin yüzde 40’ı, 36 bin köyün de 15 bini. Yer adları, Şırnak’ta yüzde 92, Artvin’de yüzde 88, Trabzon’da yüzde 78… Raporda olanlar var. Dolayısıyla, hani bu isimleri değiştirmeydi, Meral’in altını çizdiği bir dizi şeydi, bunlar böyle usulen öyle olmuş şeyler değil, son derece sistematik bir politikanın sonucu olarak böyle olmuş.


Yüklə 8,47 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   33   34   35   36   37   38   39   40   ...   111




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin