Ağır Kayıplar verdiler



Yüklə 1,75 Mb.
səhifə21/40
tarix30.12.2018
ölçüsü1,75 Mb.
#88434
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   ...   40

Çiçek Türkler tarafından çok sevilmiş ve havuz çevresinde, oturma yerlerinde kullanılmıştır. Ancak çiçeklerden çeşitli renkleri bir araya getirerek süslü tarh­lar yapmak amaçlanmaz. Bir tarhta ve­ya terasta, hatta bahçenin bütününde aynı çiçeğin kullanılması ender değildir; gülistan, lâlezar gibi. Bütün çiçeklerin çok defa "gül" diye anılmasından da bel­li olduğu üzere çiçekler arasında pek ayı­rım yapıimaz. Fakat bazıları, özellikle Hz. Peygamber"! sembolize eden gül diğer­lerinden üstün tutulur ve bahçenin en de­ğerli çiçeklerinden kabul edilir. Bahçede meyve ağaçları başta olmak üzere çeşit­li ağaçlara yer verilir; bazan sıralar ha­linde, bazan satrançvarî, bazan da sıra­sız dizilebilirler. Ancak sırasız da olsa her ağaç ya bir manzarayı dallarıyla çer­çevelemek ya da oturma yerine gölge

sağlamak gibi beiirli bir sebeple oraya dikilir. Altında oturma yeri düşünülme­yenlerin gövdesi yerden yükseltilmiş bir yuva içine alınarak çevresine taşlardan bir set yapılır. Seviye farkı olduğunda teraslama yoluna gidilir; ancak dayan­ma duvarları alçak örülüp seviye farkı az tutularak bahçe içinde yorulmadan rahatça dolaşabilme imkânı temin edi­lir. Eğimli arazi genellikle bahçeye biti­şik fundalık, bağlık veya meyvelik ola­rak değerlendirilir. Esasen hemen her bahçenin sebze ve meyve yetiştirmek için bir ek kısmı mevcuttur ve bazı bah­çeler buralarda yetiştirilen sebze ve mey-veleriyle tanınmıştır. Türk bahçesi bu vasıflarını Batı tesirlerinin girdiği XVIII-XIX. yüzyıllara kadar korumuştur.

Özellikle Dolmabahçe ve Beylerbeyi sa-rayiarının bahçelerinde uygulanan for-mel Batı bahçesinin Türk bahçesine olan etkisi şu sonuçlan getirmiştir: Bahçe, içinde yaşanmaktan çok pencerelerden seyredilir hale gelmiştir. Buna bağlı ola­rak bina bahçe düzeni üzerinde etkili ol­muş, eksene göre düzenleme önem ka­zanmıştır. Yalın bahçe tarhları yerleri­ni, girift desen ve renk kombinasyonla­rı gözeten parterlere bırakmıştır. Ağaç-

lar tarhlardan çıkarılmış ve özellikle bo­dur ağaçlar çeşitli şekillerde kırpılarak mimariye uydurulmuştur. Su elemanı şe­kil değiştirerek geniş ve durgun yüzey­lere, büyük havuzlara dönüşmüştür. İçin­de gezinmekten çok seyir amacını taşı­yan teraslar arasında seviye farkı faz­lalaşmıştır. Düzenlemede vazo, heykel, süslü dökme demir kapı, parmaklık, lam­ba direği gibi çok sayıda Batı kökenli bahçe mobilyasına yer verilmiştir.

Öte yandan Batı'nın İngiliz pitoresk-romantik park bahçesi stili de Türk bah­çesinde yer yer tesirli olmuştur. Bina­dan biraz ötede tabiiyi andıran informel düzenleme ile eğimli arazinin teraslan-mayıp küçük tepeler '.halinde tasarımı, kıvrımlı patikalar, suyun küçük dere ve göller şeklinde kullanılması, sunî mağa­ralar, dallardan yapılmış görüntüsü ve­ren dökme demirden korkuluklar vb. yenilikler bu stilin Türk bahçesindeki te­sirlerini yansıtırlar. Yıldız Sarayı park ve bahçeleri ile Emirgân Korusu bu tür dü­zenlemelerin günümüze intikal etmiş örnekleri olarak gösterilebilir.

Genel olarak Türk bahçesi, yapısında insan eli değmişlik ile tabiiliği birleştirdi­ğinden ne tam formel ne de tam infor­mel bir kalıba girmiştir denilebilir. Özel­likle mutlak surette bina-bahçe ilişkisi kurulmaması, ağaçların ya tarhların içi­ne sokulması ya da ana eksen üzerine karşılıklı fakat simetri gözetmeden dikil­mesi gibi sebeplerle katı kalıplar uygu­lanmamıştır. Aynalıkavak Kasrı'nın bah­çesi, formel stilin böyle yumuşatılarak Türk bahçesine uydurulduğu ve kısmen günümüze ulaşan iyi bir örneğidir.

İslâm Dünyasında Bahçe. Emevîler Dö­nemi. Kasrü'l-Hayri'ş-Sarkî (728-729), Hir-betü'l-Mefcer (739-744), Müşettâ (744-750) gibi birkaç saray kalıntısı ile bazı cami avluları bu dönemin bahçe ve di­ğer açık mekânları hakkında az da olsa bir fikir verebilmektedir. Özellikle saray planları ile gerek cami gerekse sarayla­rın duvar ve mozaik yer süslemelerin-deki bahçe ve cennet tasvirlerinden çı­karılan bilgilerin ışığında şu özelliklerin­den söz edilebilir: Saraylar genellikle şe­hir dışında olmaları sebebiyle ve Roma-Bizans dönemi şehir dışı villa ve saray­larının etkisiyle yüksek duvarlarla ko­runmuşlar, bina kitleleri avlu ve bahçe­lerle çevrelenmişlerdir. Ayrıca hemen her binanın ortasında avluların ve bun­lara açılan eyvanların varlığı görülmek­tedir. Bazan revakla çevrilen avlunun merkezinde çeşmeli bir pavyon yer alır.

479

Bahçeyi veya büyük bir ihtimalle cennet bahçesini tasvir eden süslemeler, bilhas­sa yer mozaikleri Roma-Bizans tesirini yansıtan ve İslâm'da çok seyrek rastla­nan temsilî resimler halindedir. Ancak geç Emevî dönemindeki bahçe tasvirle­rinin cennetin Kur'an'da tanımlanan şek­line uygun düşecek tarzda yapıldığı mü­şahede edilir.



Abbasîler Dönemi. Mansür'un kurduğu dairevî planlı Bağdat şehrinin (762-766) merkezinde geniş bir meydanın bulun­duğu ve Bağdat'ın kuzeyinde Fırat neh­rinin doğu kıyısında kurulan Sâmerrâ'-da da (892) birçok bahçe ile şehrin gü­ney ucunda, ortasında kare biçimi bir süs havuzunun yer aldığı büyük bir mey­danın mevcut olduğu bilinmektedir. Bi­na kitlelerinin iç avlularından başlaya­rak dört büyük avluya, onlara açılan ey­vanlara ve nihayet merkezdeki ana av­luya kadar dış mekânlarda sıralamanın görüldüğü geometrik düzenli Kasrülcis (836-837), serbest denilebilecek bir ter­tipte yaygın olarak inşa edilmiş el-Cev-saku'l-Hâkânî (836-837) ve bu iki farklı yaklaşım arasında yer alan Belkuvârâ Sarayı (849-859), Sâsânî tesiri taşıyan bir hayat tarzını bahçelerinde ve diğer dış mekânlarında yansıtmaktadırlar. Özel­likle Belkuvârâ Sarayı" nın Fırat nehri kı­yısına kadar uzanan yaklaşık 850 m. bo­yundaki ana eksen etrafında birbirine pavyon-kapılarla bağlanmış geniş avlu­larında ve dörtlü bahçelerinde (çâr-bağ) bu tesir açıkça görülmektedir. Abbasî saray süslemeleri Emevîler'deki gibi re­sim şeklinde olmayıp Orta Asya Türk sa­natından kaynaklandığı sanılan tama­men soyut biçimlerden meydana gel­mektedir. Cennet tasviri de resimle de­ğil sembolik bir ifade arayışıyla yapılmış­tır. Buna göre Belkuvârâ Sarayı'ndaki dörtlü bahçelerin ve nehre bakan sedef

ve altın yaldızla bezeli eyvanın cenneti sembolize ettiği söylenebilir.

Kuzey Afrika'deki İslâm Bahçeleri. IX.

yüzyıldan itibaren Kuzey Afrika'nın batı kesiminde, Fas. Cezayir ve Tunus'ta İs­lâm geleneğine uygun bahçe ve avlula­rın düzenlendiği görülmektedir. X-Xll. yüzyıllarda Mısır'da Fâtımîler'e ait çok lüks bir hayat tarzını yansıtan bahçeler yapıldığı, meselâ Azîz-Billâh tarafından yaptırılan el-Kâfûri Bahçesi (975-976) ile Nil nehri üzerindeki Lü'lüe Bahçesi'nde geniş gül seralarıyla, üzerinde gümüş renkli sandalların dolaştığı göllerle ve altın yaldızlı ağaçlaria süslü oldukları bi­linmektedir.

X. yüzyıl başlarında müslümanlar Mag-rib'den Sicilya adasına geçtiklerinde kar­şılaştıkları bol suyu kurak ülkelerinde geliştirdikleri dâhiyane sulama teknik­leriyle birleştirerek güzel bahçeler mey­dana getirdiler. Narenciye ve palmiye ağaçları bu dönemde müslüman emîr-ler tarafından Sicilya'ya getirilmiş ve bu­radan Avrupa'ya yayılmıştır. XI. yüzyılda Norman istilâsı iie emîrlerin bahçeleri yok edilmişse de Norman krallarının Pa­lermo ve diğer Sicilya şehirlerinde dü­zenlettikleri bahçelerde İslâm bahçesi geleneği sürdürülmüştür.

İspanya'daki İslâm Bahçeleri. İspanya'da müslümanlar Doğu'dan taşıdıkları İslâm bahçe anlayışıyla bazıları günümüze ula­şan çok sayıda ve bahçe sanatının şa­heserleri sayılabilecek seviyede bahçe­ler düzenlemişlerdir. İlk Endülüs Emevî Halifesi Abdurrahman'ın (73 3-788) sara­yının bahçesine dikilmek üzere Hindis­tan. Türkistan ve Suriye'den nar ve ya­semin, İran'dan da sarı gül getirttiği bi­linmektedir. X. yüzyılda Kurtuba (Cordo-ba) ve ondan sonra başşehir olan İşbîli-ye (Sevilla) civarı eşsiz güzellikte avlu ve

bahçelerle donatılmıştı. XIII. yüzyılda İş-bîliye'nin hıristiyanların eline geçmesin­den ve XV. yüzyılın sonunda bütün müs-lümanların İspanya'dan çıkarılmaların­dan sonra da meydana getirdikleri bah­çelerin büyük kısmı fazla bozulmadan muhafaza edilmiş ve dolayısıyla İspan­ya'da İslâm bahçe sanatı yaşamaya ve etkili olmaya devam etmiştir.

İspanya'daki İslâm bahçeleri de Türk bahçesi gibi içinde yaşanır bir mekân olmasına önem verilerek düzenlenmiş­tir. Bahçe eğer genişse pencereli duvar­lar'veya kemer biçiminde kırpılmış ma­zılarla geometrik düzenli avlulara, bah­çeciklere böiünmüş ve bu özellik dolayı­sıyla iç-dış mekân ilişkisi Önem kazan­mıştır. İspanyolca'da kolonad, portiko gibi isimler verilen örtülü mekânlar na­rin sütunların taşıdığı kemerlerle avlu­ya veya bahçeye açılırlar. Örtülü mekân­daki küçük bir çanaktan süzülen sular ince bir kanal içinde dış mekândaki ha­vuza iki basamaklik bir seviyeden aka­rak karışır. Yer döşeme malzemesinin titizlikle seçildiği avlu, taşlık veya bah­çeden bakıldığında, kemerierdeki zen­gin süslemelerle yazıların ışık ve gölge tesirleriyle de birleşerek arka planda in­san yapısı bir perde teşkil ettiği görü­lür. İç-dış mekân ilişkisinin bir başka ör­neğine yol kavşaklarında bulunan pav­yon görünümündeki ağaç gruplarında rastlanır. Selvi, limon, portakal, manol­ya ve nar sık kullanılan ağaçlardır.

Günümüze gelen İspanya'daki İslâm avlu ve bahçeleri arasında şunlar sayıla­bilir: Patio de Los Naranjos, Kurtuba; Patio de Los Naranjos, İşbîiiye (bunların ikisi de X. yüzyıla ait cami avlusu ve ön taşlığı mahiyetinde mekânlardır. İki avlu­da da satrançvarî dizili ağaçların yuvaları­nı birleştiren ince su kanalları, iyi tasar­lanmış bir sulama sistemi meydana getir­mektedir); Alkazar (Alcazar). İşbîiiye (XIV. yüzyıl); Elhamra Sarayı'nın avlu ve bahçe­leriyle yazlık saray Generaliff'e ait bah­çeler, Gırnata (bunların yapımı XIII. yüz­yılda Muhammed b. Ahmer tarafından başlatılmıştır. Alkazaba Kalesi'nce koru­nan, duvarlarla çevrili Elhamra Sarayı'na ait Aslanlı Avlu IPatio de los Leones] ve Mersin Otlu Avlu IPatio de los Arrayanes] en ünlü olanlarıdır).

İran Bahçeleri. İran'ın eski bir bahçe geleneği vardır ve 2500 yıl önce Kyros'un sarayının bahçeleriyle bizzat meşgul ol­duğu rivayet edilir. Krallık avianma park­ları da bilinen ilk tabii düzende tertip­lenmiş örneklerdendir. İran bahçeleri İs-

lâm bahçelerinin geometrik düzenine sa­hiptir. En basit bahçe türü iki yanı ağaç­lı, orta hizada havuzlu bir anayol ile bu­na paralel tâli yollardan ve çiçeklerle dolu aralardan meydana gelir. Sâsânî döneminden itibaren birbiriyle ortada dik kesişen iki eksenin meydana getir­diği "çâr-bağ" denilen düzen uygulan­mıştır. Elde edilen bu dört dikdörtgen ayrıca alt dikdörtgenlere de bölünebilir. Ana eksenler su kanalı ve ağaçlı yol, tâ­li eksenler ise patikalardan oluşur. Ana eksenlerin kesişme yerinde havuz veya pavyon yahut her ikisi birden yer alır. Pavyonlar için muhtemel diğer yerler karşılıklı iki ana dikdörtgenin ortası ve­ya dört dikdörtgenin ortaları olabilir. Bul­var veya patikalar üzerine sıralanan çı­nar, selvi, çam, söğüt nar, badem, ki­raz, narenciye ağaçları ile çiçeklerden gül en sevilen bitki türleridir. Yüksek duvarlarla çevrili olan bahçenin içinde "kuşluk" yer alabilir; tavus ve geyiklerin gezindiklerine de rastlanır. İran minya­tür ve halı sanatlarında bahçe tasvirleri çok kullanılmıştır.

Bugüne gelen iyi durumdaki çok sayı­da İran bahçesinden en önemli olanlar şunlardır: Çihil Sütun, İsfahan (XVI. yüz­yıl sonul; Mâder-i Şah Medresesi avlu­su, İsfahan (XVIII. yüzyıl başı]; Bâğ-ı DİI-kûşe, Şîraz (XVIII. yüzyıl); Şah Gülî (İs-tahr-i Şâh), Tebriz (XVIII. yüzyıl); Bâğ-ı Fîn, Kâşân (XVI. yüzyılda Şah Abbas tarafın­dan yaptırılıp XIX. yüzyılda yenilenmiştir); Bâğ-ı İrem, Sîraz (XIX. yüzyıl); Nârencis-tân-ı Kavâm, Şîraz (XIX. yüzyıl); Bâğ-ı Gülistan, Şîraz (XIX. yüzyıl ortası).

Bâbürlü Bahçeleri. Hint yarımadasında 2000 yıl öncesinden beri bahçe ve park geleneği yerleşmiş durumdadır. Budist manastır ve tapınaklarına ait serbest düzenli bahçelerle Hint bahçe sanatı ge­leneği sürdürülmüştür. XIV. yüzyılda Del-

hi Sultanı Fîrüz Şah Tuğluk (1351-1388), geniş ölçüdeki imar hareketleri arasında özellikle değer verdiği bahçe tertibine geometrik düzeni getirmiştir. XV. yüz­yılda Gucerât'ta bir "bahçe-şehir" kurul­duğu da bilinmektedir. Ancak Hint-İs­lâm bahçesi, restore edilerek günümüze kadar gelen çok sayıda ve üstün değer­deki örnekleri Bâbürlüler çağında ver­miştir. XVI. yüzyılın başında Bâbür Şah Hindistan'a girip Delhi'de yönetimini kur­duktan sonra atası Timurlenk'in Semer-kant'taki bahçelerinin benzerlerini Agra ve Keşmir'de, kendi ifadesine göre "Hin­distan'ın sıcağına, fırtınalı rüzgârına ve tozuna karşı koymak üzere susuz bir çevrede sulama sistemi geliştirerek" bü­yük bir hevesle yaptırmış, hatta bazıla­rını bizzat tertiplemiştir. Cihangir zama­nında daha da olgunlaşan Bâbürlü bah­çesi Şah Cihan döneminde doruk nok­tasına ulaşmıştır.

Zamanla, Semerkant'ın bol yeşilli bağ-bahçe tipinin dağlardan gelen sularla beslenen Keşmir yöresi dışında, Hindis­tan'ın kavurucu sıcağına uymadığı gö­rülerek yüksek duvarlarla çevrili, geo­metrik düzeni daha bariz ve daha ya­lın bir bahçe tipi benimsenmiştir. Ana ve tâli eksenlerini su kanalları ile on­lara paralel ağaçlı yolların teşkil etti­ği bu mimari bahçelerde İran bahçesin-dekinden çok daha geniş ölçülerde çâr-bağ sistemi uygulanmış, bazan da te­raslamalar yapılmıştır. Bâbürlü saray bahçesi çok kere üç kademelidir. İlk ka­demede hükümdar halkı huzuruna ka­bul eder; ikincisi özel bahçesi, üçüncü­sü ise saray kadınlarının bahçesidir. Se­kiz cenneti temsilen sekiz kademeli bah­çelere de rastlanabilir. Kanalın ulaştığı iki seviye arasındaki meyilli ve işleme­li taş yüzeyden suyun akıtılması bah­çeye bir ölçüde canlılık verirse de düz ve geniş teraslar bütüne hareketlilik vermekten uzaktır. Orta Asya çadırın­dan mülhem pavyonlar bahçe teraslıy-sa üst kademede, düz ise yükseltilmiş bir platform üzerinde ve en çok da çâr-bağın kesişme yerinde konumlandırı­lır. Sahibi öldüğünde pavyonun türbe­ye çevrilip bahçenin halka açılması gi­bi Budist tesiri gösterdiği söylenebile­cek uygulamalara da rastlanmaktadır. Göz alıcı yerli süsleme üslûbu, küçük bi­na ve havuz gibi mimarlık eserlerinde­ki ahşap ve taş işçiliğinin girift desenle­rinde kendini göstererek İslâm - Moğol bahçesine Hint sanatından bir unsur ge­tirmiştir.

Çoğu restore edilmiş ve bugün ga­yet iyi durumda bulunan başlıca Bâbür­lü bahçeleri arasında şunlar sayılabilir: Aram Bağ (Agra, XVI. yüzyıl başı, Bâbür Şah [1494-1530] zamanı); Hümâyun'un türbesi (Delhi, XVI. yüzyılın İlk yarısı); Nesîm Bağ (Keşmir, XVI. yüzyılın ikinci yarısı Ekber |1556-1605| zamanı); Lahor Kalesi'nin avlu ve bahçeleri (inşaatı XVI. yüzyıl ortasında Ekber tarafından başlatı­lıp Cihangir, Şah Cihan ve Evrengzîb tara­fından devam ettirilmiştir]; Agra Kale­si'nin avlu ve bahçeleri (Ekber zamanı); Ekber'in Türbesi (Agra, Ekber zamanında başlanıp Cihangir tarafından bitirilmiştir); Akbal (Keşmir, XVII. yüzyıl başlarında Ci­hangir'in karısı Nurcihan tarafından yaptı­rılmıştır); Nişat Bağ (Keşmir, Nurcihan'ın kardeşi Âsaf Han tarafından yaptırılmış­tır); Cihangir'in Türbesi (Lahor); Kızılka-le'nin avlu ve bahçeleri (Delhi, XVII. yüz­yılın birinci yarısı, Şah Cihan zamanı); Tac Mahal (Agra, Şah Cihan tarafından karısı Mümtaz Mahal için yaptırılmıştır); Çeşme Şâhî (Keşmir, Şah Cihan için yapılmıştır); Şalamar Bağ (Lahor, Şah Cihan için ya­pılmıştır).

BİBLİYOGRAFYA:

A. S. Villiers - C. Black, Gardens ofthe Great Mughuls, London 1913; D. Carroll, The Taj Mahal, New York 1953; D. N. Wilber, Persian Gardens and Garden Paüiiions, Rutland 1962; J. S. Berrall, The Garden, London 1966; B. Gas-coigne, The Greai Moghuls, New York 1971; Gönül Evyapan. Eski Türk Bahçeleri ve Özel­likle Eski İstanbul Bahçeleri, Ankara 1972; a.mlf., "Anatolian Turkish Gardens", METÜ Journal of the Faculty of Archİtecture, 1/1, London 1975, s. 5-21; M. T. de Ozores y Sa-avedra. Jardines de Espana, Madrid 1973; F. Prieto - Moreno, Los Jardines de Granada, Mad­rid 1973; Sedat Hakkı Eldem. Türk Bahçeleri, istanbul 1976; Hasan Asmaz, "Türkiye Park ve Bahçe Sanatının İnkişafı", Türkiye Ziraat Mecmuası, İstanbul 1954, s. 13-17; M. Şakır Ülkütaşır, "Eski Türklerde Bahçe Sanatı ve Çiçek Sevgisi", TTOK Belleteni, sy. 170 (1956), s. 9-10; Muzaffer Erdoğan, "Osmanlı Devrin­de İstanbul Bahçeleri", VD, sy. 4 (1957), s. 149-182; SA, I, 154-163; Said Naficy v.dğr., "Büstân", El2 (İng.), 1, 1345-1348; Abdullah Ça-ğatâî-İdare. "Bâg", ÜDMİ, III, 949-973.

m Gönül Evyapan

BAHÇELİK KÖPRÜSÜ

Bugün Arnavutluk'ta kalmış

Türk devri sonlarına ait bir köprü.

İşkodra-Şengin yolunda bulunan köp­rünün yapımına 1307 (1889-90) yılında vali Bahri Paşa zamanında başlanmış, Abdülkerim Paşa zamanında bitirilmiş-

481


Bahçelik Köprüsü'nün XX. vûzyıl basındaki görünüşü iskodra / Arnavutluk (10 Ktp., Albüm, nr.go.M4)

tir. 114 m. uzunluğunda olan bu köprü hakkında başka bir bilgi edinmek müm­kün olmadığı gibi günümüzdeki duru­mu da bilinmemektedir.

BİBLİYOGRAFYA:

İşkodra Vilâyeti Salnamesi, îstanbul 1310, s. 77; Yıldız Sarayı Fotoğraf Albümleri, İÜ Ktp., nr. 90.444; Cevdet Çulpan, Türk Taş Köprüleri, Ankara 1975, s. 229. rrı

im Semavi Eyice

BAHÇESARAY

Kırım Hanlığı'nin başşehri.

Bugün Ukrayna Sovyet Sosyalist Cum-huriyeti'nin Kırım yarımadasında yakla­şık 30.000 nüfuslu bir şehir olan Bah-çesaray, Kırım dağlarının kuzey ve orta sırtları arasında Çürüksu nehrinin vadi­sinde, Akmescid (Simferepol)-Sivastopol anayolu üzerinde yer alır. Bahçesaray yö­resi XVI. yüzyıla kadar ormanlarla kaplı derelerin, pınarların bulunduğu yeşillik bir bölgeydi. Altın Orda Devleti'nin vali­leri ve daha sonra kurulan Kırım Hanlı-ğfnın ilk hanları bu bölgeye yaz aylarını geçirmek, avlanmak ve dinlenmek için gelirlerdi. 1. Mengli Giray Han, bol sulu küçük bir ırmak olan Çürüksu'nun ke­narına, lS03'te şimdi Han Sarayı adıyla bilinen sarayı yaptırarak Bahçesaray'ın temelini attı. Şehir bu sarayın etrafında ve dar Çürüksu vadisi boyunca gelişe-

rek XVI. yüzyıl sonlarında mâmur hale geldi; Han Sarayı'nın bağ ve bahçeler içinde olması sebebiyle de Bahçesaray adını aldı. Yine bu yüzyıldan itibaren, Sol-hat ve Kırk Yer'den (Kırker veya Çufut Ka­le) sonra Kırım Hanlığı'nın idare mer­kezi oldu. Bahçesaray'ın kurulup geliş­mesiyle hemen güneyinde bulunan Kırk Yer ve kuzeybatı tarafında bulunan Eski Yurt önemini kaybetti. Hanlığın kurucu­su olan Hacı Giray ile daha sonra I. Meh-med Giray, 1. Sâhib Giray ve I. Devlet Gi-ray'ın Kırk Yer'de para bastırmalarına karşılık III. İslâm Giray 11644-1654) ken­di sikkesini Bahçesaray darphânesinde bastırmıştır. Mengli Giray'dan sonra ge­len Kırım hanları Han Sarayı'na yeni bö­lümler eklemişler ve bahçeler içerisin­deki tek veya çift katlı evlerin güzelleş-tirdiği şehri yaptırdıkları camiler, selse-biller ve türbelerle devamlı şekilde imar etmişlerdir.

1681'de Bahçesaray'da Osmanlı Devle­ti ile Rusya arasında bir antlaşma imza­landı. Bahçesaray 1736'da General Mün~ nich kumandasındaki Rus ordusu tara­fından işgal edildi. Bu sırada Han Sara­yı ile 2000 ev tahribat gördü ve Selim Giray'ın kurduğu zengin kütüphane yok oldu. Han Sarayı ve yıkılan diğer yerler II. Selâmet Giray zamanında kısmen ona­rılmış ve 1740'ta sarayın karşısında inşa edilen caminin kütüphanesine I. Mahmud tarafından kitap gönderilmiştir. Çarlık Rusyası Kırım'ı 1783'te ilhak ettiğinde Bahçesaray'da otuz bir cami, iki kilise (biri Rum, biri Ermeni), iki sinagog, iki ha­mam, on altı han ve 1561 ev mevcuttu; 1854'te ise dokuz büyük cami, yirmi se­kiz mescid vardı. Bahçesaray, 1783'te Ak-mescid'in Rus Çarlığı'na bağlı Tavrida vi­lâyetinin idare merkezi olmasından son­ra da Kırım Türkleri arasında önemini korumuştur. Ünlü mürşid Gaspıralı İs­mail Bey 1883'te burada Tercüman ga­zetesinin neşrine başlamış ve ilk "usûl-i cedîd" mekteplerini yine burada açmıştır. Gaspıralı İsmail Bey'in ölümüne (1914) kadar Bahçesaray Rusya müslümanları-nın eğitim merkezi haline aelmiş ve on-

ların uyanışında önemli bir yer tutmuş­tur. Çarlığın yıkılması sırasında kurulan Kırım Tatar Cumhuriyeti'nin idare mer­kezi yine Bahçesaray olmuş ve Kırım Türk Kurultayı Han Sarayı'nda toplan­mıştır. Bu dönemde ve daha sonra Sov­yet döneminde Kırım Türkleri'nin ilk mil­lî kültür ve sanat faaliyetlerini başlat­tıkları şehir Bahçesaray'dır. Hanlık dev­rinde bu yüzyılın başlarına kadar Bahçe­saray'da el sanatları, bakırcılık ve özel­likle dericilik gelişmişti.

Kırım'daki Türk-İslâm eserleri Çarlık ve Sovyet dönemlerinde büyük tahribat görmüştür. Bu tahribattan kurtularak günümüze ulaşan eserlerin çoğu Bah­çesaray'da bulunur. Şehrin en önemli mimari eseri olan Han Sarayı'nın yapı­mında İtalyan Mimarı Alevizo Novi çalış­tığından saray Rönesans izleri taşımak­tadır. Mengli Giray'dan sonraki hanların yaptırdıkları ilâveler ve tamirlerden son­ra bu saray İstanbul'daki eserlerden bi­ri gibi olmuştur. XVIII ve XIX. yüzyıllar­da Bahçesaray'a gelen birçok yabancı seyyah bu binayı Elhamra Sarayı'na ben­zetmiş ve güzelliğine hayran kalmışlar­dır. Çürüksu üzerinden bir taş köprüyle geçilen sarayın methalinde Demir Kapı ve buradan girilen Çeşmeli Avlu vardır. Avluda 1733 tarihli Altın Çeşme ile 1763 tarihli Gözyaşı Çeşmesi yer almaktadır. Kırım Giray'ın, hanımı Dilârâ Bikeç için yaptırdığı Gözyaşı Çeşmesi ünlü Rus şai­ri Puşkin'in "Bahçesaray Çeşmesi" şiiriy­le ve librettosu bu şiirden uyarlanan Asa-fiyefin aynı adı taşıyan balesiyle ölüm­süzleşmiş, daha sonra birçok Türk ve yabancı şaire de ilham kaynağı olmuş­tur. 1950'den beri Doğu Müzesi adıyla

müze olarak kullanılan sarayın avlusun­da bulunan bazı Kırım hanlarının me­zarları da halen müze kurallarına gö­re ziyarete açıktır. Sarayın bitişiğinde ise Han Camii yer almaktadır. I. Meng-li Giray şehrin güneyinde Salacık mev­kiinde 1500'de Zincirli Medrese'yi ve 1501'de babası Hacı Giray'ın türbesini yaptırmıştır. Anadolu'daki medreseler gibi tek girişli olan Zincirli Medrese Kı­rım Türkleri'nin en önemli ilim merkez­lerinden biri olmuştur. Ayrıca Bahçe-saray'ın kuzeybatısında yer alan Eski Yurt'ta da yıkılmış halde bir türbe bu­lunmaktadır.

BİBLİYOGRAFYA:

Evliya Çelebi, Seyahatname, VIII, 32-37; A. Lady, The Crimea: Its Toıvns, Inhabitants and Social Customs, London 1855, s. 54-67; R. Schneider, Handbuch der Erdbeschreibung und Staalen Kunde, Leipzig 1857; G. Wert-heimer, Durch (Jkraine und Krim, Stuttgart 1918; P. Nikolskiy, Bahçesaray Medeni Tarihi Ekskursiyaiarı (trc. Arif Hakim), Akmescit 1924; Cafer Seydahmet Kırımer, Gaspıralı İsmail Bey, İstanbul 1934; Ethem Feyzi Gözaydın, Kırım, İstanbul 1948, s. 47, 54-55, 61; M. Bronevskiy, Kırım (trc. Kemal Ortaylı), Ankara 1970, s. 24-27; Remmâl Hoca, Târîh-i Sahib Giray Han (haz, Özalp Gökbilgin), Ankara 1973; A. Y. Ya-kubovskiy, Altınordu ue Çöküşü (trc. Hasan Eren), Ankara 1976; V. E. Sroeckovsky, Mu-hammed Geray Han ue Vasatları (trc. Kemal Ortaylı), Ankara 1978; Oktay Aslanapa. Kırım ue Kuzey Azerbaycan'da Türk Eserleri, İstan­bul 1979, s. 25-31, 109-111; a.mlf., "Kırım'da Türk Eserleri", Emel, sy. 135, İstanbul 1983, s. 24-45; Crimea, Simferepol 1982; Nurettin Agat, "Kırım Paralarından Birkaç Örnek", Kı­rım, sy. 9-12, Ankara 1957; "Kırım'dan Man­zaralar, Bahçesaray", a.e., sy. 8, Ankara 1957, s. 234-239; W. Barthold. "Bahçesaray", \A, II, 225-227; V. S. Bakulin, "Bakhchisarai", GSE, III, 14; B. Spuler, "Bâghce Saray", El2 (İng.), I, 893-894. nn

1*1 Zafer Karatay

BAHDÂDİYYE

Abdullah b. Bahdâd'a

nisbet edilen bir tarikat

(bk. TARİKAT).

BÂHİLE (Benî Bâhile) Eski bir Arap kabilesi.

Araplar'ın Adnânî soyundan Kays Ay-lân'a bağlı büyük bir kabile olup Kays Aylân'dan Mâlik b. A'sur ile evlenen Bâ­hile bint Sa'b'in adıyla anılır. Bâhile ko­casının ölümünden sonra üvey oğlu Ma'n b. Mâlik ile evlenmiş ve her iki evliliğin­den birçok çocuğu olmuştur. Kendi ço­cukları ile Ma'n'ın diğer evliliklerinden olan çocuklarını Bâhile büyütüp yetiştir­diği için bunlara Bâhile oğullan (Benî Bâ­hile) adı verilmiştir.

Önceleri Arabistan'ın kuzeyinde Ye-mâme çevresinde yaşayan Bâhile kabi­lesi daha sonra Basra civarına göç etti ve Basra'ya 5 km. mesafede hac yolu üzerinde bulunan Hufeyr Kuyusu ile Av-sece denilen bir gümüş maden ocağına sahip oldu.

Câhiüye döneminde Araplar Bâhile ka­bilesini son derece hakir görürler, onla­rın çöplüklerden yemek artıklarını top­layıp yiyen, hatta mezardan ölü kemik­lerini çıkartıp kaynatarak yağını alan aşağılık kimseler olduklarını kabul eder­ler ve "Bâhilf kelimesini hakaret anla­mında kullanırlardı.


Yüklə 1,75 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   ...   40




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin