Bakirköy ruh ve siNİr hastaliklari hastanesi


CEMİYET-İ İLMİYE-İ OSMANİYE



Yüklə 7,48 Mb.
səhifə94/134
tarix27.12.2018
ölçüsü7,48 Mb.
#87102
1   ...   90   91   92   93   94   95   96   97   ...   134

CEMİYET-İ İLMİYE-İ OSMANİYE

fizik, kimya, astronomi gibi temel bilimlerde "Heyet-i Âlem" (mecmuada ek o-larak çıkan müstakil risale), "Esrar-ı Ab ü Hava" ve ingiltere Ziraat Cemiyeti'nden kimyager Dr. Dolferi'nin "süt" hakkındaki makalesinin hülasa tercümesini yapan Hasan Tahsin Efendi; "Tarih-i Tabiiden Kuşlar" adlı müstakil risalenin yazarı Şirvanlı Ahmed Hamdi Efendi'dir. İçtimai konularda ise, "Aile", "Görenek", "Terakki" ve "Medeniyet" başlıkları altında 4 makale yazan Namık Kemal ile çocuk terbiyesine dair Adana'dan gönderdiği ve Mecmua-ı Ulûm'da yayımlanan "Mü-zekiyü's-sıbyan" makalesini yazan Adana şer'i hâkimi sudûrdan Haydar Efendi ve "Fazilet ve Şeref-i Hm" adlı makaleyi gönderen Trabzon Valisi Sırrı Paşa ile Ali Ruhi Bey ve Hüseyin Eşref Efendi gibi şairlerin mısralarına da yer verilmiştir.

Hemen hemen cemiyet mensuplarının kimlikleri hakkında bilinenler bundan ibarettir. Mecmua-ı Ulûm'un sorumlu müdürü olan Şükrü Efendi'nin de kim olduğu tespit edilememiştir.

Cemiyet-i İlmiye, halkı aydınlatmak, yenilikleri tanıtmak, maarifi yaymak gayesini güden ve bu hususlarda yayın yapan Osmanlı ilmi cemiyetlerinden biridir. Cemiyetin Batı konusunda ileri sürdüğü görüşler gelişme ve modernleşmenin tek yolunun Batı ile ilişki kurmakla gerçekleşebileceği istikametinde olup modern bilimleri kabul eden ve onları İslam dini ile telif etme gayreti içinde olan liberal ve aydın ulemadan oluştuğu anlaşılmaktadır. Cemiyet-i îlmiye'nin siyasi bir yanının olduğu hissedilmekle birlikte, açık deliller bulmak mümkün olamamıştır. Aynı şekilde Bâb-ı Meşihat veya doğrudan padişah ya da Babıâli ile bağlantılarının olduğu da tespit edilememiştir. Cemiyet devlete karşı olmadığı gibi, devletin maarif politikasına uygun faaliyette bulunacağını beyan etmiş ve bilhassa fahri üyelerin seçiminde, devlete ilmen, kalemen, malen bunlardan ikisi veya daha fazlası ile hizmetlerde bulunanlardan seçilmesini uygun görmüştür.

Cemiyet ve mensupları, bilim ve teknikte Avrupa'nın gelişmiş ülkelerinden geri kalındığı sık sık açık bir şekilde vurgulanırken, Osmanlı ilim muhitinde yapılan bütün bilgi aktarmalarının sathi kaldığı, esas bilimin anlaşılamadığı düşüncesine sahip olmuş ve meselenin en ö-nemli noktasını tespit etmişlerdir.



Bibi. F. Tansel, Namık Kemal'in Mektuptan, III, Ankara, 1973, s. 9; İnal, Türk Şairleri, III, 1871-1881; E. İhsanoğlu, "Cemiyet-i ilmiye ve Mecmua-ı Ulûm", Osmanlı ilmi ve Mesleki Cemiyetleri, ist., 1987, s. 221-245.

EKMELEDDİN İHSANOĞLU



CEMİYET-İ İLMİYE-İ OSMANİYE

Tanzimat döneminde Osmanlı aydınları tarafından kurulan, modern bilim ve kültürü yaymayı amaçlayan cemiyet.

1861'de Petersburg Sefiri Halil Bey ve o zurnan ticaret mahkemesi reisi olan Münif Efendi (Paşa) öncülüğünde bir grup Osmanlı aydım tarafından kurulmuştur.

24 Mayıs 186l'de çıkan padişah iradesiyle çalışmalarına müsaade edilen cemiyet, şekil itibariyle, kendisinden önce 1856'da kurulan Cemiyet-i Tıbbiye-i Şâ-hâne'ye(->) benzemektedir. Cemiyet-i II-miye-i Osmaniye kurulduktan ve üyelerim seçtikten sonra devlete resmen müracaat etmiş ve faaliyetlerine müsaade edilmesini istemiştir. Ancak Cemiyet-i Tıbbiye-i Şahane örneğindeki gibi devletten yardım olarak talep ettiği tahsisatı ve binayı alamamıştır.

Cemiyetin gayesi, Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye'nin yayın organı ve başlıca kalıcı eseri olan Mecmua-ı _F«wz2w'un(-0 ilk sayısında neşredilen otuz beş maddelik nizamnamede şöyle belirtilmiştir: "Kitap telif ve tercüme ve umuma ders verme, her türlü vasıta ile Osmanlı ülkesinde ilim ve fenlerin yayılmasına çalışacak ve bu hususta öncülük edecektir. Cemiyet, ulûm ve maarife ve ticaret ve sanayie dair Mecmua-ı Fünûn unvanıyla her ay ihtidasında bir gazete çıkaracak ve işbu mecmua... üyelerin tamamına ücretsiz olarak birer nüsha verilecektir. Cemiyet, din ve dönemin politik meselelerinden kendini ihtiraz edip, kendisine takdim olunan lâyihaların dahi bu hususlardan ârî olmasına dikkat ve itina edecektir".

Cemiyetin gaye edindiği eğitim ve kültür faaliyetleri devletin benimsemiş olduğu faaliyetlere paralel mahiyettedir. Daimi üye, daimi olmayan üye ve muhabir üye olmak üzere üç ayrı statüde üyesi olan cemiyetin azaları arasında din ve ırk farkı gözetilmemektedir. Ancak seçilebilmek için aranan şartların başında üyenin Arapça, Farsça ve Türkçe yanında Fransızca, Almanca, İngilizce, İtalyanca ve eski Yunanca gibi Batı dillerinden birini bilmesi gelmektedir. Daimi üyeler mutlaka Osmanlı tebaasından seçilecektir. Cemiyetin kurucu üyelerine "ru-ûs" verilmiştir. Üyelerin görevleri şunlardır: Daimi üyeler "vakit ve vukufları müsait olduğu takdirde" Mecmua-ı Fünûn'a makale yazacaklar, ayrıca kendi ihtisas alanlarında ders vereceklerdir. Diğer üyeler de isterlerse makale yazabi-leceklerdir. Kitap telif ve tercümesinde ise fark gözetilmeksizin bütün üyeler bil-, gileri nispetinde eser yazmaya çalışacaklardır.

Cemiyetin otuz üç daimi ve sekiz daimi olmayan üyesi vardı. Daimi üyelerin on altısı Tercüme Kalemi'nde memur ve mütercim, on biri muhtelif memuriyette, üçü mühendishane hocası, ikisi kurmay subay, biri de Mekteb-i Harbiye'de hocalık yapan subaydı. Daimi üyelerden on biri gayrimüslimdi. Kurucu üyeler arasında ulemadan hiç kimsenin bulunmaması dikkat çekicidir. Bu husus, Tanzimat'tan önce başlayan modernleşme süreci içerisinde yetişen yeni tip aydınların eski u-lema sınıfının toplum ve devlet kademelerindeki yerlerini hızla aldığını gösterir. Mecmua-ı Fünûn'un yöneticisi Münif Paşa, cemiyetin başkanı olarak bilinirse de kuruluş safhasında ilk başkan Peters-

burg Sefiri Halil Bey olup Münif Paşa "reis kaimmakam-ı evveli" idi. Cemiyet ilk teşkil olunduğunda mevcut üyeler kurucu üye olarak kabul edilmiş ve bunlara birer "ruûs" verilmiştir.

Cemiyet belirli bir merkezi olmaksızın Mecmua-ı Fünûn'un ilk dört sayısını yayımlamış, ikinci sayının bir nüshasını devrin padişahı Abdülaziz'e takdim ederek onun dikkatini çekmiştir. 12 Ağustos 1862 tarihli irade-i seniyede Mecmua-ı Fünûn'un padişah tarafından görüldüğü belirtilmektedir. Daha sonra devrin sadrazamı Fuad Paşa tarafından Çi-çekpazarı'ndaki taş mektep binası cemiyete merkez olarak tahsis edilmiştir.

Bu faaliyetlerin yanında cemiyet merkezinde kendi nizamnamesi gereği Avrupa lisanları ve "fünûn-ı nâfıa"dan, talebeye ücretsiz olarak ders verilmeye başlanmıştır. Haftada iki-üç defa belirli saatlerde, Fransızca, İngilizce ve "Rum" lisanlarında, hukuk ve ekonomi politik konularında ders verilmektedir. Bu derslere önemli sayıda talebe devam etmektedir. Bilhassa Fransızca derslerine devam edenler, diğer derslere devam edenlerden daha fazladır. Bunlar dört sınıfa ayrılmış olup her sınıfta derecelerine göre dersler devam etmektedir.

Eğitim müesseseleri yanında, halkın gazete ve kitap okuma alışkanlığı kazanmasının da eğitim ve öğretimde etkili olacağı kanaatiyle, cemiyetin asıl vazife ve maksadına muvafık olduğu belirtilerek, cemiyet merkezinde umumun tetkikine açık bir kütüphane ve okuma salonu açılmıştır. Mart 1864 tarihli Mecmua-ı Fünûrida çıkan bir haberden Osmanlı tarihinde ilk halka açık özel kütüphanenin açılışının buna yakın bir tarihte olduğu söylenebilir.

Bu salonda, otuzdan fazla Türkçe, Fransızca, İngilizce, Rumca ve Ermenice gazete ve dergi umumun tetkikine sunulmuştur. Cemiyete bazı şahıslar tarafından hediye edilen, çeşitli dillerde fen kitapları, coğrafya, "cerr-i eşkal" (mekanik), teşrih (anatomi) ve sair bilim dallarına ait resimler, haritalar da bulunmaktadır. Fizik ve mekaniğe ait birçok alet ve edevat da mevcuttu. Bu kitaplar arasında, İzmir demiryolları inşasında görevlendirilmiş olan mühendis T. Cramp-ton'un hediye etmiş olduğu 173 ciltlik bölüm önemli bir yer tutmaktadır. Büyük kısmı fen ve mühendisliğe dair olan bu kitapların bir listesi Mecmua-ı Fünûri da neşredilmiştir. İstanbul'da fenne dair yabancı dilde yazılmış kitapların bulunduğu umuma açık bir kütüphane olmadığından cemiyetin kütüphanesinde bin ciltlik bu çeşit kitapların bulunması kütüphanenin değerini bir kat daha artırmaktadır.

Cemiyetin merkezinde Mecmua-ı Fünûn'un basılmasına mahsus küçük bir matbaa da kurulmuştur. Bu matbaa kurulmadan önce, Mecmua-ı Fünûn'un neşrinde bazı aksaklıklar meydana gelmekteydi, matbaa kurulduktan sonra mecmuanın basımında büyük kolaylıklar el-

de edilmiştir. Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye, şimdiye kadar sanıldığı gibi Avrupa'da kurulan Royal Society (Londra) ve Academie deş Sciences (Paris) benzeri, ilim adamlarının oluşturduğu bir ilmi cemiyet olmayıp daha ziyade Batı kültürünü tanıma imkânı bulan ve lisan bilen devlet adamlarından teşekkül eden bir kuruluştur. Müessese olarak da uzun süre devam edebilecek şekilde planlanmamıştır.

Cemiyetin faaliyetleri, Avrupa'da gelişen modern bilimleri genç aydınlara tanıtmak şeklinde özetlenebilir. Kuruluşun içinde mütehassıs ilim adamı ve araştırmacıların bulunmaması, faaliyetlerin daha verimli hale gelmesini engellemiştir. Esasen cemiyetin ilmi araştırmaları hedef alan bir gayesi olmamıştır. Asli görevlerinden saydığı "ma'lûmât-ı nâfıa"ya dair kitap ve risale telif ve neşri gibi faaliyetlerini ise yerine getirememiştir. Cemiyet başkanı Halil Bey'in ve diğer üyelerin memuriyetlerinden dolayı başka yerlere tayini de cemiyetin çalışmalarım olumsuz yönde etkilemiştir. Ocak 1865'te maddi sıkıntılar yüzünden çalışmalarına ara veren cemiyet, kısa bir süre sonra 18 Şubat 1865'te devlet tarafından yapılan 50.000 kuruşluk destek sayesinde yeniden faaliyetlerine başlamış ve bir yıllık çalışma sonunda Mayıs 1866'da yayımına ara verdiği Mecmua-ı Fünûn'u yeniden neşre muvaffak olmuştur. Bu duruma bir sene daha dayanabilen cemiyet Haziran 1867'de faaliyetlerine son vermiştir. Bir hayli zaman sonra 1883'te Münif Paşa' nın şahsi olarak çıkardığı Mecmua-ı Fünûn, daha yayımlandığı ilk sayısında bir hikâyede geçen "Yıldız Böceği" tabiri yüzünden yayımdan kaldırılmıştır. Bu Mecmua-ı Fünûn'un bir devamı olarak kabul edilebilir ise de Cemiyet-i îlmiye-i Osmaniye'nin bir faaliyeti olarak görülemez.

Büyük bir heyecan ve romantik üslup içerisinde "ulûm ve fünûn"u her türlü problem ve sıkıntının çaresi sayan Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye üyeleri, modern fizik bilimlerini Türk okuyucusuna adeta metafizik anlayış heyecanı içinde sunmuşlardır.



Bibi. B. Lewis, "Djem'iyyet-i Ilmiyye-i Oth-maniyye", El2, II, 532; N. Herkes, Türkiye'de Çağdaşlaşma, ist., 1978, s. 232; Y. Işıl, Bir Aydınlanma Hareketi Olarak Mecmûa-i Fünûn, 1986, (İÜ Siyasal Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü, lisans tezi; E. İhsanoğlu, "Cemiyet-i Ilmiye-i Osmaniye'nin Kuruluş ve Faaliyetleri", Osmanlı ilmi ve Mesleki Cemiyetleri, İst., 1987, s. 200-220; ay, "Modernleşme Süreci içinde Osmanlı Devletinde İlmî ve Mesleki Cemiyetleşme Hareketlerine Genel Bir Bakış", ae, s. 1-31; ay "Osmanlı Devletine 19. yy'da Bilimin Girişi ve Bilim-Din ilişkisi Hakkında Bir Değerlendirme Denemesi", Toplum ve Bilim, S. 29/30 (1985), s. 79-102; İ. Doğan, Tanzimat'ın iki Ucu, Münif Paşa ve Ali Suavi, İst., 1991, s. 154-155; Ebüzziya Tevfik, "Münif Paşa", Yeni Tasvîr-i Efkâr, 28-30 Kânumsâni 1910, s. 051, 252, 253; İ. Eren, "Cemiyet-i Ilmiye-i Osmaniye'nin Faaliyet ve Tesirleri", VII. Türk Tarih Kongresi Bildirileri, II, Ankara, 1973, s. 689-693

EKMELEDDİN İHSANOĞLU



CEMİYET-İ TIBBİYE-İ OSMANİYE

Tanzimat döneminde İstanbul'daki hekimlerin kurduğu mesleki demek. 1856' da İstanbul'daki yabancı hekimler tarafından kurulan ilk tıp derneği Cemiyet-i Tıbbiye-i Şâhâne(->) adını taşıyordu. Bu dönemde Mekteb-i Tıbbiye'nin öğretim dili Fransızcaydı. Buradaki bir grup öğrenci tıp biliminin Türkçe okunabileceğine inanıyorlardı. Bazı tıp kitaplarını Türk-çeye çevirmek, tıp konularını Türkçe yazmak ve fikir alışverişinde bulunmak için bir cemiyet kurmaya teşebbüs etmişlerdi. Fakat tıbbiye nazırı kendilerine sadece dersleri ile uğraşmalarını öğütle-yince gayrı resmi olarak 1862'de Cemiyet-i Tıbbiye-i Osmaniye'yi kurdular. Cemiyet üyeleri Eyüp civarında Baba Haydar Mahallesi'nde Mekteb-i Tıbbiye matbaasının müdürü Hacı Arif Efendi'nin o-turmakta olduğu Beşir Ağa Medresesi'n-de toplanıyordu. Daha sonra toplantılar, Vahid Bey'in konağında ve Mercan'da Yeni Han'da kiralanan bir odada yapılmış ancak bir süre sonra cemiyet dağılmıştır.

1865'te ikinci kez Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane (Askeri Tıbbiye) nazırı olan Salih Efendi bu cemiyetin yeniden faaliyete geçmesi için durumu padişaha arz etmiş, bunun üzerine 1866'da Cemiyet-i Tıbbiye-i Osmaniye'nin kurulması için i-rade çıkmıştır. Mekteb-i Tıbbiye-i Şâhâ-ne'de faaliyet gösterecek cemiyetin başkanlığını Askeri Tıbbiye nazırının yürütmesi kararlaştırılmıştır.

Tıp öğretiminin Türkçe yapılabileceğine inanan, Kırımlı Aziz-ve arkadaşlarının ısrarları üzerine 1867'de Askeri Tıbbiye'nin bir bölümünde açılan Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye'de (Sivil Tıbbiye) dersler Türkçe okutulmaya başlanmıştı. Bununla yetinmeyen cemiyet üyeleri Askeri Tıbbiye'de de derslerin Türkçeleştirilmesi için o dönemde sayısı bir hayli o-lan ve Fransızca eğitimi savunan azınlık ve yabancı hocalarla mücadele etmişlerdir. Cemiyetin kurucuları Hüseyin Sabri Bey'in Sarıyer'deki evinde toplanıp Türkçe öğretim yapılabileceğine dair bir layiha kaleme alarak Seraskerlik'e takdim etmişlerdir. Dâr-ı Şûrâ-yı Askerî'nin onaylaması üzerine 1870'te Askeri Tıbbiye'de de öğretim dili Türkçeleştirilmiştir.

Cemiyetin 1867'de yayımlanan nizamnamesine göre asıl görevi yabancı dillerde yazılan tıp kitaplarını Türkçeye çevirtmek ve yeni tıp bilgilerini yaymaktı. Bu ilke doğrultusunda çalışan üyeler önce bir tıp sözlüğü hazırlamaya başladılar. Nysten'in tıp sözlüğü esas alınarak Meninski, Vankulu, Ahteri'den, ayrıca, Burhan-ı Kâtı ve Lehçe-i Osmanî gibi sözlüklerden ve özellikle Şânizade Ata-ullah'ın tıp kitaplarından yararlanılarak Lugat-ı Tıbbiye (1873) yayımlandı. Bundan sonra tıp, biyoloji ve zooloji kitapları Türkçeye çevrilerek bastırıldı. Cemiyet bu çalışmalarıyla Türkçe bilim kitaplarının çoğalmasını sağlamış ve yeni terimler ortaya koymuştur. Eğitim dilinin Türkçe olması Müslüman Türk ço-

405 CEMİYET-İ TIBBİYE-İ ŞAHANE

cuklarının Tıbbiye'ye rağbetini artırmış, zamanla azınlık ve yabancı hekim ve hocaların egemenliğinin yıkılmasına yol açmıştır.

Cemiyetin faaliyetine 1899'da son verilmiş ve yerine Tetkik-i Müellefat Komisyonu kurulmuştur. Bu komisyona sadece Mekteb-i Tıbbiye matbaasında basılacak kitapların incelenmesi görevi verilmiştir.

II. Meşrutiyet'te (1908) Mekteb-i Tıbbiye Nazır Vekili Mazhar Paşa birkaç kez cemiyeti toplamıştır. 25 Aralık 1910' da cemiyet başkanlığına Hayreddin Paşa seçilmiştir. Bundan sonraki çalışmaları da Osmanlı Seririyatı Mecmuasında Osmanlı Tıp Akademisi başlığı altında yayımlamıştır. Cemiyet I. Dünya Savaşı sırasında üç sene toplanamamış 1917'de yeniden çalışmalarına başlamıştır. Cumhuriyet döneminde Süleyman Numan Pa-şa'nın başkanlığı sırasında Türkiye Tıp Encümeni, 1966'da da Türkiye Tıp Akademisi adını almıştır.



Bibi. O. Ergin, istanbul Tıb Mektepleri Enstitüleri ve Cemiyetleri, ist., 1940, s. 78-86; B. N. Şehsuvaroğlu, Türkiye'de Tıbbi Cemiyetler Tarihçesi Hakkında, İst., 1956; S. Artunkal, "Türkiye Tıp Akademisinin Tarihçesi", Türkiye Tıp Akademisi Mecmuası, III, S. 1-4 (1968), s. 3-33; E. K. Unat, "Osmanlı Devletinde Tıp Cemiyetleri", Osmanlı ilmî ve Meslekî Cemiyetleri, İst., 1987, s. 88-96; N. Sarı, "Cemiyet-i Tıbbiyye-i Osmaniyye ve Tıp Dilinin Türkçeleşmesi Akımı", Osmanlı ilmî ve Meslekî Cemiyetleri, ist., 1987, s. 121-142.

NURAN YILDIRIM



CEMİYET-İ TTBBİYE-İ ŞAHANE

Kırım Savaşı sırasında İstanbul'da görev yapmakta olan İngiliz, Fransız ve İtalyan hekimler tarafından, tıbbi sorunları tartışma ve dayanışma amacıyla kurulan mesleki dernek. İngiliz Bahriye Hastanesi hekimlerinden Dr. Pinkoffs'un 1854' te başlayan çalışmaları sonunda 15 Şubat 1856'da kurulmuştur. "Societe Impe-riale de Medecine de Constantinople" a-dıyla faaliyete geçen cemiyetin 39 kurucu üyesinin hiçbirisi Türk değildi. Buraya sadece hekim, cerrah, eczacı ve veterinerler üye olabiliyordu. Kurucu üyeleri dışında daimi üyeleri, şeref üyeleri ve muhabir üyeleri vardı. Daimi üyeler arasında; 1856'da Hayrullah Efendi, 1861'de Ahmed, 18ö8'de Aziz, Abdullah, 1891'de Feyzullah Paşa, 1891'de Naim ve Hulki beyler, şeref üyeleri arasında ise 1856'da Keçecizade Fuad Paşa, 1858'de Hayrullah Efendi, 1859'da Salih Efendi, 1861' de Arif Bey ve 1889'da da Kâmil Paşa gibi az sayıda Türk bulunmaktaydı. 1861' den sonra daha fazla Türk üyeye yer verilmiştir.

Resmi dili Fransızca olan cemiyette 1918'den itibaren Türkçe konuşulmaya başlanmıştır. Cemiyet genellikle haftada bir toplanır ve ülke gündemindeki sağlık sorunlarını ele alıp tartışırdı. Bu tartışmalar ile üyelerin salgın hastalıklar veya başka bir sağlık sorunu üzerine hazırladığı raporlar, vaka takdimleri, 15 Şubat 1857'de çıkmaya başlayan cemiyetin

CENAZE ALAYI

406

407

CENEVİZLİLER

Bizans döneminde Cenevizlilerin yaşadıkları bölgeler (yeşil alanlar).



istanbul Ansiklopedisi

yayın organı Gazette Medicale d'Orient' da yayımlanırdı. Burada imparatorluğun ilk sağlık istatistikleri, su bentleri, suyolları, Yalova ve Bursa kaplıcaları gibi konularda raporlar, tıbbi haberler ve ayrıca nekrolojiler de yer almıştır. Cemiyet bu çalışmaları ile tıp alanında bilimsel oturum ve bilimsel yayın kurallarını yerleştirmiştir. Avrupa ile iyi ilişkiler içinde olan cemiyet tıbbın çeşitli branşlarında düzenlenen kongrelere davet edilir ve delege gönderirdi.

1925'te kapanan Gazette Medicale d'Orient 1935'te cemiyetin Türk Tıp Cemiyeti adını alması üzerine Türk Tıp Cemiyeti Mecmuası adıyla Türkçe yayımlanmaya başlamıştır.

Cemiyet, 1861'den sonra Rue Linadri, no. l'de, 1863'te Grand Rue de Pera, no. 287'de, 1868'de Impasse Latine, no. 4'te, 1872'de Rue Timoni, no. 19'da, 1874'te Grand Rue De Pera'da Galatasaray Lisesi ile karşı karşıya, Ekim 1875'ten sonra no. 166'da, Haziran 1893'ten itibaren Asmalı-çeşme, Saka Sokağı'nda faaliyet gösterdi.

1933-1960 arasındaki toplantılarını Taksim'deki Verem Savaş Derneği'nde yapıyordu. 1968'de ise Nişantaşı'ndaki lokaline taşındı. Günümüzde Türk Tıp Derneği adıyla faaliyetini sürdürmektedir.

Bibi. Besim Ömer: "Cemiyet-i Tıbbiye-i Şahane", Nevsâl-i Afiyet, İst., 1315, s. 129-131; Cin-quantenaire De La Societe Imperiale De Mede-cine De Constantinople (1856-1906), îst., (1907); O. Ergin: İstanbul Tıp Mektepleri Enstitüleri ve Cemiyetleri, İst., 1940, s. 76-78; S. Ünver-B. N. Şehsuvaroğlu, Türk Tıp Cemiyeti "Cemiyet-i Tıbbiye-i Şahane" 1856-1956, îst., 1956; Türk Tıp Demeği (Cemiyet-i Tıbbiye-i Şahane) 130'ncu Kuruluş Yılında, ist., 1986; E. K. Unat, "Osmanlı Devletinde Tıp Cemiyetleri", Osmanlı îhnî ve Meslekî Cemiyetleri, îst., 1987, s. 86-88; H. H. Hatemi-A. Kazancıgil, "Türk Tıp Cemiyeti (Derneği) Cemiyet-i Tıbbiye-i Şahane ve Tıbbın Gelişmesine Katkıları", Osmanlı ilmî ve Meslekî Cemiyetleri, îst., 1987, s. 111-119.

NURAN YILDIRIM



CENAZE ALAYI

Padişah, valide sultan, şehzade, sultan efendi ve kadın efendi ölümlerinde düzenlenen yarı resmi nitelikteki cenaze törenleri.

islam dininin, ölen herkesi eşit sayan ve ölüler için töreni yasaklayan buyruklarına karşın, padişahlarla hanedan mensuplarına cenaze alayı denen özel programlar uygulanıyordu. Ancak, cenaze a-layı düzenlenmesi için padişahın fermanı gerekiyordu. Padişah öldüğünde, öncelikle yeni padişahın cülusu(->) yapılır, daha sonra darüssaade ağası, ölenin gömülmesi için izin ister, yeni padişah da "Teşrifat ne ise öyle olsun." derdi. Bunun üzerine sadrazam veya İstanbul kaymakamı, şeyhülislam, kazaskerler, defterdar ve reisülküttab, ocak ağaları, şehremini ve mimarbaşı işe koyulurlardı. Ölen padişahın giyimli olarak hasodamn önüne getirilmesi ve bu kişilerce görülmesi kanundu. Buraya gerilen sâyeban (gölgelik) altında selatin şeyhleri, hünkâr ima-

mı, darüssaade ağası tarafından cenaze yıkanıp kefenlenir, devlet erkânı ilk duayı yapar, tabut eller üstünde, müezzinlerin ve Enderun içoğlanlarının tekbirle-riyle Bâbüssaade önüne getirilerek hazırlanan musallaya konurdu.

Cenaze namazını şeyhülislam ya da onun izniyle imam-ı şehriyarî kıldırırdı. Yeni padişah ise arzodası önünde tek olarak durur ve cenaze namazına katılırdı. Bundan sonra eller üstünde Orta Ka-pı'ya kadar taşınan cenazeyi burada baltacılar alırlar, sadrazam, şeyhülislam, vezirler, kazaskerler, nakibüleşraf, istanbul kadısı ile mir-i alem ve kapıcıbaşıya kadar devlet protokolündeki herkes, ayrıca kapıkulu bölükleri ve halk, cenaze alayını oluşturarak yürürlerdi. Bu sırada büyük camilerden salalar verilmesi âdetti. Şehremini ve mimarbaşı ağalar ise, verilen emre göre ölenin türbesinde veya türbesinin yapılacağı yerde mezar hazırlığını tamamlarlardı. Cenaze alayının ö-nünde ve her iki yanında düzenli diziler halinde yürüyen dervişler, hocalar ve hafızlar tekbir ve tehlil getirirlerdi. Cenaze alayına katılan devlet erkânının, diğer törenlere özgü "elbise-i divanî" denen, örf, kallavi, erkân kürkü, ferve-i beyza giymeleri gelenekti. Cenaze gömüldükten sonra, sadrazamın tüm görevliler a-dına yazdığı taziye telhisini, darüssaade

Kanuni Sultan

Süleyman'ın

cenaze alayı.

(Nakkaş Osman'ın

minyatürü, Tarih-i



Sultan Süleyman,

1579-1580,

v. 115b, Chester

Beatty Library,

Dublin MS 413)

MTV Arşivi

ağası huzura çıkıp padişaha sunardı. Bunun dışında baş sağlığı dileme yapılmazdı. Cenaze alayından hemen sonra Paşa Kapısı'na dönen sadrazam, saraydan gelen ibka ve tecdid fermanları gereği, görevlilere hd'atlar giydirirdi.

istanbul'da yapılan cenaze alaylarının en görkemlisi, sefer sırasında ölen (1566) I. Süleyman (Kanuni) için düzenlenmiştir. Edirnekapı ile Yedikule arasını dolduran istanbul halkı, buradan cenazenin ardınca Süleymaniye'ye yürümüş, son cenaze namazını Şeyhülislam Ebussuud Efendi kıldırdıktan sonra Kanuni'nin na-aşı, aynı yerdeki türbesine gömülmüştü.

Tahttan indirilen padişahların cenaze alayları sönük olur, devlet erkânının tamamı da katılmazdı. Valide sultanlar, yetişkin şehzadeler, kadın efendilerle sultan efendi denen padişah kızları için de protokolü dar tutulan cenaze alayları düzenlenirdi. İstanbul'da son iki büyük cenaze alayı, tahttan indirilmiş olmasına karşın 1918'de II. Abdülhamid ile aynı yıl ölen V. Mehmed (Reşad) için düzenlenmiştir.



Bibi. Esad Efendi, Teşrifat-ı Kadime (tıpkıbasım), îst., 1979, s. 113-115, 124-125; Ali Şeydi Bey, Teşrifat ve Teşkilâtımız, İst., ty. s. 148-149; R. E. Koçu, "Kanunî Süleyman'ın istanbul'a Son Dönüşü", Resimli Tarih Mecmuası, s. 531-534.

NECDET SAKAOĞLU



CENEVİZ SARAYI

Bizans İmparatoru II. Andronikos Paleo-logos (hd 1282-1328) ile 1304'te imzalanan bir anlaşma sonucu Cenovalılar Halic'in karşı kıyısında Galata'da bazı imtiyazlar elde etmişlerdi. Bir Ceneviz kolonisi haline gelen Galata'da, "Piazza" denilen ana meydanın yanında "Palazzo del comune" olarak adlandırılan ve po-desta'nın (Cenovalı idareci) makamı o-lan bir saray yapılmıştı. Fakat 1315'te bu idare binası yanmış, ancak az sonra Po-desta Montani de Marinis tarafından yeniden yaptırılmıştı. 1669-1677 arasında henüz yerinde görülen uzun bir kitabe, "Palazzo del comune"nin 1315'te yandığını, 13l6'da yeniden inşa edildiğini bildiriyordu. Batı'da gotik üslubun hâkim olduğu yıllarda inşa edilen bu bina da Galata'da Avrupa mimarisinin temsilcisi olarak yükselmişti.

Ceneviz Sarayı olarak bilinen bu yapı, fetihten sonra varlığım sürdüren Gala-ta-Ceneviz cemaatinin idare merkezi o-larak kullanılmış olmalıdır. "Magnifica communita di Pera", l682'ye kadar devam etmiştir. Osmanlı Devleti'nde 1847-1856 arasında Sardunya temsilcisi olarak bulunan Baron Romualdo Tecco, henüz sağlam halde duran bu binanın bir resmini çizdirmiş ve bu resim, Galata-Ceneviz kolonisi ile ilgili belgelere dair önemli bir kitap yazan L. T. Belgrano tarafından 1888'de yayımlanmıştır.

Altıncı Daire-i Belediye mühendisi M. de Launay 1874'te basılan bir yazısında, Ceneviz Sarayı'mn Franchini Hanı olduğunu ve "abidevi" merdiveninin yıktırılarak alt katının da sanat ve tarih bakımından üzücü biçimde bozulduğunu bildirir. De Launay burada ayrıca üzerinde Cenova hükümeti ile bunun idarecisi ve Galata'daki temsilcisinin asalet armaları işlenmiş bir taş bulunduğuna da işaret eder. Bazı yabancı seyyahlar da, bu tarihi binadan birkaç cümle ile bahsederler.

Celâl Esad (Arseven), ise 1913'te basılan eski Galata hakkındaki küçük kitabında, 5-6 yıl önce bu önemli eski eserin yerine bir işhanı yapılmak üzere yık-tırıldığmı bildirdiğine göre "Palazzo del comune", 1906-1907 arasında eski biçimi bozulacak surette yenilenmiştir. Kalan diğer parçası da bugün hâlâ durmaktadır. Bankalar (eski Voyvoda) Caddesi kenarında, Galata Kulesi ve Kartçınar sokakları arasındaki köşede olan han, eski Ceneviz Sarayı'mn arka bölümüdür. Evvelce anacadde üzerinde olan ve Baron Tecco tarafından resmi yaptırılan cephesi ortadan kalkmış, bunun yerine, hiçbir mimari değeri olmayan basit bir cephe inşa edilerek, burası 4-5 katlı bir işhanı haline getirilmiştir. 1855-1860 arasında İstanbul'un karşı tarafından çekilen bir fotoğraftan yapılan agrandisman, sarayın esas cephesini, gotik mimarisinin bütün özellikleri ile ve gerçek orantıları ile gösterir.

Eski desen ve fotoğrafından anlaşıldığına göre Ceneviz Sarayı'mn alt katı tonozlu bir bodrum halinde idi; bu to-

nozlar dış cephede üç büyük kemer halinde aksetmişti. Bunların üzerlerindeki katların pencereleri ikiz veya üçüzdü. Çatı katının ise yine ikiz küçük pencereleri vardı. Bina Bizans mimarisindeki tekniğe göre, aralarında tuğladan hatıllar o-lan taş sıralar halinde inşa edilmişti. Bugün kalan parçanın yan cephesinde dökülen sıva kaplaması altından çıkan yerlerde bu teknik belirlidir. Fotoğrafta sarayın cephesinin tamamı sıvalı, badanalı, pencere ve duvar kenarları beyaz çizgilerle belirtilmiştir.

Binanın iç planı, tamamen değiştirilmiştir. Abidevi merdiven ve büyük toplantı salonu gibi De Launay'in bahsettiği unsarlardan bir iz kalmamıştır. Yine o-nun burada gördüğü, üstünde armalar işlenmiş taş da yok olmuştur. Bunlardan ortadaki Cenova'mn, bir yanındaki De Merude, diğer yanındaki ise De Marinis ailelerine aittir. Binanın Kartçınar So-kağı'na bakan arka cephesinin ortasında çimento ile yapılmış bir arma vardır. Kısmen kırılmış durumdaki bu armanın binaya ait gerçek bir arma olması şüphelidir. Bunun, hanın 19- yy'da sahibi olan, Levanten ailelerden Franchini'lerin yaptırdıkları "uydurma" bir arma olduğuna ihtimal verilir.

Gotik sanatın İstanbul'daki bu ilgi çekici temsilcisinin değerli cephesinin yok olması şehir tarihi bakımından büyük bir kayıptır. Galata'daki bu sarayın bir benzeri Cenova'da Capitani del Popola'nın makamı olan Palazzo San Giorgio da 1260' ta yapılmıştır ve bugün hâlâ durmaktadır.


Yüklə 7,48 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   90   91   92   93   94   95   96   97   ...   134




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin