Anadolu Türk Beylikleri Sanatı



Yüklə 8,23 Mb.
səhifə2/179
tarix17.01.2019
ölçüsü8,23 Mb.
#100097
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   179

önemli olan cami bütünlüğünde Eşrefoğlu Beyliği’nin Anadolu Selçuklu mimarisinden farklı özellikler taşıdığı hemen anlaşılmaktadır. Mihrap duvarına dik yedi sahınlı yapıda ahşap destek ve kirişleri ile yüzeylerindeki kalem işleri önemlidir. Mozaik çini mihrap ve ceviz ağacından minber ayrıcalıklıdır.

Cami yakınındaki medrese, küçük hamam ve ırmak üzerindeki köprüsü ile olduğu kadar, 16. yüzyılda geçirdiği büyük onarım sırasında katılan çok kubbeli, dışı dükkanlı bedesteniyle de Osmanlı erken dönem Bursa’daki Ulu Cami Külliyesi ile Edirne’deki Eski Camii Külliyesi’nin külliye kuruluşu yönünden öncüsü olarak görülebilir.

Beyşehri Eşrefoğlu Camii gibi büyük olmasa da özellikleriyle benzer olan bir ahşap destekli cami de Çandaroğlu Mahmut Bey’in Kastamonu’ya bağlı Kasaba Köyü’nde inşa ettirdiği Kasaba Köyü Camii’dir (Mahmut Bey Camii) (1366). Dört ahşap sütun üzerine mihrap duvarına dik üç sahınlı olarak inşa edilen yapı, ahşap işçiliği ve ahşap üzerine kalem işleriyle önemlidir. Dikdörtgen plan bütünlüğünde tamamen ahşap olarak üç bölümlü bir son cemaat yeri bulunur. Kapı kanatları işçiliği ve bezeme kuruluşuyla Kastamonu’daki İbn-i Neccar Camii (Eligüzel Camii) (1353) kapı kanatlarıyla benzerdir. Ankaralı Mahmut Vakkasoğlu Abdullah ve 1356 tarihini veren İbn-i Neccar Camii ahşap ustasının, Kasaba Köyü Camii kapı kanatları ve ahşap işçiliği ile ilgisi olmalıdır.

Diğer taraftan Çandaroğlu Beyliği’nden günümüze ulaşan tek kubbeli cami olan Eligüzel Camii, Osmanoğullarının Bursa’da Alâaddin Camii (1326) ile İznik’teki Hacı Özbek Camii’nden (1330) sonraki bir uygulama olduğu görülür.

Çandaroğlu İsmail Bey, Fatih Sultan Mehmet’in saydığı bilge bir beydi. Kendisine Yenişehir, İnegöl ve Yarhisar’ı tımar olarak verip, Filibe’ye göndermiştir ki, orada vefat etmiştir. Osmanlı yönetiminde Çandaroğulları Beyliği’nin, Bursa’daki Osmanlı külliyelerine benzer bir kuruluşu olarak Kastamonu’da İsmail Bey Külliyesi (1454) inşa edilmiştir. Tabhaneli Cami, Türbe, Medrese, İmaret, Han, Hamam ve sonradan inşa edilen Bedesten ile büyük bir yapılar topluluğudur. Ters “T” plan yorumundaki tabhaneli cami önünde yüksek kemerli örme taş payeli beş bölümlü bir son cemaat yeri yer alır. Avlusu revaksız medrese de külliyeye 1475 yılında katılmıştır. Kendir Hanı olarak tanınan Han (1454)’ın ana beden duvarları kesme taş, içteki iki katlı revak bölümleri ise ahşap olarak inşa edilmiştir.

Germiyanoğulları Beyliği de Çandaroğulları Beyliği gibi Osmanoğulları Beyliği ile sınırdaştı. Ve aynı gelenek-görenekle yaşayan Türkmen Beylikleri idiler. Germiyanoğullarının meydana getirdiği mimarî örneklerin sayısı fazla olmamakla beraber ulu cami, tek kubbeli ve ters “T” planlı, şemaları severek cami mimarisinde kullanmışlardır. Osmanoğulları’yla yakın oluşları, onları erken tarihlerde Osmanlı Beyliği hakimiyetine sokmuş, bu nedenle eserleri bu hakimiyetten sonra ortaya konmuş olsa da, Germiyaoğulları’nın mimarî özelliklerini yansıtmıştır.

Tek kubbeli en erken camileri Kütahya’da Kurşunlu Camii (1377) olup, Afyon’daki Akmescid’e örnek olduğu söylenir. Her iki yapı da taş dokulu ve son cemaat yerleri kapalıdır.

Germiyanoğlu Beyliği’nin önemli bir yapısı ise Kütahya’daki II. Yakub Bey İmareti (1411) olmaktadır. Bu yapı ters “T” plan şeması bütünlüğünde çeşitli işlevleri bünyesinde toplamıştır. Ortada aydınlık fenerli kubbe altında granit bir şadırvan yer alırken kıble tarafında mescid, sağ yanda tabhane (misafirhane), soldaki tabhane eyvanı çinili lahitle birlikte türbe mekânına eklenmiş, böylece sol tabhane türbe için ziyaret yeri olmuştur. Girişin iki yanındaki köşe mekânları ise medrese işlevini yerine getirir. Cephenin ortasına içeri çekilmiş, üç bölümlü son cemaat yeri artık bir geçiş mekânıdır. Cephe kuruluşuyla farklı olan II. Yakub Bey İmareti sol tarafta yer alan Türkçe taşa kazılı vakfiyesiyle de ayrıcalıklı bir yapıdır.

Esasen Karamanoğlu II. İbrahim Bey’in Karaman’daki İmareti ile tek yapı bünyesinde birden fazla işlevi yerine getirmesi bakımından benzerse de Karmanoğulları kubbeli medrese planını iki katlı yorumlayarak gerçekleştirmişti. Germiyanoğulları mimarı ise ters “T” plan yorumunda gerçekleştirmiştir.

Batı Anadolu Beylikleri içinde Manisa’daki Saruhanoğulları Beyliği, Aydınoğulları ve Menteşeoğulları Beyliği ile benzer yapısal özellikler gösteren eserler bırakmışlardır. Ancak Saruhanoğullarından İshak Bey’in Manisa’da inşa ettirdiği Ulu Cami (1376) bitişik medrese ve medrese cephesindeki iki çeşme, içinde İshak Bey’in türbesi (1378) ile büyük bir külliye oluşturmaktadır. Şpil Dağı eteklerinde, ovaya hakim dar bir düzlükte inşa edilmiş olan külliye yapıları kıble cephesiyle yamaca yaslanmış, topografyaya uydurulmuştur. Mimarı “Emet bin Osman” adıyla tanınan Manisa Ulu Camii, kareye yakın bir plan şeması içinde birbirine eşit iki bölüm olarak yorumlanmıştır. Biri kapalı harîm bölümü, diğeri ise avlu birimi.

Kapalı bölümde orta bölüm 10.80 metre çapında bir kubbe ile örtülmüştür. Diğer bölümleri yüksek sütun ve sivri kemerlerle taşınan kare tonozlarla örtülmüştür. Manisa Ulu Camii kubbesi sekizgen kasnağa oturur. Bir mihrap önü kubbesi değildir. Sekiz destekle taşınır. Manisa Ulu Camii’nin bu merkezî kubbesi erken Osmanlı mimarisinde Edirne’de inşa edilen Üç Şerefeli Cami (1437-47) için bir öncü olarak görülebilir (Bkz. Erken Osmanlı Dönemi Mimarîsi).

Manisa Ulu Camii şadırvanlı, revaklı avlusu ve üç yöne açılan kapı kuruluşlarıyla, Üç Şerefeli Cami için öncü olarak görülür ki, Üç Şerefeli Camii’ndeki bu uygulama klasik Osmanlı cami mimarisinin hazırlayıcısı olmuştur.

İki katlı kuruluşuyla, bitişik medrese cephesiyle cami cephesini kaynaştıran minare ile de cephe kuruluşu önemli olmaktadır.

Manisa Ulu Camii’nin abanoz ağacından minberi Antepli Mehmed bin Abdülaziz İbn el-Dıkkî tarafından yapılmıştır. 24 yıl sonra Bursa Ulu Camii’nin (1400) minberini de ceviz ağacından aynı ustanın yapmış olması, Saruhanoğulları ile Osmanoğulları arasındaki ilişkiyi de açıklar.

Aydınoğullarının mimarî eserlerinden iki önemli cami yapısı günümüze ulaşmıştır. Erken tarihli cami yapısı Birgi Ulu Camii (1312) olup, Aydınoğlu Mehmet Bey tarafından inşa ettirilmiştir. Anadolu Selçuklularının mihrap önü kubbeli ulu camii planında inşa edilmiş olan yapıda sahınlar mihrap duvarına dik olup, sütun ve yüksek sivri kemerlerle meydana getirilmiştir. Birgi Ulu Camii ahşap kapı ve pencere kanatlarındaki işçilik gibi ahşap minberi ile de önemlidir. Minberde Muzafferiddin bin Abdülvahid olarak usta adı ve 1320 tarihi okunur.

1334 tarihinde inşa edilen Mehmet Bey’in türbesi, kare plan üzerine mozaik çini ve sırlı tuğla işçiliğiyle önemli bir kubbe ile örtülüdür. Aydınoğullarından günümüze ulaşan diğer eser, Selçuk’ta (Efes=Ayasulug) ovaya hakim bir yamaca inşa edilmiştir. Kıble yönüne göre yamaca yaslanan yapıda, avlu iki yanda kapalı bölüme bitişik olarak planlanıp inşa edilmiştir. Aydınoğlu İsa Bey tarafından inşa ettirilen camide revaklı ve şadırvan havuzlu avlu, Manisa Ulu Camii avlusu için bir öncü olarak görülür. İsa Bey Camii (1374) mihrap duvarına paralel iki sahın ve mihrap bölümünde ardarda iki kubbe kuruluşuyla, gene üç bölümle avluya açılışıyla güneyden gelen tesirleri yansıtır. Bu tesirlerin en iyi ifade edildiği alanlar ise cepheler olmuştur. Özellikle merdivenli batı cephesi, pencereleri ile cümle kapısında görülen iki renkli taş işçiliği, Zengi düğümü bize Memlûk mimarisinin tesirlerinin yeni yorumunu gösterir. Mimar Ali ibn el-Müşeymiş el-Dımışkî olarak tanınan mimarın Şam’dan gelmiş olması bu camideki plan ve cephe yorumlarındaki yenilikleri de açıklar. Sonradan İzmir’deki Kestane Pazarı Camii’ne konan mozaik çini mihrabı gibi, mihrap önü kubbelerinin de bütün geçiş unsurları mozaik çini kaplıdır. Şerefe altına kadar kalan, minarelerin yüzeyleri de beyaz çini bezemelidir.

Batı Anadolu’da mimarî faaliyetleri yönünden varlığını günümüze ulaştıran beyliklerden biri de Milâs ve Balat’ta (Milet) eserlerini bulduğumuz Menteşeoğullarıdır. Menteşeoğulları bir taraftan Anadolu Selçuklu Ulu camilerine uyan plan şemasıyla ki, mihrap önü kubbeli ve mihrap duvarına dik üç sahınlı Milas’taki Ulu Camii (Ahmet Gazi Camii) (1378) inşa etmiş. Bu yapı da yerel özellik olarak ana beden duvarına bitişik rampalı, açık şerefeli minare ile de Menteşeoğulları cami mimarisinde özgün bir yenilik yaratmıştır. Diğer taraftan Menteşe’deki ilk Osmanlı valisi Firuz Bey’in inşa ettirdiği Cami’de (1394), Erken Osmanlı mimarisinde yaygın olarak kullanılan çok işlevli cami planı olan ters “T” planını en iyi şekilde uygulayan örnek olmuştur. Firuz Bey Camii’nde ters “T” planı Osmanlı’nın örneklerinden farklı olarak, mescid mekânı daha bağımsızlaştırarak yapı bütününde yer almış, şadırvanlı avlu mekânı küçülerek, üst örtüsü yerel ve yerleşik bir teknikle, taş bindirme tekniğiyle örtülmüştür. Minare ise mescid mekânının kuzeydoğu köşesinde, ana beden duvarları üzerinde yer almıştır. Böylece ters “T” plan yorumu bütünlüğünde kubbe ve minaresiyle mescid mekânı yapı dışından algılanabilmektedir.

Yerel renkli mermer taş blokların kullanılışı ve işçiliği özellikle de çift açıklıklı düzenlemesiyle son cemaat yeri, kalem işi taş saçak çıkması, taş işçiliği ve korkuluklarıyla anıtsal bir giriş cephesi bütünlüğüyle yapı önünde yükselmiştir. Osmanoğullarının İznik’teki Yeşil Camii (1388-1392) önündeki anıtsal son cemaat yerine benzerliğiyle önemlidir. Gene mermer mihrabın bordüründe Mimar Musa bin Abdullah ile nakkaş Musa bin Adil’in adının okunması, Menteşeoğullarının iki sanatkârını tanımamızı sağlamıştır.

Menteşeoğullarının Balat’ta inşa ettirdiği cami ise bir külliye bütünlüğündedir. Menteşeoğulları Beyliği’nin, Timur tarafından yönetimleri iade edildiği yıllarda İlyas Bey, Balat’ta bir külliye inşa ettirmiştir. İlyas

Bey Külliyesi (1404), cami, medrese, türbe, hamam ve antik tiyatro önünde inşa edilmiş han yapılarından meydana gelmiştir.

Kare plan üzerine 14 metre çapındaki kubbesiyle cami, revaklı, şadırvanlı avluyu çeviren medrese ve türbe mekânlarıyla organik bir bütünlük içindedir. Böyle organik bütünlük içindeki külliye kuruluşları klasik Osmanlı döneminde Mimar Sinan ekolünün yarattığı plan şemalarında mükemmel uygulanacaktır. Bu nedenle Balat İlyas Bey Külliyesi Osmanlı külliye tipolojisinde kullanılan bir plan yorumunun öncüsü durumundadır.

İlyas Bey Camii büyük tek kubbesiyle, olduğu kadar cephe kuruluşuyla da farklı bir uygulama sergiler. Burada duvar eti kalınlığında yer alan üç açıklıklı, Bursa kemerli, korkuluk levhalı giriş, cephe ortasında, son cemaat yerinin simgesi durumundadır. Hacımsal bir değeri ve işlevi yoktur. Bu durumuyla Germiyanoğullarından II. Yakup Bey İmareti’nin (1411) cephe kuruluşunda yer alan cephe içine çekilmiş, üç bölümlü küçük son cemaat yerinin öncüsü olarak düşünülebilir. Ancak Balat İlyas Bey Camii cephesinin iki kademeli kuruluşu, iki yandaki palmet bezemeli taş kuşaklar ve cümle kapısındaki iki renkli taş işçiliği farklı bir anlayışın, yani Menteşe Beyliği mimarisinin özgün örneği olma niteliğini kazandırmıştır. Cami Somaki mermerden mihrabındaki bezemeleri kadar, iki katlı pencere düzenlemeleri ile de önemlidir.

İşte Anadolu Türk Beylikleri mimarisinde, Anadolu’nun batısına doğru gidildikçe cami mimarisinde ortaya çıkan yenilikler kadar, planlarda kuvvetli geliştirme arayışları, merkezî kubbenin, revaklı -şadırvanlı- üç yönde kapılı avlunun öneminin ortaya çıkması kadar, işlevsel yapılar arasında organik bütünlüğün ortaya çıkması gibi özellikler daha sonra Osmanlı mimarisinde en yüksek yorum ve ifadeye ulaşacaktır.

Anadolu Türk Beyliklerinde Medrese Mimarisi

Türk mimarisinde belirli işlevsel yapılar vardır. Bu yapılar içinde toplumların kültürel ve bilimsel yapısıyla ilgili olan en önemli yapılarsa, eğitim-öğretim programlarının sürdürüldüğü yapılar olmaktadır.

Eğitim-öğretim programlarının yürütüldüğü ilk yapılar olarak medreseler karşımıza çıkmaktadır. Ancak ilk bakışta medreselerin dinî eğitim-öğretimle ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Oysa Türk toplumlarında pozitif bilimlere de geniş ölçüde yer verilmiştir. Bunun kanıtlayıcı unsurlarıysa şunlardır;

- Pozitif bilimlerle ilgili çok sayıda yazma eserlerin günümüze ulaşmış ve halen yazma eserler kütüphanelerini dolduruyor olması,

- Rasathanelerin (gözlemevi) günümüze ulaşan örnekleri,

- Tıp medrese ve darüşşifaları,

- Bu konularla ilgili yazılı belgeler, Vakfiyeler.

Anadolu Türk Beylikleri dönemine ait Beyliklerin beyleri, bizzat kendileri bilim adamı veya mesih (bilim adamı koruyucusu) idiler. 14. yüzyıl Anadolu Türk Beylikleri arasında Çandaroğlu Beyi (Kastamonu Beyi) Muzafferüddin Yavlak bin Arslan, Sivas Beyi İsa Bey, Saruhanoğlu İshak Bey ilmî kişilikleri olan beylerdi. Gene Kayseri ve Sivas’ta hakim olan Âlaaddin Ertana Bey’in, bilimsel toplantı ve tartışmalara eşini de katan, aydın bir kişiliğe sahip olduğu bilinir.

Fakat bilindiği gibi 13. yüzyıl sonlarında Anadolu pozitif bilimlerin ve bilimin doğu âlemine veda ettiği bir kargaşa yaşamıştır. Siyasî ve iktisadî sarsıntılar devri olarak tarihe yansıyan bu yıllarda parçalanma, bölünme ve birçok beyliğin feodal yapılarıyla ortaya çıkması, bilim çevrelerini zor duruma soktuğu gibi, medreselere öğrenci bulunamaz olmuştur. Moğol istilâsı ise maddî-manevî yıkıntı yaptığından 40-50 yıl gibi bir sürede herşey unutulur duruma gelmişti. Matematik, geometri, biyoloji ve hatta tıp eserlerini anlayan kalmamıştı.

İşte böyle bir ortama rağmen Anadolu Türk Beylikleri döneminden, yetişmiş ender bilim adamları tanınıyor ve bu bilginlerin bilimsel yazma eserleri biliniyor.

Şirâzlı Allâme Mahmud’un (öl. 1299) astronomi ile ilgili eseri İhtiyaratü’l Muzafferî, Kastamonu Beyi Muzafferüddin Yavlak Arslan’a ithaf edilmiştir. Bu dönemde, Osmanlı Devleti’nde Türk bilim adamı olarak tanınan Celâleddin Hızır (Hacı Paşa) (öl. 1417), Kahire’de yetişmiş, dinî ve aklî bilimlerde eserlerini yazmıştır. Aydınoğullarının merkezi Selçuk’ta yazdığı bilinen eseri Şifa al-Eskâm ve deva ül-Âlam (hastalıklara şifa ve elemlere deva) Arapça tıp eseridir. Mantık ve münazara (tartışmanın esasları) adlı eseriyle ünlüdür.

14. yüzyılda Molla Fenârî (1351-1432) de Kahire’de öğrenim görmüş, mantık ve aklî ilimlerde ihtisas sahibi olmuş ve yazdığı Mantık kitabı 1888 yıllarına kadar medreselerde okutulmuştur.


14. yüzyılın en büyük matematikçisi ise Kadızade-i Rumî’dir (doğ. 1353-63 arası). Bursa’da öğrenimini tamamlayarak ve Semerkant’a giderek Uluğ Bey’e (1394-1449) katılmış ve zamanının en yüksek bilim kurumunu yöneten kişisi olmuştur. Kadızade-i Rumî’nin öğrencisi Ali Kuşçu (öl. 1474, İstanbul), II. Murat ve Fatih dönemlerinin önemli âlimi ve hocasıdır.

Gene Erken Osmanlı Devleti paralelinde hayatiyetlerini sürdürmekte olan Anadolu Türk Beyliklerinden pek çoğunda bilim adamları yetişmiş ve alanlarında yazma eserler bırakmışlardır.

Anadolu Türk Beyliklerinde, medrese adıyla bilinen eğitim-öğretim yapılarının işlevini nasıl gerçekleştirdiği konusu, medreselerin nasıl bir sistem içinde işlevlerini sürdürdüklerine bakmayı gerektirir.

Orta Çağ’da Türk-İslâm medreselerinde sürdürülen eğitim-öğretim iki ana konuya bağlanmıştır.

1. Ulûm ul-ava’il (matematik, astronomi, fizik, gramer, felsefe, tıp) konularını içeren ve bu tür eğitim-öğretimin gerçekleştirildiği medreseler olan “Dâr ül-ilim” medreseleri.

2. İslâmi ilimler (usul, fıkıh, hadis, kelâm gibi) ilâhiyatla ilgili olan eğitim-öğretim verilen medreseler.

[Bazı büyük medreselerde ise çeşitli bilimlerin bir medrese yapısı bütünlüğünde gerçekleştirildiği görülür. Anadolu Selçuklu döneminde Bağdat’taki Mustansıriye Medresesi (1232) böyle bir eğitim kuruluşuydu.]

İşte Anadolu’da eğitim-öğretim hizmetlerinin sürdürüldüğü medrese yapıları her dönemde önemli olmuştur. İlk kez medrese eğitim-öğretiminin Büyük Selçuklu veziri Nizamülmülk tarafından düzenli bir şekle sokulması ve adına inşa ettirilen medreselerin çok sayıda varlığı ile devlet ileri gelenlerinin desteklediği bu medreselerde İslâmî ve pozitif bilimler ders programlarında yer almıştır.

Anadolu Türk Beylikleri döneminde inşa edilen çok sayıda medreseler onarımlarla da olsa günümüze ulaşmıştır. Bunlardan pozitif bilimlerin eğitim-öğretimi verilen medreseler az sayıda da olsa plan ve cephe özellikleriyle önemli olan medreselerdir.

Germiyanoğulları Beyliği’nde ileri gelen şahıslardan biri Mubarizeddin Umur bin Savcı’nın Kütahya’da inşa ettirdiği gözlemevi (rasathane) (1314-15), kubbeli medreseler içinde iki eyvanlı ve tek katlı olup, giriş eyvanı üzerinde bir yönetici odasının varlığıyla olduğu kadar, girişin sol mekanında rasad aletlerinin konacağı nişler bulunmasıyla işlevini açıklayan yapılardır. Ulu Cami’nin bitişiğinde inşa edilen yapı burada müderrislik yapan ve ana eyvanda sandukası bulunan Molla Vacid’in adıyla tanınır.

Kubbeli medrese plan şemasında yapılmış, taş kubbenin ortasında geniş bir açıklık bırakılmıştır. Avlu ortasında bir de kuyu yer alır. Kütahya Vacidiye Medresesi, sade cephesi ve az sayıdaki mekanları, deneye yer veren işlevi ile Beylikler devrinin en önemli medreselerindendir.

Büyük Selçukluların kültür çevresinden Anadolu’ya gelerek Amasya ve çevresinde bir Orta Çağ feodal devleti kuran İlhanlılar, Amasya’da önemli bir sağlık yapısı inşa ettirmişlerdir. Arapça taç kapı kitabesinde Sultan Muhammed Olcayto Hüdabende’nin karısı İlduş Hatun’un kölesi Anber bin Abdullah ve Anadolu emini Ahmet Bey yapıyı inşa ettirmiştir.

Kitabesinden 1308-1309 yıllarında inşa edildiği öğrenilen yapı, literatürde maristan, bimaristan adıyla tanıtılır. Sultan Muhammed Olcayto Hüdabende’nin karısı İlduş (Yıldız) Hatun’un kölesi Anber bin Abdullah ve Anadolu Emini Ahmed Bey tarafından inşa ettirilen Darüşşifa iki yanda revaklı avluya açılan ilk eyvana sahip olup, revakların üzeri düz taşlarla geçilmiştir. Revaklara üçer kapı ile açılan koğuş mekânları önemli olmakta, ilk kez bu darüşşifada eyvanlı medrese plan şeması bütününde koğuş düzenine sahip bir planla karşılaşılmaktadır.

Gene, yapı cepheyi iki yandan sınırlayan güçlü silindirik payandalar, cephe ortasında taç kapı ile yanlarda birer taş kabartma bezemeli pencerenin yer aldığı cephesiyle de, Anadolu’daki diğer medrese yapılarından farklıdır. Osmanlı döneminde de işlevini sürdüren yapıda, Fatih devrinin ünlü hekim-cerrahı Şerefeddin Sabuncuoğlu hekimlik yapmış ve usta-çırak yöntemiyle öğrenci yetiştirmiş ve bir Cerrahname yazmıştır (Kitab al-Cerrahiyet al-Hamiye).

İlhanlı döneminden önemli bir medrese yapısı da Erzurum’da Yakutiye Medresesi’dir (1350-11). Arapça kitabesinden Olcayto Hüdabende zamanında Hoca Cemâleddin Yakut adına inşa ettirilen yapı, dört eyvanlı, kubbe altı revaklı medrese planındadır. Plan kuruluşu kadar cephe mimarisi ve cephenin iki yanında minarelerden birinin çini kaplamalarıyla da önemlidir. Yakutiye Medresesi taç kapısının bezeme düzeninde görülen oyma-kabartma ve yüksek-kabartma bordür düzenlemeleri kadar figürlü bezeme özelliğiyle de önemlidir. Taç kapının iki yan yüzeyinde tekrarlanan figürlü

bezeme örneği armasal (heraldik) düzenlemenin en önemli örneğidir. Amasya Anber bin Abdullah Darüşşifası’nın cephe kuruluşu ve taç kapısı ile Yakutiye Medresesi’nin cephe kuruluşu ve taç kapısı benzer özellikler göstermekle kalmaz, aynı zamanda İlhanlıların Büyük Selçuklu sanatından aldıkları üslup özelliklerini, aynı kaynağa dayanan Anadolu Selçuklu sanatının özellikleriyle yeni bir senteze ulaştırdığı anlaşılır.

Anadolu’da Beylikler dönemi medrese mimarisi örnekleri içinde biri daha pozitif bilimlerle ilgilidir. Germiyanoğullarından Mübarizeddin Umur bin Savcı’nın inşa ettirdiği Kütahya Vacidiye Medresesi (1314-15), burada eğitim-öğretim görevi veren Hoca Vacid’in eyvandaki kabri nedeniyle O’nun adı ile anılır. Türk üçgenleriyle geçiş sağlanan, ortası açık taş kubbe avluyu örtmekte, böylece kubbeli, iki eyvanlı plan şemasına sahip bulunmaktadır. Vacidiye Medresesi’nde giriş cephesi, diğer örneklerden farklı olarak üç kademeli inşa edilmiştir. Girişin iki yanındaki köşe mekânları, gözlemle (rasad) ilgili âletlerin konulduğu nişlere sahip olmasıyla bilinir.

Anadolu Beylikleri döneminden yukarıda tanıtılan üç medrese yapısı işlevleriyle örtüşen mekânların yer aldığı planlara sahip olmasıyla önemlidir. Diğer beyliklerden günümüze ulaşan medrese örnekleri ise Yakutiye Medresesi gibi dinî eğitim ve öğretimi sürdüren örneklerdir.

Karamanoğullarının medreseleri de dinî eğitim-öğretim veren medreselerdir. Ancak, Karamanoğullarının cami mimarisinde görülen farklı mimari özellikleri medrese mimarilerinde de takip edilebilmektedir.

Bildiğimiz gibi bir kubbeli medrese örneği olan Karamanoğlu II. İbrahim Bey’in İmareti (1432-1433), kısmen iki katlı yapısıyla mescid-dershane, türbe, ziyaretgâh, medrese, imaret ve misafirhane (tabhane) gibi işlevsel mekânlara sahiptir. Kubbeli medrese yapı bütünlüğünde, bir külliye bütünlüğü meydana getirildiği görülür.

Ermenak’taki Tol Medrese (1339) ise Anadolu Selçuklu eyvanlı-avlulu medrese plan şemasına bağlı olmakla beraber, belirli bazı özelliklerle de ayrılır. Karamanoğlu Bedreddin Mahmut Bey’in oğlu Emir Musa tarafından inşa ettirilen bu medresede iki eyvan, ana eyvan ve giriş eyvanı olarak yerinde iken, üçüncü eyvan sağ köşe mekânının önünde revak tonozu ile bütünleşerek yer alır. Avlu taş döşeli ve zemin kotu altında bir havuz bulunur. Diğer taraftan cephe yükseltilmiş, taç kapı daha sade unsurlarla yerini almıştır. Ana eyvanın solundaki köşe mekânı iki sanduka ile türbe olarak yer alır.

Karaman’da, Alaâddin Bey’in karısı Nefise Hatun tarafından inşa ettirilen Hatuniye Medresesi (1381-2), Ermenak Tol Medrese’ye benzeyen plan kuruluşuyla, iki eyvanlı, avlusu revaklı bir yapıdır. Revaklara açılan mekânların kubbeli olması Hüdavendigâr kızının isteği olabileceği gibi, erken Osmanlı medrese mimarisinin tesiri olarak da görülebilir. Mimarı Numan bin Hoca Ahmed olan medresenin dış görünüşü Anadolu Selçuklu medreseleriyle sıkı bağları ortaya koyar. İki renkli mermerden taç kapı bezemeleriyle Anadolu Selçuklu medrese mimarisine sıkı sıkıya bağlanır. Yapının sol köşe mekânı, Nefise Hatun’un türbesidir. Her iki köşe mekânı da kubbe ile örtülüdür.

Karamanoğlu Mehmet Bey’e bağlı olarak Niğde’de hüküm süren Karamanoğlu Ali Bey Ak Medrese’yi (1409-10) yaptırdığını, kapı kitabesinden öğrenilen yapı, Anadolu’da 15. yüzyıl başına kadar inşa edilen medrese yapılarından, iki katlı hacimsel cephesiyle tamamen farklıdır. Plan şemasıyla iki eyvanlı, avlusu revaklı medreseler grubunda yer alan yapı iki katlı olarak düzenlenmiştir. Cephede üst kat sütunları sivri kemerli ve yuvarlak pencere kuruluşuyla adetâ balkon görünümü kazanmıştır. Yapının iki katlı kuruluşunda yüksek tutulmuş bezemeli kapı ile ana eyvan ve köşe mekânlarının iki kata uyum sağlayan yükseklikleri olmuştur.

Mihrabı çerçeveleyen yazı bordürünün sonunda “Ketebe el-hac Ahmet” hattat adı olarak önemlidir. Karamanoğullarından Bedrüddin Mahmut Bey’in Antalya’ya bağlı Obaköy’deki külliyesinde yer alan medrese yapısı ise asimetrik planıyla Anadolu Selçuklu medreselerinden ayrılır. Bu yapıda iki eyvanlı, iki yan revaklı avlu kuruluşuyla Amasya Anber bin Abdullah Darüşşifası ve Korkuteli Sinaneddin Medresesi’yle benzer özellikler gösterir.

Anadolu’da Beylikler dönemi sahnesine erken çıkıp, kısa ömürlü olmuş beyliklerden biri de Teke Yarımadası’nda yaşamış olan Hamitoğullarıdır. Hamitoğulları,

toprakları sık sık Karamanoğulları ile el değiştirmiştir. Ve Hamitoğulları kısa ömürlerinde inşa ettikleri bir kaç yapı ile tanınmaktadırlar. Korkuteli’nde günümüze temel duvarları ile minaresi ulaşmış olan camiden başka bir de medrese ulaşmıştır.

Sinaneddin Medresesi (1319-20), Sinaneddin ibn İlyas ibn el-Hamid tarafından inşa edilmiştir. Korkuteli’ne iki kilometre mesafede bulunan bu medrese, avlusu revaklı medrese grubunda iki eyvanlı plan şemasına bağlanmaktadır. Muntazam kesme taş yapıda ikinci katta ve girişin iki yanındaki dikdörtgen mekânlarda ahşap kullanılmıştır. Avluda iki yanda yer alan revaklar taştan oyma sütunlar ve sütun başlıklarından inşa edilmiştir. Revak açıklıkları düz taşlarla üstten geçilmiş, üstte ise günümüze gelemeyen bir ahşap revak olduğu düşünülmektedir. Oldukça sade bir taç kapı cepheye hakim tek unsurdur.

Hamitoğullarıyla olduğu gibi, Karamanoğulları doğuda da Dulkadiroğullarını sık sık hakimiyet alanlarına almaktaydılar. Buna rağmen Dulkadiroğulları’ndan Melik el-Nâsır Muhammed Bey, Kayseri’de Boyacıkapısı yakınında Hatuniye Medresesi’ni (1431-32) inşa ettirmiştir. Avlulu ve iki eyvanlı medrese şemasına plan kuruluşuyla bağlanan yapı, muntazam taş işçiliğine sahiptir. Revaklardaki sütunlar ve başlıklar derlemedir. Revak kemerlerinin hepsi ayrı ayrı avluya açılır. Bu medresede ana eyvan önünde iki güçlü örme paye yer alır. Bu nedenle dört yönde revaklı bir medrese olur ki, bu özelliğe Kayseri’de Anadolu Selçukluları medreselerinde de rastlanır.


Yüklə 8,23 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   179




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin