El-Mizân Tefsiri Allame Muhammed Hüseyin tabatabai(r a) Cilt: 7


- [İbrahim Kıssasıyla İlgili Kur'ânî Bir İnceleme]



Yüklə 2,31 Mb.
səhifə20/33
tarix27.12.2018
ölçüsü2,31 Mb.
#86984
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   33
6- [İbrahim Kıssasıyla İlgili Kur'ânî Bir İnceleme]

Kur'ân-ı Kerim gerek kişiliği, gerek saygı değer iki oğlu İsmail ve
İshak ve gerekse bu ikisinin sulbünden devam eden soyu açısından
İbrahim'in (a.s) kıssasına büyük bir özen gösterir. Ama Tevrat'ta

482 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.7

bu özeni göremiyoruz. Tevrat'ta İbrahim kıssası, İshak ve İsrail kavmi
boyutuyla sınırlandırılır. İsmail'dense pek söz edilmez. Söz edildiği
yerlerde de ya küçümseyici, ya da basitleştirici ifadeler kullanılır.
Ama çok geçmeden çelişkiler de kendini göstermeye başlar. Sözgelimi,
bir yerde Allah'ın İbrahim'e, "Onunla (İshak'la) ve soyuyla antlaşmamı
sonsuza dek sürdüreceğim. (Yani senin soyun İshak'la devam
edecek.)" diye hitap ettiğinden söz ederken, bir başka yerde,
"İsmail'e gelince, seni işittim. Onu kutsayacak, verimli kılacak, soyunu
alabildiğine çoğaltacağım... Soyunu büyük bir ulus yapacağım."
şeklinde ona hitap edildiğinden söz eder. Bir yerde İsmail'in vahşi (yaban
eşeği), insanlara zıt düşen, insanların kendisine zıt düştüğü, ok atıcısı
olarak büyüdüğü, baba evinden kovulduğu şeklinde tanımlandığını
görüyoruz; bir başka yerde, Allah'ın onunla beraber olduğundan söz edildiğini
görüyoruz.

Hz. İbrahim'in Kur'ân'da yer alan kıssasının buraya kadar anlatılan


kısmını iyice incelediğimiz zaman, Kur'ân'la ilgili olarak bazı zihinlerde
beliren iki kuşku giderilmiş olur:

Birinci kuşku: Bazı müsteşrikler1 diyorlar ki: "Kur'ân Mekkî surelerde


İbrahim ve İsmail'den (a.s) tıpkı diğer peygamberlerden söz ettiği gibi
genel olarak söz eder. Sadece onların tevhid dini üzere olduklarını,
insanları uyardıklarını, insanları Allah'a kulluk sunmaya davet ettiklerini
anlatır. Meselâ İbrahim'in Kâbe'yi bina etmesinden, Kâbe'nin İsmail'le
ilgisinden, onların Arapları fıtrat dinine ve hanif şeriatına çağırdıklarından
bahsetmez. Ama Bakara, Hac gibi Medenî surelerde
İbrahim ve İsmail'in Arapların babaları olduklarından, Arapların onların
çocukları olduklarından, onlar için İslâm dinini tebliğ ettiklerinden
ve Allah'ın kutsal evi olan Kâbe'yi kurduklarından söz edilir."
"Bu çelişkinin sırrı şudur: Muhammed Mekke'deyken sırtını Yahudilere
dayamıştı. Ama çok geçmeden Yahudiler ona karşı düşmanca bir
tutum içine girdiler. Bundan dolayı Muhammed'in onların dışında bir
destekçi bulması kaçınılmazdı. İşte bu noktada muhteşem zekâsı
----------------------
1- en-Neccar -Kısas'ul-Enbiyâ- adlı eserde Hurgoniye ve Wensinck adlı iki müsteşrikin
İslâm ansiklopedisinde yaptıkları değerlendirmelerden nakletmiştir.

En'âm Sûresi / 74-83 ................................................................. 483

Arapların babası İbrahim'in yeni bir özelliğini keşfetti. Bu sayede
kendi döneminin Yahudilerinden kurtularak İbrahim'in Yahudiliğine
tutundu. Onu Arapların babası ilân etti. Artık İbrahim İslâm dininin
temellerini atan, Mekke'deki kutsal Kâbe'yi kuran kişiydi. Çünkü
Mekke kenti sürekli olarak zihnini kurcalıyordu." (Adı geçen müsteşriklerin
değerlendirmeleri özetle bundan ibarettir.)

Bu kuşkuyu dile getiren zat, Allah'ın yüce kitabına iftira etmekle son


derece utanç verici bir duruma düşmüştür. Çünkü Kur'ân dünya çapında
bilinen bir kitaptır. Doğuda veya batıda bir kimsenin istediği
zaman Kur'ân'a bakıp incelemesi zor değildir. Dolayısıyla Kur'ân üzerinde
gerçekten araştırma yapan herkes şunu kabul eder ki, Kur'ân
ne Mekke dönemi inişli surelerde, ne de Medine dönemi inişli surelerde
ne müşriklere, ne Yahudilere, ne de Hıristiyanlara karşı en küçük
bir alttan alma, bir şirin görünme, bir yaltaklanma içine girmemiştir.
Yahudilere veya başka bir topluluğa karşı geliştirdiği argümanların
dili, üslûbu Mekke veya Medine ortamına göre değişiklik arz
etmemiştir.

Fakat Kur'ân ayetleri, dinsel davetle bağlantılı olarak olayların gelişim


seyrine göre bölüm bölüm iniyorlardı. Hicret sonrası gelişmeler
Peygamberimizin (s.a.a) Yahudilerin durumuyla yakından ilgilenmesini
ve onlara karşı açık bir sertlik sergilemesini gerektirmiştir. Bu da
kaçınılmazdı. Medine'de inen ayetlerde bunu belirgin bir şekilde gözlemlemek
mümkündür. Olayların gelişiminin gerektirdiği ölçüde ayrıntılı
hükümleri içeren ayetleri buna örnek gösterebiliriz.
Sözü edilen müsteşriklerin Arapların İsmail ve İbrahim'le irtibatlandırılmalarının,
Kâbe'yi bina edişlerinin ve hanif dinini kurmuş olmalarının
sadece Medine'de inen surelerde gündeme getirildiğini ileri
sürmesine gelince; bu iddiayı, Mekke'de inen bir sure olan İbrâhîm
Suresi'ndeki şu ifadeler yalanlamaktadır: "Bir zaman İbrahim, şöyle
demişti: Rabbim, bu şehri güvenli kıl, beni ve oğullarımı putlara tapmaktan
uzak tut... Rabbimiz, ben çocuklarımdan bazısını senin Haram
Evi'nin yanında, ekinsiz bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz, namazı
kılsınlar diye. Artık sen insanlardan birtakım gönülleri, onları sever
yap ve onları çeşitli meyvelerle besle ki şükretsinler... İhtiyarlık ça-

484 .................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.7

ğımda bana İsmail ve İshak'ı lütfeden Allah'a hamdolsun. Şüphesiz
Rabbim duayı işitendir." (İbrâhîm, 35-39) Buna benzer ifadeleri, kurban
edilme kıssasını içeren Sâffât Suresi'nin ilgili ayetlerinde de gördük.
İbrahim Peygamber'in Yahudiliğine gelince, adı geçen iki müsteşrikin
bu iddiasını Kur'ân reddetmektedir: "Ey Ehlikitap, İbrahim hakkında
ne diye çekişip tartışıyorsunuz? Oysa Tevrat da, İncil de ancak ondan
sonra indirilmiştir. Anlamıyor musunuz?... İbrahim, ne Yahudi, ne de
Hıristiyan idi; ancak o hanifti, Müslümandı, müşriklerden de de-ğildi."
(Âl-i İmrân, 65-67)

İkinci Kuşku: Yıldızlara tapan Sabiîlerle ilgilidir. Kur'ân İbrahim'in onların


ilâhlarıyla karşılaşmasını şu ifadelerle anlatır: "Üzerine gece çökünce,
İbrahim bir yıldız gördü, 'Budur rabbim!' dedi..." Bunlar Harran
kentinde yaşıyorlardı. İbrahim oraya Babil veya Ur kentinden göç etmişti.
Bu da onun yıldızların ilâhlığını tartışmasının putlar hakkında
tartışmaya girmesinden, ardından putları kırmasından, bundan dolayı
ateşe atılmasından bir süre sonra gerçekleşmiş olmasını gerektirir.
Oysa bu durum, onun putlara tapanlarla tartışması ile yıldızlara tapanlarla
tartışmasının, -daha önce işaret edildiği şekliyle- ortaya çıkıp
babasına ve soydaşlarına katılmasından sonraki iki gün içinde gerçekleştiğini
ifade eden ayetlerle uyuşmamaktadır.

Ben derim ki: Bu, gerçekte ayetlerin açıklaması bağlamında yer verdiğimiz


tefsirle ilgili bir kuşkudur; kitabın aslına yönelik bir kuşku değildir.
Ayrıca bu değerlendirmede, tarihin kesin olarak kanıtladığı ve mantığın
zorunlu gördüğü bir gerçek göz ardı edilmiştir. Mantığın zorunlu
gördüğü husus şudur: "Bir memleket düşünün ki, büyük şehirlerinin
bazısında Sabiîlik gibi o dönemde yayılmış bulunan bir din ağırlıkta
olsun ve ülkenin başka yerlerinde bu dine bağlanan gruplar bulunmasın."
Böyle bir şey mümkün değildir.

Tarihe gelince, Sabiîliğin de tıpkı putperestlik gibi Babil'de yaygın


olduğundan, orada yıldızların adına kurulan birçok tapınakların bulunduğundan,
bu yıldızlara nispet edilen putların bu tapınaklara yerleştirildiğinden
söz etmektedir. Babil ve civarıyla ilgili tarihlerde M. Ö. üç bin iki yüz yıl önce Güneş
Tanrısı ve Ay Tanrısı adına bir

En'âm Sûresi / 74-83 ............................................................................................ 485

tapınağın kurulduğu belirtilmektedir. Hamurabî yasalarının yazıldığı
yazıtlarda Güneş Tanrısı'ndan ve Ay Tanrısı'ndan bahsedilir. Bu da
İbrahim Peygamber'in (a.s) yaşadığı döneme yakın bir zaman kesitinde
gerçekleşmiştir.

Daha önce Ebu Reyhan Birunî'nin "el-Asâr'ul-Bakiye" adlı eserinden1


şu alıntıyı yapmıştık: "Yuzasef Hindistan topraklarında Tahmu-res'in
tahta çıkışından bir yıl sonra ortaya çıktı ve Farsça yazıyı icat etti.
Halkı Sabiîlik dinine davet etti. Birçok insan da ona tâbi oldu. Belh
bölgesini yurt edinmiş Pişdadî kralları ve kimi Keyanîler güneşi, ayı,
yıldızları ve genel unsurları (toprak, su, ateş ve rüzgar) kutsuyorlardı.
Beştasef'in tahta gelişinin üzerinden otuz sene geçip Zerdüşt'ün ortaya
çıkmasına kadar bu durum devam etti."

Birunî devamla şunları söylüyor: "Tabiattaki plânı, düzeni feleğe ve


gökcisimlerine mal ederler. Bunların canlı olduklarına, konuştuklarına,
duyduklarına ve gördüklerine inanırlar. Nurlara büyük saygı
gösterirler. Dimaşk Camii'nin avlusundaki mihrabın üstündeki kubbe
onların eseridir. Burası eskiden onların tapınaklarıydı. Yunanlılar
ve Romalılar onların dinleri üzereydiler. Sonra burası Yahudilerin eline
geçti, onu kendi tapınakları olan havraya dönüştürdüler. Ardından
Hıristiyanların eline geçti, onu kilise yaptılar. Derken İslâm geldi
ve bölge Müslümanların eline geçti. Müslümanlar burayı camiye
dönüştürdüler."

"Sabiîlerin çeşitli heykelleri ve putları vardı. Bunlara belli şekiller verir,


güneşin adlarıyla anarlardı. Nitekim Ebu Ma'şer el-Belhî, tapınaklara
ilişkin eserinde, Ba'lebek heykelinin güneş adına dikildiğinden
söz eder. Kıran heykelinin de ay adına dikildiğini belirtir. Onu yuvarlak
bir halka şeklinde yapmışlardı. Heykelin yakınında 'Selemsin' adında
bir köy vardı. Bu köyün eski adı 'Senem Sin'di. Yani 'Ay Putu'.
Bölgede diğer bir köy daha vardır ki, adı 'Tara Uz'dur. Yani, Zühre Kapısı."

1- Bakara Suresi, 62. ayetin tefsiri bağlamında, "Sabiîlerle İlgili Tarihsel Bir Araştırma"


bölümü.

486 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.7

"Denildiğine göre, içindeki putlarla birlikte Kâbe onlara aitti. Bu putlara
tapanlar da Sabiîliğe mensuptular. Lat putunu Zuhal adına, Uzza
putunu da Zühre adına dikmişlerdi." (Ebu Reyhan Birunî'den aktardıklarımız
burada sona erdi.)

Mes'udî'ye göre, Sabiîlik dini, putperestliğin bir tür dönüşmüş, evrimleşmiş


şeklidir. İkisinin de kaynağı bir olduğu için, Sabiîliğin de putperestliğe
dönüşmesi mümkündür. Putperestlerin de Güneş, Ay ve
Zühre Yıldızı ile diğer yıldızlar adına dikilen putlara kulluk sundukları
olurdu. Bunu onların ilâhlarına, oradan da ilâhlar ilâhına yaklaşmak
amacıyla yaparlardı.1

Müruc'uz-Zeheb'de diyor ki: "Hindistan'ın, Çin'in ve başka bölgelerin


halkının büyük çoğunluğu yüce Allah'ın cisim olduğuna inanırdı. Onlara
göre melekler de cisimdiler, her birinin kendine göre ölçüsü vardı.
Allah ve melekler göklerin arkasına gizlenmişler. Bu inançlarından
dolayı yüce Allah'ı temsil ettiğine inandıkları heykeller ve putlar yaptılar.
Değişik şekil ve biçimlerde melekleri temsil eden heykeller edindiler.
Bazılarını insan şeklinde, bazısını da daha başka şekillerde yaparak
kulluk sundular. Bunlara kurbanlar adadılar, adaklar sundular.
Çünkü onlara göre, bu heykeller yüce Allah'a benziyorlardı ve O'na
yakındılar."

"Bir süre böyle devam ettiler. Birkaç asır bu inançları sürdü. Derken


aralarında çıkan bazı filozoflar Allah'a gözle görünen en yakın cisimlerin
felekler ve yıldızlar olduklarını söylediler. Onlara bunların canlı
ve kavrama yeteneğine sahip olduklarını belirttiler. Melekler bu yıldızlarla
Allah arasında gidip gelmektedirler. Bu âlemde meydana gelen
her şey, Allah'ın yıldızlar için belirlediği kader doğrultusunda meydana
gelmektedir. Böylece yıldızları ululadılar, onlara kurbanlar sunmaya
başladılar. Bunu yaparken yıldızlardan birtakım çıkarlar umuyorlardı.
Bu inanışları da uzun süre devam etti."
"Yıldızlar gündüzleri gözden kayboldukları, geceleri de bazı engellerden
dolayı gizlenmek durumunda kaldıkları için, aralarındaki bazı filozoflar
bunları temsil eden, onlara benzer heykeller yapıp dikmeleri-
-----------------------
1- [Müruc'uz-Zeheb, c.2, s.225]

En'âm Sûresi / 74-83 ............................................................... 487

ni istediler. Bunun üzerine ünlü büyük yıldızlar adına birtakım heykeller
yaptılar. Bir grubu bu yıldızlardan birini ululuyordu, ona birtakım
adaklar sunuyordu. Buna karşılık bir başka grup, diğer bir yıldıza daha
değişik adaklar takdim ediyordu. İnanışlarına göre, herhangi bir
yıldız adına dikilen bir puta kulluk sundukları zaman yüceler âlemindeki
bu cisimler hareketlenerek istediklerini yerini getirirlerdi. Her
put için ayrı bir tapınak inşa ettiler. Bu tapınakları adı geçen yıldızların
isimleriyle isimlendirdiler."

"Bazıları Kâbe'nin Zuhal Yıldızı adına yapılan bir tapınak olduğunu


sanmışlardır. Bu evin aradan geçen onca zamana rağmen saygı görerek
ayakta kalmasının nedeni Zuhal Yıldızı adına kurulan bir ev olmasıdır.
Zuhal onun korumasını üstlenmiştir. Çünkü Zuhal, kalıcılık
ve değişmezlik ifade eder. Bu yüzden Zuhal'a ait olan bir şey yok olmaz,
çürümez, eskimez; her zaman saygı görür. Daha bunun gibi bir
sürü asılsız şey söylemişlerdir ki, biz, bu çirkin tanımlamalara yer
vermekten imtina ettik."

"Aradan uzun bir zaman geçince, kendilerini Allah'a yaklaştırıyorlar


diye putlara ibadet etmeye başladılar. Yıldızlara yönelik kulluk sistemini
ortadan kaldırdılar. Bu durum böyle devam etti. Derken Hindistan'da
Yuzasef adında biri ortaya çıktı. Bu adam Hindistanlıydı. Yuzasef
Hindistan'dan ayrılarak Sind bölgesine yerleşti. Oradan Sicistan'a
ve Zabulistan'a geçti. Orası Kebuk oğlu Firuz'un ülkesiydi. Sonra Sind'e
ve Kirman'a geçti."

"Peygamberlik iddiasında bulundu, Allah'ın elçisi olduğunu iddia etti.


Allah ile insanlar arasında aracı olduğunu söyledi. Derken Fars ülkesine
geldi. Bu sırada Fars kralı Tahmures tahttaydı. Bazılarına göre,
onun Fars ülkesine gelişi, Cem zamanına rastlıyor. Bu kitabın az önceki
bölümünde belirttiğimiz gibi, Sabiîlik dinini ilk ortaya atan kişi
budur."

"Yuzasef insanlara bu dünyadan el etek çekmeyi tavsiye etti; bu âlemden


daha yukarı olan şeylerle uğraşmalarını emretti. Çünkü insanların
başlangıcı ve sonu yukarı âlemlerdi. Yuzasef halk arasında
putperestliği yeniden canlandırdı. Çeşitli hile ve aldatma yöntemleriyle
putperestliği, putlara secde etmeyi insanlara çekici ve doğru
gösterdi."

488 ...................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.7


terdi."

"Bu bilimlerde uzmanlık derecesine ulaşmış kişiler, kralların yaşamlarını


bilen bilgeler demişlerdir ki: Ateşi ilk kutsayan ve insanları ona
saygı göstermeye davet eden ilk kral Cem'dir. Cem insanlara şunu
söyledi: Ateş güneşin ve yıldızların ışığına benziyor. Ona göre, aydınlık
karanlıktan iyiydi. Aydınlık için çeşitli dereceler öngördü. Sonra onun
ardından insanlar arasında ihtilâflar, çekişmeler baş gösterdi. Her
grup kendilerini Allah'a yaklaştırdığına inandığı ibadet sistemini üstün
tutarak diğerleriyle mücadele etti."

Ardından Mesudî, onlarca kutsal sayılan yedi tapınaktan söz eder:


"Bunlar; Kâbe (Zuhal adına yapıldığına inanılır), İsfahan'da Mars dağında
bulunan ev, Hindistan'da Mendusan evi, Belh kentinde Ay adına
yapılan Nevbahar evi, Yemen'de San'a kentinde Zühre adına kurulan
Gamdan evi, Güneş adına Fergane'de kurulan Kavusan evi, Yukarı
Çin'de ilk illet adına kurulan ev."

"Yunanlıların, Romalıların, Sakaliblerin kutsadıkları evleri vardı ve


bunları yıldızların adına kurmuşlardı. Romalıların Tunus'ta Zühre Yıldızı
adına kurdukları evi buna örnek verebiliriz."

Mes'udî, Harranilerin1 yani Sabiîlerin akıl sahibi cevherler ve yıldızlar


adına kurdukları heykellerinin olduklarını anlatır. Bunlara ilk illet
heykelini ve akıl heykelini örnek verebiliriz. Sabiîlerin heykelleri arasında,
Silsile Heykeli, Suret Heykeli ve Nefis Heykeli de yer alır. Bunlar
yuvarlıktılar. Zuhal Heykeli altıgen şeklindeydi. Müşteri Hey-keli
üçgen; Merih Heykeli dikdörtgen, Güneş Heykeli kare, Utarid Heykeli
de üçgen şeklindeydi. Zühre Heykeli ise dikdörtgen içinde üç-gen şeklindeydi.
Ay Heykeli sekizgen şeklindeydi. Sabiîlerin anlat-tı-ğımız gibi
birtakım gizledikleri sırları vardı. (Mes'udî'nin Müruc'uz- Zeheb'de söyledikleri
bundan ibaretti.) Şehristanî'nin el-Milel ve'n-Nihal adlı eserinde
de buna yakın şeyler anlatılır.

Şimdiye kadar yaptığımız açıklamalardan sırasıyla şu hususlar açıklığa


kavuşuyor:
-----------------------------
1- Harranîlik ismi bütün Sabiîler için kullanılır; bunun nedeni Harran'ın bu dinle ün
salmış olmasıdır.

En'âm Sûresi / 74-83 ............................................................................................ 489

1- Putperestler, ilâhlar ve varlık türlerinin tanrıları adına dikilen putlara
taptıkları gibi yıldızlar, güneş ve ay adına dikilen putlara da tapıyorlardı.
Bunların isimlerini verdikleri heykelleri vardı. Hz. İbrahim'in
yıldızlara, aya ve güneşe tapma hususundaki tartışması, yukarıda yer
verdiğimiz bazı rivayetlerde belirtildiği gibi, Babil veya Ur ya da
Kusariya beldesinde yaşayan bazı Sabiîlerle olabileceği gibi,
Sabiîlerle değil de yıldızlara, Ay'a ve Güneş'e kulluk sunan ve bunların
aracılığıyla Allah'a yaklaşmayı uman putperestlerle de olabilir.
Ayrıca bu olayla ilgili Kur'ân ayetlerinden açıkça şunu anlıyoruz: Hz.
İbrahim (a.s) babası ve soydaşlarıyla tartışır, onların verdikleri ezalara
ve uyguladıkları baskılara Allah adına katlanır. Nihayet onlarla ilişkisini
keser, yurtlarından hicret ederek, kutsal topraklara yerleşir. Yani
onların topraklarından ayrılıp önce Harran'a, sonra da kutsal topraklara
yerleşmiş değildir. Tarih kitaplarında onun önce Harran'a, sonra
kutsal topraklara göç ettiğine ilişkin olarak yer alan bilgilerin Tevrat
veya İsrailiyat menşeli güvenilmez başka kaynakların dışında dayanağı
yoktur. Taberî tarihini ve başka kaynakları inceleyenler bunu açık
bir şekilde gözlemleyebilirler.

Kaldı ki, bazıları Tevrat'ta sözü edilen Harran'ın Fırat ve Habur arasında


Babil'e yakın bir kent olduğunu, Şam yakınlarındaki bugünkü
Harran olmadığını söylemişlerdir.1

Yine Mes'udî'nin belirttiğine göre, "Sabiîlerin büyük tapınaklarından


şimdiye kadar -Mes'udî'nin yaşadığı zaman, yani üç yüz otuz iki senesi-
kalanı, Harran'da Rıkka kapısında ayakta duran tapınaktır. Buraya
Mağlitiya adı verilir. Onlara göre bu, İbrahim'in babası Azer'in heykelidir.
Bu arada halk arasında Azer ve oğlu İbrahim'le ilgili birçok hikâye
dolaşıyordu." Yalnız bunların sözleri hiçbir şeyin kanıtı olarak ele
alınamaz.

2- Putperestler güneşe, aya ve yıldıza taptıkları gibi, Sabiîler de güneş,
ay ve yıldızların dışında ilk illet, akıl ve nefis gibi varlıklar adına
evler kuruyor, heykeller dikiyor, tıpkı putperestler gibi onlara kulluk
sunuyorlardı. Herodotos, tarihinde Babil tapınağını tasvir ederken,
------------------------
1- Kamus'ul-Kitab'il-Mukaddes, Harran md.

490 ................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.7

onun sekiz burcunun bulunduğunu, bunların bazısının bazısının üzerinde
bina edildiğini, en son ve en yukarıdaki burcun üzerinde geniş
bir kubbe bulunduğunu, orada sadece büyük bir tahtın bulunduğunu,
karşısında da altından bir masanın yer aldığını, kubbede heykel ve
put adına bir şeyin bulunmadığını, tapınakta sadece bir kadının olduğunu,
halkın bu kadının Allah tarafından hizmet için seçtiğine inandığını
belirtir.1

Herodotos'un tasvir ettiği bu tapınak, biçim ve şekillerden tenzih edilen


ilk illet adına kurulmuş olması ihtimal dahilindedir. Gerçi Mes'-
udî'nin de belirttiği gibi, Sabiîler ilk illeti de kendi vehimlerinden kaynaklanan
biçim ve şekillerde tasvir etmekten geri durmuyorlardı.
Ancak bilinen bir şey vardır ki, filozofları Allah'ı cismanî biçim ve şekillerden
tenzih ederlerdi. O'nu maddî niteliklerden uzak sayarlardı.
O'na yaraşır sıfatlarla tavsif etmeye çalışıyorlardı. Ancak onlar normal
halktan yüce Allah'la ilgili inançlarını gizleme gereğini duyuyorlardı.
Böyle davranmalarının nedeni ya insanların bu tür gerçekleri
algılama yeteneğinden yoksun olmasıydı, ya da hakkı gizlemelerini
gerektiren siyasal amaçlar uğruna böyle davranıyorlardı.
-------------------------
1- Herodotos, Yunanlı tarihçi. Bu kitabı M. Ö. beş yüz tarihlerinde yazmıştır.

En'âm Sûresi / 91-105 .......................................................................................... 379



Yüklə 2,31 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   33




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin