Anadolu Türk Beylikleri Sanatı
PROF. DR. GÖNÜL CANTAY
Mimar Sinan Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye
1. Anadolu Türk Beyliklerinin Kuruluşu
Anadolu Selçuklu Devleti, 1277 tarihinde, Moğolların Anadolu’nun mülkî ve askerî idaresini ele geçirmeleriyle, sona ulaşmış bulunuyordu. Ancak son Selçuklu Sultanı II. Gıyaseddin Mesud’un Kayseri’de 1308 yılında ölümüyle varlığını resmen sona erdirmişti. Moğollara karşı koyamayan Selçuklu sultanları varlıklarını ve geçimlerini Moğol hanlarının himaye ve yardımlarıyla 1308’e kadar sürdürebilmişlerdi.
Moğollar Anadolu’da kalıcı oldular. Bunun sebebi ordunun arkasından ailelerin gelmesi ve gittikleri, aldıkları yerlere aileleriyle yerleşmeleriydi. Bu önemli bir özellik olup, yerleşmeyi ve kalıcılığı kolaylaştırmaktadır. Böylece Orta Anadolu’nun güneydoğu ve doğusunda Moğol toplulukları meydana gelmişti.
Bu yüzyılda Anadolu’da Moğol baskısına karşı koyan yegâne unsurlar ise Türkmenler olmuştur. “Türk göçer toplulukları” olarak tanımlanabilen Türkmen toplulukları Moğolların baskıları sonucu uç bölgelere ve sarp yerlere yerleşmişlerdi. Anadolu’daki yerleşik köylü ve şehirli Türk unsurlar da Türkmen kaynaklıdırlar.
Böylece Türkmenler Anadolu’nun batısını, yani Selçukluların yeniden geri alamadıkları Batı Anadolu ve Marmara Bölgesi’ni ellerine geçirmişler ve fetih ettikleri her bölgede de bir Türkmen Devleti kurmuşlardı.
Bu yeni Türkmen devletlerine çiftçi, tüccar, esnaf, zenaatkâr ve bilginler de Moğol istilâsına uğramış Selçuklu şehirlerini terk ederek gelip, yerleşmişlerdi. Diğer taraftan Orta Anadolu halkında bu beyliklerin bünyesinde yeni yerleşik yerlere gelmiş, katılmışlardı. Böylece 14. yüzyıl Anadolusu’na baktığımızda önemli Türkmen devletleri olarak şu yapılaşmanın oluştuğu görülür;
- Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da (Diyarbakır vs.) Karakoyunlu ve Akkoyunlu Beylikleri,
- Güneydoğu Anadolu’nun bir kısmında (Elbistan-Maraş) Dulkadiroğulları Beyliği,
- Adana ve çevresinde Ramazanoğulları Beyliği,
- Güneybatı Anadolu’da (Eğridir, Antalya çevresi) Hamitoğulları,
- Konya ve çevresinde, Karamanoğulları Beyliği,
- Kastamonu bölgesinde, Çandaroğulları Beyliği,
- Kırşehir ve çevresinde, Ertanaoğulları Beyliği,
- Kütahya ve çevresinde, Germiyanoğulları Beyliği,
- Manisa ve çevresinde, Saruhanoğulları Beyliği,
- Aydın ve İzmir çevresinde, Aydınoğulları Beyliği,
- Milâs ve çevresinde, Menteşeoğulları Beyliği,
- Bergama, Balıkesir ve Çanakkale havalisinde, Karasî Beyliği,
- Söğüt, İznik ve sonra Bursa havalisinde, Osmanoğulları Beyliği adıyla tarih sahnesinde yer alan feodal yapılı devletçikler oluşmuştu.
A. Anadolu Türk Beyliklerinde Sosyal Yaşam
Beylikler döneminde Anadolu’da hayat şartlarının ve ticaretin zamanı içinde çok iyi olduğu, yapılan araştırmalar ve kalan belgelerden anlaşılmaktadır. Anadolu’da meydana gelen siyasî birlik kuran Türkmenler, hayatîyet dolu, hür ruhlu ve teşkîlatlı bir yaşama sahip, Anadolu’nun biricik siyâsi gücü durumundadırlar.
Türkmenlerin büyük bir çoğunluğu kısa süre sonra yerleşik yaşam düzenine geçmişlerse de, bir kısmı da şartların gerektirdiği ölçüde tam göçer yaşam biçimlerini sürdürmüşlerdir. Ancak Kuzey Anadolu, Marmara ve Güneybatı Anadolu, coğrafî şartları nedeniyle büyük toplulukların göçebe yaşamı sürdürmesine olanak tanımadığından, bu bölgelerde Türkmenlerin büyük bir kısmı yerleşik yaşama geçerken, bir bölümü de göçebe hayatını sürdürmekteydi. İşte yerleşik hayata geçenlerin baskın karakter kazanması sonucunda, bu bölgelerdeki göçer Türkmenlerin Yörük adıyla tanımlanmasına neden olmuştur. Göçebe hayatın bir hatırası olarak bugün de yaşayan, bütün Türk köylülerinin yaylaları vardır. Yaylaya çıkmak Türkmen köylüleri için bir zorunluluktur. Bütün hayvanlar yeni hasat mevsimine kadar buralarda otlatılır, halk ise sıtma gibi bazı salgın hastalıklardan yaylalardaki yaşamları sonucu korunurdu.
B. Anadolu Türk Beyliklerinde Ekonomik Yaşam
14. yüzyılda, şehir yaşamında Türk unsur, nüfus, kültür, ekonomik ve ticaret üstünlüğünü elde etmişti. Bunlar başta askerlik olmak üzere din ve bilim adamları, memurlar, tüccarlar, esnaf ve zenaatkâr zümreyi oluşturmuştu. Hıristiyan unsurlar ise önemlerini kaybederek, kendilerine ait mahallerde ikamet etmekteydiler.
Özellikle esnaf ve zenaatkârlar her şekilde çok iyi teşkilâtlanmış ve 13. yüzyılda Anadolu Selçuklu hakimiyetinde görülen bu teşkilâtlanma, 14. yüzyılda Marmara ve Batı Anadolu yerleşimlerinde de etkili olmuş ve hatta bu bölgelerdeki şehirlerin gelişmeleri bu sistemli kuruluşlarla sağlanmıştır. Bu kuruluşların başına “Ahî” denilmekteydi. Ahî kuruluşları şehirlerin beledî gücünü oluşturmakta, şehirlerin gerçek sahipleri olmaktaydılar.
Oysa siyasî hakimiyetin temsilcisi olan Beyler her zaman değişebilmekteydiler.
14. yüzyıl boyunca özellikle Ertana Beyliği’ne ait olan yörelerde Konya, Aksaray, Niğde, Kırşehir, Ankara gibi şehirlerde Ahî kuruluşlarının daha etkili olduğu bilinmektedir.
Ahî kuruluşları 15. yüzyıl boyunca özellikleriyle devam etmiş, 16. yüzyıldan itibaren, siyasî önemini kaybetmiştir. Ancak 19. yüzyıl sonlarına kadar esnaf loncaları olarak varlığını sürdürdüğü bilinmektedir.
14. yüzyıl boyunca yaklaşık nüfusu 3.5 milyon kadar olan Anadolu Beyliklerinde, genel olarak üretim, hayvancılığa dayalı olup, koyun, at, deri üzerine kurulmuştu. “Atçekenler”, “dericilik” ön plana çıkmıştır. Bu yıllarda kadınlar da “edik” adıyla tanınan deri çizmeler giymekteydiler. Anadolu’da üretim sadece hayvancılığa bağlı olmayıp, kumaş, ipekli, pamuklu, yünlü dokumalar ve özellikle kırmızı renkli dokumalar önemli miktarda üretilmekteydi. Kumaş gibi halıcılık ve halı ihracı gelişmiş Mısır, Suriye ve İtalya’ya ihracat yapılmaktaydı. Kumaş ve halıcılığa bağlı olarak gelişen boyave boya bitkileri üretimi ve ihracatı çok önem kazanmıştı. İşlenmiş bakır, gümüş gibi madenler yanında şapmazı gibi mordan olan (boyamada boyayı sabitleştiren) madensel tuzlar ve bitkisel ürünler üretilip, ihraç edilmekteydi.
İhraç ürünleri arasında orman ürünleri ise ilk sıralarda yer almaktaydı. Gene tahıl, susam ve bal başta giden ihraç ürünleri durumundaydı.
14. yüzyıl boyunca Bursa-Şam ve Bursa-Tebriz arasında ticaret kervanları devamlı gidip-gelmekte, Akdeniz’de Antalya, Alanya limanları Suriye ve Mısır’la ticarette en büyük ihraç limanları olmaktaydı. Diğer taraftan Ege Denizi üzerinden Avrupalıtacirler ki, bunlar Venedik, Floransa ve Cenevizli tacirler olup, Anadolu’nun ihraç ürünlerini başta Milet olmak üzere batı limanlarından alıp, Avrupa’ya ulaştırmaktaydılar.
C. Anadou Türk Beyliklerinin Edebî Ürünleri
Anadolu’da Moğol istilası sonrasında çok sayıda Safavî gelmiş ve bunlar Konya çevresin
de koloni oluşturmuşlardı. Bu zümreler Farsçayı konuşma dili haline getirmekle kalmamış, devlete de hakim duruma gelmişlerdi. Bunun üzerine 1277 yılında Karamanoğlu Mehmet Bey ilk hükümet toplantısında bir fermanla, her yerde Türkçeden başka dil kullanılamayacağını buyurmuştur.
Böylece Anadolu’daki Türk edebiyatı, 14. yüzyıl içinde Orta Anadolu’da doğmuş ve Batı Anadolu’da gelişerek ürünlerini vermiştir. Aydınoğulları bunların başında gelmiştir.
Beylikler döneminden günümüze ulaşan eserlerden astroloji ve tıp gibi pozitif bilimler ile teolojik bilimler Anadolu Selçuklularını izleyen bir şekilde devam etmişti. Anadolu Beylikleri döneminde daha önceki hizmet yapıları darüşşifalar işlevlerine devam etmiş, az sayıda yenileri de inşa edilmiştir. Bunlardan İlhanlı Beyliği’ne ait Amasya’da Anber bin Abdullah Darüşşifası (1308-9) ile Osmanlı Beyliği de Bursa’da Yıldırım Bayezid’in inşa ettirip, vakıflar tesis ettiği Yıldırım Külliyesi (1395-1400) bütünlüğündeki Tıp Medrese ve Darüşşifası önemli birer sağlık sitesi oluştururken, Germiyanoğluları Beyliği’nde Kütahya’da inşa ettirilen Vacidiye Medresesi (1411) astroloji alanında eğitim-öğretim yapılan bir yapı olarak inşa edilmesi ile önemli olur. Astroloji gibi matematik ve bilhassa geometri bilimi de Anadolu Beyliklerinde öne çıkan ve eserler verilen bilimlerdendir. Anadolu’da 14. ve 15. yüzyıllarda “Miskinler Tekkesi” adıyla cüzzamhanelerin inşa edildiği ve işletildiği, bu tür yapıların şehirlerin girişlerinde ya da çıkışlarında, akarsu kenarında inşa edildiği, en önemlilerinin ise Sivas, Konya, Kayseri, Kastamonu’da olduğu bilinmektedir. II. Murat (1421-51) döneminde Edirne’de bir Miskinler Tekkesi (Cüzzamhane) inşa edilmiştir ki Avrupa’nın ilk cüzzamhanesidir.
14. yüzyıla ünlü hekimlerin yetişmiş olduğu gene yazdıkları eserlerle anlaşılmaktadır. Bu hekimler arasında Aydınoğlu Mehmet Bey (1330-1340) zamanında Aydın’a yerleşen ve Anadolu’da ilk Türkçe tıbbî eser olarak bilinen Tuhfe-i Mübarizi eseri ile tanınan Hekim Bereket’tir. Hekim Bereket eserini önce Lübab-ün Nuhab adıyla Arapça yazmış, sonra Farsçasını çevirmiş son olarak da Aydınoğlu Mehmet Bey adına Türkçe yazmıştır. Eserin esası İbn-i Sinâ’nın Kanun fit-tıb eserine dayanmakta ise de Hekim Bereket’in kendi gözlem ve deneyimleri de eserde yer almaktadır.
Gerede’de Argıt Dağı’nda eseri Müntehab-ı Şifa al-Tıb’ı yazdığı bilinen diğer hekim ise Geredeli İshak b. Murat’tır. Önsözünden Türkçe olarak Argıt Dağı’nda topladığı drogların fayda ve zararlarını yazdığını bildirir.
Hekim Hacı Paşa (Celâleddin b. Hoca Ali-Hızır b. Ali) (1334/35-1424) hekim olduğu kadar dini bilimler bilginidir. Mısır’da dini bilgileri El-Ezher’de edinerek Medrese-i Seyhun’da müderris olmuş, sonra tıbba merak sararak Kalavun Darüşşifası’nda hekimlik-hocalık yapmıştır. 1380 yılında Anadolu’ya (Konya’ya) dönen Hızır b. Ali, Aydınoğlu İsa Bey’in (1348-1391) Aydın’a daveti üzerine Aydın’a gelmiştir. Aydın’da kendisine Hacı Paşa adı verilmiştir. Kitab al-Tealim, Şifa al-Eskâm ve Devâ al-Alâm eserleri ile bilinen Hacı Paşa eserlerini yazarken İbn-i Sinâ, Hipokrat ve Colinos’dan esinlendiği ve öğütler vererek ilk defa tıbbî deontolojiden söz etmiştir.
Germiyanlı Hekim Ahmedî (Taceddin İbrahim b. Hızır) (1334-1413) aynı zamanda şairdir. Ömrü Germiyanlı ve Osmanlı beyleri arasında geçen Hekim Ahmedî Mısır’da Medrese-i Seyhun’da yetişmiş, Anadolu’ya döndüğünde Germiyanoğlu Süleyman Şah’a (1377-1388) intisab etmiş sonra Osmanoğullarına geçmiştir. Manzum olarak yazdığı Tarvih al-Ervah isimli tıbbî eseri Yıldırım Bayezid’e ithafen hazırlamıştır. Diğer eserleri İskendername ve Cemşid-û Hurşid’dir. Ayrıca Divan’ı ve başka eserleri günümüz kütübhanelerinde değerli yazmalar arasındadır.
14. yüzyılda, Anadolu’da kurulan Türk Beyliklerinin beylerinin bizzat kendilerinin de bilim adamı olduğu bilinmektedir. Bunlardan Aydınoğlu Umur Bey’in (öl. 1348) gazalarını anlatan eseri (Gazavatname), Germiyanoğlu II. Yakup Bey’in (öl. 1428) Anadolu’da Türkçe ilk vakfiye örneği olan imaretinin cephesinde taşa kazılı Vakfiye’si bu durumu açıklar. Osmanlı Beyliği’nde Türkçenin resmi dil olarak kabulü ve kullanılması ise Orhan Bey (1324-1361) zamanında gerçekleşmiştir. Bu durum 16. yüzyıl ortalarına, Kanunî Sultan Süleyman (1520-1566) zamanına kadar sürmüştür.
2. Anadolu Türk Beyliklerinin Yıkılışı
Sosyal, kültürel ve ticarî hayatları parlak olarak süren Anadolu’daki Türk Beyliklerinin siyasi hayatları fazla uzun sürmemiştir. İlk olarak 1354 yılında Karasioğulları Beyliği, Orhan Bey tarafından Osmanoğulları topraklarına katılmıştır. 1380’lerde de Hamitoğulları, Germiyanoğulları ve Çandaroğulları Beylikleri siyasi güçlerini kaybetmişlerdir.
Karamanoğulları, Ertanaoğulları, Ramazanoğulları Beylikleri ile doğudaki Akkoyunlu ve Karakoyunlu Beylikleri siyasi varlıklarını sürdürmekteydiler.
14. yüzyılda Anadolu’nun her yerinde Türkmenler hakim durumdaydı. İşte yüzyılın sonlarına doğru Anadolu’nun siyasî haritasında bazı hızlı değişiklikler meydana getirecek olan Osmanoğullları Beyliği (kurucusu Ertuğrul Bey, öl. 1281-82) Türkmen asıllı olup, oğlu Osman Bey (öl. 1326’dan sonra) zamanında göçer hayatlarını sürdürmekteydiler. Osman Bey’in akrabaları diğer Beyliklerde rastlanmayan Türkçe adlar taşıyorlardı.
Osmanoğulları Beyliği varlığını diğer Beyliklere nazaran geç duyurmuş olmasına rağmen, kısa sürede Güney Marmara’da önemli olmuştur. Daha dördüncü yöneticisi, Yıldırım Bayezid (1389-1403), Rumeli’de Niğbolu Savaşı’nı (1396) kazanmış; Anadolu’da ise Saruhanoğulları, Aydınoğulları, Hamidoğulları, Çandaroğulları, Germiyanoğulları ve Karamanoğulları Beyliklerinin siyasî hayatlarına son vererek, Osmanoğullarının doğu sınırını Fırat Nehri’ne kadar götürmüştür.
Doğudaki müstahkem kaleler olan Kemah ve Malatya Osmanlı valilerinin yönetimine verilmiştir (1399). 14. yüzyıl sonunda Yıldırım Bayezid’in Osmanlı topraklarına katarak, siyasî varlığına son verdiği Türkmen Beyliklerinin yeniden diriltilmesine neden olan tarihi olay ise Timur’un Anadolu’ya gelmesidir. 1402 Ankara Karşılaşması’ndan sonra Timur, Anadolu’ya daha önce yerleşmiş olan Kara Tatarları beraberine alarak, onları Türkistan’a götürmüştür. Bunlardan kaçmak isteyenlerin başlarını kestirerek, Damgan şehri önünde kule gibi yığdırmış olduğunu yazılı kaynaklardan öğrenmekteyiz. (İspanyol elçisi Klavijo, Semerkand’a giderken bu manzarayı gördüğünü yazar).
Kara Tatar Türkmenlerinden boş kalan Orta Anadolu’ya, güneyden gelen Türkmen oymakları yerleştirilerek, şenlendirildi.
İşte ilk hissedilişi en geç olan Osmanoğulları Beyliği, kurulduğu Söğüt kasabasının sınırlarını aşarak, 1326 yılında Bilecik ve Bursa, 1331 yılında da İznik şehirlerini alarak, ilk eserlerini İznik’te vermeye başlamıştır.
3. Anadolu Türk Beyliklerinin Mimarisi
Hatırlanacağı gibi, 1243 Kösedağ Savaşı’nda Moğol ordusuna yenilen Anadolu Selçuklu Sultanı II. Gıyaseddin Keyhüsrev, 1277 yılına kadar devlet teşkilâtını korumuştu. Ancak 1308’de resmen Memlûk Sultanı Baybars’ın Anadolu seferinden sonra İlhan Abaka Han, Anadolu’ya gelmiş ve Anadolu Selçuklu Devleti’ne son vermişti.
Anadolu’da 14. yüzyıla kadar durmuş olan mimarî gelişmelerin, Anadolu Türk Beylikleri döneminde yerel geleneklerle, yani Anadolu Selçukluları mimarî geleneğiyle bağdaştırılması arzu ve isteği, Beylik niteliğindeki feodal yapılı küçük devletlerin sınırlı olanaklarıyla sürdürmeye çalıştıklarını, günümüze kadar ayakta kalabilmiş mimarî eserlerden anlamak mümkündür.
14. ve 15. yüzyılın ilk yarısında Anadolu’da oluşan sanat ve mimarlık etkinliklerini dört ayrı grupta toplamak, alınan-verilen etkileri de açıklayacaktır. Bunlar;
- Sonraki gelişmelerde Osmanlı mimarisinin kaynağı olan Batı Anadolu,
- Anadolu Selçuklu mimarisinin fazla bir değişiklik göstermeden devam ettiği Karamanoğullarının yönetimindeki Orta Anadolu,
- Siyasal bağları Azerbaycan yöresiyle ilişkili olan ve mimarisi 13. yüzyılın ikinci yarısından itibaren sıkı bir bağlantı gösteren Doğu Anadolu,
- Ve Türklerin Anadolu’ya egemen olduğu tarihten itibaren Mezopotamya ve Suriye sanat ve mimarlık gelişmesinin etken olduğu Güneydoğu Anadolu’dur.
Anadolu Türk Mimarîsi içinde önemli bir yeri olan Anadolu Türk Beylikleri mimarisinin ortaya koyduğu örnekleri daha cami, medrese ve kümbet-türbe adıyla tanıdığımız örnekler olmakta, ticarî ve bayındırlık yapıla
rı olarak kervansaray (=han), köprü gibi yapıların örnekleri ise sınırlı olmaktadır. Bunun nedeni Anadolu Selçuklularının zengin mimarî mirasının bu dönemde de yaşatıldığında aranmalıdır.
Doğu Anadolu’da kurulan Beyliklerden Karakoyunlulardan Kara Yusuf’un 1400’lerde inşa ettirdiği Van Ulu Camii planı, taş duvarları, tuğla-derz dokulu payeleri ve tonoz sistemi ile yapılaşmasıyla önemli olurken, terrakota ve boyalı alçı bezemeli, yüksek tamburlu mihrapönü kubbesiyle de doğrudan Büyük Selçukluların Kazvin’deki Mescidi Cuma Camii ile bağlantılı olmaktadır. Dulkadırlılardan Süleyman Bey’in oğlu Alâüddevle’nin 1496 yılında inşa ettirdiği Maraş Ulu Camii enine dikdörtgen plan yorumunda mihrap duvarına dik sahınlarıyla Anadolu Selçuklu Ulu Camii plan geleneğine bağlanırken, yola bağlı batı cephesinin teşkilâtıyla ve dövme demir pencere şebekelerinin günümüze ulaşan önemli örnekler olmasıyla da önemlidir. Maraş Ulu Camii minaresinin yapıdan ayrı olması ve silindirik gövde üzerindeki çokgen kuruluşlu bölümüyle Memlûk minarelerine bağlanır.
Doğudaki Türkmen Beyliklerinden Akkoyunlulardan Uzun Hasan’ın (1453-1478) inşa ettirdiği, Diyarbakır’daki İparlı (Safa) Camii, tromplu merkezî kubbesiyle önemlidir. Siyah-beyaz kesme taş işçiliğiyle ise yerel özellikleri yansıtır. Dış pencere alınlıklarındaki dörtlü düğüm motifleriyle de Gaznelilerin Rıbat-ı Mahi Kervansarayı’ndaki (1019-20) tuğla bezemelerine kadar uzanan özelliklerin devamlılığına işaret eder.
Gene Diyarbakır’daki Nebi Camii, benzer planıyla ve siyah taştan örülmüş kubbesiyle aynı plana işaret eder. Her iki yapıda da son cemaat yeri ve minare işlevsel olarak yapı bütünlüğünde yerini almıştır.
1522 yılına kadar varlıklarını sürdüren Dulkadıroğulları Beyliği’nin son yıllarında, Şehsuvaroğlu Ali Bey’in son beş yılında inşa edildiği düşünülen Elbistan Ulu Camii, son cemaat yerine açılan Anadolu Selçuklu geleneğindeki cümle kapısı ve kitabe ile daha önce inşa edilmiş bir Selçuklu caminin yerine kalıntıları korunarak yeniden inşa edilmiş, Osmanlı Camii geleneğinde olduğu görülür. Elbistan Ulu Camii kareye yakın plan bütünlüğü içinde yer alan son cemaat yeri, minaresi ve en önemlisi, dört destek üzerine kemersiz taşınan merkezî kubbesi ve dört yönde yarım kubbeler ve basık köşe kubbeleriyle 16. yüzyıl Mimar Sinan dönemi merkezî kubbeli camilerine de örnek oluşturmaktadır. Buna yakın yıllarda Diyarbakır’da inşa edilmiş olan, Fatih Paşa Camii (1522) daha gelişmiş aynı plan şemasıyla Doğu Anadolu’da 16. yüzyıl başlarında meydana getirilen ve Osmanlı dönemi merkezî kubbeli cami yapılarına rehber olan örnekler olmaktadırlar.
Adana ve çevresinde egemen olan Ramazanoğulları Beyliği’nden günümüze ulaşabilen önemli bir yapı Akça Mescid (Ağca Mescid) (1409) olmakta, küçük kare planlı yapı cümle kapısıyla önemli olmaktadır. Akça Mescid cümle kapısı bezemesiyle Anadolu Selçuklu taç kapılarının bezeme geleneğine bağlanırken, yapısıyla da daha sonra inşa edilmiş olan Adana Ulu Camii Külliyesi’nin (1513) çekirdeğini oluşturmuştur. Adana Ulu Camii, Ramazanoğlu Halil Bey tarafından (1513) başlanılmış, oğlu Pirî Mehmet Paşa tarafından (1541) tamamlanmıştır. Osmanlı külliyeleri geleneğinde inşa edilmiş olmasıyla önemlidir. Enine dikdörtgen plan üzerine iki sahınlı ve mihrap önü kubbeli cami bütünlüğünde iki yönde revaklı ve taş döşeli avlunun bulunuşu ile önemli olan yapının doğusundaki revaklı ve mescidli türbe ayrıca önemlidir. Adana Ulu Camii bütünlüğünde doğu ve batıdaki hacimli kapılar renkli taş işçiliği ve dışı mukarnaslı kubbesiyle Zengi ve Memlûk geleneğini yaşatan bir örnek olmaktadır.
Adana Ulu Camii cephe kuruluşları kadar türbe ve cami iç mekânındaki mihrap duvarı çini kaplamaları, mihrap ve (1520) tarihli minberin iki renkli taş işçiliği ile de önemlidir. Bu unsurlarda görülen bezeme örnekleri bütünüyle 16. yüzyıl Osmanlı geleneğine bağlıdır. Bu özellik Pirî Mehmet Paşa’nın Osmanlı hizmetinde olmasıyla açıklanabilmektedir. Doğu kapısı yanında yükselen minare altındaki eyvan çeşmesi ve revaklı avluya sahip medresesi, çifte hamam planındaki çarşı hamamıyla Adana Ulu Camii Külliyesi Osmanlı külliye geleneğine bağlanır.
Antalya ve çevresinde yaşayan Hamitoğulları Beyliği’nden eski bir yapının, yenilenmesi ve çevresinde işlevsel yapıların inşaasıyla meydana gelmiş bir külliye ise Yivli Minare Külliyesi Camii’dir. Hamitoğlu Mübarizeddin Mehmet Bey tarafından 1373 yılında inşa ettiril
miş olan bu yapı Anadolu Türk Beylikleri döneminin erken ulu camilerindendir. Sultan I. Alâaddin Keykubat’ın Yivli Minare’si, imaret ve medrese yapısı bu külliyeyi tamamlamıştır.
Selçuklulardan sonra Orta Anadolu’da güçlü bir biçimde varlıklarını duyuran Karamanoğulları Beyliği’nden (1256-1483) değişik amaçlı pek çok mimarî eser kadar bir yapı bütünlüğünde külliye işlevini yüklenmiş eserlerde günümüze ulaşmıştır. Karamanoğulları Beyliği’nin önce mirasçısı olduğu Anadolu Selçuklu yapılarını onarıp kullandığı da bilinmektedir. Bu tür yenilenen yapıların önemli iki örneği Aksaray Ulu Camii (1431) ile Konya İplikçi Camii’dir. Konya İplikçi Camii (1332) Hacı Ebubekir tarafından inşa edilmiştir.
Karamanoğulları Beyliği’nin özgün cami mimarisi örneklerini ise herbiri ayrı özelliklere sahip yapılar olarak Karaman, Ermanak ve Mut’ta Toroslar’ın içindeki köylerde, Balkusan ve Güneyyurt’ta buluyoruz.
Karamanoğulları cami mimarisinde geleneksel sahınlı Ulu Cami plan yorumlarını kullanmışlardır. Dikdörtgen plan yorumu içinde mihrap duvarına paralel sahınlar halindeki mekânlardan biri ahşap mahfelle bütünleşmiştir. Bu plan yorumunda duvarlar, payeler ve yüksek sivri kemerler muntazam kesme taştan örülmüş, üst örtü, şahnişli mahfel ahşaptan, oyma ve boyalı, bezemeli olarak yer almıştır.
Karamanoğulları mimarisinde ulu cami plan şeması mihrap önü kubbeli ve kubbesiz olarak iki şekilde yorumlanmış, bazı ulu cami yapılarında yenilik olarak, dikdörtgen planın dar kenarında, derin ve yüksek bir son cemaat yeri yer almıştır. Karamanoğlu Mehmet Bey tarafından inşa ettirilen Ermenak Ulu Camii’nde (1302) anıtsal bir son cemaat yeri yer alır. Ermenak Meydan Camii’inde (1436) son cemaat yerinden başka bir mihrap önü kubbesiyle, gene Karaman’da Hacı Beyler Camii (1358) mihrap önü kubbesi, Anadolu Selçuklu geleneğinde piramit külahlıdır.
Karamanoğlu Beyliği’nin Toros Dağları arasındaki coğrafî topografyadaki yerleşim yerlerinde inşa edilen cami yapıları tek işlevsel yapı olarak görülürler. Böyle cami yapıları Karaman’da da bulunur. Arapzade ve Dikbasan camilerigibi.
Karamanoğulları mimarisinin toplu örneklerini bulduğumuz Karaman’da önemli bir külliye, II. İbrahim Bey İmareti (1432-33) adıyla tanınmaktadır. Bu külliyenin ana yapısı kubbeli medrese planında inşa edilmiştir. Kubbeli medrese plan bütünlüğünde ve iki katlı olarak inşa edilen yapıda, mescid, medrese, darülkurra, tabhane, imaret işlevlerine sahip mekânlar yer alır. Bu bütünlük önünde ise bir tarafında çini bezeli minarenin yükseldiği beş bölümlü, üç kubbeli bir son cemaatyeri yer alır. Karamanoğullarının özellikle Karaman’da meydana getirdiği yapılara baktığımızda birçok yeni mimarî oluşumlarla karşılaşılır. Cami, tekke, revaklı avlu, kubbeli medrese planı gibi planların çeşitli müşterek uygulamaları gibi, organik bir bütünlük görülür.
İbrahim Bey İmareti’nde türbe ve yol aşırı eyvan çeşmeile böyle organik birliktelik sağlanması gibi, bir yapı bütünlüğünde çok çeşitli işlevlerin yerine getirilmesi ise en büyük yeniliktir.
Karamanoğlu II. İbrahim Bey İmareti’nde görülen taş işçiliği ve bezeme özellikleri, ahşap işçiliği ve bezemesi, gene özellikle çini mihrabında (İstanbul Arkeoloji Müzesi, Çini Eserler) görülen özellikler, Karamanoğullarının bulundukları coğrafyadaki taş, ahşap gibi malzemeyi kullanarak, doğrudan mirasçısı oldukları Anadolu Selçuklularının mimarî ve taş, ahşap işçiliğine bağlı kalmışlar, ancak kendi üsluplarını da yaratmışlar, çini sanatında ise onlardan tamamen ayrılarak Osmanlı çini sanatıyla ilişki kurmuşlardır. Diğer taraftan türbedeki altın yaldızlı alçı lahitlerde görüldüğü gibi güneyden (Meşatta Sarayı) gelen tesirleri almışlardır.
Karamanoğullarının alışılmamış bir plan şemasıyla inşa ettikleri cami ise bir menzil yerleşmesi olan Mut’ta Alâaddin Bey’in emirlerinden Lâl Ağa’nın (1356-1390) inşa ettirdiği Cami’dir. Lâl Ağa Camii, enine dikdörtgen plan üzerinde 10.20 metre çapında merkezî bir kubbe ve iki yanda beşik tonoz örtülü olmasıyla önemli bir yeniliğe sahiptir.
Karamanoğulları Beyliği’nden iki usta adı da günümüze ulaşmış, Ermenak’taki Meydan Camii’nin Mimar Emin Rüstem Paşa Camii adıyla tanınan, diğeri ise Karamanoğlu II. İbrahim Bey İmareti ahşap işçiliğiyle tanıdığımız Karamanlı Ömer bin İlyas Usta’dır.
Karamanoğulları Beyliği gibi, Anadolu Selçuklu mirasına doğrudan sahip olan ve Anadolu Selçuklularından ilk ayrılan beylik ise Eşrefoğulları Beyliği’dir. Anadolu Türk Beylikleri içinde en kısa ömürlü bir beylik olan Eşrefoğulları Beyliği’nin önemli külliyesi, Eşrefoğlu Seyfeddin Süleyman Bey tarafından Beyşehir’de inşa ettirilen külliyedir. Beyşehri Eşrefoğlu Süleyman Bey Külliyesi (1297-1299), Anadolu Selçuklularının ahşap destekli ulu camileri geleneğinde inşa edilmiş, doğusunda Süleyman Bey’in 1301 tarihli kümbeti ile bitişiktir. Yola bağlı cephe kuruluşuyla, ahşap işçiliğiyle
Dostları ilə paylaş: |