3. Temsil Heyeti Devam mı-Tamam mı?
Mebuslar Meclis’inin Felah-ı Vatan grubunu oluşturması, Ali Rıza Paşa Hükümetine güvenoyu vermesi, Misak-ı Millî’yi kabul etmesi, İngilizleri kızdırmıştı. İngiliz Yüksek Komiseri, Millîyetçi liderlerin Ali Rıza Paşa Hükümetini avuçlarının içine aldıkları görüşündeydi. Yüksek Komiser Damat Ferit Paşa’nın tekrar işbaşına getirilememesinden, Anzavur ayaklanmasının başarısızlığından yakınmaktaydı. Ona göre, Parlamento, millîyetçi askerî teşkilâtın İstanbul’daki siyasî bir parçası durumundadır. Türkiye’ye ağır barış şartlarını kabul ettirebilmek için silâh kullanmak gerekecektir178. Bu arada Gelibolu’daki Akbaş cephaneliğinin Köprülülü Hamdi Bey tarafından boşaltılması, Maraş’ın Fransız işgal güçlerini çekilmeye mecbur etmesi, bardağı taşıran son damlalar oldu. İngiliz Başbakanı Lloyd George öteden beri sertlik taraftarıydı.
Diğer taraftan Padişah da Hükümetten memnun değildi. Hükümetin Temsil Heyetiyle anlaşıp Mebuslar Meclisini açmasından ve onun etkisine girmesinden rahatsızdı. “Zat-ı Şahane” bu hükümeti intikal hükümeti olarak değerlendirmekteydi.
Ankara’da Mustafa Kemal de hükümetten şikâyetçiydi. Özellikle hükümetin 14 şubat 1920 tarihli genelgesi onu sinirlendirmişti. Bu genelgede Meclis toplandığına göre, Meclis’ten başka yerde millî irade adına konuşmaya imkân kalmadığı belirtilerek, hükümet işlerine müdahale şeklindeki her hareketin cezalandırılacağı belirtiliyordu179. Nitekim Ali Rıza Paşa 19 Şubatta Felah-ı Vatan grubuna gelerek Kuva-yı Millîye’nin hükümet işlerine karışmamasını, Maraş’ta çatışmaların durdurulmasını, İstanbul’ca atanan şahsiyetlerin serbestçe iş görmelerine karışılmamasını istemekteydi180.
Buna karşı Mustafa Kemal 17 Şubat 1920 tarihli bir genelge ile Cemiyetin millî iradenin tecelli ettiği Mebuslar Meclisi’nin açılmasını sağladığını, millî davaya uygun ilkeler çerçevesinde bir barış yapılıncaya kadar millî birliği koruyacağını, bu bakımdan milletin hür yaşama temeline dayanan millî teşkilâtın vatanın her köşesinde kökleşmesine devam edilmesini istedi181. Ayrıca Rauf Bey’e 21 Şubatta gönderdiği talimatlarda özetle: “Sadrazamın Felah-ı Vatan grubundaki tartışmasından anlaşıldığına göre, Hükümet Meclis’den aldığı güvenoyuna dayanarak Kuva-yı Millîye’nin ülkedeki nüfuz ve etkisini açıkça yok etmeye çalışıyor. Millî Mücadele’ye karşı tavır alan şahsiyetleri yeni görevlere atamakta ısrar etmesi bunun kesin belirtisidir. Bu gibilerin göreve başlamasına göz yumulmayacak ve hemen geri çevirileceklerdir. Bu gibi durumlar karşısında grup üyelerinin susmayıp kesin tavır almaları, mukaddes Kuva-yı Millîye gayelerinin gerçekleşmesi ve hükümet işlerinin bu açıdan denetlenmesi gerekir. Sadrazama ve Dahiliye Bakanına, Kuva-yı Millîye’nin kesin sonuç alıncaya kadar devam edeceği açıkça söylenmelidir... İtilâf Devletlerince İstanbul’un Osmanlı egemenliğinde bırakılacağı haberi ne kadar sevindiriciyse, İzmir ve Adana cephelerinde savaştan vaz geçilmesi konusundaki istekleri, o kadar hayret vericidir. Hükümetin Maraş ve Urfa’dan ileri geçilmemesi teklifine karşılık, Fransızların Adana’yı derhal boşaltmaları istenmelidir. Aksi halde bu ateşin Halep ve Suriye’ye sıçramak üzere bulunduğu, Fransızlara anlatılmalıdır... Bunca haksızlıklara, zulme, hatta katliamlara karşı feryat eden suçsuz bir milleti susturmak zulmü, bizden istenmemelidir.... Akbaş cephanesinden bir kısmının İngilizlere geri verilmesi için hiçbir yardımda bulunamayız. İngilizlere boş bir fişek kovanını bile vermemek gerekir. İtilâf Devletlerine karşı böyle yapmacık hareketlerle merhamet uyandırmak, barış şartlarının hafifletileceğini düşünmek gafletten başka bir şey değildir.” Aynı gün M. Kemal, Rauf Bey’e gönderdiği üçüncü bir telgrafta üç konuda cevap istedi: 1. Hükümetin Kuva-yi Millîye’nin devamına taraftar olup olmadığının bildirilmesi. 2. Felah-ı Vatan Grubu tam bir güvenlik ve serbestliğe sahipse, Kuva-yi Millîye’nin dağıtılması lüzumuna inanıp inanmadığı 3. Vatanın çıkarları açısından millî teşkilatın ortadan kaldırılması tercih edildiği taktirde, İzmir, Maraş ve öteki cephelerde düşmana karşı gerekli tedbirlerin hükümetçe nasıl sağlanacağı. M. Kemal bunca emekle meydana getirilen millî birliğe ve Kuva-yı Millîye’ye vurulacak darbelere karşı kesin tedbir alınmasının gereklerine işaret ettikten sonra, “biz elimizdeki kuvveti iyi koruyamadığımız takdirde, dış güçlerin de bize değer vermeyeceklerini hatırlatıyordu” 182.
Aslında konu, Meclis toplandığına göre, Kuva-yı Millîye’nin, onun temsilcisi Temsil Heyeti ve onun başkanı, yürütücüsü, ruhu olan M. Kemal’in faaliyetine devam edip etmemesi meselesidir. Hükümet açısından, Meclis faaliyette bulunduğuna göre, Temsil Heyeti yani Mustafa Kemal artık geri plâna çekilmeli, devlet işlerine müdahale etmemeliydi. Müdafaa-i Hukukçuların desteği ile Meclis’e giren bir kısım milletvekillinin de böyle düşündükleri anlaşılmaktadır. M. Kemal tarafından bir konuda fikri sorulan 15. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa da bazı şartlarla aynı görüşü paylaşmaktadır. İşgal kuvvetleri ile Saray’ın amaçlarının da bu olduğu apaçık bilinmekteydi.
Temsil Heyeti’nin varlığının tartışma konusu olduğu bu günler, Millî Mücadele’nin en hassas dönemlerinden birini teşkil etmektedir.
Vatanın işgal edilen topraklarından düşman çizmelerinin çekildiğini görmeden, milletin yegâne ümidi haline gelen ve Türkün hak isteyin sesini dünya âleme duyuran Kuva-yı Millîye’yi dağıtmak doğru olabilir miydi?
İngilizlerin İstanbul’un Türklerin elinden alınmayacağı, bunun için Kilikya’da Ermeni kıtalinin durdurulması ve Anadolu’da müttefik kuvvetlere yapılan düşmanca hareketlere son verilmesi yolundaki teklifleri gerçeği ne derece yansıtmaktaydı? Çünkü Maraş’ta Ermeni kıtali değil, Fransız üniforması altında Ermeni zulmü ve saldırısı vardı. Kuva-yı Millîye bunu engellemiş ve Maraş’ı kurtarmıştı. Batıda ise nüfusun Türk çoğunluğuna ve Wilson İlkelerine rağmen, mütareke hükümleri çiğnenmiş, İzmir ve çevresi işgal, halk yoğun bir zulüm ve baskı altına alınmış, durum uluslararası bir komisyonun raporu ile belgelenmişti. O sıralarda Yunan ordusu takviyeler almaktaydı. İşgalin genişletilmesi söz konusuydu.
Bu şartlar içinde, Kuva-yı Millîye’yi dağıtmak, eğer hıyanet değilse, affedilmez bir gaflet eseri değil miydi?
Nitekim müttefikler Yunan ilerlemesini kolaylaştırmak amacıyla Kuva-yı Millîye’nin 3 km geriye çekilmesini istediler. Ali Rıza Paşa Hükümeti bu teklifin niçin yerine getirilmesinin mümkün olmadığını açıkladı ise de bunun bir faydası olmadı. Yunan birlikleri saldırıya geçerek Gölcük yaylası ve Bozdağı işgal ettiler183.
Ali Rıza Paşa hükümeti, daha öncede ifade edildiği gibi Sarayın güvenine sahip değildi. İşgal kuvvetlerinin ağır baskısı altındaydı. Meclis’de tabanı olmadığı gibi, izlediği politika dolayısıyla M. Kemal ile de çatışma halindeydi. Çaresiz istifa etti (3 Mart 1920).
4. Ali Rıza Paşa’nın İstifâsı ve Salih Paşa Hükümeti
İşgalcilerin arzusu, emirlerine kayıtsız şartsız boyun eğecek bir hükümetin oluşmasıydı. Saray İngilizlere sempatik gelecek bir hükümetten yanaydı. Gönlündeki aday enişte Damat Ferit Paşa’ydı. Mustafa Kemal ise, Kuva-yı Millîye’ye ters düşmeyecek bir hükümet istemekteydi. Meclis de güvenine sahip bir hükümet kurulması görüşündeydi.
Hükümetin istifâsı Meclis’te ve Anadolu’da telaşa yol açtı. Buna sebep Damat Ferit Paşa’nın tekrar işbaşına getirilmesi ve Meclis’in dağıtılması ihtimaliydi. Meclis’deki Kuva-yı Millîyeciler bu ihtimalin önlenmesi için, M. Kemal’in girişimlerde bulunmasını istemekteydiler! M. Kemal önce milletvekillerine görevlerini hatırlattı. “Ali Rıza Paşa Hükümeti İtilâf Devletlerinin durmadan işlerimize karışmasından dolayı istifâ etmiştir. Batıda Kuva-yı Millîye, mukaddes vatanı ele geçirmeye çalışan düşmanla çarpışmakta, her karış toprağı fedakâr evlatlarının kanıyla sulamaktadır. Hiçbir güç milletimizi tarihin emrettiği bu görevden alıkoyamayacaktır... Vatan ve milletimizin her fedakarlığa hazır olan milletimizin kutsal heyecanını ancak milletin tam olarak güvenini kazanmış bir hükümet yatıştırabilir. Bu millet bu tarihi günlerde, millî iradenin mutlak vekâletini haiz olan milletvekillerinin kat’i kararlarını sabırsızlıkla beklemektedir. “
Ayrıca Padişah’ı da şahsen telgrafla uyardı. Millî vicdanı tatmin etmeyecek bir kabine reisine tahammül edilemiyeceğini, aksi durumun Osmanlı tarihinde görülmemiş üzücü olaylara yol açacağını hatırlattı. Asıl önemlisi keza o gün (4 Mart 1920) bütün komutanlara, valilere, mutasarrıf ve Müdafaa-i Hukuk Merkez Heyetlerine Ali Rıza Paşa’nın istifâsı duyuruldu. Ferit Paşa veya ona benzer birinin iş başına gelmesi halinde, buna milletin katlanmayacağının çok sert bir ifade ile Saray’a, Millî Meclise ve basına, bir dakika kaybedilmeden duyurulmasını istedi184. Bunu takiben Saray telgraf yağmuruna tutuldu.
Diğer taraftan İstanbul’da Meclis Başkanı ve başkan vekilleri Saray’a giderek hükümet bunalımına yol açılmaması için Meclis’in ve çoğunluğun görüşünün alınmasını Ferit Paşa veya adamlarının hatta Tevfik Paşa’nın seçilmesinin bunalıma yol açacağını, Başkatip aracılığı ile Padişah’a duyurdular. Padişah, “durumun icabına göre birini seçeceğim. Onun arkadaşlarını seçmesine karışamam. Ancak ona grup ile anlaşmasını tavsiye edeceğim” cevabını verdi185.
Vahidettin eniştesi Damat Ferit’i işbaşına tekrar getirmeyi istemekle beraber, Anadolu’nun ağır baskısı altında bunu gerçekleştiremedi. Meclis’ten bakan almaması kaydıyla, hem Anadolu’ya ve hem de Meclis’e ters gelmeyecek birini, Salih Paşa’yı sadrazam olarak atadı. Paşa bu görevi istemeye istemeye kabul etti 8 Mart 1920186.
Sadrazam, Padişah’ın isteği doğrultusunda kabineye Meclis’ten kimseyi almadı. Kabinede Harbiye, Dahiliye ve Hariciye Bakanları ile Şeyhülislam yerlerini korudukları gibi, eski kabineden üç üyenin görev alanları değişmişti. Özetle Salih Paşa Hükümeti, Ali Rıza Paşa Hükümeti’nin bir devamı görünümündeydi. Hükümete Felah-ı Vatan Grubu’ndan kimse alınmamış, dışarıdan alınacak üyelerin tespiti için de Grubun düşüncesi sorulmamıştı. Rauf Bey’e göre, bu hükümet Damat Ferit Paşa’ya zaman kazandırmak için Saray’ın bir tertibidir. Grubun eğilimi kabineye güvenoyu vermemek yolundaydı187.
Anlaşıldığına göre, bu renksiz hükümetten Saray memnun olmadığı gibi Meclis de memnun değildi. Ama hükümete esas darbe işgal kuvvetlerinden geldi.
5. İstanbul’un Resmen İşgali ve Salih Paşa’nın İstifâsı
İngilizler Ali Rıza Paşa Hükümeti’nin kurulmasından, Meclis’in toplanması ve Anadolu’nun etkisine girmesinden, Maraş olaylarından memnun değillerdi. Lloyd George öteden beri Türklere ağır barış şartlarıĠkabul ettirmekten yanaydı. 28 Şubat’ta Londra Konferansında, Maraş’ta Ermeni katliamının yapıldığı bahanesiyle İstanbul’da Hükümet binalarının işgali, Sadrazam ile bazı bakanların tutuklanması konusu üzerinde duruldu ve bu konuda İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri de Robeck’in fikri soruldu. Amirale göre, direnişi kırmak için boş yere İstanbul Hükümeti nezdinde girişimde bulunmaktansa fiili olarak harekete geçmek ve İstanbul’u işgal etmek gerekmektedir. Barış şartları ağır olursa, bunu Türklere kabul ettirmek için silâh kullanmak lüzumu vardır. Barış şartları hafif olursa, barışı kabul edecek Türkleri Sultanın etrafında toplamak mümkün olacaktır. Ona göre, genellikle Türkiye’yi parçalamayı öngören teklifleri, değil Mustafa Kemal’e, herhangi bir Türk partisine kabul ettirebilmek şüphelidir. Sert barış Anadolu’daki Hristiyanlar için de tehlikeli olur. Bunun için İstanbul’un işgali şarttır188. Konferansın 5 Marttaki toplantısında, Lloyd George, sözde Kilikya katliamını cezalandırmak, ağır barış şartlarını Türkiye’ye kabul ettirmek için İstanbul’un işgal edilmesi, Mustafa Kemal’in azlettirilmesi (İngiliz Başbakanı Mustafa Kemal’i Erzurum Valisi Sanıyordu!) gerekliydi. Ona göre, Türkiye’de halen 160,000 itilâf askeri bulunmakta, Türk kuvveti bunun ancak yarısı kadardır. Dolayısıyla barış şartlarını zorla kabul ettirebilecek durumda olduklarını belirterek Yüksek Komiserler için bir talimat tasarısı görüşülmesini istedi. Bu görüşmelerde Yunanistan Başbakanı Venizelos’un devreye girdiği görülmektedir. Venizelos’a göre, Mustafa Kemal blöf yapmaktadır. Türkiye çökmüştür. Yunanistan, Türkiye’ye barış şartlarını kabul ettirebilecek güce sahiptir. Bunu bir iki tümenle başarabilir. İtilâf Devletleri İstanbul, Üsküdar ve Bandırma’yı işgal ederlerse, Yunanlılar da Afyon’a kadar ilerleyip Türkleri barışa zorlayabilir. Bu arada Doğu’da iyice silâhlandırılacak Ermenilerin de kendilerini savunmaları sağlanabilir. Bu görüşleri İngiliz Başbakanının da paylaştığı anlaşılmaktadır. Nitekim 10 Mart 1920’deki toplantıya Venizelos’un da çağırıldığı görülmektedir. Bu toplantıda İstanbul’un işgal edileceği, Erzurum’un Ermenistan’a, İzmir ve Doğu Trakya’nın Yunanistan’a verilmesi, Harbiye Nezareti, PTT ve Polis’in denetim altına alınması, Mustafa Kemal’in bertaraf edilmesi, Türkler şiddete başvururlarsa, barış şartlarının daha da ağırlaştırılması, barış Türklerce kabul edilip uygulanıncaya kadar İstanbul’un işgal altında tutulması kararlaştırıldı. Meclis şimdilik kapatılmayacak, ancak tehlikeli sayılan millî liderler tutuklanacaktı189.
Bu kararlar, İtalyan delegasyonundan biri tarafından Millîcilere sızdırıldı ve Kuva-yı Millîye liderlerinin şehirden ayrılması gerektiği hatırlatıldı. Rauf (ORBAY) haberi 11 Mayısta M. Kemal’e iletti. Ona göre, “Bu millî hareketten yana olanları kaçırmak için bir blöf, ya da Meclis’i kapatmak ve Damat Ferit’i işbaşına geçirmeyi amaçlayan bir düzendi. Her iki ihtimale karşı buradan hiçbir yere gidilmeyecek, işin sonuna kadar namus görevi yerine getirilecektir”. Mustafa Kemal, her zamanki gerçekçi tutumu ile olayı değerlendirmiş, İstanbul işgal edileceğine göre, gelecekteki girişim ve hareketler de Anadolu’da bulunması gerekli kişilerin Rauf Bey başta olmak üzere, Ankara’ya ulaşmaları için gerekli tedbirlerin alınmasını istemişti190. Meclis’deki Kuvayı Millîyeci liderler, ancak Meclis kapatılacak olursa, Anadolu’ya geçilmesini uygun bulmuşlardı.
İstanbul 16 Mart 1920’de sabah saat altıdan itibaren işgal edildi. Önce Şehzade başındaki X. Kafkas Tümeni karargâhı basıldı. Uykudaki erler şehit edildi. Harbiye ve Bahriye Bakanlıkları işgal edildi. Şehirde sıkıyönetim ilân edildi, millîyetçi liderler işgal kuvvetlerince zararlı görülen şahıslar tutuklandılar. “İtilâf güçleri muharebe ile girilen bir şehre girer gibi İstanbul’u yeniden işgal ettiler.”
İşgalin fiilen başlamasından saatler sonra, 16 Mart sabahı İtilâf Devletleri Hükümet’e işgal notasını verdiler. Notada İstanbul’un o gün saat 10’dan itibaren işgal edileceği, bunun barış anlaşmasının imzalanmasına kadar devam edeceği bildirildikten sonra, Bâbıali’den Mustafa Kemal ve öteki millîci liderleri reddetmesi isteniyor, aksi halde barış şartlarının ağırlaştırılacağı, verilmiş olan ödünlerden vazgeçileceği belirtiliyordu191.
Nota ekinde de Harbiye ve Bahriye Bakanlıklarının işgal, haberleşmenin sansür ve denetime tabi tutulacağı, PTT’nin kontrol edileceğini, asayişin muhafazası için basına ve polise denetim uygulanacağı bildiriliyordu192. Halka yayınlanan bildirilerde ise: “İşgalin geçici olup, amaç Padişah’ın otoritesini yıkmak değil aksine güçlendirmektir. İtilâf Devletlerinin İstanbul’u Türklerden almak gibi bir niyetleri yoktur. Ama taşrada umumi karışıklık veya katliam gibi olayların meydana gelmesi halinde, bu karar değişebilecektir. Bu hassas dönemde herkesin işiyle gücü ile meşgul olup asayişin muhafazasına yardım etmesi, özetle herkesin Padişah’ın emirlerine itaat etmesi gerekmektedir. Sözü edilen entrikalara karışmış olan bazı kimseler tutuklanmışlardır. Bunlar yaptıklarından ve onun sonuçlarından dolayı hesap vereceklerdir”193.
Görüldüğü gibi, bağlaşıklar İstanbul’u barış anlaşmasına kadar bir rehin gibi tutmak, onu bir şantaj aracı gibi kullanmak istemektedirler. İstedikleri diğer bir husus da Anadolu harekâtının kınanması, Ali Rıza Paşa Hükümeti zamanından beri Anadolu ile başlayan yakınlaşmaya son verilmesi ve hatta Mustafa Kemal’e karşı cephe alınmasıdır. Buna kar_ılık Padişah’a destek verilmekte ve halktan onun emirlerine itaat edilmesi istenmektedir!
Nota İtilâf temsilcilerince Padişah’a sunulduğunda, onun cevabı: Müttefik devletlerle daima iyi ilişkiler içinde olmak istediği, işin bu raddeye gelmesinden dolayı üzüntü duyduğu ve belgeyi almış olduğu şeklindedir194. Bu sözlerde bir tepki veya kınama yoktur. Nitekim aynı gün Rauf, Meclis Başkanı yardımcısı Abdülaziz Mecdi ve Hoca Vehbi, Padişah’la görüştüklerinde, heyetin “Meclis kararı olmadan her hangi bir belgeyi imzalamaması ve işgal devletlerinin tekliflerinin reddedilmesi” yolundaki sözlerine Vahidettin sinirlendi. Milletvekillerinin Meclis’te sözlerine dikkat etmelerini, İngilizlerin isterlerse yarın Ankara’ya gidebilecekleri ileri sürdü ve “Bu millet bir sürüdür. Her sürüye bir çoban lazımdır. Bu çoban da benim. Canım ne isterse onu yapacağım” cevabını verdi195.
İşgalci güçler önde gelen millîyetçi kişileri tutuklamışlardı. Tutuklanması gerekenler arasında milletvekili olan Rauf ve Kara Vasıf Meclis’den İngilizlerce zorla alındılar. M. Kemal’in aylarca önce söylediği gerçekleşmişti. İşgalci güçlerin süngülerinin baskısı altında Meclis’in iradesini hür olarak kullanamayacağı ortaya çıkmıştı. Meclis olayı protesto etti ve süngü altında hürriyet olmaz gerekçesi ile geçici ve süresiz olarak tatile girdi196.
Esasen kısa bir süre sonra Meclis Padişah tarafından resmen kapatılmıştır (11 Nisan 1920).
İngilizler Meclis’i dağıtmak, kendilerine kayıtsız şartsız boyun eğecek bir hükümetin kurulmasını sağlamak, arzu ettikleri barış şartlarını kabul ettirmek ve millî hareketi sindirmek maksadıyla İstanbul’u işgal etmişlerdi.
Millî hareketi sindirmek, Mustafa Kemal’i etkisizleştirmeyi amaçlayan işgal acaba bu hedefe ulaşabildi mi? İşgal karşısınnda Mustafa Kemal nasıl bir tepki gösterdi ve ne gibi önlemler aldı?
Mustafa Kemal İstanbul’un işgal edildiğin haberini, işgal henüz devam etmekte iken telgrafcı Manastırlı Hamdi (MARTONALTI )’den öğrendi ve derhal harekete geçti. Temsil Heyeti Başkanı sıfatıyla bütün askerî ve sivil otoritelerle, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Merkezlerini İstanbul’un zor kullanılarak resmen işgal edildiğini bildirdi ve ilgililere şu tedbirleri aldırdı:
1. Geyve Boğazı ve telgraf santrali işgal, şimendifer köprüsü tahrip edilecek, Afyon ve Eskişehir’deki İngiliz birlikleri etkisiz hale getirilerek demiryolu denetim altına alınacak, Ulukışla güneyindeki tüneller tahrip edilmelidir.
2. İstanbul’da Meb’usan Meclisi dahil, Bâbıâli ve hükümet daireleri işgal altında bulunuğundan resmî makamlarla temas imkânı kalmadığından resmî ve hususî her türlü telgraf haberleşmesi kesilmiştir. Düşman tebliğlerini Anadolu’ya yayanlar, Anadolu haberleşmesini İstanbul’a verenler, casus telâkki edilerek derhal şiddetle cezalandırılacaklardır.
3. Durumun icabına ve olayların akışına göre gereken tedbirlerin alınması için, bütün askerî ve sivil memurlar, Temsil Heyeti ile işbirliği yapacaklardır.
4. Her ne şekilde olursa olsun, alınacak tedbirlerde her zamandan ziyade, kanun esaslarına uyulması hayatî önemi haizdir. Özellikle vatanda yaşayan Hıristiyan ahalinin huzuruna dikkat edilecek, vatanın çıkarlarına aykırı hareket edenler din ve millîyetine bakılmaksızın kanunî işleme tâbi tutulacaklardır.
5. İstanbul’da tutuklanan Türklere karşı rehine olmak üzere, Anadolu’da bulunan İtilâf Devletleri subayları tutuklanacaktır. (Özellikle Erzurum’da bulunan Yarbay Rawlinson)197a.
6. Mücadelede başarının en önemli şartı, bütün milletin yek vücut olarak hakkını istiklâlini korumaya hazır olmasıdır. Dolayısıyla Müdafaa-i Hukuk Merkez Heyetinin, bir taraftan milleti fikir birliğine yönlendirerek en aşağı tabakadan halka kadar herkesi girişilen mücadelenin kutsallık ve şerefinden haberli kılması, diğer taraftan bulundukları yerlerin sivil ve askerî memurları ile her konuda işbirliği yapmaları millî ve vicdani vazifelerinin bir gereğidir.
Ayrıca, işgâl olayı İtilâf Devletleri temsilcileri ile Amerikan siyasî temsilcisi nezdinde şiddetle protesto edildi. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Temsil Heyeti Başkanı Mustafa Kemal imzasıyla gönderilen yazıda özetle şu hususlar vurgulanmaktadır:
“ İstanbul’da bulunan bütün resmî binalar ile millî istiklâlimizi temsil eden Meb’uslar Meclisi askerî güçler tarafından resmen ve zor kullanılarak işgal edilmiş, millî amaçlara uygun hareket eden bir çok vatansever kişiler tutuklanmıştır. Osmanlı milleti’nin siyasî hâkimiyet ve hürriyetine indirilen bu son darbe; hayat ve mevcudiyetini, ne pahasına olursa olsun müdafaaya azmetmiş olan bizden ziyade, yirminci yüzyıl medeniyetinin kutsal addettiği bütün esaslara hürriyet, millîyet ve vatan hisleri gibi, bugünün insan cemiyetlerine esas olan bütün ilkelere bir darbedir. Biz hukukumuzu ve istiklâlimizi müdafaa için giriştiğimiz mücadelenin kutsallığına ve hiçbir kuvvetin bir milleti yaşama hakkından mahrun edemeyeceğine inanıyoruz...”
Yazının sonunda bu haksız işgal protesto edilerek olay dolayısıyla meydana gelecek sorumluluğa dikkatleri çekilmekteydi.
Bundan başka, İslâm dünyasına yönelik bir bildiri de yayınlandı. Bunda İstanbul’un işgali, İslâm’a karşı düzenlenmiş bir Haçlı Seferine benzetiliyor ve bu hareketin Osmanlılardan çok, hilâfet makamını istiklâllerinin dayanağı gibi gören İslâm alemini hedef aldığı vurgulanıyordu197b.
Bu gelişmeler üzerine, Salih Paşa Hükümeti, asayişsizlik gerekçesi ile yapılan işgali protesto etti. “Müttefik kuvvetlerin bol bulunduğu İstanbul’da bir karışıklık olmadığı gibi, olmasının da beklenmediğini şikâyet konusu olan Anadolu harekâtının, İzmir’deki Yunan işgali ve bu işgalin neticesi olan dehşet ve nefretten ile geldiğini; bu işgalin daha fazla genişlemesi, Büyük Ermenistan ve Pontus Rum Devleti yaratılması söylentilerinin ortalıkta dolaşmasından kaynaklandığını ileri” sürdü. Harbiye Bakanı Fevzi Paşa da 17 Mart 1920 tarihli bir yazı ile Şehzadebaşı Karakolu katliamını protesto etti. Diğer taraftan da Anadolu’da en kıdemli komutan olan 14. Kolordu Komutanı Yusuf İzzet Paşa’nın Anadolu’da komutayı üzerine almasını istedi. Bu suretle Anadolu’daki askeri birlikler İstanbul’a bağlanmış olacaktı. Yusuf İzzet Paşa bu emrin derhal yerine getirilmesini, bunu yapmaya muktedir olmayanların yerlerine birer vekil tayini ile kıt’alarını derhal terk etmelerini istedi. Konya’da bulunan 12.Kolordu Komutanı, Harbiye Bakanlığı ile haberleşemediğinden, en kıdemli komutan Yusuf İzzet Paşa’nın emrine girdiğini, Anadolu’daki diğer kolordu komutanlarına bildirdi ve onların durumlarını sordu. Kendilerini aydınlatmak için meslektaşlarınca yapılan telkinler gerek Yusuf İzzet Paşa ve gerekse Fahrettin Bey’in tutumlarında bir değişiklik meydana getirmedi. Ne olacaktı? Anadolu’da bunca emekle meydana getirilen direniş hareketi, İstanbul’un güdümüne mi girecekti? Konya’nın özel durumu ve 12. Kolorduya mensup 23 ve 57, tümenlerin batı cephesiyle yakın ilişkileri olmalarından dolayı, Albay Fahrettin’in durumunun düzeltilmesi öne alındı. Bu işi çözümlemeye Batı Cephesinde bulunan Albay Refet Bey memur edildi. Refet Bey meseleyi maharetle çözümledi. Fahrettin Beyi ve Konya Valisi ile eşrafı Konya civarında Sarayönünde görüşmeye çağırdı. Geldiklerinde milletçe alınan kararları izah ile onları Ankara’ya gitmeye ikna etti. Ankara’da Fahrettin Bey ikna ve kısa bir süre sonra eski görevine iade edildi. Yusuf İzzet Paşa ise, Mustafa Kemal’in direktifleri doğrultusunda, kolordu subaylarınca hazırlanan tertibat ile Ankara’ya getirilmiş ve davaya kazanılmıştı. Böylece ciddi sonuçlar doğurabilecek olay millî hareket için kazanç olarak kapatılmıştı198.
Salih Paşa Hükümeti, ateşkes hükümlerine aykırı hareketlerden kaçınılması, huzur ve sükûnun devam etmesi, işgal kuvvetlerine karşı nazik davranılması yolundaki tutumuna rağmen, sallantıdaydı. İtilâf Devletleri Anadolu’daki harekâttan hükümeti sorumlu tutuyorlar ve onun Anadolu hareketini açıktan kınamasını istiyorlardı. Hükümetçe bu isteğe cevap olarak hazırlanan ılımlı metinler birkaç kere gözden geçirilmesine rağmen müttefiklerce yeterli bulunmamıştı199. Yansız bir politika izlemeye çalışan Salih Paşa Hükümeti, İngiliz yanlısı bir siyaset izlemeye kararlı Padişah tarafından da tutulmamaktaydı. Meclis dağılmış olduğundan Meclis desteği söz konusu olamazdı. İstanbul’un işgalinden sonra, Anadolu ile olan yollar tamamen kapanmıştı. Mustafa Kemal 19 Mart’tan beri, yeni bir Meclis’in oluşması çalışmasına girmişti. Bu durumda hiçbir dayanağı kalmayan Salih Paşa Hükümeti istifâ etmek zorunda kaldı (2 Nisan 1920).
Dostları ilə paylaş: |