A zeki veliDÎ togan bugünkü TÜRKİLİ (TÜRKİstan) ve yakın


~!M) «Mercanı mecmuası». Kazan 1915, s. 49



Yüklə 6,51 Mb.
səhifə340/617
tarix05.01.2022
ölçüsü6,51 Mb.
#75197
1   ...   336   337   338   339   340   341   342   343   ...   617
~!M) «Mercanı mecmuası». Kazan 1915, s. 49.

1 ürkistan Zeminin maşrik tarafında Issık Kol’de, elyevm Yedisu deni- ien vilâyette olup kabilelere o yerden münkasim olmuştur. Elyevm Rusya mahkûmu 12 miiyon müs'iüman Türk olup cümlesinin adedi Devleti Aliye-i Osmaniye nüfusunun yarısından fazladır » (s. 2). Ona göre (s.

  1. . «İptidaî tahsil meselesi hususunda Kazanlılar Türkistanlılara nis- beten biraz iyi iseler de diğer mütemeddin milletlerden çok geridirler. Ziraat hususunda Çuvaş ve Çeremşiıerdcn bile zayıftırlar. Toprağı ol-* miyarı Tatar, Başkurtiline hicret etmelidir (s. 23). Türkistanlı ve Ferga- neliler ticaret ve . dihkancıîık (ziraat) te, hüner ve sanatta, bahçecilik hususunda pek ileridirler. Tatarlarda ise bahçeciliğe hiç rağbet yoktur (s. 23, 26). Hüner ve sanatta Tatarlar Kazak-Kırgızlardan biraz ileri iseler de Türkistanlılara nisbeten çok geridirler. T atarlar el sanatı mahsullerini hep Ruslardan satın aldıkları halde Türkistanlılar bunları hep kendileri yetiştiriyorlar. Biz asrî İktisadî şeraite, makine hayatına alışmadığımızdan elimizde bulunan sanayi bile bizden Ruslara kaçıyor». «Ticaret işlerimiz iyi idi, fakat Ruslar Türkistanlılarla bilâvasıta ticaret vapmıya başlayınca bu ticaret de elimizden çıkmaya başladı; ithalâtımızla ihracatımız, varidatımızla masarifimiz mütenasip değildir, bizden her sene altı milyon ruble servet Rus eline geçiyor» (s. 36). Orta T ürk- ler meselesini tek bir mesele telâkki eden diğer bir mütefekkir de zikri geçen Kadı Abdürreşid Ibrafümdir. Bu zat Garbî Sibiryada Tara şehrinde eskiden yerleşmiş «Bukharlık»lardan olup 185 7 de doğmuştur. Medrese tahsilini bitirdikten sonra 1880 den başlayıp lstanbulda, Mısırda ve hattâ Amerikadaki arap matbuatında Rusya Türkleri ahvalinden, Rus mezaliminden, misyonerlerden bahsederek makaleler ve ayrı risaleler neşretmiş ve bu eserlerinde kendisinin çok iyi bildiği Kazak - Kırgız ahvalini tebarüz ettirmiştir. 1902-3 yıllarında Petersburgda os- manlıca karışık tatarca olarak «Mir‘at» isminde mecmua, 1905-1907 inkılâpları arasında Petersburgda türkçe olarak «Ülfet» ve arapça olarak «Tilmiz» isminde gazeteler ve kazakça olarak «Serke» isminde bir mecmua neşretti. Fikren panislâmcı olan Reşid Kadı yazılarında Türkistan ve onun mukadderatı meseleleriyle en çok meşgul olan bir mütefekkirdir. Bu yoldaki en mühim teşebbüsü Türklerle meskûn ülkelerin otonomisini elde etmek olmuştur, ki yukarıda (s. 352) bahsedildi. Buna benzeyen diğer bir mütefekkir de tarihçi şeyh Murad Remzî dir. Kendi rivayetine göre 344) garbi Başkurdüstan hanlarından Bekçura KhanTn neslinden gelen .Murad Efendi Bukharada tahsil etmiş ve bugün Cun-

yarıya merkezî olan Çögeçekte 2ÎK}) ikamet etmektedir; vaktiyle Mek- kedeki tekkesinde yıllarca şeyhlik etmiş olan bu zat hacılar, Hicazda ve Rusyada neşrettiği eserleri vasıtasıyla siyasî propagandalarda da bulunmuştur. Bu zat yine ajmı istikamette çalışmaktan geri durmıyan Troys- kili şeyhi Zeynullah İşan’ın hesabına 1908 de Orenburgda Bulgar, Kazan, Başkurt, Kazak ve Mâverâünnehir hanları tarihine dair «Talfiq al- Akhbâr» ismiyle iki ciltlik (ceman 1245 sahife) büyük arapça tarih neşretmiştir. Az sonra Çar hükümetince müsadere edilen bu eserde Mu- rad Efendi bütün Türk tarihini koyu millî gurur ile anlatmış; daima «Ye- cuc u Mecuc» tesmiye ettiği Rusîara karşı derin bir intikam hissi beslediğini alenen söylemiş, millî hayatı ancak millî istiklâl şeklinde telâkki ettiğini (bilhassa, I, 8-9; II, 399-408) anlatmıştır. O tarihi kendi milletine vatan hamiyeti, İnsanî mürüvvet ruhu, Ruslara karşı nefret hissi aşılamak fikriyle yazdığını söylerken Kazanlılardan bazı zümreler arasında Rus hâkimiyetini gûya âlemin hilkatindenberi gelen bir hâkimiyet gibi telâkki olunmasını şiddetle tenkit ediyor (c. I, s. 9). O, Rusya tâbii 1 ürklerin Rus hayat şeraitine alışarak Rusların dağıldığı her yere dağılmalarını, Sibiryada İrkutsk, Çita, Kuznetsk; Uzakdoğuda Mançuryada, Harbinde, Blagoveşçinsk. Khabarovsk, Vlâdivostokta, hattâ Sakhaliıı ve Kamçatkada, şimalî Sibiryada, Permde, Arkhangelskde, İç Rusyada, Moskova ve Petersburgda hattâ Tver gibi halis rus şehirlerinde, ve Fin- lândiyada müslüman türk mahalleleri teşekkül edip camiler bina olunmuş olmasını «tefarıuk ve teşeitiit» sıfatiyle teessüfle anlatır. Onca Ru- sun tazyikına mukabele edilemediği takdirde tevessül edilecek yegâne çare «Şarka hicrettir» (II, 399). «Türk kavimleri tarihte şecaatleri sayesinde nam kazanmışlar, fakat tedbirsizlik ve siyaset bilmemek yü- jnden cihandaki mevkilerini kaybetmişlerdir. 16.ncı asırda dağınıklık, dahilî fesat? Rus esareti yoluna sevketmiştir; Türkleri zillet, meskenet, teşettüt belâlarından ve inkırazdan ancak bir millî bayrak altında birleşmek (ittihad al-qavmiya va içtima* al-cinsiya) kurtarabilir (II, 153- 159). Âlim olduğu kadar şâir de olan Murad Efendi 1917 yılında O- renburgda neşrettiği türkçe «Hürriyet Kasidesi»nde eskiden beslediği millî emellerinin artık tahakkuk edeceğine katî inancını izhar ediyor:

Hak Taalâdan inayet bizlere boldı bugün -f- Dest-i imdadın Piyember biz- lere sundı bugün -|- Üçyüz altmış yıldan artık bizleri kan ağlatan + Zalim-i khun- 345 346

khorlarııı ocaqları . söndi bugün Babamıznın yeri Türkistan elinden bizlere !- Bir qarış yer vermiyordu, ihtiyar oldu bugün -f Demenizler şî’î, sünnî, Şart. Qazaq, Nogay, Mişer + Ehliqible birleşip işler zaman keldi bugün + Biz Gruzin. Ermeni, Latış Khakhollardanda mi + artqa qaldıq? alga atlavnm demi keldi bugün.

Tahsili, terbiyesi ve fikirleri ile Reşid Kadı ve Murad Remzinin eşi olan Sem erkan d li Mahmud Khoca Behbudînin neşriyatından hiçbirisi elimde bulunmadığından bunlardan birer nümune veremedik] .

  1. Rus idaresi şeraiti çerçevesinde Ortatürkîer arasında gelişen fikir cereyanlarından ikinci nevi doğrudan doğruya muasır Avrupa mektep ve muhitlerinden gelmektedir. Bunlardan biz burada Çokan Ve- likhan’ın, İsmail Bey Gaspralı’mn [genç kazak şâiri Magcanın, Özbek şâiri Çolpanın] ortaya attıkları fikirlerini anlatacağız ve kendi yazılarımızdan bazı parçaları da bunlara ilâve edeceğiz.

Çokan Velikhan

Yukarıda s. 208 de zikri geçen Çokan, Türkistan Çingızoğlu Çokan Türklüğünün, bilhassa göçebe Türklerin 19.uncu asır şeraitinde Avrupa medeniyetiyle temasa gelirken gösterebileceği dehanın en büyük tecellisidir. Bunun diğer bir eşi, Buryatlardan çıkan «Şarklı Avrupa müsteşriki» Curci Banzarov idi. Her ikisinin iikri o zamanki rus liberalizminin ve Rusyadaki .rus-alman müsteşrikler muhitinin tesiryle gelişmiştir. Hayatları da netice itibariyle birer millî İçtimaî facia olmuştur. Galiba yekdiğerini göremiyen bu iki zatın her ikisi de Avrupa medeniyetinin ateşîri perestişkârı olup, Rusları o medeniyetin hâmili bilmişler, Moğol ve Türklerin tedenni sebeplerini buddizm ve islâmiyetîe ilgili eski medeniyette bulmuşlardır. Moğol ve Türkleri, buddizm ve İslâmiyet tesirinden eski ruhaniler ve feodalitenin elinden kurtarıp rus medeniyeti kucağına atmak yolunda bütün samimiyetleriyle çalışmışlar, fakat hayatlarının son yıllarında Ruslara inanırken aldanmış olduklarını görmüş; hayal inkisarına ve dolayısiyle hastalığa uğramış, daha genç iken bozkırlara çekilerek, Avrupa medenî muhitini kılık kıyafetini tamamen terkedip, Buryat ve Kazak arasında vefat etmişlerdir. Bunların böyle kendi millî hayatlarına dönüp kapanmalarında hayal inkisarından maada, bozkır türk hayatının cazip noktaları da hâkim olmuş olabilir, ki diğer misalleri de görülmüştür 347).

Rus muhitinde velisen Türkler arasında kendi başına bir âlem olan Rokan ve onun efkârı hakkında biraz daha tafsilât vermek mecburiyetindeyiz. Çokan, mektebini bitirdiği zaman türkçe ve rusçadan başka iarsça, almanca ve fransızca da öğrenmiş ve müsteşriklerin Şarka ait neşnyatiyîe alâkadar olmuş bulunuyordu. 1858-1859 yıllarında daha zl-22 yaşında iken kendi arzusuna binaen Rusya hükümeti tarafından ivasyara gönderildi. Topiıyabildği malııamtı, dönüp geldikten sonra, «Cungarya tasvirleri», «Tan-lu. Altışehir ülkesinin vaziyeti» (coğrafî ve tarihî malûmat) unvanlarıyla 1861 de Rus Coğrafya Cemiyeti «Za- p.;ski»lerinde neşretti. Bu makale, o zam-anki ilim âlemi için bir kesif maniyetınde idi. Bundan maada «Russkaya Enziklopediya»ya büyük ».»abası Abıîay klan hakkında makale yaz».»ıstır. «Kazaklarda Şamanizm», «Kazakların silahları», «Kazak mahkeme (yargu)lerinin ıslahı», «Başkurt kahramanı Şunabatır», «Kırgızların Manas destanı»nın tercemeleri ve metni (Köke-taym Yug merasimi), «Ediige destanı»nın tercemeleri ve ' -tni, «Teııri», «Kazak Şaman ilâhları», «Uluyüz Kazaklarının efsane ve rivayetleri», «Kazak şeceresi», «Kazak yaylaları», Kaşgar seyahatinin marşrutu», seyahat raporunun «Doğu Türkistanm ahalisi, ■daresi, sanayii ve ticarî vaziyeti»ne ait kısmı; sadece «yazı N. I» ve «yazı N. 2» unvanları altında yazmış olduğu yazıları ve «hâtıra»laıı müsvedde halinde kalmış ve 1904 te prof. V esilovski idaresinde Rus Coğrafya Cemiyetinin Etnografya Şubesi «Zapiski»lerinin 29.uncu cildi (46-p5 3 1 -t- 2 sahife) olarak tabedilmiştir. Buna Çokanın, Potanın, Jbrahimov ve Yadrintsev gibi çağdaş dostlarının hâtıraları ve Çobanın mektupları da ilâve edilmiştir. Edüge destanının metni, müsteşrik Melyoranski tarafından ayrıca basılmıştır.

Harbiye mektebini ikmalinden sonra ancak yedi sene süren havalında bu kadar muhtelif mevzularda eserler bırakabilmiştir. İki yıl kadar Petersburgda kalarak orasının en mühim muharrirleri ve mütefekkirleriyle dost olmuş Ve kendisini Rusyanın yüksek münevver tabakasına sevdirmiştir. (Meşhur muharrir Dostoyevski ve Kristovski ile yakından dost olmuştur). Çokan, ömrünün sonuna kadar samimî kalmış ve Rusları sevdiği zamanlarda dostluğunu, ve nefret ettiği zamanda da nefretini açıkça söylemiştir. Raporuna bakılırsa Çokanm Kaşgara seyahati, Kazak elbisesi giyen bir ıus zabitinin seyahati gibi görülmekte ise de, bunda da gizlilik ‘olmamıştır. Çokanm «Çingiz Sultanın oğlu» rusça tahsil eden bir genç Kazak sultanı sıfatiyle Kaşgarda açıkça gezdiğini bilen ve sonraları Yakub Bek zamanında Kaşgar siyasî hayatına iştirak eden bir zat, daha 1913 te hayatta idi. Çokan, islâmiyetin ve taassubun düşmanı olduğu kadar, şarnanzmin, din meselesinde eski Türklerin gösterdiği müsamahakârlığın hayranı, ve türk millî ananelerinin perestiş- kârı idi. Ona göre, Türkler, tabiata taparlar ve bu en mükemmel bir dindir. «Şamanizm materyalizmin nihaî şeklidir. Buna göre insan öldükten sonra ulûhiycte münkalip oluyor, bu nihaî speritüalizmdir ve bu da çok mükemmel bir fikirdir. Çünkü fizikötesi (metafizik)nin dalâletlerinden âriclir. O, insanların cemiyet şartlarında gelişmesine ve cemiyet kanunlarının olgunlaşmasına geniş imkânlar veriyor. Karlayl (Cariyle) in «ibadet en yüksek hayrettir» dediği, şamanizmde açıkça görülür. Tabiat ve insan, hayat ve ölüm hayretin en esaslı ve büyük mevzuları ve her zaman tatbik edilen sır olmuşlardır. Tabiat ve insan; söyleyiniz tabiat ve insana I bundan daha muciz, bundan daha esrarengiz ne vardır? Dünyayı bilmek, öğrenmek, onun harikulâde kuvvetlerini anlamak, insanın diriliğe ve ölüme münasebeti, işte şamanizmi doğuran bunlardır. Bunun esası kâinatta, tabiatta, ölmüş insanların ruhuna tapmaktır.» (s. 10).

Türk destanları Çokan için bir ilham kaynağıdır. O, «Manas» destanını birinci defa öğrenen ve onun destanlık itibariyle bir «kül» olduğunu ilk defa meydana koyan münevver Türktür (s. 71-74). Manasın «Köketay v.e Boqmurun» kıssasına ait kısmını rusçaya terceme ederken, Çokan, kendisi de şâir kesilmiştir. Burada gösterdiği ifadedeki kudretine, Çokanm bu kıtasını onun «külliyatı»ni neşirden daha önce ilim âlemine bildiren prof. Vasilovski dikkat etmiştir. Çokan, Edüge destanını çok beğenmiş ve onu mükerreren kaleme almış (s. 230) tahlil ve terkip etmiş, tarihî isimleri ve o cümleden Kazak münevverlerinin bir çoğunca ne olduğu bugün bile meçhul kalan «Satimir»in «Emir Temüı» (Temürlenk) olduğunu, fransız müsteşriki Derbelo (D Herbelot)nuih «Bibloitheque Orientale»inden ve o vasıta ile İbn-i Arabşah dan nakle c- liğî malûmat ile ilk defa olarak tâyin etmiştir (s. 229). Çokana göve «Kazak Sultanlarının, yani ecdadı olan Çingiz evlâdının devletçilik ananeleri İslâm ananelerinden ve şeriattan çok defa yüksektir. Kazakların örfî kanunları yaşatılmalı, Kazakların yargu («sud»-mahkeme, kanunlar ve bilûmum adliye) işlerini ıslah ederken İngiliz yargusu nümune ittihaz edilmelidir. Kazak yargusunun esası, sâdelik ve biyorokratsızlık-

tır» (s. 169-171). Bu yargu, her halde rus kanunundan ve şeriatten yüksek telâkki olunduğu içi-ıdir, ki Çokan, Kazaklar arasında İslâm ananelerini neşredip millî türk ananelerini bitirmeğe çalışan. Bukhara hocalarının, emirlerinin, Kaşgar hocalarının, Gulca sultanı olan kendi tâbiriyle «Merğilan Şartı Seyyid Ahmed»in, Kazan Tatar mollalarının düşmanıdır. O, Kazakların kendi aralarında yaşayıp «Kazaklık» ve «yarım samanlık» ananeleriyle uzlaşmış olan «Kazak hocaları»nı daha yakın ve zararsız görüyor (s. 199). Çokan, vefatından bir yıl önce yazdığı ma- ruzasmda, tanassur eden Kazakları, diğer Kazaklardan ayrı köylerde yerleştirerek ruslaştırılmalarma mâni olmak fikriyle onların müslüman- larla beraber yani din farkına bakmadan milliyet itibariyle Kazak olarak bir köyde yerleştirilmesini talep ediyordu.

O, Türkistanın göçebe Türklerinin, İslâmiyet gibi kuvvetli medeniyete dayanan bir dine intisap edemedikleri halde bile her hangi bir yabancı desise ve entrikalarına kapılmıyacağma ve kaybolmıyacağma, Kazaklarda yaşıyan kültür hissinin kuvvetine inanıyordu. O, Ortodoksluğun arkasında gizlenen siyasî temsil gayelerine ehemmiyet vermiyordu. Ona göre yarı şamanî olan, hayatını eski «Yasa»larla tanzim eden ve mânevi azığını eski millî destanlardan alan göçebe bozkır Türklerinin İslâmiyet ve şamanizmle karışık dini «Bukharalılarm ve Tatarların dini»nden ayrı bir dindir (s. 199). Çokan, Muhammed Peygamberin neslinden gelen «hoca» (seyyid)leri, kendisinin mensup olduğu Çingiz evlâdı «Sultanlar» a muarız ve rakip bir unsur biliyordu. Pek yakın dostu olan Gutkovski gibi Çokan da natüralist-rasyonalist idi. O, Kazak sultanlarından Barak Batırın 348), Muhammed Peygamberin kim olduğunu bilmediğini hoşlanarak anlatıyordu (s. 199). Ona göre İslâmiyet Iesirinden uzak olan göçebe Türkler tabiî istidat, zekâ ve karakter sahi- M4îrAer (s- 191). Türk destanları yerine İslâm menkibeleri intişar etmesine müsaade edilmemelidir. O, diyor ki: «Ruslar medeniyete Bizans tarikiyle geldikleri gibi, Kazaklar da maalesef müslüman Tatarların yoliyle gitmek mecburiyetindedirler Fakat biz bunu atlatmalıyız. Göçebeler arasında medeniyet neşri hakkında Rusya hükümeti zenciler arasında maarif neşri yolunda Amerika Birleşik Devletlerinin ittihaz ettiği siyaseti takip etmelidir. «Kazanlı mollalar, Bukharalılaı* millî ananeleri bitiriyorlar, Başkurtlar ve Noğay (Mangıt)lar bugüne kadar Kazaklarla barımtaclık (çapulculuk) yaparak cengâverliği muhafaza edip geliyor-

lnrJı. ^mıdı maalesef tatarlaşıyor ve İslâmlaşıyorlar. Bozkırlarda mâruf Başkurt sıbızgıçı (koraycı-neyci) ları eskiden kendisini dinleyen baha* dııhmn taaccüp ve hayr.et nazarlarını uyandırıyor, yahut onların ince hislerini heyecana getirerek şefkat gözyaşlarını akıtıyordu. Şimdi o sı- bızgılar, öyle havaları terennüm edemiyorlar. Şimdi onlarda «Altun Ordu’nun sukutunu yoklama» şarkıları işitilmiyor. Onların hürriyetleri ile beraber heyecanları da artık bitmiştir. Kazaklar da maalesef değişiyor. Karakalpak kabilesi münkariz oluyor. Eski Tatar medeniyeti (ananeleri) artık münkariz olmaktadır, İnnâ li’Llâhi ve innâ ileyh-i râci’un. Maalesef Avrupalılar bugün bile göçebe kavimleri vahşi ordular, kanun ve nizam altına giremiyen barbarlar gibi tasavvur etmektedirler. Halbuki göçebe Kazak, ahlâk itibariyle kendisinin medenî yurttaşlarından daha yüksektir. Zengin edebiyatları vardır. Tatar kavimleri arasında bugün şairlik .tabiatını ve millî edebiyatı en iyi muhafaza edenler de, Kazak-Kırgızlardır. Bedevi Arapların müsteşrik Sinkovskinin eserlerinde tavsif edilen edebî istidatları Kazaklarda görülüyor. Kazak lehçesi, türk lehçelerinin en mükemmelidir (s. 192-193). «Zavallı mutaassıp (fanatik) mollalar Türkiye sultanına, katoliklerin Papaya olan ahmakça nazarlariyle bakıyorlar; halbuki bugünkü Papa Pi, eski Yedinci Ge- org ve Dördüncü lnnosens karşısında ne ise, bugünkü «Halife-i rûy-ı zemin» de, Kanunî Sultan Süleyman ve Sultan Murad karşısında yalnız o mevkii tutabilmektedir» (s. 196). Çokan, türk münevverlerini, rus devlet işleriyle alâkadar etmek istiyor ve diyor ki «Rus tâbii olan tatar aristokrasisi (mirzalar) evvelce Rusyanm devlet işleriyle alâkadar oluyorlardı, şimdi ise tahsil gören tatar münevveri Rustan kaçıyor ve devlet hizmetine intisap etmek yerine, kendi tatar tüccarlarından birine hademe (prikasçik) olup çalışmayı tercih ediyorlar». Çokan türk tarihine ait mütalâalarında, rusça ve türkçe eserlerden maada farsçadaıı «Tezker-i Khocegân» ve «Tezkere-i Satuq Buğra Khan»dan ve Haydar Mirza Doglat’ın telifi olan «Tarikh-i Reşîdî» den; fransızca ve almanca eserlerden de De Duignes, D’Herbelot, Abel Remusat, Klaproth, Ritter, Schott gibilerin eserlerinden istifade etmektedir. O, türk lehçelerinden yakutçayı ve osmanlıcayı da öğrenmişti. Kendisi başıbozuk zabit hayatı geçirmesine, çok içmesine ve kumarbazlığına rağmen, az zamanda bu kadar eser bııakabilmiştir. Yadrinsev’in söylediğine göre Çokan, uzun zaman oturup çalışabilen adam değildi, herşeyi zekâ ile alırdı, böyle iken yine Omskdaki ikametgâhında güzel bir kütüphane vücuda getirmişti. Türk tarihine olan nazarları çok doğru, idi. Kaşgar tarihine ait zikredilen farsça eserleri «Tarikh-i Reşîdî» yi ve «Tezkîre-i Tuğluq Timur Khan»ı ilk defa o getirmiştir ve bir miktar Kaşgar meskûkâtı da

elde etmişti (Bunlar Rus Ulûm Akademisi Bulletinlerinden çıkarılan Meîanges Asiatiques V. de tavsif edilmiştir).

Çokan her iki Türkistanm bir defa Rus idaresi altına alınmasını samimî olarak istiyor ve muasır medeniyete kavuşmanın ancak bu yolla kabil olacağını, kendi Kazakları arasında da söylüyordu. Daha 1865 sonkânun 14 te Batı Sibirya umumî valisi ve dostu Kalpakovski- ye «Türkistan meselelerinde Cinle birleşilmeli, Türkistanda yalancı tüccar olan Bukharalılarm nüfuzuna nihayet vermeli, Çinliler bize (yani Rusvaya) Kaşgarı ve daha üç şehri yermeğe razıdırlar» diye yazmıştı (s. 5 15). O, Türkistanm Rus himayesi altında münevver sultanlar yani Çin giz oğulları tarafından idare edileceğini düşünmüştür. O, Ruslara, «Size yani Rusvaya Fransızlar hücum ederse ben sizinle beraberim, fakat s;z benim milletime taarruz ederseniz kendi milletimle beraber bulunacağım» (s. 31). Yine o, «Rus karisiyle evlenemem, çünkü müs- lüman kalarak Kazak halkına hizmet etmem lâzımdır.» diyordu (s. 33). O amcası Kine Sarı ve Sarcan’ın Rusyaya karşı olan kıyamlarını candan ve alâka ile anlatır, tarihten bir şey söylerken araya kazakça tarihî şiirler, darbı meseller karıştırarak hikâye ederdi. Çanak Aqm gibi meşhur halk şairlerinin şiirlerini ezber bilirdi. Kendisini Kazak Türk aristokrasisinin, Çingiz neslinin hakikî mümessili bilir ve bir gün «sultan» olmak fikrini beslerdi. Kendisinin sultan olmak arzusu olduğu fakat Çar tarafından kabul edilmediği, yani Çarın buna mümanaat ettiği, onun bir mektubunda başkalarının ağzından hikâye edilmektedir (s. 522).

Sibiryanın yüksek memurları ve diğer siyasîler Çokanı çok sevdikleri halde, siyaset hususunda ona Abılay Hanın daha çok istidatlı halefi, Kine Sarının daha çok tehlikeli biraderzadesi nazariyle bakmışlardır. Çokan da, kendisine hiddet ve cinnet hâkim olduğu zaman şüpheyi mucip olacak bu gibi sözleri ağzından kaçırırdı. Kazaklara karşı gösterilen tazyikten çok canı sıkılırdı. Arkadaşı Potanin’in dediğine göre, Çokan, bir gün Şark Kazaklapna sultan olmak fikrini beslemiştir. Siyasî dairelerde tam itimat göremiyeceğini Çokan daha Omsk Harbiye Mektebinde tahsilde iken görmüş ve acınmıştı. Onu, çok istediği halde, Harbiye Mektebinin tâbiye kısmına sokmadılar ve ona «Sen, Rus değilsin» dediler. Şüphe yok, ki Çingizin bu liyakatli oğluna hayatında ancak ecdadının şevketli günlerini söyîiyen millî tarih ve millî destanlar teselli vermiştir. Ruslara karşı kalbinin çok derin yerlerinde yaşıyan kini, ancak kendisinin de.iştirak ettiği Türkistan istilâ seferleri esnasında patlak verdi. O, Sibiryadan hareket eden rus başkumandanının yaveri idi. Taş- kende yürürken Evliyaatada Ruslar bir Kazak kadınını süngüye kaldırmışlardı. Çokan bu sahneyi görünce «Bu memleket, benim babamın memleketidir, artık tahammül edemem.» diye kızmış ve askerî üniformaları atıp çöle çekilmiştir. Ruslar kendisini Divanı Harbe vermek istemişlerse de zamanın nazik olduğunu düşünerek bırakmışlardır. O da kendi «avul»una yani köyüne, sonra Kapal tarafında kardeşlerinden Tizek Sultanın yanına gelerek onun hemşiresiyle evlenmiş ve verem olarak ölmüştür X 1 865).

Çokan, fevkalâde cesur, »ateşin seciyeli, fikirlerindeki vüzuh ve katiyet ve şâir tabiatiyle Çingizlilerden Kırımlı Buğra Gazigeray Hanı ve Temürlülerden Baysur.kur ve Ababekir Mirzayı hatırlatmaktadır. Onun bazı geçici fikrî dalâletleri de, hakikati, milleti için necat yollarını kahramanca ararken attığı cesur adımlardan veyahut Şark Kazaklarının sultanı olmak için Rusların itimadını kazanmak fikriyle yaptığı tabiye- lerd.en ibarettir. 19.uncu asrın Islâm ve Türk âleminde kadar geniş, derin, ve o gün tekmil Asyalılar üzerinde hâkim fikir tereddisi tesirinden tamamiyle âzâde düşünüş tarzı ve sistemli fikir ancak eski Önasya- nın çürük medeniyetinin tesirine az maruz kalan Doğu Kazakistan Türk- leri arasında ve Abılay Han ailesi gibi sağlam bir muhitte yeni medeniyetle yani garp medeniyetiyle samimî temas neticesi olarak doğabil- mistir.

Çokan, zamanının Türkistan medenî seviyesine göre değil, bütün Rusya seviyesine göre yetişmiş bir deha eseri idi. Yazık, ki genç iken gitti. O, zamanın sayısı pek az olan türk münevverlerine az tesir icra edebilmiştir. Onun tesirinde bulunanlardan biri de Kazan Türklerinden yukarıda (s. ^69) zikri geçen Şahimerdan İbrahimov olmuştur. O Ço- kanm efkârını lâyıkiyle anlıyacak kabiliyette değildiyse de, İslâm taassubunun düşmanı ve muasır medeniyetin samimî taraftarı olması dola- yisiyle olmalı, ki Çokanm muhlislerinden kesilmiştir. Çokan «Evliya Ata»da rus muhitinden çekilip gittiği zaman, İbrahimov, mezkûr şehre kaymakam tâyin olunan Haydar Mirza Sırtlanov’u, çapan giyerek camiye gidiyor, yerli ahaliyle^dostane münasebet tesis ediyor diye şikâyet ederek işten el çektirtmişti 349"). İbrahimov her şeyden ziyade gene- t al Kaufmann’m dostluğuna ehemmiyet veriyordu. Mamafih yine Rusların tam itimadını kazanamadı. Ilminski Pobedonossev’e yazdığı mektuplarda bu İbrahimovdan, Ortaasyanm ve belki bütün İslâm âleminin ahvaline bihakkın vâkıf, ve Ruslar için tehlikeli siyasî sima, cesur ve faal bir münevver sıfatiyle bahsetmektedir 350). İbrahimov da Çokana ait hatıratını yazmıştır. Kendisinin ismi Çokanın mektuplarından birisinde geçmektedir (s. 523). îbrahimovdan başka muasırlarından Kazanlı ulemadan tarihçi Mercanı, Kaşgar taraflarının coğrafyasına ait malûmat naklederken «Veükhan oğlu Çokan Suîtan»m risalesinden istifade etmiştir351). Bunu da, Çokan Petersburgda bulunduğu ve Asya Müzesinde çaliştığı zaman orada Üniversitede lektör sıfatiyle ^bulunan ve şüp- hesiz^ Çokanla görüşen talebesi Hüseyin Feyizkhanov vasıtasiyle almış olsa gerektir.

Avrupalılar da Çokanın faziletini takdirde J.iç de gecikmemişlerdir. O zaman için keşif mahiyetinde olan Doğu Türkistan seyahatinin neticeleri, Avrupa coğrafya mütehassısları ve müsteşrikleri tarafından daha . Çokanın hayatında takdirle bahis ve istifade edilmiştir.

Ingilizlerden . I.R.MichelI «kaptan Velikhanovun Ortaasya meselelerine ait makaleler ve mütalâaları» nı, Vininkov ve diğer seyyah ve mütefekkirlerin makaleleriyle beraber İngilizceye tercüme edip, 1865 yılında yani daha Çokan vefat etmeden önce The Russian in Central Asia unvaniyle neşretmiştir. Rusların meşhur müsteşriki L*rigoryev*in Şarkî Türkistanm coğrafya ve tarihine ait Ritter’in «Erdkunde» kitabının rusça tercemesine ilâveten yazdığı mühim eserinin son kısımları Çokanın topladığı malûmattan istifade edilerek yazılmıştır 352).

Çokanın yukarıda (s. 268-269 ) zikri geçen amcazadesi Sultan Gazi Velıkhan Çokana nisbeten daha ağırbaşlı olmuştur. Kendisiyle yakından tanışan Kadı Abdurreşid İbrahimin anlattığına göre Kazak milliyetperverliği ruhunu son gününe kadar yaşatmış bir general idi. Kendisi kazakça şiir söylemekte mâhir «ölençi» idi. Kadı Abdurreşid generalin ölenlerinden bazı parçalarını hatırlıyor. Petersburgda rus kârisiyle evlenmiş ise de oğlu (İskender)i büyük biraderi YakuVun namına kay-- dettirerek müslüman ve Kazak olarak • terbiye edebilmiştir. Sultan Gazi rus zabiti olduğu halde Sibiryaya (ve Kazakistan a) otonomi talep etmek (oblastniçestovo) hareketine iltihak etmiş ve bunu da asker kuvvetiyle vücuda getirmek teeşbbüsünde bulunmuş, fakat «Ulucüz» kazak türelerinden yukarıda ismi geçen Tizek Sultan Ruslara yaltaklanarak haber verince onlar da Sultan Gaziyi îç Rusyaya sürmüşlerdir. Alektrov

bu işde amcası Çingiz Sultanın ve oğlu Çokanın da müdahalesi olduğunu söylemektedir. Sultan Gazi sonra da bu fikrini büsbütün terketme- mişe benziyor. Her halde Petersburgda yaşamak mecburiyetinden sıkılmıştır. 1890 yılında mütenekkiren Petersburgu terkederek Kazakistana gitmiştir. Kantakuzin, tatar mirzalarından Salih Çanişovu Kazakistana göndererek gûya İmparator Aleksandır III. kendisiyle görüşmek istediği bahanesile Petersburga getirmiş ve Çar da gûya hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi kendisini huzuruna kabul etmiştir. 1908 senesinde Petersburg yakınında Lesnoy’daki sayfiyesinde yağma maksadiyle yapılan bir baskın esnasında hırsızlar tarafından öldürülmüştür. Yüksek rus askerî aristokrasisi muhitinde mevkii mühim idi. «Novoye Vremia» gibi gazetelerde şark meselelerine dair bazı makaleler neşretmiş, fakat nef- yihe bais olan siyasî fikirleri ve ideali hfckkmda yazma bir eseri kalmamıştır.

öaspralı İsmail Bey



Çokanm Ortatürklerde bir bakımdan naziri olan Kırımlı İsmail Bey Gasprinski de, rus harbiyesinden yetişmiştir. 19.uncu asrın ortasındaki rus liberalizmi, Şçedrin, Turgenev, Çernişevski gibilerin ortaya attığı fikirler, «garpçılık» ve «slavancıîık» mücadelesi, Harbiye mektebinde Rus olmıyanlara gösterilen emniyetsizliki rus askerî muhitinde hâkim cihangirlik efkârı, İsmail Beye de aynı derecede tesir etmiş ve milliyet fikrini uyandırmıştır. Harbiye mektebinin, Türklerdeki fikir inkişafı için daha müsait bir saha olduğu, Çokan Sultan ve İsmail Beyden başka misallerde de görülmüştür. Çokandan ancak altı yaş küçük olup, daha çok yaşayıp fikirlerini sonradan çok inkişaf ettirmeğe muvaffak olan İsmail Bey, Çokanm öldüğü yılda dah^a Moskova Askerî idadisinde bulunuyordu. Ihtilât ettiği meşhur slavyanofil K a t k o v’un muhitinde kendisini yabancı görerek, 1867 yıl nda mektebi terketmiş ve bir arkadaşıyla beraber Türkiyeye gitmek isterken yakalanmıştır. Kurtulduktan sonra o, Bahçesarayda dört beş yıl rusça muallimliği etti; fakat Rusya haricindeki dünyayı da öğrenerek malûmatını ve görüş ufkunu genişletmek duygusunu kalbinde besledi. Nihayet Avrupaya gidip üç yıl (1872-1874) Pariste kaldı. Orada muhtelif Şark milletlerinin mümessilleriyle temasa girdi. Avrupa muhitini etraflıca öğrendi. 1874 te İstanbul'da bulunup tekrar Kırıma döndü ve Rusya İslâmları durumunu etraflıca öğrenmekle meşgul oldu. 1879 da bir gazete çıkarmak teşebbüsünde bulundu. Müsaade alamadı. Rus gazetelerinde makaleler neşredip durdu. Bunlardan bilhassa 1881 yılında «Tâvrida» gazetesinin 43-47 numaralarında ve aynı yılda biraz tadille risale şeklinde neşrettiği «Rusya Müslümanlığı» (Russkoye Musulmanstovo) adlı makaleleri çok mühimdir.

Muhtelif rusça makalelerinde ve «Rusya Müslümanlığında İsmail Bey de, Çokan gibi, Ruslarla samimî konuşmak ve anlaşmak istiyor, ona göre, «Tatar kavimlerinin mukadderatı beş yüz yıl önce Kulikova muharebesi meydanında (Rus lehine) halledilmiştir.» Risalesinin neşri zamanında artık işgal edilmiş olan Ortaasya hanlıkları hududu ile Rusya- nın «tabiî hududu» daha çizilip bitmiş değildir. O zamanın İsmail Mirzasına göre, «Türkmenistanın müstakil yaşaması, ihtimalki Rus siyaseti • :çin lâzımdır. Fakat o gayritabiîdir. Rusya Türkmenistanı işgal etmelidir. Çünkü Rusya, eski büyük Tatar devletinin vârisidir. O devletin Orta a syadaki hududu bellidir. Rusya Ortaasyadaki Türk Tatar ellerinin hepsine malik olmadan orada hâkimiyeti temelli olamaz. Pek yakında Rusya, geniş İslâm devletlerinden biri olacaktır; bu ise onun büyük hı- ristiyan memleketi olmasına aykırı değildir» (s. 3-4). İsmail Bey, kendi hesabına göre sayısı 10 milyona çıkan Rusya Türk Tatarları namına söz söylüyor. Ona göre «bunların dili, dini ve millî ananeleri birdir, vatanımız (Rusya) da kuvvetli bir unsurdur. Bunlara karşı Rus siyasetinin esas umdesi, «Ben hâkimim, vergi ver, istediğin gibi yaşa» demekten ibaret kalmıştır. Böyle olmamalıdır. Böyle bir hâkimiyet manasızdır. Rus ile Tatar arasında nasıl ve ne gibi bir münasebet teessüs etmelidir? Bunlar tesadüfen görüşmüş yolcular mıdır? Yoksa bizim geniş ve büyük vatanımızın büyük ailesinin bu evlâdı ile hâkim Rus milleti arasında daha yakın kardeşlik münasebetleri kurmak mı ister? Rusyanın Inorodets (Gay- vırus) siyasetinin esas ruhu nedir? Rus hâkimiyetinin kıymetli ciheti, girdiği yerde esaret ruhunu ortadan kaldırmasıdır. Fakat diğer tedbirleri, Müslümanları kendisinden uzaklaştırmaktadır. Cehalet, fikir karan- hğı yerleşiyor, ahali fakirleşiyor. Tehlikeli muhaceretler (yani Türkiyeve muhaceret) başlıyor. JZoğrafî mevkii itibariyle Avrupa ile Asya arasında bulunan Rusya, ilim ile cehil, hareket ile atâlet arasındaki tabiî vasıtadır. Halbuki tatbikatta iş bunun aksine çıkıyor. Rus İslâmları, Rus vatanının entereseleriyle alâkadar olmuyor. Rus kaygu ve sevinci umumî Rusya devlet entereseleri, idealleri ona yabancı kalıyor. O, ortaçağların hayat çerçevesinden başını kaldıramıyor. İstanbul, Kahire, Dimesk, Tunus gibi İslâm merkezleri gözlerini çoktan açmışlarsa da Rusya İslâmları Çar Korkunç İvan, Yermak ve Çobangeray zamanlarının çürümüş, kokmuş havasında yaşıyorlar. Rusya İslâmlarmdan yalnız Litva ve Leh İslâmları diğerlerine nisbeten ileridirler. Bunlar Rusya İslâmla- rınm başında bulunuyorlar. Rusya İslâmları, Rus devrinde maalesef haf.- tâ medeniyet sahasındaki eskiden kazanmış olduklarını bile kaybettiler. Eskiden bunlarda fikir icadı vardı. Onlar Hâfız'm eserlerindeki güzelliği, Sâ’dî’deki insaniyet fikirlerini, İbn-i Sina’nın ulviyetini iyi anlıyorlardı. Medeniyet bugün tozlu kitaplara, mezartaşları arasına sıkışıp kalmaktadır» (s. 8-9).

İsmail Bey kendisinin Avrupa seyahati esnasında gördüğü müstemleke milletleriyle Rusya İslâmlarmı karşılaştırıyor: «Seyahatlerimde gördüm, ki bizim büyük biraderimiz olan Rus milleti kadar hiçbir millet kendi tebaalarına karşı böyle samimî İnsanî muamelede bulunmuyor. O, kendisine tâbi olan kabileleri yabancı bilmiyor. Paris ve Londradaki Cezairli Arap ve Hindlilerin vaziyeti çok müşküldür. îngilizler ve Fran- sızlar kibirli ve mağrurdurlar. Hattâ Avrupa terbiyesinden mahrum olan Osmanlı Türklerinde dahi bu husus açıkça görülmektedir. Ruslar büsbütün başka millettir. Onlar bize biraderleri gibi bakıyorlar. Bu ise Rusların millî haysiyetidir. Rus sâdedir. Kulikova muharebesinin yakında olup geçen 500 yıllık bayramında da bu görülmüştür. Rusların karakteri, onlara müslüman ahaliyi kendileri ile birleştirmek için çok müsaittir. Mamafih onu da unutmak olmaz, ki vaktiyle Rusyada Tatarlar değil de başka bir millet hâkim olsaydı rus milleti mahvolmuş olurdu. Ruslar b^zı diğer Slavlar gibi inkıraz ve temessüle maruz kalmadı Bilakis Tatarlar idaresinde büyük bir devlet kurmak ve yaşatmak fikrini öğrendi. Bu mâna ile biz Tatarlar Rusyaya faydalı olmuşuz. Buna mukabil Rus milleti de bize simdi Avrupa altuniyle tediye etmelidir. Avrupa maarifi öğretmelidir. O, yalnız vergi toplamamalıdır. Aksi takdirde Rus idaresi Çin idaresinden farksız kalır. Müslümanlara hukukta müsavat verilmesi lâzımdır. Yoksa Rus karakterinin iyiliğine rağmen Miis- lümanlar İç Rusya vilâyetlerinde bile Rusîardan çekinirler. Ekser muharrir ve seyyahlar bu çekingenliği yanlış olarak İslâm Tuhu ve dini ile izaha kalkışıyorlar. Müslümanların Ruslarla münasebeti yalnız resmî bir şekilden ileri gidemediğine, Rus vatanının umumî menafiine karşı lâ- kayd ve hissiz kaldığına acıyorum. Bu münasebet cidden samimî olmalıdır. Müslümanların Ruslarla münasebeti, Rus hâkimiyetinin yalnız bir zaruret olmakla kalmayıp faydalı olduğunu şuurlu surette anlamak esasında olmalıdır. Siz Ruslar maarif yoluyla bizi tenvir etmezseniz, hâkimiyetiniz Çin hâkimiyetinden de aşağı kalır» (s. 9-13). İsmail Bey, Rus münevver tabakasına hitap eden bu eserinde bir bakışta Rusların Gay- rirusları temsil etmek, Rusyayı mütecanis millet yapmak siyasetlerine bile gûya hak veriyor gibi oluj'or; fakat o temsilin de «kan temsili» değil, «ahlâk ve medeniyet asimilasyonu» yoluyla meydana getirilmesi icap ettiğini söylüyor. Ona göre, Tatarlar çabuk ruslaşamhzlar. Britan- yada Anglo-saksonların Şimalî Afrikada Araplarla yerli kavîmlerin kar ıışması istisna edilirse, dünyanın hiçbir yerinde bir kavmin diğer birini tamamen temsil ettiği ve yuttuğu vâki olmamıştır. Ruslaştırma taraftarları, Poznanda Lehllerin almanlaşmasını mübalâğalı surette tasvir ediyorlar. Tamamen temsil siyaseti katiyen olmıyacak bir iştir (s. 17-18). Müslümanlar ise bu ruslaştırmaya din esasında kuvvetle karşı koyacaklardır. Bunun misali Litva Islâmlarıdir (s. 25). Rusya İslâmları için de, ne FinlandiyalIların talep ettiği kadar geniş hukuk ve ne de Lehlilere, karşı tatbik edilmekte olan tazyik ister. Onlara yalnız adalet gösetril- rnelidir (s. ^0-2.). Dine ve millî hayata dokunulmadığı zaman Müslümanlar, kimin hâkim olduğu cihetine ehemmiyet vermezler» (s. 22).

«Müslümanları Ruslarla birleştirmekten alıkoyan âmil, Islâmiyetten daha ziyade, cehalettir. Bir taraftan Edil havzasında tanassur eden (Ki- reşin) Tatarlara karşı gösterilen fazla itina, diğer taraftan Başkurt arazisinin yağma edilmesi, bütün müslümanları korkutmuştur (ş. 24). Bununla beraber ben istikbale inanıyorum. Gelecekte Rusya İslâmları diğer İslâm milletlerini geçeceklerdir.» (s. 30). Sonra İsmail Bey doğrudan doğruya Ruslara hitap ederek diyor ki: «Biz istidatlı bir milletiz, bize yalnız medeniyeti kendi dilimizde öğrenmek imkânını verniz. Siz büyük biraderler bize aydınlık veriniz (s. 35). Mektepte rus dili Ukraynalıla- rm bile işine yaramad.ğı halde, Tatarların işine nasıl yarar. Rus dili mektep vasıtasiyle değil, hayat şartlarının değişmesi, demiryollarının ve İktisadî hayatın gelişmesi nisbetinde kendi kendiliğinden intişar eder. Müslümanlar arasında zararlı unsur onların aralarında yetişmeğe baş- byân ve her nevi idealden mahrum kozmopolit züppelerdir. Bunlar ne Islâmlar ve ne de Rusya için faydalı olabileceklerdir (s. 38). Hakikî* Rusya müslümanları arasında hakikî medenî idealist insanlar yetiştirmek için medreseleri, asrî ilimleri Türk dilinde tedris edecek bir şekilde ıslah etmelidir. Birkaç yıldanberi rusça muallimliği ettim, kimseye iyi rusça öğretemedim. Halbuki millî dilde terbiye çok müessirdir. Astar- khan, Kazan, Orenburg, Ufa, Taşkent, Semerkand, Baku, Nukha, Bah- çesaray şehirlerinin her birinde birerden dokuz asrî medrese açılırsa bütün Rusya İslâmları için kâfi gelecektir. Bunların muallimleri rus üniversitelerinin şark fakültelerini ikmal etmiş zevattan ibaret olmalıdır (s. 40). ıngilizler Hindistanda Hintlilerin yerli dillerde asrî ruhta terbiyelerini ilerletiyorlar. Rusyada da öyle olmalıdır. Müslümanlar arasında millî matbuatın ve tabaat işinin inkişafına yardım etmeli. Hüküm ve fermanları rusça değil, türkçe neşretmeli. Ruslarla İslâmlar yekdiğeriyle ancak bu yolda anlaşabilir.» İsmail Bey kitabını münevver müülüman- Iara hitapla tamamlıyor.

İsmail Beyin takma isimle «Tavrida» gazetesinde neşrettiği diğer makaleleri de çok şayanı dikkattir. Daha 1 881 yılından başlayıp İsmail Bey, «Tunguç», «Ay», «Yıldız», «Güneş», «Şafak», «Mir’at-i cedid» gibi muhtelif isimlerle matbu yapraklar neşretti. Nihayet matbaa tesis etti. Ve 1863 yılında türkçe ve rusça «Tercüman» (=Pcrevodçik) gazetesinin neşrine başladı. Çokan için olduğu gibi, o zamanın İsmail Mirzası için de yegâne gaye, herhangi yolla, olursa olsun Rusların temsil siyasetine *1881 sonkânununda litoğrafla neşrettiği «Tunguç» adlı varakasında şu cümleleri okuyoruz: «Edebiyatça işlenmemiş ise de lisanımız terbiyâta ve qavâide gelecek lisandır. Millet eseri olup usta- lıksız bir baqışdan, qaba bir baqışdan gayet nâzik Tatar türkülerinden, Noğay çıngarından, Qırgız v.e Türkmen cırav’larından anlaşılır, ki eğer lisanımız usta bulup qaleme alınıp işletilirse şimdikine güre çoq ruşen ve yengil ve qullanışlı olur». «Muradımız ancaq lisanımızı ileriletmek ve lâzımli zakön (yani kanun) ve haberleri beyan edüp medeniyet hüsnü ahlâkça münasebetsiz şeyleri göstermekdir. Devleti Rusiye’nin ahalisi: ceman 8 milyon kadar müslüman vardır 353). Bunların çoğu Tatar ve cüzî Mongol kabilesindendir. Diyar diyâr lisanlarında fark var ise de bunların has lisanı Tatar Türkidir. Yalıngız bir çaylı Çerkeş kabileleri gayrı lisan qullanırlar».

İsmail Beyin rusça ve türkçe yazıları, Rusya Islâmlarma ve o cümleden Türkistanm bu iki dilde okuyan münevverlerine olan tesiri tarif

çelilmez derecede büyüktür. Bunu kendi tecrübemle de biliyorum. Bizim köyümüz Başkurdüstanm demiryolundan ve şehirden uzak en hücra ve karanlık köşelerinden birinde olduğu halde, babam ve dayım Habîb Neccar ve Şafi Akhund «Tercüman»a, ilk çıktığı günden başlayıp, müşteri olmuşlardır. Kazakıstanda ve Mâverâünnehirde de bu gazeteyi ilk çıkışından başlayıp okuyan zevat vardı. Bunların isimleri Tercümanın arasıra neşrettiği müşteri cetvelinde ilân ediliyordu. 1 9 J 5 yılında Petesr- burg umumî kütüphanesinde Gaspıralının neşriyatını tetkik ettiğim zaman. bunları ayrıca tesbit etmiştim. Bu adamların sayısı az olsa bile, nüfuzları büyüktü. Bilhassa «Rusya Müslümanlığı» kitabının münevverler üzerine olan tesiri büyüktü. Bu kitabın nüshasını ilk defa olarak 1913 yılında Taşkentte Türkistanın istilâ günlerindenberi yaşıyan zabitlerden Ebubekir Ağa Divayev’in kitapları arasında bulup okudum. Bu risaleyi okuduktan sonra Ebubekir Ağa ile konuşurken, İsmail Beyin iki meselede cidden yanılmış olduğunu söylediğimi hatırlıyorum: Ruslar esaret ruhunu bitiremediler, onlar bilâkis yalnız esir ticaretini lâğvettikleri haine yeni bir esaret ruhu getirdiler. Diğer taraftan Rusların bize gûya bir şefkatli büyük birader gibi yanaşarak iç bağrımıza »girmeleri ve bizi yutmak için madalyalarla yaldızlı elbiseler vererek kalplerimizi avlamaları, aldatmaları da bizim istikbalimiz için en tehlikeli noktadır. Müstevlilerin, İngiliz ve Fransızîar gibi mütekebbir ve mağrur olup yerlilere karışmamaları, müstemlekelerin istikbali için daha iyidir. Ebubekir Ağa da, «İşte o zamanın fikri biraz başka idi, diğer taraftan, böyle bir lisan kullanılmazsa bu kitap da sansürden çıkamazdı. O zamanki Rusyanın siyasî tazyik şartlan şimdikinden daha çok ağırdı. En müşkül saatlerimizde bize az çok teselli veren de, ancak bu gibi eserler idi.» diyerek, filarmoniye oturup, hiç tasavvur etmediğim bir tarzda eski başkurt havalarını çaldı. Kendisinin ve hanımının gözlerinden yaşlar akıyordu. O gün, miralay Ebubekir Ağa, muhtelif memuriyetlerde bulunduğu zaman Kazak içinde topladığı destanların metinlerini gösterdi ve «Manas» destanının en mükemmel yazma nüshasını âriyet olarak bana verdi. Birkaç gün devam eden bu samimî konuşmalarımız Ebubekir Ağanın Khıyva caddesindeki evinde oluyordu., Rus muhitinde yetişen ve o muhitte ya- şıyan münevverlerimizin ruhiyatının ne kadar mudil olduğunu, ben, ondan öğrendim. Gaspıralı İsmaiün ve Rusya İslâmları * İçtimaî ve siyasî hayatı hakkında fikirlerini neşreden diğer zevatın (meselâ İskender Mirzanın ve Agaoğlu Ahmedm) eserlerinin Türkistan münevverleri arasında tanınmasına, Ostroumov, Miropeev ve AlektroT gibi misyonerlerin bu eserlere karşı «reddiye» sıfatiyîe kaleme aldıkları eserleri ve makaleleri de sebep olmuştur. İsmail Beyi bu suretle tanıyanların biri de Se- merkand münevverlerinden Abdulhalik oğlu Kokanbay idi. Yalnız türk- çe tahsil görenler arasında İsmail Bey, gazetesi, mektep kitapları, coğrafyası ve «Malûmatı Nafia» ve «Dârürrahat müslümanları» gibi neşri- vatiyle tanınmıştır.

1901 yılında İsmail Bey Türkistanı izyaret etti ve Semerkandde Orenburg tüccarlarından Gani Bay Hüseynof un evinde misafir kaldı. Bu seyahatinde kendisine birçok muhlisler kazandı. Sonra Türkistanfıı fürkçe tahsil gören münevverlerinden bir takımı İsmail Beyi Bahçesa- tayda ziyaret etmiş, bazıları onun «usuli cedid» numune mektebine ve «kurs»larına gelmiştir. İsmaiLJBeyin bilhassa bu pedagoji yoluyla Tür- kistâna olan tesiri, o kadar ehemmiyetlidir, ki ülkedeki teceddüt fikri taraftarları ve münevverlerin teşkil ettiği mühim siyasî grup (bk. yukarıda s. 413-418) İsmail Beyin mektebine nisbetle «Cedid» tesmiye edilmiştir. Bu yüzden bu ülkedeki fikir cereyanları tarihini, İsmail Beye temas etmeden yazmak kabil değildir.

İsmail Beyin, her vakit ciddiyetle ileri sürdüğü halde, amel sahada tatbikini göremeden vefat ettiği fikri; gençlerimizi Şark Fakültelerinde müsteşriklik tahsil ettirmek, mektep ve maarif işlerimizin ıslahı işini bunların eliyle yaptırmak olmuştur. Bu fikir, Rusya şeraitinde tatbik olunmadıysa da, hiç olmazsa Türkiyede bugün tatbik olunmalı idi.

19.uncu asrın «İsmail Mirza Gaspiriniski» si ile İsmail Bey ve 20.nci asrın «İsmail Bey »i tamamiyle bir değil- Türk Millî Kültür dir. Bunlardan ayrı ayrı bahsetmek icap edeT.

Birliği İsmail Bey bir eliyle Türkiyeye merbut idi, bu ja-

bıta gittikçe kuvvetlendi. O, osmanlıcayı, Tatar lehçeleriyle osmanlıcanm arasında mutavassıt mevkide bulunan Kırım lehçesi esasında işleyip sadeleştirerek bütün Türkler için umumî bir lisan şekline sokmak fikrine doğru ilerledi. Avrupa müsteşriklerinin eserlerde de az çok aşina olan iki Türk, Ahmed Vefik Paşa ve Şıpka kahramanı Süleyman Hüsnü Paşa, İsmail Beyin İstanbula gelip Kırıma geçtiğinden iki yıl sonra (1876 da) biri, garp ve şark türkçelerine ait edebiyatı ve lügat kitaplarını tetkik ile bir lügat kitabı (Lehçe-i Osmanî), diğeri de De Guignes, d’Herbelot ve Ebu’l-Gazi’lerden istifade ederek Şark ve Garp Türklerinin müşterek tarihini (Tarihi Âl em »inin 383-543 sahifelerini teşkil eden «Tavâif-i Türk» kısmı) neşrettiler. Süleyman Hüsnü Paşanın İlmî hizmetleri, 1875 te Pariste inikat eden Beynelmilel Coğrafya Kongresinin, muhtelif milletlerde coğrafya ve etnografyaya ait İlmî mesaiyi tetkik eden heyetince takdir edilip, Türk dili sarfına dair yazdığı eseri altın madalye ile mükâfatlandırılarak takdir edilmiştir, fstanbulda bu gibi zevat ta? -Tından idare edilen millî fikir cereyanları

ile tanışmak neticesinde olacak, ki İsmail Bey, Türklerin kültür ve dil birliği meselesine kendi gazetesinde fazla ehemmiyet verdi. Sonradan Türkiye, Azerbaycan ve Kazanda bu fikrin çok kuvvetli taraftarları meydana geldi (Necib Asım, Mehmed Emin, Ağaoğlu Ahmed, Akçuraoğlu Yusuf, Hüseyin zade Ali, Köprülü zade Fuad). . .

Bu har elletin tarihi, Leipzig Üniversitesinde türkçe muallimi Ahmed Muhiddin Bey tarafından 1922 yılında Leipzigde, neşredilen «Muasır Türk âleminde kültür hareketleri»adlı eserde (almanca), ve Ak* Çuraoğlunun neşrettiği «Türk yılı 1928» salnamesinde izah edilmiş olduğundan, burada sözü uzatmıyacağız. Bu hareket, elbette yalnız medenî fikir hareketi idi. Ağaoğlu Ahmed 1911 de «Türk Yurdu» mecmuasının ilk cildinde (s. 195) bunu açıkça izah etmiştir: «Biz İslâmiyet yahut Türk tâbirlerini kullanmakla, şu kelimelerin ifade edebileceği siyasî mânayı katiyen nazarı itibara. almıyoruz. Zira, bütün Müslümanların ve yahut bütün Türklerin ittihat ve ittifak ederek siyasî bir kütle teşkil/edecekleri hülyasına düşenlerden değiliz. Türklük derken, Türk renk ve ruhunda bir medeniyeti nazarı itibara alıyoruz.» Keza mezkûr . mecmuada Köprülü zade Fuad Beyin makaleleri de o ruhtadır. Türkçülük hareketinin elbette büyük bir ehemmiyeti oldu. Bir zamanlar menfur görülen «Türk» ismi, Türk milliyeti mefhumu kudsiyet kesbetti. Tür- kiy.ede olduğu gibi Türkistanda da türk tarihi, türk halk edebiyatı ve umumî türk âdât ve ananeleri sahasında araştırmalara saik oldu. Avrupa âlimlerinin türkiyata ait neşriyatına karşı alâka uyandırdığı gibi, Avrupa türkiyatçı âlimlerinin de Türk dünyasına olan alâkasını hayatileştirdi. Doğu Türkistanda alıpan, fransız, İngiliz ve rus hafriyatı esnasında bulunan Türk medeniyeti âsârmın Selçukluların, Karahanlıîanıı, Moğolların bıraktığı eserlerle mukayesesi, diniyat, etnografya . sahasındaki mukayeseli tetkıkat, daha başlangıçta olmakla- beraber Türk medeniyetinin tarihî birliği meselesini gittikçe aydınlaştırdı. Köprülü zade Fuadm «Türkistanın Ahmed Yeşevîsi» ile «Anadolunun Yunus Em- resi», Türkistanın yarı şamanî şeyhleriyle Anadolunun Barak şeyhleri ve «âşık»larıriın, hep bir mektebin ve bir medeniyetin mümessilleri olduğunu canlı olarak ispat eden eserleri meydana çıktı. Osmaiılı hanedanının müverrih ve şâirleri tarafından beslenen Moğol ve Tatar düşmanlığı, eskj kuvvetini kaybetmeğe başladı, önce Garp Türklerinin millî kahramanı sayılan Yıldırım Bayazıdı, umum Türk, millî kahramanı olan Temüre karşı kafa tutan bir bey gibi göstererek romanlar yazan muharrirler zuhur etti (Turhan Tan) . Çingizin ve Temürün, umumî Türk ıriilîî şuurunu ve birliğini gerçekleştiren baş kahramanlar olduğu, Azerbaycan millî edebiyatında bilhassa tebarüz ettirilmektedir. Müslüman turk

kültür hayatının altın devrini yaşatan Nevayı, Hüseyin Baykara ve Fuzulî, Türkistan, Azerbaycan've Anadolu mektep kitaplarına girdi^ Türk i millî birliği fikrimi ileri süren «Türk Yurdu» mecmuasının Türkistanlrj karilerinden biri olan Nuşirvan Yavuş, (kendisinin bana bizzat anlat- I lığına göre), mezkûr mecmuada Şarkî Türkistan medeniyetine dair j yazılan makalelerin tesiriyle ( 1 9 1 4-19 1 5) kendi hesabına Türkistana I seyahat edip, Avrupa müsteşriklerinin izini takip etti. Mezkûr mecmua-j ivin eşi olarak Ferganede de «Yurt» mecmuası tesis edildi. Birçok Tür- j kistan gençleri tahsil için îstanbula gittiler.

Medenî türkçülük harekâtına ait olan fikirlerimi 18/12/1925 te Ankara Türkocağında «Köroğlu destanı» mevzuu üzerine verdiğim konferansta şu şekilde hulâsa etmiştim: «Türk diniyatı sahasında Ahmed Yesevî mektebi, halk edebiyatı sahasında Oğuzhan, Korkiıt ve Köroğlu destanları, kadîm Doğu Türkistan, Karakhanî, Selçuk ve Moğol devri sanat ve maddî medeniyet eserleri Türk medeniyetinin müstakbeldeki tetkikat neticesinde bir kül olarak meydana çıkmasına, ehemmiyetinin cihan mikyasında anlaşılmasına rehine olan âbidelerdir. Son zamana kadar Osmanlı sanat tarihçilerinde bir müstakil sanat eseri zannolunan Bursa Yeşilcamiinin Ilhanlılar medeniyetini yaşatan Tebrizli ustaların ve Temür, devri Semerkandmda kemalet kesbeden bir Bursalı nakkaşın eseri olduğu; bunların Tebriz, ve Sultaniyedeki Ilhanlı eserlerinin, Meş- heddeki, Gevherşad, Herattaki Gevherşad, Baykara ve Nevayî cami ve medreselerinin Semerkand, Yese, Ürgenç eserlerinin hepsinin aynı millî türk kültürünün başlıca âbideleri olduğu, millî, İlmî tetkikle de tesbit olunacak mevzulardır. Türklerin bu müşterek medeniyeti, millî şuur sahibi türk bilginlerinin avrupaîı müsteşriklerle Ve sanat tarihi âlimleriyle yanyana çalıştığı gün payidar olacaktır. Bütün Türklere müşterek Türk medeniyeti elbette yalnız zamanımızda yüz gösteren, millî .şuurun doğurduğu bir fikir değildir; o beynelmilel jlim âlemi için, sahası ve hududu gittikçe canlanan bir tetebbü mevzuudur.»

İsmail Beyin Kırım lehçesi esasında umumî bir türk edebî dili vücuda getirmek tecrübesi ise elbette sırf utopie* den ibarettir. Zamanımız- da Türkiyede Türk dili, sesli harfleri tam olarak kullanmak esasında tesbit edilirken, umum Türklerde müşterek hususiyetlerin eski edebî dilde ve Anadolu şivelerinde mevcut olanları bile terkedilerek, yalnız İstanbul şivesi ve onun da Avrupa zevkine yakın olan telâffuz şekilleri esas ittihaz edilmesi354), umumî harb bidayetinden bugüne kadar batı ve

cloğu Türkleıj arasında mübadelenin ve medenî münasebetlerin kamilen inkıtaa uğramış bulunması ye Türk dilinin Rusyada son yirmi yıl zarfında geçirmiş ve geçirmekte olduğu buhran devri, Gaspıralınm fikirlerini hayat sahasından uzaklaştırrnıştır; Mamafih edebî dilin farklı olması. Türk kültür birliğini ihya harekâtına mâni olmaz; nasıl, ki bu kültürün kuvvetle yaşadığı zaman bile «Oğuz» (sonradan «Rum») ve «Türk» (sonradan «Çağatay») şiveleri yazıda . kullanılıyordu. Türk kabileleri bu iki edebî dil ananeleri etrafında toplansalar, onun inkişafı neticesinde bir edebî dil vücuda gelebilir; belki iki grup arasında mutavassıt bir yer işgal eden Türkmenlerin müstakbel inkişafları bu hususta müessir olur.


Yüklə 6,51 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   336   337   338   339   340   341   342   343   ...   617




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin