Azerbaycan’da Müstakil Hanlıklar Devrine Umumî Bir Bakış



Yüklə 8,92 Mb.
səhifə164/178
tarix17.01.2019
ölçüsü8,92 Mb.
#98430
1   ...   160   161   162   163   164   165   166   167   ...   178

Kervansarayların inşasında kullanılan ana malzeme kesme taştır. Ancak Kurttepe, Kızılören, Kuruçeşme, Dokuzun Hanı’nda olduğu gibi bazı eserlerde kaba yonu taş ile az da olsa antik malzeme de kullanılmıştır. Özellikle sultan hanları tamamen kesme taş ile inşa edilmişlerdir. Aksaray Sultan Hanı’nın portalinde ise mermer kullanılması ender rastlanılan bir durumdur. Barınağın orta sahınındaki aydınlık feneri olarak düzenlenen kubbelerin iç örgülerinde Horozlu ve Çay’daki Taş Han’da olduğu gibi tuğla da kullanıldığı görülmektedir.

Kervansarayların, özellikle taç kapıların süslemesi ve taş işçiliği, dönemin en güzel ve en önemli örneklerini oluşturmaktadır. Portali üç yönden kuşatan geometrik geçme şeritleri süslemenin esasını oluşturur. XIII. yüzyılın başında, Evdir Han’da olduğu gibi, enli bir şerit bulunur iken, zamanla şeritler daralmış, fakat sayıları çoğalmıştır.51 Yıldız ağırlıklı geometrik kompozisyonların yanında rumi motif şeritleri dikkat çekmektedir. Kervansarayların süslemesinde önemli olan diğer bir husus da insan, hayvan, ejder ve melek kabartmalarının bulunuşudur. Karatay Hanı’nın portalindeki kuş, boğa ve insan başı, giriş dehlizinin yan tarafında mukarnaslar arasındaki eski Türk takvimindeki hayvan figürleri ve giriş eyvanının avluya bakan yüzünün alnındaki ejderler, aslan şeklindeki çörtenleri dikkat çekicidir. Tuzhisar Sultan Hanı’nın köşk mescidinin kemerleri üzerindeki ejderler, Çardak Han’ın portalindeki aslan heykelleri, İncir Han’ın portalindeki aslan ve güneş kabartmaları, Ak Han’ın portalindeki 16 hayvan kabartması, Alay Han’ın portalindeki tek başlı çift vücutlu aslan kabartması diğer figürlü süslemelerdir.52

Selçuklu Dönemi’nin en önemli kültür ve sanat eserlerinden olan kervansarayların bugünkü durumu içler acısıdır. Çoğunluğu yığıntı halinde olan iki yüz civarındaki bu eserlerin, onarımları yapılarak günümüz ihtiyaçları doğrultusunda kullanılmaları, gelecek nesillere sağlam olarak aktarılması bakımından önem arz etmektedir.

DİPNOTLAR

1 Emel Esin, “Muyanlık”, Malazgirt Armağanı, Ankara, 1972, s. 78.

2 E. Esin, a. g. m., s. 78.

3 Mustafa Cezar, Anadolu Öncesi Türklerde Şehir ve Mimarlık, İstanbul 1977, s. 173.

4 Fuat Köprülü, “Ribat”, Vakıflar Dergisi, S. 2, Ankara, 1942, s. 268.

5 Süleyman Ateş, Kur’an-I Kerim ve Yüce Meali, Ankara, 1982, s. 183.

6 F. Köprülü, a. g. m., s. 268.

7 G. Marcais, “Ribat”, İslam Ansiklopedisi, C. 9, İstanbul, s. 735.

8 F. Köprülü, a. g. m., s. 268.

9 S. Kemal Yetkin, İslam Mimarisi, 2. Basım, Ankara, 1959, s. 100, 101.

10 F. Köprülü, a. g. m., s. 269.

11 F. Köprülü, a. g. m., s. 274.

12 Oktay Aslanapa, Türk Sanatı, İstanbul, 1984, s. 38.

13 Ceyhan Güran, Türk Hanlarının Gelişimi ve İstanbul Hanları, Ankara, 1978, s. 3.

14 İnci Kuyulu, “Anadolu Selçuklu Kervansarayları ile Orta Asya Kervansaraylarının Karşılaştırılmasına Yönelik bir Deneme”, Sanat Tarihi Dergisi, S. VIII, İzmir, 1996, s. 51-78.

15 İ. Kuyulu, a. g. m., s. 67-68.

16 Yukarıdaki ve Orta Asya’daki diğer Türk kervansarayları hakkında geniş bilgi için; Mustafa Cezar, a.g.e., s. 169-213.

17 Haluk Karamağaralı, “Anadolu Selçuklu Kervansarayları” Önasya, S. 61-62, Ankara, 1970, s. 25.

18 Osman Turan, “Selçuklu Kervansarayları”, Belleten, C. X, S. 39, s. 473-474.


19 Osman Turan, a. g. m., s. 471-496; A. y. “Şemseddin Altun-Aba, Vakfiyesi ve Hayatı”, Belleten, S. 41, Ankara 1947, s. 197-236; A. y., “Mübarizeddin Er-Tokuş ve Vakfiyesi”, Belleten, S. 43, Ankara 1947, s. 415-430; A. y., ”Celalettin Karatay, Vakıfları ve Vakfiyeleri”, Belleten, S. 45, Ankara 1948, s. 17-170.

20 H. Karamağaralı, a. g. m., s. 25; M. Kemal Özergin, Anadolu Selçukluları Çağında Anadolu Yolları, Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul 1959.

21 Osman Turan, “Selçuklu Kervansarayları”, s. 474.

22 İsmail Aytaç, “Selçuklu Dönemi’nde Malatya-Kahta Kervanyolu ve Kervansarayları”, Birinci Uluslararası Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Kongresi Bildirileri, C. I., Konya, 2001, s. 49-59.

23 İsmail Aytaç, ‘Malatya-Elbistan Kervanyolu Güzergahı ve Kurttepe Hanı’, VI. Milli Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Semineri Bildirileri, Konya, 1997, s. 35-47.

24 İsmail Aytaç, Malatya ve Yöresindeki Türk-İslam Devri Yapıları, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Konya, 1998, s. 17-22.

25 İsmail Aytaç, “Malatya-Harput Kervanyolu Güzergahı ve Kervansarayları”, Dünü ve Bugünüyle Harput I, Elazığ 1999, s. 225-247.

26 Orhan Cezmi Tuncer, “Diyarbakır-Bitlis Kervan Yolu ve Üzerindeki Hanlarımız” Vakıflar Dergisi, S. XXV, Ankara, 1995, s. 9-34.

27 Ali Baş, “Konya-Hatunsaray-Seydişehir Kervan Yolu Üzerine Düşünceler”, V. Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Semineri Bildirirleri, Konya, 1996, s. 141-147.

28 Ali Osman Uysal, ‘Konya-Eğridir Güzergahında Bazı Kervansaraylar’, III. Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Semineri Bildirirleri, Konya, 1994, s. 71-83.

29 Ayşıl. Tükel Yavuz, “Anadolu Selçuklu Dönemi Kervansaraylarının Tipolojosi”, IV. Milli Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Semineri Bildirileri, Konya 1995, s. 184.

30 Ayşıl Tükel Yavuz, “Anadolu Selçuklu Kervansaraylarında Mekan-İşlev İlişkisi İçinde Savunma ve Barınma”, IX. Vakıf Haftası Kitabı, Ankara 1992, s. 261-262.

31 Ayşıl. Tükel Yavuz, “Kervansaraylarının Tipolojosi”, s. 186.

32 Karatay, Ağzıkarave Tuzhisar Sultan Hanlarının hamamları hakkında geniş bilgi için bkz. Yılmaz Önge, Anadolu’da XXII-XIII. Yüzyıl Türk Hamamları, Ankara 1995, s. 185-228.

33 Ayşıl. Tükel Yavuz, “Kervansaraylarının Tipolojosi”, s. 187.

34 Kurt Erdmann, Das Anatolische Karavansaray des 13. Jahrhunderts I-II, Berlin 1961.

35 Ayşıl Tükel Yavuz, “Anadolu’da Eşodaklı Selçuklu Hanları”, O. D. T. Ü. Mimarlık Fakülyesi Dergisi, S. 2, Ankara 1976, s. 187-201. Aynı yazar, işlevlerini dikkate alarak sonradan yaptığı tipolojide bu yapıları “yalnızca barınaktan ibaret olanlar ve avlusu ile servis mekanları birlikte olanlar” diye iki büyük gruba ayırmıştır. Bkz. Ayşıl Tükel Yavuz,”. Kervansarayları Tipolojisi”, s. 187-189. Yeni tesbit edilmiş ve edilecek’ler dikkate alınarak bu tipolojilerin yeniden ele alınması gerekmektedir.

36 Osman Kunduracı, ” Kubad Abad-Alanya Arasındaki Selçuklu Kervanyolu Üzerine Yeni Araştırmalar 1”, I. Uluslararası Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Kongresi Bildirileri, C. II, Konya 2001, s. 53-59.

37 Rahmi Hüseyin Ünal, “Osmanlı Öncesi Devirden Yayınlanmamış Birkaç Han Üzerine Bir İnceleme”, Atatürk Ünv. Edebiyat Fak. Araştırma Dergisi, Ankara 1978s. 453-470; Rahmi Hüseyin Ünal, “A Propos de la Datation Des Khans Seldjoukides Sans Cour en Anatolie”, The Art of Saljuqs in Iran and Anatolia (Ed. R. Hillenbrand) Costa Mesa, California 1994, s. 295-299.

38 Diğer avlusuz hanlardan farklılık arz eden, tek sahınlı barınak ve bir mescidden oluşan Şarapsahan (1236-1240) tarihi olan tek örnek diye bilinirken Derebucak yakınlarındaki Tol (kitabesine göre 13. Yüzyılın ilk yarısı) ve Ortapayam Hanları ile sayı çoğalmıştır. Osman Kunduracı. a. g. m.; Barınak önü üç mekanı olan Iğdır kervansarayı ise diğer avlusuz hanlara göre 51.50. x 24.40 m. ebatları ile oldukca büyük, portoldeki zengin geometrik süslemeleriyle de istisna bir örnektir. Bkz. Rahmi Hüseyin Ünal, “Iğdır Yakınlarında Bir Selçuklu Kervansarayı ve Doğu Beyazit-Batum Kervanyolu Hakkında Notlar”, Sanat Tarihi Yıllığı, S. III, İstanbul 1970, s. 7-15.

39 Ali Baş, Beylikler Dönemi Hanları, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Konya 1989.

40 Geniş bilgi için bkz. Ayşıl Tükel Yavuz, “Kervansarayların Tipolojisi”, s. 184; Yerhan’da (Erzincan-Refahiye) iki ocağın bulunuşu dikkat çekicidir. Kitabesi olmayan eser eşodaklı plânlı yapılarla kıyaslanarak 13. yüzyılın ilk yarısına tarihlenmiştir. Eğer tarihlenmeyi doğru olarak kabul edersek, bu ocakların varlığı Selçuklu Dönemi için istisnai bir durumdur. Bkz. Rahmi Hüseyin Ünal, “Sevserek Hanı (Malatya-Pötürge) ve Yerhan (Erzincan-Refahiye) Hakkında Bir İnceleme”, I. Türkoloji Kongresi, Tebliğler, İstanbul 1979, s. 954-957.

41 Ali Baş, a.g.t, s. 91-95; Ekrem Hakkı Ayverdi, Osmanlı Mimarisinin İlk Devri 630-805 (1230-1402), İstanbul 1966 s. 528-530.

42 Beylikler Dönemi’nde başladığı kabul edilen ocak ve buna bağlı olarak baca mimarisi, Klasik Osmanlı Dönemi’nin şehir ve menzil hanlarında vazgeçilmez uygulama olmuştur. Burada Malatya ve civarından birkaç örnek belirteceğiz. Eski Malatya’da 1638 tarihli Silahtar Mustafa Paşa Hanı’nda yolcu odalarında ve kışlık salonda çok sayıda ocak ve çatıda bacaları mevcuttur. Malatya-Harput yolundaki 1634-1638 yıllarına tarihlenen Kömür Han’da bağımsız yolcu odaları ve barınakta ocaklar bulunmaktadır. İsmail Aytaç, “Kömür Han”, Vakıflar Dergisi, S. XX, Ankara 1988 s. 249-264; İsmail Aytaç, “Kömür Han”, Fırat Havzası Sanat Tarihi Sempozyumu Bildirileri, Elazığ 1992, s. 155-165. Ağın-Kemaliye yolu üzerindeki 16. Yüzyılın ikinci yarısına tarihlenen sadece iki sahınlı barınaktan ibaret Arnavut Han’da da ocakların varlığı dikkat çekmektedir. Ümit Serdaroğlu “Ağın-Kemaliye Yolu Üzerindeki Arnavut Hanı”, Keban Projesi 1969 Çalışmaları, Ankara 1971, s. 139-143.

43 Hamza Gündoğdu, “Aşkale Yakınlarında Karasu (Aşveyishan) Hanı”, Vakıflar Dergisi, S. XXII, Ankara 1991, s. 289-293.

44 Haluk Karamağaralı’nın “Anadolu’da Moğol İstilasından Sonra Yapılan Dini Mimarlık Eserlerinin Plan ve Form Özellikleri” adlı doçentlik tezinde ele almıştır. Bununla ilgili olarak bkz. Haluk Karamağaralı, “Erzurumda’ki Hatuniye Medresesinin Tarihi ve Banisi Hakkında Mülahazalar”, Selçuklu Araştırma Dergisi III, Ankara 1971, s. 240. dipnot 69.

45 Bunlardan 1268 tarihli Kesikköprü (Cacabey) Hanı (Kırşehir-Aksaray) barınak önü avlulu plânı, büyük ebatları ve zengin taş süslemesi ile, Afyon’un Çay ilçesindeki 1278 tarihli Han da aynı özellikleri taşır. Diğer bir eser de 1249 tarihli İshaklı (Sahip Ata) Hanı (Konya-Afyon) olup, yine plân ve ebatları bakımından önemlidir. Bu eserler hakkında bilgi için bkz. Kurt Erdmann; a.g.e.; İsmet İlter, Tarihi Türk Hanları, Ankara 1969; M. Kemal Özergin, “Anadolu Selçuklu Kervansarayları”, Tarih Dergisi, C. 15, S. 20, istanbul 1965, s. 141-170.

46 Ancak ekonomik faktörün, Moğollardan bağımsızlığını kazanan Anadolu beyliklerinin imar faaliyetlerinde etkili oluşu dikkat çekicidir. Özellikle 15. yüzyılın ilk yarısına bakıldığında, beyliklerin imar faliyetlerinde adet ve ölçülerinin azaldığı anlaşılmaktadır. Beyliklerin bağımsızlığını ilan ettikleri bu dönemde, dar alanlarda az gelirleri olmuştur. Ayrıca kendi aralarındaki mücadeleler de önemli bir etkendir.

47 Derbent teşkilatı hakkında geniş bilgi için bkz. Cengiz Orhonlu, Osmanlı İmparatorluğu’nda Derbent Deşkilatı, İstanbul 1967.

48 Ayşıl Tükel Yavuz, “Anadolu Selçuklu Dönemi Hanları ve Posta-Menzil-Derbent Teşkilatları”, Doğan Kuban’a Armağan, İstanbul 1996, s. 25-38.

49 Zafer Bayburtluoğlu, Anadolu’da Selçuklu Dönemi Yapı Sanatçıları, Erzurum 1993, s. 141, 146.

50 Zafer Bayburtluoğlu, a.g.e., s. 240.

51 Haluk Karamağaralı, a. g. m., s. 26.

52 Selçuklu Dönemi kervansarayları ve diğer yapılardaki taş işçiliği ile kompozisyonlar hakkında geniş bilgi için bkz. Semra Ögel, Anadolu Selçuklularının Taş Tezyinatı, 2. Baskı, Ankara 1987; Gönül Öney, Anadolu Selçuklu Mimarisinde Süsleme ve El Sanatları, 3. Baskı, Ankara 1992; Rahmi Hüseyin Ünal, Osmanlı Öncesi Anadolu Türk Mimarisinde Taçkapılar, İzmir 1982.


XIII. Yüzyıl Anadolu Selçuklu Cami Mimarisinde Gelişim ve Beylikler Dönemine Etkileri

Yrd. Doç. Dr. Rabİa ÖZAKIN

Yıldız Teknik Üniversitesi Meslek Yüksekokulu / Türkiye
n birinci yüzyılın ikinci yarısından sonra, Malazgirt zaferini izleyen yıllarda Anadolu’ya gelip yerleşen Oğuz boyları; tüm ülkenin yapısını hem kırsal alanda hem de kentlerde büyük ölçüde değiştirerek, kısa zamanda kendi toplum yapılarının geleneklerine uygun bir mimari ortam yaratmışlardır.1 Malazgirt zaferini izleyen birkaç yıl içinde büyük bir Türk nüfusunun Anadolu’ya yerleşmesiyle kurulan Anadolu Selçuklu Devleti’nin (1077-1308); çeşitli mücadeleler, savaşlar ve karışıklıklar yüzünden XII. yüzyılın ortalarına kadar belirli bir yapı faaliyeti olmamıştır. Mimari açıdan Danişmendli, Saltuklu, Artuklu ve Mengücekli gibi Türkmen Beylikleri ile bir hazırlık dönemi geçiren Anadolu Selçukluları; XII. yüzyılın sonunda yerleşik düzenin temelleri sağlamlaştıktan sonra büyük bir yapı faaliyetine girişmişler, başta cami olmak üzere mescit, medrese, kümbet, hamam, darüşşifa, kervansaray gibi değişik işlevli yapılarla Anadolu’da mimari alanda yeni bir dönem başlatmışlardır. Bazen tek başlarına, bazen de yakın işlevli yapılarla bir külliye oluşturan Selçuklu Dönemi yapıları; Karahanlı, Gazneli ve Büyük Selçuklu yapılarıyla karşılaştırıldığında oldukça mütevazi ölçülerde oldukları görülmektedir. Ancak yapı tipleri, mimari ve bezeme özellikleriyle inanılmaz bir zenginlikte, yaratıcı bir araştırma ve deneme çabası içinde sürekli ve tutarlı bir gelişim çizgisi göstermektedirler.

Türklerin; Uygur, Karahanlı ve Gaznelilerden başlayarak Büyük Selçuklularla devam eden kubbeli yapı geleneği Anadolu’da da devam etmiştir.2 Camilerde, medreselerin kare planlı avlularında, medrese odalarında ve kümbetlerin iç hacimlerinde örtü elemanı olarak kubbenin kullanıldığı görülmektedir. Türk mimarisinde kubbe, yüzyıllar boyunca sembolik ve mistik bir anlam kazanmıştır. Yeryüzünü simgeleyen karenin ve göğü simgeleyen kubbenin bir araya getirildiği kare planlı, kubbeli yapılar ise yer ve gök tasarımını birleştirerek doğrudan doğruya evren yapısı olmaktadırlar. Kubbe, geleneksel teknolojide ise geniş bir mekanı bölünmeksizin örtebilen tek mimari çözüm olabilmesi nedeniyle tercih edilmiştir. Anadolu camilerinde, o dönemin teknik olanaklarıyla çok sayıda cemaat için kapalı bir ibadet mekanı gerçekleştirmek önemli bir sorundur. Gerek tek başına, gerekse bir külliye içinde yer alan günümüze ulaşmış Anadolu camilerinin en yaygın tipi; İslâmiyet’in ilk yıllarından beri denenen, örtü sistemi çok sayıda sütun -paye veya ayak- üzerine oturan, mekan bütünlüğünün sağlanamadığı yapılar veya bu tipin değişik yorumlara uğramış örnekleridir. Başlangıçta kubbe, çok sayıda sütun ile parçalanan camilerin mihrap önüne -belki Büyük Selçuklu geleneği olarak- yerleştirilmiştir.

Bu dönemde kubbenin henüz simgesel anlamından öteye geçemediği, genellikle küçük boyuttaki yapılarda kullanıldığı ya da mihrap önü kubbesi olarak değerlendirildiği görülmektedir. Gerek camilerde sınırlı bir alanı olan mihrap önündeki kubbe, gerekse diğer yapı türlerindeki kubbeler -birkaç örnek dışında- henüz yapının plan şeması ile strüktürünü belirleyen ve iç mekan yönelişini şartlandıran ana tema olamamıştır.

Anadolu’da XII ve XIII. yüzyıl boyunca; Büyük Selçuklular, İlk Türkmen Beylikleri ve Anadolu Selçukluları tarafından çok sayıda kubbeli yapı gerçekleştirilmiştir. Bu yapılar arasında, toplu bir mekana yönelme ve kubbe gelişimi açısından özellik gösteren yapılara ilk olarak Büyük Selçuklular Dönemi’nde rastlanmaktadır. Büyük Selçuklular tarafından yaptırıldığı tahmin edilen Siirt Ulu Camii için, Anadolu’daki bilinen ilk tek kubbeli camidir, denilebilir. Kitabesine göre, 1128’de bir onarım geçiren caminin yapım yılı bilinmemektedir. Tuğla duvar örgülerinden anlaşıldığı kadarıyla

ilk yapı; tonoz bingilere oturan kubbeli bir mekandan oluşmuşken daha sonra bunun doğusuna ve batısına birer küçük kubbe, eyvan ve buna dikey tonozlar eklenerek yapı genişletilmiştir3 (Şekil: 1). Büyük Selçuklular tarafından yaptırıldığı tahmin edilen ve 1150 yılında onarılan Bitlis Ulu Camii’nde ise ilk defa simetrik, dengeli bir plan içinde mihrap önü kubbesi ile karşılaşılmaktadır. Bitlis Ulu Camii XII. yüzyılın tam ortasında önemli bir gelişmenin başlangıcını oluşturmaktadır (Şekil: 2).

İlk Türkmen Beylikleri olan Danişmendliler (1080-1178), Artuklular (1098-1234), Saltuklular (1071-1202) ve Mengücekler (1080-1277) ise Selçuklulardan önce Anadolu’daki ilk yapıları gerçekleştirmişlerdir.4 Türkmen Beyliklerinden Artuklularda, mihrap önü kubbesi, ilk defa farklı bir anlayışla değerlendirilerek, bir bakıma yapının ağırlık merkezi durumuna getirilmiştir. Sürekli değişikliğe uğramış olmasına karşın Silvan Ulu Camii (1030); mihrap önündeki 1157 yılında tamamlanmış olması mümkün kubbesi ile bu alanda iyi bir örnektir (Şekil: 3). Kubbeli strüktür olanaklarının araştırıldığı bütün mekana egemen olan mihrap önündeki bu kubbenin, daha önceki mimari değerlendirmelerle, özellikle Büyük Selçuklulara ait İsfahan Mescid-i Cuması’ndaki Melihşah kubbesi ile benzerliği dikkat çekicidir. Bu dönemde, camilerin dışında medreselerde de, kubbenin kullanıldığı görülmektedir. Ancak medreselerde kubbe, farklı bir biçimde ele alınmış, camilere oranla daha geniş açıklıklar kubbeyle örtülmüştür. Bunun en güzel örneği, Tokat ve Niksar’daki Yağıbasan Medreselerinde gerçekleştirilmiş ve Anadolu’ya yepyeni bir mimari form kazandırılmıştır5 (Şekil: 4-5). Danişmendliler Dönemi’nde, Nizameddin Yağıbasan tarafından yaptırılan bu medreselerdeki kubbeler, Anadolu Türk mimarisinin ilk anıtsal kubbeleridir.6 Her iki Yağıbasan Medresesi’nin de gerek yapı gerekse plan şekliyle benzer olmaları merkezi-kubbeli medrese tipinin gelişi güzel ortaya çıkmadığını göstermektedir. Tokat Yağıbasan (Çukur) Medresesi’ndeki (1151-1152) 14 metre çapındaki basık kubbe, tromplarla orta avlunun duvarlarına oturmaktadır. Yaklaşık 8 metre çapındaki üst kısmı açık olan kubbenin kasnaksız oluşu, basık görünüşünü etkilememekte ve trompların çok aşağıdan başlamasına sebep olmaktadır. Merkezi avluyu örten bu kubbe, XII. yüzyılın ortasında Danişmendliler Dönemi’nde etkili bir mekan şekillendirmesinin gücünü yansıtmaktadır.7

Anadolu Selçuklu Dönemi’nde ise; camilerin büyük bir kısmı, tüm İslâm ülkelerinde gelenek haline gelmiş olan taş ayaklı veya ahşap dikmeli, düz damlı veya mihrap önü kubbeli ulu cami tipinin ya da bu tipin değişik yorumlara uğramış örnekleridir. Konya’da XII. yüzyıl ortalarında yapıldığı bilinen en eski Selçuklu camii olan Alaeddin Camii, mihrap önü kubbesi ve çok ayaklı, düz damlı plan tipi ile Büyük Selçuklu ve Artuklu camilerinde görülen şemanın devam ettiğini göstermektedir. Niğde Alaeddin Camii’nin (1223) mihrap duvarı boyunca uzanan üç kubbesi, yapının gerek içten gerekse dıştan Anadolu Selçuklularının mimari üslubunun bir araştırma çabası içinde olduğunu kanıtlamaktadır. Mihrap önündeki bu kubbeler, küçük birer hacim denemesi sayılırsa da yapı içini sütunlardan kurtarıp toplu ve geniş bir mekana götürmekten uzaktır. XIII. yüzyılda ulu cami tipinden ayrılan ve toplu bir mekana yönelme düşüncelerinin ilk adımları olan ikinci bir ibadet yapısına daha rastlanmaktadır.

Küçük ölçekteki fazla dikkat çekmeyen planları ve sade cepheleri ile Selçukluların muhteşem yapıları arasında adeta kaybolmuş ve unutulmuş olan bu yapılar, mescitlerdir. Tasarım ve bezeme yönünden kendi içlerinde bir evrimi ve gelişmeyi içeren sınırlı sayıdaki bu küçük yapılar, Selçuklu mimarlık ve bezeme ortamı için sayısız değerlerle yüklüdürler. Özellikle Konya ve çevresinde ortaya çıkan ve küçük toplulukların ibadet ihtiyacını karşılamak üzere yapılmış olan kare planlı, kubbeli mescitlerde, küçük ölçüde fakat sağlam mekan denemeleri ve mimari gelişmeler dikkat çekmektedir. Bu yapılar, Beylikler Dönemi’nde de etkisini sürdüren ve geliştirilen plan şemaları, Osmanlı mimarisindeki kubbeli mekan gelişimine olan katkıları, yarı açık ve kapalı giriş bölümleri, kubbe geçişlerinin çeşitliliği, sade cephelerinin yanı sıra içlerindeki zengin bezemeleri ve çini mozaik mihrapları ile üzerinde durulması gereken yapılardır.

Mescitler; 4.00 m. ile 8.50 m. arasında değişen kare veya kareye yakın planlı, üzeri kubbe ile örtülü ana mekana sahiptirler. Sadece birkaç yapıda dikdörtgen plan şemasıyla karşılaşılmaktadır. Akşehir Kızılca Mescit’te dikdörtgen planlı mekanın oval bir kubbeyle örtülmesi, Konya Abdülmümin ve Beyhekim Mescitlerinde ise dikdörtgen alt yapının geçiş elemanları ile kareye dönüştürülmesi XIII. yüzyılda mekanın genişletilmesi yolunda atılmış ilk adımlar ve çabalar olarak değerlendirilebilir. Tek kubbeli Selçuklu mescitlerinde; tek mekanlı, iki mekanlı ve üç mekanlı plan tipi gelişmiştir. İki mekanlı olarak tasarlananlarda, ana mekanın önüne ikinci bir mekan eklendiği görülmektedir. XIII. yüzyılda tek kubbeli strüktüre dayalı yapı, biçim

sel olarak kendi içinde bir bütün oluşturmasına karşın, kubbe boyutları henüz geniş bir mekanın örtüsü olabilecek niteliğe erişmediğinden sınırlı bir ibadet yapısı durumundadır. Bu nedenle kubbeli ana mekanın önüne giriş bölümü olarak kullanılan ikinci bir mekan eklenmektedir. XIII. yüzyılda bir yenilik olarak ortaya çıkan giriş bölümleri, kapalı ve yarı açık olarak biçimlenmektedir.

XIII. yüzyılda yapılmış olan giriş bölümlü mescitlerin içinde Konya Hacı Ferruh Mescidi (Taş Mescit) ayrı bir yer tutmaktadır. XIV. yüzyıl camilerinde büyük gelişmelere varan tek kubbeli ve önünde kapalı bir giriş bölümü bulunan plan şeması, ilk bu yapıda görülmektedir. İç ve dış portalleri ve Selçuklu camilerinde bile az rastlanan zengin taş bezemeleri ile Anadolu cami mimarisinde önemli bir yere sahiptir. Özgün biçimini koruyan ve yapım yılı kesin olarak bilinen 1215 tarihli Konya Hacı Ferruh Mescidi’nden yola çıkılarak, giriş bölümlerinin önce kapalı olarak biçimlendiği daha sonra ön cephenin dışarı açılarak yarı açık giriş bölümlerinin oluşturulduğu tahmin edilmektedir. Giriş bölümü yarı açık mescitlerde; iki yan cephe, ana mekan duvarlarının öne doğru uzatılması ile kapatılmakta veya yan cephelerden biri minare ile sınırlandırılmaktadır. İki yandan kapalı hale getirilen giriş bölümünün ön cephesi bazı örneklerde sütunlar veya ayaklar üzerine oturan kemerlerle dışa açılmaktadır. Ana mekanın sınırlı oluşu nedeniyle gereksinim duyulmaya başlanan giriş bölümlerinden bazılarının; mescitlerin kuzey cephesinde, mihrap yönünde yer alması, birkaçında mihrapçeye rastlanılması bu bölümlerde namaz kılındığını ve son cemaat yeri olarak tasarlandıklarını düşündürmektedir. Giriş bölümü, yarı açık ve kapalı olarak tasarlanan bu yapılar son cemaat yerinin ilk örnekleri ve öncüleridirler.

Üç mekanlı plan şeması ise sadece bir yapıda görülmektedir. Konya Bulgur Dede Mescidi’nde, ana mekanın önüne yarı açık bir giriş bölümü, batısına ise ikinci bir mekan eklenmiştir. Yapı, giriş bölümünde yer alan mihrabının anıtsal ölçülerde olması ve ana mekanın zeminden yükseltilmesi ile farklı bir plan şemasına sahiptir.

Mescitlerde duvarlarla sınırlandırılmış kare mekanı örten kubbe, ana motif karakterinde olmakla birlikte ezici ölçülerde değildir. Yapım tekniklerinin getirdiği statik sınırlamalar nedeniyle daha büyük açıklıkların geçilemediği görülmektedir. Kubbe doğrudan doğruya yapının beden duvarları üzerine oturmakta, duvarlardan kubbeye kasnaksız geçilmektedir. Kubbe geçiş elemanlarındaki çeşitlilik ise dikkat çekicidir. Büyük Selçuklu geleneği olarak en çok tercih edilen geçiş elemanı tromp olmakla birlikte, trompun oldukça sadeleştiği görülmektedir. Geçiş elemanı olarak trombun yanı sıra pandantif ve üçgenli kuşakta kullanılmaktadır. Özellikle üçgenli kuşağın çeşitli biçimleri denenmiştir. Bunlardan biri Konya Beyhekim Mescidi’nde uygulanarak, dikdörtgen planlı alt yapı üçgenli kuşakla kareye dönüştürülmüş ve üzerine kubbe oturtulmuştur.

Beylikler Dönemi Etkisi

XIII. yüzyılın ikinci yarısında Selçuklu idaresinin zayıflaması, yüzyılın sonunda tamamıyla Moğol egemenliğine girmesi ve dağılmasıyla; Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde, sayıları yirmiyi aşan ve giderek güçlenen Beylikler bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir.8 Başta merkezi otoritenin zayıflaması olmak üzere birçok siyasi ve toplumsal olayın sonucunda ortaya çıkan Anadolu Beylikleri; varlıklarını kanıtlamak istercesine yoğun bir imar faaliyetine girişmişler ve Anadolu’da mimari alanda yeni bir dönem başlatmışlardır. Bu dönemde; XIV. yüzyılın sonlarına kadar Anadolu Selçuklularının mimari üslubunun etkisinde kalındığı, Selçuklu geleneğinin ve sentezinin bir şekilde korunduğu görülmektedir. Ancak bir taraftan da farklı bölgelerde, Beyliklerin politik ilişkilerine ve hakim oldukları bölgenin yerel geleneklerine bağlı olarak birtakım denemeler, araştırmalar ve yenilikler ortaya çıkmıştır. Bazen bölgeler arasında farklılıklar ve değişik üslup gelişmeleri de kendini belli etmektedir. Orta ve Kuzey Anadolu’da, yeniliklere rağmen genel çizgileriyle Selçuklu Devri’nde hakim olan üslubun izleri ağır basmaktadır. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Selçuklu Devri’nde de olduğu gibi Suriye ve Mısır’daki Zengi, Eyyubi ve Memlûk İslam sanatı geleneği kendini hissettirmeye devam etmektedir. Batı Anadolu’da ise yenilikler ve üslup gelişmeleri artmakta özellikle Osmanlı Beyliği’nde yeni bir arayışın çeşitli ilginç denemeleri görülmektedir.


Yüklə 8,92 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   160   161   162   163   164   165   166   167   ...   178




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin