A-uyun-u Ehbar-i Rıza a


BÖLÜM İMAM RIZA (A.S)’DAN AHKÂMIN



Yüklə 1,73 Mb.
səhifə26/46
tarix08.01.2019
ölçüsü1,73 Mb.
#92993
1   ...   22   23   24   25   26   27   28   29   ...   46

32. BÖLÜM

İMAM RIZA (A.S)’DAN AHKÂMIN

FELSEFELERİ1



1- Muhammed bin İbrahim-i Talikanî, metindeki senetle Ali bin Faddal’dan, o da babasından şöyle naklediyor: “İmam Rıza (a.s)’a dedim ki; “Ey Resulullah’ın oğlu! Allah Teala yaratıkların hepsini bir şekilde değil de, neden çeşitli şekillerde yaratmıştır?” İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdular:

“Allah’ın güçsüz olduğu düşünülmemesi, inkârcının aklına gelebilecek herhangi bir varlığın şeklinde Allah’ın bir mahluk yaratmış olduğunun bilinmesi ve hiç kimsenin; “Acaba Allah Teala şu veya bu şekilde bir varlık yaratmaya kadir midir?” Diyememesi ve yaratıkları arasında onun bir benzerini görebilmesi ve Allah’ın yaratmış olduğu her çeşit mahluklarına bakmasıyla o’nun her şeye kadir olduğunun bilinmesi içindir.”

2- Ahmed bin Ziyad-i Hamedanî, metindeki senetle Abdusselam bin Salih-i Herevî’den şöyle naklediyor: İmam Rıza (a.s)’a dedim ki; “Ey Resulullah’ın oğlu! Acaba Allah, Hz. Nuh (a.s) zamanında dünyanın tamamını neden sularla kapladı; oysa onların içerisinde çocuk ve günahsız olanlar da vardı? İmam Rıza (a.s) cevaben şöyle buyurdular:

“Onların içerisinde çocuk yoktu. Çünkü Allah Teala, kırk yıl Nuh kavminin erkeklerinin sulbünü, kadınlarının ise rahimlerini kısır etti ve böylece nesilleri kesildi. Daha sonra içlerinde çocuk olmadığı bir halde suda boğularak helak oldular. Allah suçsuz olanı, suçlunun suçundan dolayı helak etmez. Nuh (a.s)’ın kavminden baki kalan diğer kimselere gelince; onların bir kısmı Allah nebisini yalanladıklarından dolayı, diğer kısmı ise onların yaptıklarına razı olduklarından dolayı boğularak helak oldular. Bir işi yapmadığı halde o işin yapılmasına rızayet gösteren kimse, o işi yapmış gibidir.”

3- Babam (r.a) metindeki senetle Hasan bin Ali el-Veşşâ’dan, o da İmam Rıza (a.s)’dan, o da babası İmam Musa Kâzım (a.s)’dan, o da babası İmam Sâdık (a.s)’dan şöyle buyurduğunu naklediyor:

“Allah Teala Nuh’a şöyle buyurdu: “Ey Nuh! O senin ailenden değildir” (Hûd/46) Çünkü Hz. Nuh’un oğlu ona muhalif idi. Allah Teala Nuh (a.s)’a uyan herkesi onun ailesinden saymıştır.”

Ravi şöyle diyor: İmam Rıza (a.s) benden; “Muhalifler, Nuh’un oğlu hakkında inen bu ayeti nasıl okuyorlar?” Diye sordu. Ben de cevaben şöyle dedim: Halk onu iki şekilde okuyor; “İnnehu amelun gayr-u salihin” ve “İnnehu amelu gayr-i salihin”1

İmam şöyle buyurdu: “Yalan söylüyorlar! O, Nuh’un oğlu idi, ancak Allah Teala onu, babasıyla muhalefet edince ehlinden dışladı.”

4- Ahmed bin Ziyad el-Hemedanî, metinde zikredilmiş senetle İmam Rıza (a.s)’dan şöyle buyurduğunu nakletmiştir: Babamın, babasından şöyle bir hadis naklettiğini duydum: “Allah Teala İbrahim (a.s)’ı kendine halil (dost) olarak seçti, çünkü o, hiç kimsenin ihtiyacını karşılamadan geri çevirmez, Allah’tan başka da hiç kimseden bir şey istemezdi.”

6- Muzaffer bin Câfer metindeki senetle Hasan bin Ali el-Veşşâ’dan, o da İmam Rıza (a.s)’dan şöyle dediğini naklediyor:

“İsrailoğulları dönemindeki hükümet kuralına göre, eğer bir kimse hırsızlık yapmış olsaydı o şahıs, mal sahibine köle olarak verilirdi. Yûsuf (a.s) halasının yanında idi; kendisi de henüz küçüktü. Halası onu çok severdi. İshak (a.s)’ın bir kuşağı vardı, onu oğlu Yâkup’a vermişti. Kuşak ise İshak (a.s)’ın kızı olan Yûsuf’un halasının yanında idi. Yâkup (a.s), Yûsuf’u halasının yanından almak istiyordu. Halası ise bu duruma çok üzülmüştü. Bunun üzerine şöyle dedi: “Şimdi bırak benim yanımda kalsın, sonra onu kendim sana gönderirim. Daha sonra Yûsuf’u, kuşağı elbisesinin altından onun beline bağlıyarak babasının yanına gönderdi. Yûsuf (a.s), babasının yanına vardığında halası gelerek kuşağın çalındığını söyledi. Yûsuf (a.s)’ın üzerini arayarak belinde buldu. İşte bu yüzden Yûsuf (a.s)’ın kardeşleri, Yûsuf (a.s) su tasını kardeşi Bünyamin’in yükünün içerisinde sakladığında şöyle demişlerdi: “Eğer (bu) çalmışsa, daha önce onun kardeşi de çalmıştı.” (Yûsuf/77)

Yûsuf (a.s) onlara şöyle dedi: “Yükünde bulunanın cezası nedir?” Dediler ki: Bunun cezası, onun kendisidir (malını çaldığı adama köle olmasıdır).

Nitekim onların arasında uygulanan sünnet böyle idi. “Böylece (Yûsuf) kardeşinin kabından önce onların kaplarını (yoklamaya) başladı, sonra da onu kardeşinin kabından çıkardı.” İşte bundan dolayıdır ki, kardeşleri şöyle dediler: “Bu hırsızlık ettiyse, daha önce kardeşi de hırsızlık etmiştir.” Amaçları kuşaktı. “Yûsuf bunu kendi içinde saklı tuttu ve bunu onlara açıklamadı.”

5- Abdulvahid bin Muhammed bin Ubdus el-Nişabûrî metindeki senetle İbrahim bin Muhammed el-Hemedanî’den şöyle naklediyor: İmam Rıza (a.s)’a şöyle arz ettim: Allah Teala neden Firavun iman ettiği ve o’nun tevhîdini ikrar ettiği halde yine de onu gark etti?

İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdular: “Çünkü Firavun, azabı gördüğü zaman iman getirmişti. Azap görüldüğü zaman iman etmek geçersizdir. Allah Teala’nın geçmiş ve gelecek ümmetler hakkındaki hükmü budur. Nitekim Allah Teala şöyle buyurmuştur: “Onlar bizim dayanılmaz azabımızı gördükleri zaman dediler ki: Bir olan Allah’a iman ettik ve o’na şirk koştuğumuz şeyleri de inkâr ettik. Fakat dayanılmaz azabımızı gördükleri zaman inanmaları, kendilerine hiçbir yarar sağlamadı.” (Mümin/85)

Yine başka bir ayette şöyle buyurmuştur: “Rabbinin ayetlerinden bazılarının geleceği gün, daha önce iman etmişse veya imanıyla bir hayır kazanmışsa hiç kimseye imanı yarar sağlamaz.” (En’am/158)”

İşte böylece Firavun boğulacağı an şöyle dedi: “İsrailoğullarının inandığı ilahtan başka ilah olmadığına inandım ve ben de Müslümanlardanım.” (Yûnus/90-91)

Ona denildi ki: “Şimdi, öyle mi? Oysa sen önceleri isyan etmiştin ve fesat çıkaranlardandın. Bugün ise senden sonrakilere bir ayet (tarihi bir belge, ibret) olman için seni yalnızca bedeninle kurtaracağız (herkese cesedini göstereceğiz.” Firavun baştan ayağa demir kuşanmış olmasına rağmen Allah Teala onun bedenini gelecek nesillere bir ibret olması ve onu o haliyle görmeleri için yüksek bir yere attı. Oysa ağır olan şey batar, yukarı çıkmaz; işte bu, bir ayet ve nişane idi.

Allah Teala’nın Firavun’u gark etmesinin başka bir sebebi ise şudur: Firavun, boğulacağını anladığı zaman Mûsa (a.s)’dan yardım istedi, Allah’tan yardım istemedi. Allah Teala Mûsa’ya şöyle vahyetti: “Ey Mûsa! Sen Firavun’a yardım etmedin; çünkü onu sen yaratmadın. Eğer beni yardımına çağırsaydı mutlaka ona yardım ederdim.”

6- Ebu Abbas Talikanî, metindeki senetle Hasan bin Ali bin Fazzal’dan, o da babasından naklediyor: İmam Rıza (a.s)’a arz ettim: Havarîlere neden Havarî denildi? İmam şöyle buyurdu:

“Halkın yanında onlara Havarî denilmesinin sebebi, çamaşırcı oldukları ve elbiselerinin kirlerini yıkayarak temizledikleri içindir. Havarî, “Hubz-u Huvvar”dan türeyen bir isimdir; “beyaz unun ekmeği” anlamına gelir. Ama bizce Havarîlere “Havarî” denmesinin sebebi; onlar vaaz ve nasihatle kendileri ve diğerlerini günahlardan temizledikleri içindir.”

Ben yine İmam’a; “Nasârâ’ya neden Nasârâ denmiştir?” Diye sordum. İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdular:

“Çünkü onlar Şam’ın Nasire adlı bir köyünden idiler. Meryem ve Îsa (a.s), Mısır’dan döndükten sonra oraya yerleştiler.”

7- Câfer bin Muhammed bin Mesrur (r.a) metindeki senetle Ebu Yâkub-i Bağdadî’den şöyle rivayet ediyor: İbn-i Sikkit, 1 İmam Rıza (a.s)’a: Allah Teala, neden Mûsa bin İmran (a.s)’ı âsa, yed-i beyzâ (parlak el) ve sihir aleti ile, Îsa (a.s)’ı ise tıbbî mucizelerle ve Hz. Muhammed (s.a.a)’i ise söz ve hitabelerle (fesahat ve belagatla) gönderdi?” Diye sordu. İmam (a.s) cevabında şöyle buyurdu:

“Allah, Mûsa (a.s)’ı peygamber olarak gönderdiğinde zamane halkı çoğunlukla sihirle uğraşıyordu. Bundan dolayı, Allah Teala tarafından kavminin onun aynısını yapmaktan aciz kaldığı mucize getirdi ve onunla diğerlerinin sihrini alt edip hücceti onlara ispatladı.

Îsa (a.s)’ı ise müzmin hastalıkların ortaya çıktığı ve milletin tıbba ihtiyaç duyduğu bir dönemde gönderdi. Derken Hz. Îsa, Allah tarafından kavmine, onların mislini getirmeye güçleri olmayan bir mucizeyle geldi ki, onunla ölüleri diriltiyor, anadan doğma körleri, abraş illetine tutulmuşları Allah’ın izniyle iyileştiriyordu. Bununla da onlara hücceti tamamlıyordu.

Allah Teala Hz. Muhammed (s.a.a)’i de öyle bir asırda peygamber olarak gönderdi ki, onun asrında hitabet ve konuşma yaygındı. (Ravi der ki: Zannediyorum ki bu arada şiir de söylemişti.) Bu sırada Resulullah (s.a.a) bir takım öğüt ve ahkâmı içeren, onların sözlerini bâtıl kılan ve hücceti onlara tamamlayan Allah’ın kitabıyla onlara geldi.”

Söz buraya geldiğinde İbn-i Sikkit şöyle dedi: Allah’a and olsun ki, bu amanda senin gibi birisini görmedim, o halde bugün halka hüccet nedir?

İmam (a.s) şöyle buyurdu: Akıldır;1 zira akıl vasıtasıyla Allah’a karşı doğru konuşan tanınmış olur ve akıl onu tasdik eder. Aynı şekilde Allah’a karşı yalan konuşan da onun vasıtasıyla tanınmış olur ve akıl onu tekzip eder.

Daha sonra İbn-i Sikkit şöyle söyledi: Allah’a and olsun ki cevap işte budur!

8- Muhammed bin İbrahim-i Talikanî, metindeki senetle Ali bin Feddal’dan, o da babasından İmam Rıza (a.s)’ın şöyle buyurduğunu naklediyor:

“Ulul Azm peygamberlerine Ulul Azm denilmesinin sebebi, onların şeriat sahipleri ve azimli olmalarından dolayıdır. Nuh (a.s)’dan sonra gelen her peygamber, Halil İbrahim (a.s)’ın zamanına dek Nuh (a.s)’ın şeriat ve yolu üzeri olup onun kitabına uyuyorlardı. İbrahim (a.s) zamanında bulunan ve ondan sonra gelen her peygamber de Mûsa (a.s) zamanına kadar onun şeriat ve yolu üzere olup kitabına uyuyorlardı. Hz. Mûsa (a.s)’ın zamanında olan ve ondan sonra gelen her peygamber de Îsa (a.s)’ın zamanına kadar onun şeriat ve yolu üzere olup kitabına uyuyorlardı. Îsa (a.s) zamanında ve ondan sonraki amanda olan her peygamber Hz. Muhammed (s.a.a)’in zamanına kadar Îsa (a.s)’ın şeriat ve yolu üzere olup onun kitabına uyuyorlardı. İşte bu beş peygamber Ulul Azm peygamberlerdir. Bunlar, peygamber ve resullerin en üstünleridirler.

Hz. Muhammed (s.a.a)’in şeriatı kıyamete kadar devam edecek ve ondan sonra kıyamete kadar da peygamber olmayacaktı. Öyleyse kim bundan sonra peygamberlik iddiasında bulunur veya Kur’an’dan sonra başka bir kitap getirirse, bunu işiten herkes için onun kanı mubahtır.1

9- Muzaffer bin Câfer bin Muzaffer el-Alevî el-Semerkandî (r.a) metindeki senetle Abbas bin Hilal’den, o da İmam Rıza (a.s)’dan, İmam Rıza da babaları vasıtasıyla ceddi Emir’ül Müminin Ali bin Ebu Talip (a.s)’dan şöyle buyurduğunu naklediyor:

“Resulullah (s.a.a) buyurdular ki; Ölünceye kadar beş şeyi terk etmem: Yerde oturarak kölelerle yemek yemeyi; merkebe, üzerinde palanı olduğu halde binmeyi; keçiyi elimle sağmayı; yünlü elbise giymeyi; benden sonra sünnet olması için çocuklara selam vermeyi.”

10- Muhammed bin İbrahim bin İshâk el-Talikanî (r.a) metindeki senetle Ali bin Feddal’dan, o da babasından şöyle dediğini naklediyor: İmam Rıza (a.s)’a Emir’ül Müminin Ali (a.s) ile ilgili şöyle bir soru sordum: Halk Hz. Ali (a.s)’dan nasıl el çekip başkasının tarafına yöneldi? Oysa Hz. Ali (a.s)’ın faziletini, geçmişini ve Resulullah (s.a.a)’in yanındaki makamını biliyorlardı.

İmam (a.s) şöyle buyurdular: Evet, Hz. Ali (a.s)’ın faziletini bildikleri halde başkalarına yöneldiler. Çünkü Hz. Ali (a.s) onların, Allah ve Resulüne düşmanlık yapan babalarından, dedelerinden, kardeşlerinden, amca ve dayılarından ve akrabalarından çok sayıda kimseyi öldürmüştü. Ona karşı kinleri işte bundan dolayıydı ve onlara önderlik yapmasını da istemiyorlardı. Diğerlerine karşı ise böyle kinleri yoktu; çünkü diğerleri, cihatta Resulullah (s.a.a)’in yanında Hz. Ali (a.s) gibi değillerdi. Dolayısıyla Hz. Ali (a.s)’dan yüz çevirip başkalarına yöneldiler.”

11- Muhammed bin İbrahim el-Talikanî (r.a), metindeki senetle Haysem bin Abdullah-i Rumanî’den şöyle dediğini naklediyor: Ali bin Mûsa el-Rıza (a.s)’a: “Ey Resulullah’ın oğlu! Söyle bakalım, acaba neden Ali bin Ebu Talip (a.s), Resulullah’tan sonra 25 yıl boyunca düşmanları ile savaşmadı ama, velayeti (hilafeti) döneminde savaştı?” Diye sordum. İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdular:

“Çünkü Hz. Ali (a.s) cihatta Resulullah (s.a.a)’e uydu. Resulullah (s.a.a) Mekke’de müşriklere karşı cihadı 13 yıl, Medine’de ise 19 ay terk etti. Bunun sebebi ise, müşriklere karşı yardımcısının az olmasından kaynaklanıyordu. İşte böylece Ali (a.s) da düşmanlarının karşısında yardımcısının çok az olduğundan dolayı onlara karşı cihadı terk etti. Resulullah (s.a.a)’in cihadı 13 yıl ve 19 ay terk etmesiyle nübüvvetinin bâtıl olmadığı gibi, Ali (a.s)’ın da 25 yıl cihadı terk etmesiyle imameti bâtıl olmadı; çünkü her ikisinde de sebep aynıydı.”1

12- Ali bin Ahmed el-Berkî, metindeki senetle Muhammed bin Ebu 0Yâkup Belhî’den şöyle dediğini rivayet ediyor: İmam Rıza (a.s)’a şöyle arz ettim: İmamet neden Hz. Hüseyin (a.s)’ın evladı arasında yer aldı da İmam Hasan (a.s)’ın evladı arasında yer almadı? İmam cevaben şöyle buyurdular:

“Çünkü Allah Teala, bunu İmam Hüseyin (a.s)’ın evladı arasında kıldı, İmam Hasan (a.s)’ın evlatları arasında kılmadı. Allah, yaptıklarından sorguya çekilmez.”

13- Babam (r.a), metindeki senetle İbrahim bin Abdulhamid’den, o da Ebu’l Hasan (İmam Rıza)’dan şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:

“Resulullah (s.a.a), Aişe’nin yanına vardı, Aişe ise su kovasını güneşin önüne bırakmıştı. Resulullah (s.a.a): “Ey Humeyra, bu nedir?” Diye sordu. Aişe: Başımı yıkamak için ısınsın diye bıraktım, cevabını verdi. Bunun üzerine Resulluh şöyle buyurdu: “Bir daha böyle yapma; çünkü bu, cild hastalığına sebep olur.”

Not: Bu kitabın yazarı şöyle diyor: Bu hadisteki Ebu’l Hasan’dan maksat, hem Mûsa bin Câfer (a.s) ve hem de İmam Rıza (a.s) olabilir. Çünkü İbrahim bin Abdulhamid her iki imamı da görmüştür. Bu hadis mursel bir hadistir.1

14- Hüseyin bin Ahmed bin İdris (r.a), metindeki senetle Hasan bin Nazr’dan şöyle dediğini rivayet ediyor: İmam Rıza (a.s)’a şöyle sordum: Bir grup insan seferdedir, bunlardan birisi ölüyor, diğer birisi de cenabetlidir. Yanlarında sadece onlardan birisine yetecek kadar su vardır. Onlardan hangisi öncelik taşır? İmam (a.s) cevabında şöyle buyurdu:

“Cenabetli gusül etmeli, ölü ise (teyemmüme) bırakılmalıdır. Çünkü bu (cenabet guslü), farzdır (Kur’an’ın açık ayetidir); diğeri (meyyit guslü) ise, Hz. Peygamber (s.a.a)’in sünnetidir.”

15- Muhammed bin Hasan (r.a), metindeki senetle Hasan bin Nazr’dan şöyle dediğini rivayet ediyor: İmam Rıza (a.s)’a şöyle arz ettim: Cenaze namazında neden beş tekbir getiriyorlar? İmam (a.s) şöyle buyurdular:

“Beş vakit namazdan alındığını rivayet etmişlerdir. Elbette bu hadisin zahiridir. Diğer sebebi de vardır, o da şu ki, Allah Teala kullarına beş şeyi farz kılmıştır: Namaz, zekât, hac, oruç ve velayet. Ölü için de bu farzların her biri için bir tekbir karar kılmıştır. Bundan dolayı kim velayeti kabul etmişse (cenaze namazında) beş tekbir söyler; ama velayeti kabul etmeyen için ise dört kez tekbir söylenir. İşte bu yüzden siz Şia’lar beş tekbir, muhalifler ise, dört tekbir söylerler.”

16- Ali bin Ahmed bin Muhammed bin İmran el-Dekkâk (r.a), metindeki senetle Süleyman bin Câfer’den şöyle dediğini rivayet ediyor: İmam Rıza (a.s)’dan telbiyeyi (Lebbeyk, lebbeyk, Allahumme lebbeyk, lâ şerike leke lebbeyk) ve onu söylemenin sebebini sordum. İmam (a.s) şöyle buyurdular:

“Halk ihrama girdiğinde Allah Teala onlara hitap ederek şöyle buyurur: Ey kullarım ve kölelerim! Benim için ihrama girdiğiniz (bazı şeyleri kendinize haram kıldığınız) gibi, ben de sizi ateşe haram kılacağım. Halk “Lebbeyk Allahumme lebbeyk” diyerek Allah’ın davetini icabet edip nidasına cevap vermektedir.”

17- Muhammed bin Hasan (r.a), metindeki senetle Hüseyin bin Halid’in şöyle dediğini naklediyor: İmam Rıza (a.s)’a arz ettim: Hangi sebepten dolayı hacca giden birisine dört ay günah yazılmıyor? İmam Rıza (a.s) şöyle buyurdular:

“Allah Teala müşriklere Harem’e girmeyi dört ay mubah kıldı. Nitekim şöyle buyuruyor: “Yeryüzünde dört ay daha dolaşın.” (Tevbe/2) Bundan dolayı müminlerden kim hacca gitse dört ay günahları bağışlanmış olur.”1


18- Hüseyin bin Ahmed bin İdris (r.a), metindeki senetle Hüseyin bin Halid’den şöyle dediğini rivayet ediyor: İmam Rıza (a.s)’a şöyle arz ettim: Sana feda olayım, kadınların mihriyesi neden beşyüz dirhem, (12/5 evkiye yedi miskal)’dir? İmam (a.s) şöyle buyurdular: Allah Teala, yüz kez “Allah-u Ekber”, yüz kez “Elhamdulillah”, yüz kez “Subhanellah”, yüz kez “Lâ ilahe illellah” diyen ve yüz defa Peygamber (s.a.a)’e selevat gönderen ve daha sonra “Allah’ım, beni hurilerle evlendir” diyen her mümini, hurilerle evlendirmeyi kendisine gerekli kılmıştır. İşte bu yüzden kadınların mihriyesi beşyüz dirhem olarak kararlaştırılmıştır. Herhangi bir mümin, mümin kardeşinin kızını beşyüz dirhem mihriye vermeye hazır olduğu halde ister, fakat kız sahibi o teklifi kabul etmezse, mümin kardeşini incitmiş ve Allah Teala’nın da onu hurilerle evlendirmemesini hak etmiştir.”

19- Muhammed bin İbrahim el-Talikanî, metindeki senetle Hasan bin Ali bin Faddal’dan, o da babasından şöyle dediğini rivayet ediyor: İmam Rıza (a.s)’a “Üç talak verilmiş bir kadın, başka biriyle evlenmedikçe neden ilk kocasına helal olmuyor?” Diye sordum. İmam Rıza (a.s) şöyle buyurdular:

“Allah Teala iki kez talak vermeye izin vermiştir. Nitekim şöyle buyuruyor: “Boşamak iki defa olur. Ondan sonra ya güzellikle kadını tutmak gerek, ya da hoşlukla bırakmak.” (Bakara/229) Yani, Allah’ın hoşlanmadığı üçüncü boşamaya teşebbüs etmiş olursa Allah o kadını kocasına haram kılar ve artık kadın başka birisiyle evlenmedikçe eski kocasına helal olmaz. Bunun sebebi ise erkeklerin boşanmayı hafife almamaları ve kadınlara zarar vermemeleri içindir.”

20- Muhammed bin Ali Maciyleveyh (r.a), metindeki senetle Câfer bin Muhammed el-Eş’arî’den, o da babasından şöyle rivayet ediyor: İmam Rıza (a.s)’dan üç kez boşanmış olan kadınla evlenme konusunda sordum. Şöyle buyurdular:

“Sizin üç boşamanız (talak vermeniz) sizden başkalarına helal değildir. Ama, onların boşamaları (talakları) sizin için helaldir. Çünkü sizler, onların üç talaklarını doğru bilmiyorsunuz. Ama onlar sizin üç talaklarınızı doğru biliyorlar.”1

21- Muhammed bin İbrahim el-Talikanî (r.a), metindeki senetle Hasan bin Ali bin Faddal’dan, o da babasından şöyle rivayet ediyor: İmam Rıza (a.s)’dan, Resulullah (s.a.a)’in künyesinin Ebu’l Kâsım olmasının sebebini sordum. İmam (a.s) şöyle buyurdular:

“Çünkü o’nun Kâsım adında bir oğlu vardı (ondan dolayı Ebu’l Kâsım denilirdi).”

“Ey Resulullah’ın evladı! Beni daha fazla izaha (faydalandırmaya) layık görmüyor musun?” Diye sorduğumda şöyle buyurdular:

“Evet, acaba benim ve Ali’nin bu ümmetin babaları olduğumuzu biliyor musun?”

“Evet, biliyorum” dedim. Buyurdular: Acaba Resulullah (s.a.a)’in bütün bu ümmetin babası olduğunu ve Ali (a.s)’ın da bu ümmetten olduğunu biliyor musun?

Ben; evet, dedim. Daha sonra şöyle buyurdular: Acaba Ali (a.s)’ın cennet ve cehennemi bölen birisi olduğunu da biliyor musun? Evet, dedim. O zaman İmam şöyle buyurdu: İşte bu yüzden Resulullah (s.a.a)’e “Ebu’l Kâsım” (cennet ile cehennemi bölenim babası) denildi.

İmam (a.s)’a “Bu sözün manası nedir?” Diye sorduğumda şöyle buyurdular: “Peygamber (s.a.a)’in ümmetine olan şefkati, babanın evladına olan şefkati gibidir; ümmetinin en faziletlisi Ali (a.s)’dır. Resulullah’tan sonra Hz. Ali’nin onlara olan şefkati, Hz. Resulullah’ın şefkati gibidir. Çünkü Ali (a.s), Resulullah (s.a.a)’in vasi ve halifesi ve ondan sonra imam idi. İşte bu yüzden “Ben ve Ali bu ümmetin babasıyız” buyurmuştur.

Yine, Resulullah (s.a.a) minbere çıkarak şöyle buyurmuştur: “Kim ölür de geride borç ve çoluk çocuk bırakırsa, borcunu ödemek, ailesinin geçimini sağlamak benim üzerimedir ve kim ölür de geride mal ve servet bırakırsa bu mal, onun varislerinindir.” İşte bundan dolayı onlara kendi baba ve annelerinden, hatta kendilerine, kendilerinden daha yetki sahibidir. Emir’ül Müminin Ali (a.s) da, Resulullah (s.a.a)’den sonra bu yetkiye sahip olmuştur.”

22- Temim bin Abdullah bin Temim el-Kureyşî, metindeki senetle Ebu Salt-i Herevî’den şöyle naklediyor: Memun, bir gün İmam Rıza (a.s)’a şöyle dedi: Ceddin Emir’ül Müminin Ali (a.s), hangi sebepten dolayı cennet ve cehennemi bölendir? Bu sözün manası nedir? Ben bunun hakkında çok düşünüyorum. İmam Rıza (a.s) şöyle buyurdular:

“Ey emir! Baban, o da babalarından, onlar da Abdullah bin Abbas’tan, o da Resulullah (s.a.a)’den “Ali’yi sevmek imandır, ona kin gütmek ise küfürdür” diye rivayet etmemişler mi?

Memun; “Evet, rivayet etmişlerdir” dedi. Bunun üzerine İmam (a.s) şöyle buyurdular: Cennet ve cehennemin bölünmesi onun sevgisi ve kini üzereyse o halde cennet ve cehennemi bölen de odur.

Memun şöyle dedi: Allah beni senden sonra hayatta bırakmasın ey Ebu’l Hasan! Şehadet ediyorum ki sen, Resulullah (s.a.a)’in ilminin varisisin.

Ebu Salt-i Herevî der ki: İmam Rıza (a.s) eve döndükten sonra yanına varıp şöyle arz ettim: Ey Resulullah’ın evladı! Ona ne kadar güzel cevap verdin! İmam Rıza (a.s) şöyle buyurdular:

“Ben onunla onun hüccet bildiği bir yolla konuştum.1Oysa babam, babaları vasıtasıyla Emir’ül Müminin Ali (a.s)’ın şöyle buyurduğunu naklediyordu: Resulullah (s.a.a) bana şöyle buyurdular: Ey Ali! Kıyamet günü cennetle cehennemi bölecek olan sensin; ateşe emredeceksin ki; “Bu adam bendendir (ondan geç) ve bu adam senindir (onu tut)!”

23- Ahmed bin Hasan el-Kattan, metindeki senetle Hasan bin Ali bin Faddal’dan, o da babasından şöyle rivayet ediyor: İmam Rıza (a.s)’dan sordum: “Emir’ül Müminin Ali (a.s), milletin hakimi olduktan sonra neden Fedek’i geri almadı?” İmam (a.s) şöyle buyurdu:

“Biz öyle bir Ehl-i Beyt’iz ki, Allah Teala’nın kendisi bizi veli kılmıştır ve bizim hakkımızı da ondan başkası zalimlerden almaz. Bizler de, müminlerin velisiyiz. Onlar için hükmeden ve onların haklarını zalimlerden alanız; ama kendi hakkımızı zalimlerden almayız.”1

Kitabın yazarı Şeyh Sadûk (r.a) şöyle diyor: “İlel’uş Şerayî” adlı kitabımda bu mevzu için bir takım hadis ve rivayetler tahriç ettim. Ama bu kitapta, yalnızca İmam Rıza (a.s)’dan rivayet etmekle yetindim.

24- Hakim Ebu Ali Hüseyin bin Ahmed el-Beyhakî, metindeki senetle İmam Rıza (a.s)’dan, o da babası Mûsa bin Câfer (a.s)’dan şöyle naklediyor: Biri İmam Sâdık (a.s)’dan şöyle sordu: “Kur’an-ı Kerim neden her yayınlandığı ve okunduğu zaman tazelik ve parlaklığı artıyor?”

İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdu: “Çünkü Allah Teala onu belli bir zaman ve özel bir kavim için göndermemiştir. Dolayısıyla o her amanda yepyeni ve kıyamete kadar da her millet için taptazedir.”

25- Yine aynı senetle Muhammed bin Mûsa bin Nasr el-Razi’nin babasından şöyle rivayet ettiği nakledilmiştir: İmam Rıza (a.s)’dan Peygamber (s.a.a)’in “Ashabım yıldızlara benzer; hangisine uyarsanız hidayet olursunuz” ve “Ashabımı bana bırakın” sözleri hakkında soruldu. İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Bu, doğrudur. Fakat bu hadisten maksat, Hz. Peygamber’den sonra değişmeyen ve dinde de bir değişiklik yapmayan kimselerdir.”

Soru soran şahıs; “Onların değişip dinde değişiklik yaptıkları nereden bilinmektedir?” Dediğinde de İmam (a.s) şöyle buyurdular: “Kendilerinin Hz. Peygamber (s.a.a)’den şu şekilde buyurduğunu rivayet etmelerinden bilinmektedir: “Kıyamet günü ashabımdan olan bir takım kişiler, yabancı devenin sudan kovulduğu gibi, havuzumdan (Kevser Havuzu) kovulacaklardır. O esnada ben “Ya rabbi! Ashabım, ashabım” diyeceğim. O zaman bana şöyle denilecektir: Şüphesiz sen bunların senden sonra neler icat ettiklerini bilmiyorsun. Daha sonra onlar yakalanarak sol tarafta yer alanların (ashab-ı şimal) tarafına doğru götürülürler. Bu esnada ben şöyle diyeceğim: “Uzak olsunlar, kahrolsunlar!”

İmam Rıza (a.s) daha sonra şöyle buyurdu: “Resulullah’ın bu sözü (Ashabım yıldızlar gibidir...), dinde değişiklik yapmayanlar içindir.”1

26- Hakim Ebu Ali Hüseyin bin Ali bin Ahmed el-Beyhakî, metindeki senetle Ahmed bin Muhammed bin İshâk el-Talikanî, babasından şöyle naklediyor: Horasan’da bir adam yemin ederek şöyle dedi: “And olsun ki Muaviye, Resulullah’ın ashabından değildir. Eğer doğru söylemiyorsam eşim boşanmış olsun!” O sırada İmam Rıza (a.s) da Horasan’da idi. Fakihler onun böyle bir yemin etmesiyle eşinin boşanmış olduğuna fetva verdiler. Bu meseleyi İmam Rıza (a.s)’dan sorduklarında İmam (a.s) “O kadın (bu sözle) boşanmamıştır” buyurdular. Fakihler bir mektup yazarak İmam’a gönderdiler. O mektupta İmam’a şöyle demişlerdi: “Ey Resulullah (s.a.a)’in oğlu! O kadının (mezkur sözle) boşanmış olmadığını nereden (ve hangi delile dayanarak) söylüyorsunuz?”

İmam (a.s), mektuplarının kenarına şöyle yazdı: “Bu, sizin Ebu Said Hudrî’den naklettiğiniz şu rivayettendir: “Resulullah (s.a.a) Mekke’nin fethedildiği gün Müslüman olan kimselere şöyle buyurdu: “Sizler iyi insanlarsınız; ashabım da iyi insanlardır. Fakat fetihten sonra hicret yoktur.” Resulullah (s.a.a) bu sözüyle hicreti bâtıl etti ve onları kendi ashabından saymadı.”

Ravi der ki: Fakihler İmam’ın cevabını görünce kendi fetvalarından dönüp İmam’ın sözünü kabul ettiler.



27- Hakim Ebu Ali el-Beyhakî, aynı senetle Sehl bin Kâsım’dan şöyle naklediyor: İmam Rıza (a.s), ashabından birinin “Allah Emir’ül Müminin Ali (a.s)’a karşı savaşanlara lânet etsin!” Dediğini duyduğunda şöyle buyurdular:

“De ki: Tövbe edip kendisini ıslah edenler hariç. Ona yardım etmekten kaçınıp da etmeyenin günahı, onunla savaşıp da tövbe edenin günahından daha büyüktür.”



Yüklə 1,73 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   22   23   24   25   26   27   28   29   ...   46




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin