Anadolu Türk Beylikleri Sanatı



Yüklə 8,23 Mb.
səhifə150/179
tarix17.01.2019
ölçüsü8,23 Mb.
#100097
1   ...   146   147   148   149   150   151   152   153   ...   179

6 H. Eren, “Çağatay Lûgatleri hakkında notlar”, Ankara Üniversitesi DTCF Dergisi VIII, Ankara 1950,s. 145-163.

Z. Kargı Ölmez, “Çağatayca Sözlükler”, Kebikeç, S.6, Ankara 1998, s. 137-144.

7 E. Bérézin, Recherches sur les dialectes musulmans, Kazan 1848, s.26.

8 M. Hartmann, Çaghataisches. Die Grammatik Uss-i lis#n-i turkì des Mehemmed SÀdiq, Heidelberg 1902.

J. ThWry, “Behdcet-ül-Lugat” csimu csgataj szItár, Budapest 1903.

9 Şeyh Süleyman Efendi, Lugat-i Çağatay ve Türkì-yi Osm#nN, İstanbul 1298, s. 3.

10 E. M. Quatremère, Chrestomathie en turk oriental, 1841.

Pavet de Courteille, Dictionnaire turk-oriental, Paris 1870.

J. Th. Zenker, Dictionnaire turc-arab-persan, Leibzig 1862-67.

11 W. Radloff, Phonetik der nördlichen Türksprachen, Leibzig 1882, s.280.

F. E. Korş, “Klassifikaciya tureckiH plemen po yazıkam”, Etnografiçeskoe Obozrenie 84-85, Moskva 1910, s.114.

12 W. Radloff, “Yarlıki Toktamışa i Temir-Kutluga”, Zap. Vost. Otd. III, Petersburg 1889, s.2.

13 A.K. Borovkov, “Özbek Yazı Dilinin Kurucusu”, (Çeviren: Rasime Uygun), TDAY-Belleten 1954, s. 59-96.

14 A. M. Şçerbak, “K istorii uzbekskogo literaturnogo yazıka drevnego perioda”, Akademiku Vladimiru Aleksandroviçu Gordlevskomu k ego semidesyatipyatiletiyu, Sbornik statey, Moskva 1953, s.323. A.M.

15 A. Caferoğlu, “Çağatay Türkçesi ve Nevâî”, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, C.II, s. 3-4, İstanbul 1948, s. 141-154.

16 F. Köprülü, “Çağatay Edebiyatı”, İslâm Ansiklopedisi, C. III, İstanbul 1945, s. 270.

17 K. Eraslan, “XV. Yüzyıl Çağatay Edebiyatı”, Büyük Türk Klâsikleri. Tarih-Antoloji-Ansiklopedi, C. III, Ötüken Yayınları, İstanbul 1986, s. 60-61.

18 A. K. Samoyloviç, “K istorii literaturnogo sredneaziatsko-tureckogo yazıka: Mir-Ali-Şir”, Sbornik pyatisotletiyu so dnya rojdeniya, Leningrad 1928, s.23. (Türkçeye Çevirisi: Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yıllık Araştırmaları Dergisi I, 1944, s. 73-95.)

19 “Das Tschaghataische”, PhTF, Wiesbaden 1959, s. S. 138-160.

20 Sekkakî’nin British Museum ve Özbekistan Fenler Akademisi’nde nüshaları bulunan divanı eksiktir. Bundan başka çeşitli eserlerde bazı beyitleri tespit edilmiş olup Ayasofya Kütüphanesi (No: 4757)’nde bir mecmuada hem Uygur hem de Arap harfleriyle yazılmış üç gazeli bulunmuştur. Bkz., Eckmann, “Çağatay Dili Örnekleri. Sekkakî divanından parçalar”, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi XII, 1963, s.157-174. K. Eraslan, Mevlânâ Sekkâkî Divanı, TDK Yayınları: 720, Ankara 1999.

21 G. Karaağaç, Lutfî Divanı, TDK Yayınları: 687, Ankara 1997.

L. Dinçer, Lutfî. Kitâb-ı Gül ü Nevrûz, İstanbul 1970 (İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi mezuniyet tezi, Türkiyat Enstitüsü, No: 942).

22 Türkçe yanında Farsça şiirlerin de bulunduğu Divanının bir nüshası İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi Türkçe Yazmalar No: 2850’dedir. Yusuf Emirî’nin bundan başka Deh-n#me adlı mesnevisi ve Beng ü Çağır adlı münazarası bilinmektedir.

G. Alpay, “Yusuf Emirî’nin Beng ü Çağır Adlı Münazarası”, TDAY-Belleten 1972, Ankara 1973, s. 103-125.

Ü. Somer, Yusuf Emirî. Deh-nÀme, İstanbul 1969 (İstanbul Üniver

sitesi Edebiyat Fakültesi mezuniyet tezi, Türkiyat Enstitüsü, No: 873). R.R. Arat, “Bir Yazı Numûnesi Münasebeti İle”, Fuat Köprülü Armağanı, İstanbul 1953, s.17-29 (Deh-nâme’nin 23 beytinin Uygurca tıpkıbasımı, çevriyazısı ve Türkiye Türkçesine tercümesini içerir.)

23 A.N. Samoyloviç, “Materiali po Credneaziatsko-Tureçkoy Literature, IV Cağatayskiy poet XV veka Atai”, ZKW, II-2, 1927, s.257-274.

Fitret, Özbek Edebiyatı Numûneleri, C.VI, Taşkend 1928, s. 151-158.

24 Mahzenü’l-esr#r adlı eseri için bkz., K. Eraslan, y.g.e.s. 69.

25 S. Özkoçer, Seyyid Ahmed Mirza. Taèaşşuk-nâme, İstanbul 1968 (İstanbul Üniversitesiᰀ Edebiyat Fakültesi mezuniyet tezi, Türkiyat Enstitüsü, No: 871).

26 J. Eckmann, The Dîvân of Gada’î, Indiana University Publications, Uralic and Altaic Series, vol 113, The Netherlands 1971; “Çağatay Dili Örnekleri: Gedai Divanından Parçalar”, TDED, c.X, İstanbul 1960, s. 65-110.

27 F. İz, “Yakini’s Contest of the Arrow and the Bow”, Néeth Armağanı, Ankara 1962, s. 267-287.

28 K. Eraslan, “Ahmedî. Münâzara (Telli Sazlar Atışması) ”, TDED, C.XXIV, İstanbul 1986, s. 129-204.

29 Ali Şîr Nevayî’nin eserleri: Garâibü’s-sıgar, Nevâdirü’ş-şebâb, Bedâyi’ü’l-Vasat, Fevâ’idü’l-Kiber, Farsça Divan, Hayretü’l-Ebrâr, Ferhad ü Şirin, Leylî vü Mecnun, Seb’a-i Seyyâre, Sedd-i İskenderî, Çihil Hadis, Vakfiyye, Nazmü’l-Cevâhir, Tarih-i Enbiyâ ve Hukemâ, Tarih-i Mülûk-ı Acem, Hâlât-ı Seyyid Hasan Erdeşîr, Mecâlisü’n-nefâ’is, Münşe’ât, Risale-i Muammâ, Hamsetü’l-Mütehayyirîn, Mizânü’l-evzân, Hâlât-ı Pehlevân Muhammed, Nesayimü’l-mahabbe min şemâimi’l-fütüvve, Lisânü’t-tayr, Muhakemetü’l-lügateyn, Sirâcü’l-müslimîn, Mahbûbu’l-kulûb, Münâcât, Münşe’ât.

Nevayî’nin hayatı ve eserleri için bkz,. A.S. Levend, Ali Şir Nevai, C.I. Hayatı, San’atı ve Kişiliği, Ankara 1965. C.II. Divanlar. 4 Türkçe, 1 Farsça Divan, Ankara 1966. C. III. Hamse: Hayretü’l-Ebrar, Ferhad ü Şirin, Leylî vü Mecnun, Seb’a-i Seyyar, Sedd-i İskenderî, Ankara 1967. C.IV. Divanlar İle Hamse Dışındaki Eserler, Ankara 1968. “Türkiye Kitaplıklarında Nevai Yazmaları”, TDAY-Belleten 1958, Ankara 1958, s. 127-214. J. Eckmann, “Nevaî’nin İlk Divanları Üzerine”, TDAY-Belleten 1970, s. 253-269.

N. Asım, “Hadìs-i Erba’ìn Tercümeleri”, Millî Tetebbular Mecmuası II, 1915, (Nevayî’nin eseri için) s. 149-155. H. Süleyman, Alişer Navoiy. Hazoyinul-Maoniy, Taşkent 1959-1960. M. Sabir, Hayretü’l-ebrâr (İnceleme-Metin - İndeks), İstanbul 1961 (İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora tezi). H.S. Süleymanov - S.A. Azimcanova, Alişir Navoyi Asarlarining USSR Fenler Akademiyasi Şarkşinoslik İnstitüti Toplamidagı Kolyazmaları, I-XV, Taşkent 1970. G. Alpay Tekin, Alî Şîr Nevayî. Ferhad u Şirin. (İnceleme-Metin), TDK Yayınları: 577, Ankara 1975. K. Eraslan, “Nevâyî’nin Hâlât-ı Seyyid Hasan Big Risâlesi”, TM, C.XVI, İstanbul 1971, s. 89-110; Nesâyimü’l-Mahabbe min Şemâyimü’l-Fütüvve, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları: 2654, İstanbul 1979; “Alî Şîr Nevâyî’nin Hâlât-ı Pehlevan Muhammed Risalesi”, TM, C.XIX, İstanbul 1980, s. 99-164; Mîzânü’l-Evzân (Vezinlerin Terazisi), TDK Yayınları: 568, Ankara 1993; MecÀlisü’n-nefâ’is, Ankara 2000. M. Karaörs, Nevâdirü’ş-şebÀb, İstanbul 1984 (İnstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora tezi). K. Türkay, Bedâyi’ü’l-Vasat, Ankara 1988 (Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora tezi). M. Canpolat, Lisânü’t-tayr, TDK Yayınları: 626, Ankara 1995. Ö. Kaya, Fevâyidü’l-Kiber, TDK Yayınları: 670, Ankara 1996. F. S. Barutçu, Muhâkemetü’l-Lugateyn, TDK Yayınları: 656, Ankara 1996. Ü. Çelik, Alì-şìr Nev#yì. Leylì vü Mecnun, TDK Yayınları: 659, Ankara 1996. A. D. Abik, Ali Şir Nevayi’nin Risaleleri, T#rìh-i Enbiy# ve Hükem#, T#rìh-i Mülk-i Acem, Münşeat (Metin, Gramatikal İndex, Sözlük), Ankara 1993, (AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora tezi); Ali Şir Nevayi: Hamsetü’l-Mütehayyirin (Metin-Çeviri-Açıklamalar-Dizin), (Basılmamış doçentlik çalışması). Z. Kargı Ölmez, Mahbûbu’l-Kulûb (Metin-Gramer-Açıklamalar-Sözlük), Ankara 1993 (Hacettepe Üniversitesi, yüksek lisans tezi). H. Tören, Alî Şîr Nevâyî. Sedd-i İskenderî, TDK Yayınları: 674, Ankara 2001. G. Kut, Ali Şir Nevayi. Gara’ibü’s-sıgar, TDK Yayınları (Baskıda).

30 İ.H. Ertaylan, Türk Edebiyatı Örnekleri V. Divan-i Sultan Hüseyin Baykara “Hüseyin”, İstanbul 1946. Türk Edebiyatı Örnekleri II. Risale-i Sultan Hüseyin Baykara, İstanbul 1945.

T. Yıldırım, Hüseyin Baykara Divanı (Metin-İnceleme-Dizin), (AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü. Tamamlan-mamaış doktora tezi.)

31 H. Dolu, “Sultan Hüseyin Baykara Adına Yazılmış Çağatayca Manzum Bir Yûsuf Hikâyesi”, TDED, C.IV, S.4, İstanbul 1954.

Z. Korkmaz, “Hüseyin Baykara Adına Yazılmış Çağatayca Manzum Yûsuf ve Züleyha Mesnevisinin Tanınmayan Bir Yazması ve Eserin Yazarı”, Türkoloji Dergisi, C. III, S.1, Ankara 1968, s.7-48.

D. Elçin, Çağatayca Yûsuf ve Züleyha Mesnevisi, Ankara 1984 (AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek lisans tezi).

32 P. M. Melioranskiy, Muhammed Salih. Şeybanî-nâme, St. Petersburg 1908.

33 Y. Karasoy, Şiban Han Dîvânı, TDK Yayınları: 614, Ankara 1998.

Şeybânî Han’ın, divanından başka Bahrü’l-hudâ adlı bir mesnevisi ve fıkha ait bir risalesi de bulunmaktadır.

34 N. Alpaslan, Ubeydullah Han (Ubeydî) ve Divanının Edisyon Kritiği, İstanbul 1968 (İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi mezuniyet tezi, Türkiyat Enstitüsü, No: 812).

Ubeydî’nin divanından başka Gayret-nâme, Sabr-nâme, Şevk-nâme adlı mesnevileri ile Salavat-nâme adlı bir müseddesi ve Nâm-ı hak adlı tercümesi bulunmaktadır.

35 R.R. Arat, Vekâyi. Babur’un Hâtıratı, C. I-II, TTK Yayınları, Ankara 1987 (2. Baskı).

Divanı için bkz., D. Ross, A Collection of Poems by the Emperor Babur, Calcuta 1910. A.N. Samoyloviç, Sobranie stichotvorenij imperatora Babura, Petrograd 1917. F. Köprülü, “Babur Şah’ın Şiirleri”, MTM, C.I, S.2; İstanbul 1331 (1915),s. 236-256, 464-480; C.II, S.5, İstanbul 1331, s.308-336.

F. Köprülü, ““Ris#le-i Vâlidiye” tercümesi”, MTM, C.I, İstanbul 1331 (1915), s. 113-124.

Babur’un bilinen tek nüshası Bibliothéque Nationale’de bulunan bir aruz risalesi ile Hanefî mezhebi fıkhına dair bir risalesi bulunmaktadır.

36 J. Eckmann, “Çağatay Edebiyatının Son Devri (1800-1920) ”, TDAY-Belleten 1963, Ankara 1964, s.121-156.

37 A. İnan, “Çağatay yazı dilinin kuruluşu tarihine dair düşünceler”, TD-Belleten, C.III, S.6-7, İstanbul 1946, s. 531-545.

38 A. von Gabain, Eski Türkçenin Grameri, TDK Yayınları: 532, Ankara 1988, s. 34.

39 A. Ata, Kısasü’l-Enbiyâ. II. Dizin, TDK yayınları: 681, Ankara 1997.

40 Divanü Lûgati’t-Türk Tercümesi I, (Çeviren: B. Atalay), TDK Yayınları: 521, s.31-32.

41 DLT I., s.32.

42 DLT I, s.32.

43 M.N. Hacıeminoğlu, Kutb’un Hüsrev ü Şirin’i ve Dil Husussiyetleri, TDK Yayınları: 573, Ankara 2000, s. 52.

44 A. Ata, Kısasü’l-Enbiyâ. I (Giriş-Metin-Tıpkıbasım), TDK Yayınları: 681-1, Ankara 1997, s. XXXI.

45 G. Clauson, Sanglax. Facsimile Text wiht an Introduction and Indices, London 1960, s. 94-99.

G.F. Blagova, “Tyurksk. Çigatoy”, Tyurkologiçeskiy Sbornik, Moskva 1971, 167-205.

A.K. Borovkov, “Özbek Yazı Dilinin Kurucusu”, (Çeviren: Rasime Uygun), TDAY-Belleten 1954, s. 59-96.

–––, “Voprosı klassifikatsii uzbekskix govorov”, İzvestiya AN UzSSR, 5 (1953).

C. Brockelmann, Osttürkische Grammatik der İslamischen Litteratursprachen Mittelasiens, Leiden 1954.
A. Caferoğlu, “Çağatay Türkçesi ve Nevâî”, TDE Dergisi, C.II, s. 3-4, İstanbul 1948, s. 141-154.

J. Eckmann, “Çağatay Dili Hakkında Notlar”, TDAY-Belleten 1958, s. 115-126.

–––, “Das Tschagataische”, Philologiae Turcicae Fundamenta, Wiesbaden 1959, s.138-160.

–––, Chagatay Manual, Indiana University Publications, Uralic & Altaic Series, Volume 60, Bloomington 1960 (Türkçeye Çeviren: Günay Karaağaç, Çağatayca El Kitabı, İstanbul 1988).

–––, “Çağatay Edebiyatının Son Devri (1800-1920) ”, TDAY-Belleten 1963, Ankara 1964, s.121-156.

–––, “Nevaî’nin İlk Divanları Üzerine”, TDAY-Belleten 1970, s. 253-269.

K. Eraslan, “XV. Yüzyıl Çağatay Edebiyatı”, Büyük Türk Klâsikleri. Tarih-Antoloji-Ansiklopedi, C. III, Ötüken Yayınları, İstanbul 1986, s. 60-61.

H. Eren, “Çağatay Lûgatleri hakkında notlar”, Ankara Üniversitesi DTCF Dergisi VIII, Ankara 1950,s. 145-163.

R. Grousset, Bozkır İmparatorluğu. Attila-Cengiz Han-Timur, (Çeviren: Dr. M. Reşat Uzmen), Ötüken Yayınları No: 155, İstanbul 1993, s.313-331.

M. Hartmann, Çaghataisches. Die Grammatik Uss-i lis#n-i turkì des Mehemmed S#diq, Heidelberg 1902.

A. İnan, “Çağatay yazı dilinin kuruluşu tarihine dair düşünceler”, TD-Belleten, C.III, S.6-7, İstanbul 1946, s. 531-545.

Z. Kargı Ölmez, “Çağatayca Sözlükler”, Kebikeç, S.6, Ankara 1998, s. 137-144.

F. Köprülü, “Çağatay Edebiyatı”, İslâm Ansiklopedisi, C. III, İstanbul 1945, s. 270.

A.S. Levend, Ali Şir Nevai. C.I. Hayatı, San’atı ve Kişiliği, Ankara 1965. C.II. Divanlar. 4 Türkçe, 1 Farsça Divan, Ankara 1966. C. III. Hamse: Hayretü’l-Ebrar, Ferhad ü Şirin, Leylî vü Mecnun, Seb’a-i Seyyar, Sedd-i İskenderî, Ankara 1967. C.IV. Divanlar İle Hamse Dışındaki Eserler, Ankara 1968.

–––, “Türkiye Kitaplıklarında Nevai Yazmaları”, TDAY-Belleten 1958, Ankara 1958, s. 127-214.

E. M. Quatremère, Chrestomathie en turk oriental, 1845.

A.K. Samoyloviç, “K istorii literaturnogo sredneaziatsko-tureckogo yazıka: Mir-Ali-Şir”, Sbornik pyatisotletiyu so dnya rojdeniya, Leningrad 1928, s.23. (Türkçeye Çevirisi: Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yıllık Araştırmaları Dergisi I, 1944, s. 73-95.)

A.M. Şçerbak, “K istorii uzbekskogo literaturnogo yazıka drevnego perioda”, Akademiku Vladimiru Aleksandroviçu Gordlevskomu k ego semidesyatipyatiletiyu, Sbornik statey, Moskva 1953, s.323.

Vámbéry, >agataische Sprachstudien, Leibzig 1867.

J. ThWry, “A középazsiai török nyelv ismertetései”, Budapest 1906 (Türkçesi: “Orta Asya Türk Dilinin Tetkiki”, MTM II, İstanbul 1331/1915, s.207-232.


Altın-orda (Altın-ordu) Türk İlleri ve Çağatay Türkçesi, Gelişmesi Kaynakları ve Karakteri

PROF. Dr. Ahmet CAFEROĞLU*

III. yüzyıl başlangıcı, Türk dünyası için yeni bir devre teşkil etmektedir. Asya’nın enginlerinden kopup gelen muazzam Moğol harekât ve fütuhatı, Türkler kadar, beşeriyetin mühim bir kısmının tarihinde de, oldukça kuvvetli bir rol oynamıştır. Önceleri bu büyük harekâtın başı sayılan Cengiz Han’ın Devleti, geniş bir yayılma sahası bulmadan, Selenga ırmağı batısındaki toprak parçasına dayandığı zamanda,1 şüphesiz Moğol hâkimiyeti ve tesiri, ancak Moğolistan sahasına münhasır kalabilirdi. Fakat daha sonraları, XIII. yüzyılın 30 yıllarına doğru, yani 1211 zaferini müteakip, Moğol orduları Yedisu eyaletini de ellerine geçirmişlerdir. Lâkin Cengiz Han’ın Çin’e karşı açmış olduğu sefer hatırasına, garba doğru ilerleme temposu duraklamıştır. Pekin’in alınması ve Çin’in Moğol istilâsına boyun eğmesi üzerine, büyük zaferlerden gururlanan Moğol ayaklanması ve istilâsı, bu sefer de bütün ağırlığı ile Avrupa’nın güney doğusuna sarkmıştır. Neticede Moğol hâkimiyeti, Deşt-i Kıpçak2 sahasına da kendi çevresi içerisine almakla fevkalâde muazzam ve güçlü yeni bir Moğol Devleti vücuda getirmiştir. Bu devlet, doğu edebiyatında “Cuci Ulusu” (Coçi) yahut “Gök-Orda” adıyla adlandığı halde, Rus kronikleri ve tarihçilerinde “Altun-Orda” (Altınordu) diye ün bulmuştur.

Dinyeper ırmağından başlayarak, Volga ırmağının doğusuna doğru epeyce bir arazi parçasını içerisine alan sahaya, XI. yüzyıldan XV. yüzyıla kadar yaşayan Arap ve İran müellifleri, Deşt-i Kıpçak adını vermişlerdir. Rus ve Bizans kroniklerinde ise K ı p ç a k kelimesinin kullanılışına tesadüf edilmemektedir. Rus vak’anüvisleri bu kelime yerine, eski “Polovets”, Bizans kronikleri ise yalnız “Koman” kavim adını kullanmışlardır. İlk olarak Deşt-i Kıpçak toponimik terimini kullanan Nâsır-i Husrev olmuştur.

Yeni teşekkül etmiş olan Altun-Orda, eskiden beri zengin bir medeniyet hayatı yaşayan çeşitli bölgelerde kurulmuştur.3

1219-1220 yıllarındaki sınır bilmeyen Moğol istilâsı, Orta Asya sahasındaki siyasî birlikleri dağıtmasına ve işgal ettiği sahayı kana boyamasına rağmen, katiyyen yerli medeniyetin kalkınmasını ezecek iktidarda olmamıştır. İslâm Doğu medeniyeti bu istilâ ile kendi çehresini değiştirmediği gibi, iktisadî hayat inkişafı da duraklamamıştır.

İşgal ettiği toprakların tam sınırını tespit etmek zor olmakla beraber, ilk Türk dili ve medeniyeti tarihi bakımından bu devletin içerisine alınmış bulunan esas sahaları, Çağatay-ulusu ile İlhanlılar Devleti’nin şimal hudutlarından başlayarak, kuzeydoğuda Bu1gar Devleti, Harezm, Don ırmağının ötesine kadar uzanan muazzam Deşt-i Kıpçak bozkırları, Kırım ve Derbend‘e, hattâ, bâzen Bakû‘ya kadar genişleyen Kafkasya’nın kuzeyinin yarısı teşkil etmekte idi. Rus beyliklerinden bâzıları da A1tun Orda‘ya dahil edilmiştir.

Altun-Orda Devleti’nin özünü teşkil eden ve yukarıda adlan geçen eyalet veya sahaların, gerek kültür ve gerek coğrafik bakımdan, oldukça büyük bir ehemmiyeti olduğundan, bunların yeni kurulan Devletin inkişafında mühim etkileri olmuştur. Bunlardan Deşt-i Kıpçak, Moğol istilâsından evvel, daha XI. asırda tamam ile Kıpçak Türklerinin hâkimiyeti altında olmuştur. İktisaden, oldukça kuvvetli ve sağlam münasebetlerle, bütün maddî ihtiyaçlarını temin etmişti. Muntazam bir surette Avrupa’da: Rus beylikleri, Kırım ve Bulgar ülkeleri gibi yüksek ziraata malik sahalarla münasebette bulunduğu gibi, Orta Asya’da: Harezm, Maveraü’n-nehir (Mave-raünnehir) ve Yedisu eya

letler ile de sıkı bir surette alâkası vardı. Saksın4 ve Suğnak5 gibi zengin ticaret şehirlerine malikti. Moğol istilâsından sonra burada Batı-Sarayı6 ve Berke-Sarayı7 gibi, çağın kültürünü merkezleştiren iki yeni mühim ve zengin şehir kurulmuştur. Bunlar, uzun zaman, Altun Orda Devleti’nin en mühim ticaret merkezlerini teşkil etmişlerdir. Muntazam yollarla Rus beylikler ile ve Kırım, Kafkasya ve Bulgar ülkeler ile bağlı bulunan bu iki şehir, buradan gelen ticaret eşyasını İran’a, Orta Asya’ya, Moğolistan’a ve Çin’e sevketmekte idi. Bu suretle bu iki şehir, göçebe hayatla şehir hayatını birleştirmeğe muvaffak olan mühim merkezlerden biri olmuş ve bir dereceye kadar Altun-Orda Devleti’nin iktisadî hayatında, nâzım bir rol oynamıştır. Bilhassa Berke-Sarayı, bir çok milletlerin uğradıkları bir şehir olmuştur. 1333 yılında bu sahada bulunan İbni Batuta, milliyet bakımından şehrin pek karışık olduğunu ve burada ayrı ayrı siteler halinde yaşayan Moğollara, Aslara, Kıpçaklara, Ruslara, Bizanslılara, Suriyelilere, Iraklılara ve sair şark ülkeleri ahalisine rastladığını söylemektedir. Muhtelif ticaret memleketlerini ellerinde tutan bu unsurlar, âdeta Altun-Orda’nın maddî damarlarını teşkil etmişlerdir. Şehrin bütün kültür hayatı da bunların elinde bulunmakta idi. Böylece, Moğol istilâsından önce de, şarkla garb ülkeleri arasındaki ticaretin ana hattı mesabesinde bulunan Vo1ga nehrinin ehemmiyeti, Altun-Orda Devleti zamanında bir kat daha artmış idi.

Deşt-i Kıpçak’la birlikte eski Volga boyundaki Bulgar ili de Altun-Orda’ya dahil idi. Burası hem ziraat bölgesi, hem de ticaret merkezi idi. Daha Moğol istilâsından önce, Bulgar şehri, Doğu Avrupa ile Orta Asya, Kırım, Kafkasya ve İran ülkeleri arasında, bir ticaret mübadelesi merkezi olmuştur. Cihan ticaretinin merkezlerinden biri sayılan burası, kültür bakımından da, doğu ile batı arasında bir geçit rolü oynamıştır. İslâm âlemi ile olan ilgisi ise, burasını bir nevi İslâm merkezi haline koymuştur.

Altun-Orda’nın diğer bir parçasını teşkil eden K ı r ı m, eski bir kültür hayatına malik olup, Batı medeniyetinin doğuya girmesinde mühim bir rol oynamakta idi. Coğrafik vaziyeti dolayısı ile Kırım, eskiden beri, şarkî Avrupa’dan uzak kalan Bizans, Suriye, Mısır ve Anadolu ile sıkı bir iktisadî ve kültürel münasebette bulunmakta idi. Buna karşılık bu ülkeler, Kırım’ın kendisinden ve bu yol ile Asya’dan bir çok istifadeler elde ediyordu. Bu bakımdan Kırım sahası, yeni teşekkül eden Altun-Orda için çok ehemmiyetli ve değerli olmuştur.

Altun-Orda’nın en dikkate değer sahalarından biri olan Harezm ili hakkında, biraz önce malûmat verildiğinden, burada tekrara lüzum yoktur. Yalnız, şu kadarını söyleyebiliriz ki, burası Altun-Orda’nın en zengin ve en medenî parçası olmuş ve XII. yüzyıl başlangıcına doğru, en yüksek iktisadî ve siyasî inkişafına ermiştir. Sahanın başşehri olan Ürgenç ise coğrafik ve iktisadî mevkii dolayısı ile, Çin, Orta Asya, İran ve Şarkî Avrupa ülkeleri medeniyet ve ticaretinin birleştiği ve çarpıştığı bir merkez mesabesinde olmuştur.

Bu suretle Altun-Orda yahut Cuci-Ulusu’nun temelini teşkil eden ülkeler, karakter itibarı ile, çok farklı ve birbirinden bâriz hususiyetlerle ayrılan sahalar olmuştur. Tarihî durumun doğurduğu müsait şartlar, bu çok farklı ülkelerden mürekkep Türk kültür tarihinin inkişafında, çok büyük tesiri olan muazzam bir birliğin ve Devletin vücuda gelmesinde âmil olmuştur.8

Kültür bakımından da, bütün Altun-Orda sahası aynı seviyede olmamıştır. Birbirinden uzak Kırım’la Harezm arasında, kültür bakımından, muayyen farkların bulunması pek tabiî idi. Birincisi-Kırım, malik olduğu eski medeniyet ile Bizans, Mısır, Anadolu ile münasebette bulunduğu halde, ikincisi-Harezm, İran, Çin, Orta Asya, gibi çeşitli kültüre malik doğu ülkelerle ilgili idi. Bununla beraber, bu iki sahanın kültür seviyesine bakarak, Altun-Orda Devleti’nin medeniyeti hakkında kesin bir fikir edinmek oldukça zordur. Hakikî Altun-Orda medeniyetini Berke ve Batu-Saraylarında aramak icab eder. Burası her şeyden fazla, Harezm’in tesirini üzerinde hissetmiş ve bu noktadan araştırmaya değer bir saha halini almıştır. Muazzam Altun-Orda İmparatorluğu’nun başşehirleri olmaları itibari ile de bu iki şehir, imparatorluğun her bir köşesinden ve siyasî, iktisadî münasebetlerde bulunduğu diğer ülkelerden celbedilmiş bir çok usta, san’atkâr, ressam ve umumiyetle kültürlü kimselerle dolu idi.

Çeşitli Altun-Orda sahası kazılarından ve arkeolojik araştırmalarından elde edilen medeniyet ve san’at eserleri üzerinde yapılan incelemelere9 göre, başta imparatorluğun iki başşehiri olmak üzere, umumiyetle Altun-Orda şehirlerinde san’at hayatı en çok Ürgenç şehrinin kültür tesiri altında inkişaf etmiştir. Buna yanaşı, husus ile Berke-Saray’ında Mısır, Bizans, Kırım, Kafkasya ve saireden gelme bir çok/sanat adamları faaliyette bulunmamış değildir. Her ne kadar Altun-Orda Devleti’nin kültür seviyesi hakkında kat’î bir şey söylemek şimdilik mümkün değilse de, Altun Orda’nın muhtelif sahaları hakkında yapılan yeni küçük monografi ve araştırmalar, günden güne, malûmatımızı genişletmektedirler. Bu kabilden olarak şimdiye kadar, hakkında çok az malûmatımız olan M o h ş i şehrinden elde edilen sikkeler, burasının da, vakti ile Altun-Orda’nın mühim merkezlerinden biri olduğunu göstermektedir. Burası M o r d v a ‘larla meskûn olup eski Rus beyliklerinden Penza’ya tâbi olmuştur. Lâkin, başlangıçta, pionerlik rolünü yine Ürgenç10 oynamıştır.
Altun-Orda kültürü üzerindeki Harezm etkisinin başlıca sebebi, İslâmiyetin Kıpçak kitlesi içerisinde kolayca yayılmış olmasıdır. Berke-Sarayı devletin başşehri olduktan sonra, çabucak İslâmiyetin yeni bir inkişaf merkezi oluvermiştir. Eskiden beri muhtelif ilimlere kaynak olan Harezm ise, Altun-Orda’nın yeni başşehrinin elde ettiği sağlam mevkiden istifadelenerek, bir çok âlimlerini buraya göndermekten geri durmamıştır. Makdisi’nin verdiği malûmata bakılırsa, daha o zamanlarda fıkıh ve umumiyetle hümaniter ilimler üzerinde çalışanlar arasında, en az bir Harezmli talebeye malik olmayanı, âdeta, nadirattan sayıldığından,11 bu muazzam ülemâ kadrosunun kendine yeni yeni faaliyet sahaları arayacağı tabiî idi. Bilhassa Berke-Sarayı, yeni elde ettiği mühim mevkii dolayısı ile, bu akın için en elverişli merkezlerinden biri olmuştu. El-Harezmî lâkaplı bir çok âlimlerin Altun-Orda’daki faaliyetleri ve bunların yerli ilim ve kültür hayatında rol oynamaları, bu akımı tamamı ile ortaya koymaktadır. Bunların içerisinde, oldukça büyük bir nüfuza malik olanları şeyh Numaned din el-Harezmî12 olmuştur. Bir vakitler Ürgenç Hastanesi’nin baş doktoru olan bu zat, sonraları Berke-Sarayı’na çağrılmış ve burada çok büyük bir âlim olmuştur.13 Diğer önemli mevki sahibi olanlar arasında, zikre değenler: Muhammed hoca el-Harezmî Alâeddin Aydoğdu el-Harezmî, Şucaeddin Abdurrahman el-Harezmî ve sâiredir. Harezmli olan bunlar, hep Altun-Orda Devleti’nin paytahtında yeni kurulan kültür hayatında müessir olmuşlar ve ona işgal ettiği mevki dolayısı ile, muhtelif İslâm ülkelerine kültür halitasını aşılamaya çalışmışlardır.

Aynı karakter, Altun-Orda merkezinde ve Harezm’e yakın olan sahalardaki sanat eserlerinde, göze çarpmaktadır. Mamafih, sanat eserinin bâzı şu -belerinde, tamamı ile yerli stilin14 mevcudiyeti de inkâr edilemez. Muhtelif Îslâm ülkelerinden gelen ve getirilen bir çok sanatkârlar asıl mensup oldukları sanat mekteplerinin karekterini, yeni faaliyette bulundukları sahaya da aşılamaktan çekinmemişlerdir. Harezm’in Memlûkler Devri, Mısır’ın ve umumiyetle Orta Asya’nın, şüphesiz bu bakımdan, çok büyük tesirleri olmuş ve buraları islâmiyet ideolojisinin en çok kaynaştığı saha olduğundan, ayni rengi Altun-Orda san’atına vermekten geri durmamıştır.


Yüklə 8,23 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   146   147   148   149   150   151   152   153   ...   179




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin