HatîB el-bacdâDÎ



Yüklə 1,13 Mb.
səhifə22/26
tarix17.01.2019
ölçüsü1,13 Mb.
#99826
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   26

jfej Kasım Kirbıyık

HAVLÂNÎ, EbÛ Bekir

Ebû Bekir Ahmed

b. Abdirrahmân b. Abdillâh

el-Havlânî el-Kayrevânî

(ö. 432/1041)

Mâliki hukukçusu. .

Kayrevan'da doğdu. Kuzey Afrika'da bulunan Arap kökenli Havlan kabilesine mensuptur. 377 (987) yılında tahsil İçin Mısır'a gitti. İbn Ebû Zeyd, Ebü'l-Hasan el-Kâbisî, İbn Ahî Hişâm, Ebû Muham-med b. Hâlid es-Sûsî, Ebû Bekir Muham-med en-Naâlî, Ebü'l-Kâsım Abdurrah-man el-Cevherî, Ebû Yahya b. Eşec ve Ebû Ömer el-Bâcî gibi İfrikıye, Mısır ve Endülüslü âlimlerden ders aldı. İbnü'l-Mevvâz'ın Mâliki fıkhına dair eseri el-Mevvâziyye'yi ezbere bilen Havlânî, yi­ne mezhebin klasiklerinden olup dersle­rinde okuttuğu el-Müdevvenetü'I-küb-ra'nın bütün inceliklerine vâkıftı.

Hayatını eğitim ve öğretime vakfeden Havlânî'nin yetiştirdiği 100'ü aşkın öğren­ci arasında Ebü'l-Kâstm İbn Muhriz, Ebû Hafs el-Attâr. Ebû Hafs Ömer b. Taybûn, Ebü't-Tayyib Abdülmün'im b. Muham-med el-Kindî. Ebû İshak et-Tûnisî, Ebû Bekir b. Muhammed el-Mâlikî, Ebü"l-Kâ-sım es-Süyûrî, Ebû Ca'fer Ahmed es-Sa-

537


HAVLÂNÎ, Ebû Bekir

defi, Ebû Abdullah Muhammed b. Ah-rned el-Bâcî gibi Afrika, Endülüs ve Sicil­yalı âlimler bulunmaktadır.

Yaşadığı dönemde Ebû İmrân ei-Fâsî ile birlikte Kayrevan'da Mâliki mezhebi­nin en önemli şahsiyeti olan Havlânî ayrı­ca edebiyat ve nahivle de meşgul oldu. Zîri Sultanı Muiz b. Bâdîs'in her İki âlimi zaman zaman huzuruna davet ederek ilmî münazaralarda bulunduğu, bazan da siyasî tartışmalar yaptığı rivayet edil­mekte, Havlânî"nin sultanın hoşuna git­meyeceğini bildiği halde doğruları söyle­mekten çekinmediği kaydedilmektedir.

Kaynaklarda eser verdiğine dair her­hangi bir bilgiye rastlanmayan Havlânî27 Şevval 432 (30 Haziran 1041) tarihinde Kayrevan'da vefat etti ve Bâbü Tûnis Mezarlığı'na defnedildi. Ölümünden son­ra Hâretü'l-Garânita mahallesinde şehir surlarına yakın bir yere onun adını taşı­yan bir cami inşa edilmiş, kabri de ziya-retgâh haline gelmiştir.

BİBLİYOGRAFYA :

Kâdî İyâz. Tertlbü 'l-medârik, II, 700-702; Ze-hebî. A'lâmû'n-nübetâ', XVII. 519-520; Safedî. el-Vâfi, VII, 38; İbn Ferhûn. ed-Dibâcü't-müz-heb, 1,177-178;Süyûtî, Buğyetü'l-uu'ât,i, 408; Mahlûf, Şeceretü'n-nûr, I, 107;Hacvî,e/-Fi/crü's-sâmî, II, 208; Abdülvehhâb b. Mansûr, A'lâmü'l-Mağribi'l-'Arabî, Rabat 1399-1403/1979-83, III, 77-78; H. R. [dris, "Deux maîtres de l'ecole juridigue kairouanaise sous les Zirides(Xl('sj-ecie): Abu Bakr b. Abd al-Rahman et Abu Imran al-Fasi", Annales de t'institut d'etudes orientales, XIII, Alger 1955, s. 30-41.

Koca

"~ HAVLÂNÎ, EbÛ İdrîs ^



r HAVLÂNÎ, EbÛ Müslim ~"

(bk. EBÛ MÜSLİM el-HAVLÂNÎ).

L J


HAVLE bint EZVER

Havle bint Mâlik (el-Ezver) b. Evs el-Esediyye

Suriye'nin fethinde bulunduğu

rivayet edilen kadın kahraman ve sair.

L J

Babası "Ezver" (eğri boyunlu) lakabıy­la tanındığı için Havle bint Ezver diye bi­linir. Kendisi gibi şair ve cengâver olan kardeşi sahâbî Dırâr b. Ezver ile beraber Suriye'de fetih hareketlerine katılarak kahramanlıklar göstermiştir.



538

Vâkıdî'ye nisbet edilen Fütûhu'ş-Şâm adlı esere göre Havle, Ecnâdeyn Savaşı'n-dan (13/634) önce Rumlar'la yapılan mu­harebelerden birinde Dırâr'ın esir düştü­ğünü öğrenince onu kurtarmaya gitti ve tek başına birçok Rum askerini öldürdü. Havle'nin bu kahramanlığını gören Hâlid b. Velîd. önde Havle olmak üzere bera­berindeki süvari birliğiyle Verdân'ın em­rindeki Rumlar'a karşı tekrar hücuma ge­çerek onlara ağır kayıplar verdirdi. Ver-dân'ın oğlu Hemdân'ı öldüren Dırâr'ı kur­tarmak amacıyla Hâlid b. Velîd tarafın­dan görevlendirilen Râfi1 b. Umeyre'nin emrindeki süvari birliğinde Havle de bu­lunuyordu.

Havle, Sehûrâ Vak'ası'nda Afra bint Gı-fâr, Ümmü Ebân bint Atebe, Seleme bint Zira', Lübnâ bint Hâzim, Mezrûa bint Amlûk ve Seleme bint Nu'mân gibi kadınlarla birlikte esir düştü. Havle'nin konuşmalarıyla harekete geçen esirler, ellerinde çadır direği ve kazıklarından başka silâh bulunmadığı halde cesaretle çarpıştılar. Hâlid b. Velîd, Dırâr b. Ezver ve beraberindekilerin de yardımıyla Rum-lar'ın elinden kurtulmayı başardılar. Vâ-kıdî'nin rivayetine göre kadınlar bu olay­da otuz Rum süvariyi öldürmüşlerdi (Fü­tûhu'ş-Şâm, 1, 53).

Fütûhu'ş-Şâm dışındaki ilk kaynaklar­da adına rastlanmayan ve hayatının da­ha sonraki yılları hakkında bilgi bulun­mayan Havle'nin Hz. Osman'ın hilâfeti­nin (644-656) sonlarında öldüğü tahmin edilmektedir. Havle, kuvveti ve cesareti yanında güzel ve fasih konuşan bir şair olarak da meşhurdu. Katıldığı savaşlarla ilgili şiirler söylediği gibi ayrıca kardeşi Dırâr için şiir yazmıştır. Fikri el-Cezzâr, Vâkıdî'ye nisbetinin kesinlikle doğru ol­madığını söylediği Fütûhu'ş-Şâm'dan başka kaynaklarda adının zikredilmeme-sinden dolayı Havle'nin hayalî bir şahsi­yet olduğunu ileri sürer. Ahmed Şevki el-Fencerî, Havle bint el-Ezver eş-şahâ-biyyetü'l-iârise (Kuveyt 1395/1975) adıy­la bir tiyatro eseri yazmıştır.

BİBLİYOGRAFYA :

Vâkjdî. Fütûhu'ş-Şâm, Bulak 1878,1, 45-48, 52-55, 57; Mehmed Zihni, Meşâhlrü'n-nisâ, İs­tanbul 1296, I, 408-409; Kerem el-Büstânî, en-tiisâ'ü'l-'Arabiyyât, Beyrut 1988, s. 188-190; Kehhâle, A'lâmü'n-nisâ', I, 374-380; Ziriklî. el-/\'/âm(Fethullah),II, 325; Ahmed Süveyd. Ni­sa3 ün şehîrat miri târihînâ, Beyrut 1405/1985, s. 44-50; Hâirî, Terâcimü a'fâmi'n-nisâ', Bey­rut 1407/1987, II, 63;Cezzâr.Medâhi7ü7-miiıe/-Urtn, I, 458; Nevzat Âşık, "Dırâr. b. Ezver", DİA, IX, 276. r-ı

İRİ Kasım Kırbıyık

HAVLE bint HAKİM ""

Ümmü Şerik Havle bint Hakîm b. Umeyye es-Sülemiyye

Kadın sahâbî.

L J

Mekke'de doğdu. Adının Huveyle oldu­ğu da kaydedilmektedir. İslâmiyet'i ilk ka­bul edenlerden biri olan Havle. Hz. Pey-gamber'in sevdiği sahâbîlerden Osman b. Maz'ûn ile evlendi. Daha sonra Medi­ne'ye hicret etti. Kocasının ibadete çok düşkün olması sebebiyle kendisiyle ilgi­lenmediğinden Havle'nin de giyimine önem vermediği, Hz. Âişe'nin onun üzün­tüsünü öğrenip durumu Resûl-i Ekrem'e bildirmesi üzerine Resûlullah'ın Osman b. Maz'ûn'a her hususta ölçülü olma ko­nusunda kendisini örnek almasını tavsi­ye ettiği bilinmektedir.



Mehrini bağışladığını belirterek Resûl-i Ekrem'e evlenme teklif etme yolunu (Bu-hân, "Nikâh", 29) ilk defa onun açtığı söylenmekte ve bu teklifi hicretin ikinci yılında eşinin ölümünden sonra yaptığı sanılmaktadır. Onun bu arzusunu rahat bir şekilde Resûlullah'a bildirmesini Hz. Âişe çok yadırgamış, bunun üzerine bu tür tekliflerin yapılmasında sakınca bu­lunmadığını bildiren âyet nazil olmuştur (el-Ahzâb 33/50). Hz. Peygamber'in Hav­le ile evlendiği, fakat hanımlarından dile­diğini bırakabileceğine dair âyet gelince (el-Ahzâb 33/51} kendisini bıraktığı da ri­vayet edilmiştir. Bazı kaynaklarda Havle'­nin Resûl-i Ekrem'e hizmet ettiği ve on­dan, Taife sefer düzenleyip orayı fethe­decek olursa meşhur Bâdiye bint Gay-lân'ın veya Fâria bint Akîl'in takılarıyla süs eşyalarını kendisine vermesini istedi­ği, ancak Resûlullah'ın ona Tâif'in fethini düşünmediğini söylediği belirtilmekte­dir. Hz. Ömer'in şehid edildiği gün Havle'­nin rüyasında bir horozun halifeyi üç de­fa gagaladığını gördüğü, bunu halifeye bir suikast düzenleneceği şeklinde tabir ederek durumu kendisine bildirdiği de ri­vayet edilmektedir (İbn Şebbe, IH, 890).

Havle'nin ne zaman vefat ettiği bilin­memektedir. Faziletli bir kadın olarak anı­lan Havle'nin dinî konuları sorup öğren­me hususunda hiç çekinmediği, hatta rü­yasında ihtilâm olan bir kadının ne yap­ması gerektiğini Resûl-i Ekrem'e sordu­ğu belirtilmektedir. Havle Resûlullah'tan on beş hadis rivayet etmiş, bunlar Şa-hîh-i Müslim ile İbn Mâce, Tlrmizîve Ne-sârnin sünenlerinde yer almıştır. Kendi-

sinden Sa'd b. Ebû Vakkâs, Saîd b. Mü-seyyeb. Beşîr b. Sa'd ve Urve b. Zübeyr gi­bi şahıslar rivayette bulunmuştur.

BİBLİYOGRAFYA :

Müsned, VI, 377, 409; Buhârî, "Nikâh", 29; İbn Sa'd. et-Tabakât, VİN, 158; İbn Şebbe, Târî-hu'l-Medîneti'l-münevüere, III, 890; İbn Men-cûye, Ricâiü $ahihi Müslim, II, 418; İbn Abdül-ber. el-İsScâb, IV, 289-290; İbn Beşküvâl, Ğauâ-mizü'l-esmâ'i'l-mübheme (nşr İzzeddin Ali es-Seyyid-M. Kemâlecldin İzzeddin), Beyrut 1407/ 1987, I, 272-273; II, 668-670; İbnü'l-Esîr, üs-dü'l-ğâbe, VII, 93-94; Zehebî. A'lâmil'n-nübe-lâ\ II, 260-261; Heysemî, Mecma'u'z-zeoâ'id, IX, 259; İbn Hacer, el-lşâbe, IV, 291; a.mlf.. Teh-zîbü't-Tehzîb, XII, 415; Hazrecî, Hulâşatü Tez-hîb, s. 490; Kehhâle, A'lamü'n-nisâ', I, 384-385; Wensinck. el-Mu'cem, VIII, 74.

IfflJ Selman Başaran

HAVLE bint MÂLİK ^

(bk. HAVLE bint SA'LEBE).

L j

r n


HAVLE bint SA'LEBE

Havle bint Sa'lebe b. Esrem eİ-Ensâriyye

Kadın sahâbî.

L J


Adını Huveyle. babasının ve bazı kay­naklara göre dedesinin adını Mâlik olarak Kaydedenler, kendisinin Havle bint Hakîm olduğunu söyleyenler de vardır. Hazrec kabilesine mensup olan Havle Medine'de müslüman oldu, hicretten sonra da Re­sûl-i Ekrem'e biat etti. Amcasının oğlu Evsb. Sâmitel-Ensârîile(ö. 32/652-531 evlendi ve bu evlilikten Rebî' adlı bir ço­cukları doğdu. Evs b. Samit, tanınmış sa­hâbî Ubâde b. Sâmit'in kardeşi olup Be­dir ve Uhud'dan başka birçok gazvede bu­lunmuştur.

Havle'nin, kocası ile arasındaki bir an­laşmazlığın çözümü için Resûlullah'a baş­vurması üzerine Mücâdile sûresinin ilk dört âyetinin nazil olması, onun Mücâdi­le lakabı ile anılmasına (İbn Mâce, "Mu­kaddime", 13) vesile olmuştur. Havle'nin anlattığına göre kocası Evs, iyice yaşlanıp geçimsiz ve biraz da dengesiz hale gelin­ce bir gün kendisine kızarak Araplar'ın kesinlikle boşamak istedikleri hanımları­na söyledikleri gibi {bk ZIHÂR), "Sen ba­na annemin sırtı gibi ol" dedi ve evden çıkıp gitti, fakat çok geçmeden geri dö­nüp eşiyle beraber olmak istedi. Câhiliye devrinin bu boşama şeklinin İslâm'da da geçerli olabileceği ihtimalini dikkate alan

Havle, haklarında Allah ve Resulü bir hü­küm verinceye kadar bir araya geleme­yeceklerini kocasına söyledi. Daha sonra Resûl-i Ekrem'in huzuruna giderek olup biteni anlattı. Bazı rivayetlere göre Evs, aklı başına gelip söylediklerine pişman olunca Havle onun Resûlullah'a gidip du­rumu anlatmasını ve ne yapacaklarını öğ­renmesini istedi; ancak Evs Hz. Peygam-ber'in huzuruna çıkmaya utandığı için hanımını gönderdi. Resûl-i Ekrem, Hav-le'ye yaşlı kocasına karşı daha anlayışlı ol­masını söylemekle beraber bazı rivayet­lere göre bu evliliğin bittiğini ima etti. Ko­casını yalnız bırakmak istemeyen Havle ise onun boşamaya dair bir kelime kul­lanmadığını belirterek bu hususta daha kesin bir görüş bekledi ve Resûlullah'ın yanından ayrılmadı; işin çözümü için Al­lah'a dua etti. Hz. Âişe'nin anlattığına göre Havle'nin bu sızlanışlarından dolayı Resûlullah'ın ev halkı da üzülüp ağladı. Diğer rivayetlerde Hz. Peygamber'in Evs'i de yanına çağırdığı, olayı bir de ondan dinledikten sonra kendisine bir haber gönderinceye Kadar karısından uzak dur­masını tembih ettiği belirtilmektedir. Bu arada Hz. Peygamber'e vahiy geldi: "Ko­cası hakkında seninle tartışan ve Allah'a şikâyette bulunan kadının sözünü Allah işitmiştir" diye başlayan âyetle daha son­raki üç âyette Havle'nin beklediği sonuç açıklanmakta ve eşlerini annelerinin vü­cudunun bir tarafı gibi gördüklerini be­lirterek çirkin bir söz söylemiş olan erkek­lerin bu yaptıklarından pişman olup tek­rar eşlerine dönmek istedikleri takdirde ya bir köle azat etmeleri veya ardarda iki ay oruç tutmaları yahut altmış fakiri do­yurmaları emredilmekteydi (el-Mücâdi-le 58/Î-4). Havle bu hükme çok sevinmek­le beraber kocasının bu cezalardan hiçbi­rini ödeyecek maddî güce sahip olmadı­ğını, hatta bazı rivayetlere göre Evs'in ge­çimini de kendisinin sağladığını, ayrıca oruç tutamayacağını belirtince Hz. Pey­gamber ona kocası adına fakirlere dağıt­ması için bir sepet hurma vereceğini bil­dirdi. Havle, bir o kadar hurmayı da ken­disinin dağıtacağını söyleyince Resûlullah memnun oldu.

Sahâbîler, güzel konuşmasıyla da tanı­nan Havle bint Sa'lebe'ye saygı gösterir­lerdi. Bir defasında Havle Hz. Ömer'i lafa tutmuştu. Halifeyi beklemekten sıkılan yanındakilerden bir kişi. bir kocakarı yü­zünden bu kadar adamın boşuna bekle­tildiğini söyleyince Hz. Ömer ona, şikâye-

HAVRAN

tini Cenâb-ı Hakk'a duyuran ve hakkında âyetler nazil olan bu hanımdan söz etti; sonra da kendisiyle akşama kadar konu­şacak olsa bile namaz dışında hiçbir şey için onun yanından ayrılmayacağını belirt­ti. Diğer bir rivayete göre Hz. Ömer, Ab-dülkays kabilesinin reisi sahâbî Cârûd b. Muallâ ile birlikte giderken Havle"ye rast­layıp selâm verdi. Havle, Ukâz çarşısında elinde sopa ile koyun güttüğü günlerde kendisine Ömercik dediklerini, daha son­ra Ömer ve nihayet "emîrü'l-mü'minîn" diye hitap ettiklerini söyleyerek halifeye halka iyi muamele etmesini tavsiye etti. Havle'yi tanımayan Cârûd halifeye karşı biraz fazla konuştuğunu ona söyleyince Hz. Ömer Havle'yi tanıttı ve Allah'ın yedi kat göklerin ötesinden sesini duyduğu bir hanıma Ömer'in daha fazla kulak ver­mesi gerektiğini belirtti. Havle'nin ne za­man vefat ettiği bilinmemektedir.



BİBLİYOGRAFYA :

Müsned, VI, 410-411; İbn Mâce. "Mukaddi­me", 13; İbn Sa'd, et-Jabakât, IH, 547-548; VIII, 378-380; Taberi. Câmi'u'l-beyân (Bulak), XXVIII, 1-6; İbn AbdÜIber, et-İstVâb, I, 78; İV, 290-292; İbn Beşküvâl, ĞaVâmizü'l-esmâ'Vl-mübheme (nşr. İzzeddin Ali es-Seyyid - M. Kemâleddln İz­zeddin), Beyrut 1407/1987, I, 260-261; İbnü'l-Esîr. Ûsdü'l-ğâbe, I, 172; VII, 91-93; Nevevî. Tehzîb,], 129-130; Safevî, et-Vâfî. XIII, 431-432; İbnHacer,ei-/şâbe(Bicâvî), I, 156-157;VII,618-621; Mehmed Zihni. Meşahtrü'n-nisâ, İstanbul 1294, I, 205-206; Kehhâle, A'tâmû'n-nisâ*, I, 382-384; Koksal. İslâm Tarihi (Medine). VI, 275-281; VVensinck, Mu'cem, VIII, 74; Ahmed Halil Cum'a, Nisa' min caşri'n-nübüuue, Dımaşk-Beyrut 1412/1992, M, 231-237.

m M. Yaşar Kandemir

r

HAVÜ, Emîn

~1

L

(bk. HÛLÎ, Emîn).

J

r

HAVRA

~l

L

{bk. SİNAGOG).

J

HAVRAN

Suriye'nin güneyinde bir bölge.

Doğudan Cebelidürûz, batıdan Şeria va­disi, kuzeyden Şam vadisiyle Lecâ plato­su, güneyden Belkâ arazisi ve Cebeliac-lûn'la çevrili, sınırları kesin biçimde belir­lenemeyen geniş bir bölgedir. Toprakla­rının bir kısmı kayalık ve engebeli olmak­la birlikte hayvancılığa ve nisbeten sık sa-

539


HAVRAN

yılabilecek yağışları ile tarıma elverişlidir. Dağların eteklerinden çıkan suların bir kısmı buharlaşmakta, bir kısmı ise küçük dereler halinde birleşerek Ürdün nehri­nin kollarından Yermük'ü meydana ge­tirmektedir.

En eski çağlardan itibaren iskân gören Havran'ın bilinen ilk sakinleri, milâttan Önce II. binyılın ikinci yarısında buraya ge­len İbrânîler'dİr. Bölge daha sonra İbrânî-ler'le Dımaşk (Şam) Krallığı arasında sür­tüşmelere yol açtı: milâttan önce VIII-VII. yüzyıllar arasında Asurlular'ın eline geçti ve nisbeten sakin bir dönem yaşa­dı. Asur İmparatorluğu'nun yıkılmasın­dan sonra Med-Pers, arkasından da İs­kender-Selevkos devletlerinin yönetimi­ne girdi. Milâttan önce 80'li yılların orta­larında Güney Suriye'de Romalılarla yap­tıkları savaşları kazanan Nabatîler milât­tan sonra 106 yılına kadar bölgeyi ellerin­de tuttular: bu tarihte onlara karşı bü­yük bir zafer kazanan Romalılar Havran'ı tamamen işgal ettiler. Roma döneminde Asurîler'in, Mûsevîler'in ve giderek artan Araplar'ın oturduğu yeni köyler ve ka­sabalar kuruldu: Yemen'den gelen mo-nofızist hıristiyanlar da bu bölgeye yer­leştirildi. Bunlardan Gassânîler. Bizans döneminde imparatorluğun sınırlarını İranlılar'a karşı korumakla görevlendiril­mişlerdi. O yıllarda Havran sakinlerinin büyük çoğunluğunun Hıristiyanlığı kabul etmiş Araplar'dan oluştuğu görülmek­tedir.

13 (634) yılında Hâlid b. Velîd kuman­dasındaki İslâm ordusunun Gassânîler'in merkezi ve Havran'ın metropolü olan, Hz. Muhammed'İn peygamber olmadan ön­ce ticaret kafilesiyle iki defa gittiği Bus-râ'yı barış yoluyla fethedince bölge müs-lümanların eline geçti ve ertesi yi! Dı-maşk'ın da alınmasından sonra idari ve askeri bakımdan buraya bağlandı. Dı-maşk'ın tahıl ambarı olan Havran Hule-fâ-yi Râşidîn ve Emevî dönemlerinde bu statüde kalmış ve herhangi bir ciddi kar­gaşalık geçirmemiştir. Abbasî dönemi­nin başında Habîb b. Mürre el-Mürrî isya­na kalkışmışsa da Halife Ebü'l-Abbas es-Seffâh'ın amcası Abdullah b. Ali tarafın­dan sindirilmiştir. Abbasî yönetiminde iken Karmatîler'in saldırılarına mâruz ka­lan bölge daha sonra Selçuklu-Fatımî mücadelesine sahne oldu. Haçlılar döne­minde de zaman zaman savaş alanı hali­ne geldi ve 1134"te Kudüs Kralı Fulk ta­rafından istilâ edildi. Ancak Dımaşk Ata-begliği'nin başında bulunan Şemsülmü-

540

lûk İsmail Haçlılar üzerine birçok sefer düzenlemiş ve onları Havran'daki ordu­gâhlarını dağıtmak zorunda bırakmıştır. Kudüs Kralı IV. Baudouin de i 182'de böl­geyi tahrip etti. İmâdüddin Zengî 1140 yılında Dımaşk üzerine yaptığı sefer sıra­sında askerleriyle Havran'a çekilerek muh­temel bir Haçlı saldırısına karşı bir süre burada beklemişti. Selâhaddîn-i Eyyûbî de Hittîn Savaşı öncesinde S83 (1187) ilk­baharında ordusunu Havran bölgesinde toplamıştı. 1244'te Hârizmli beyler Hav-ran'ın kuzeyini tahrip ettiler. Havran'a ya­pılan en ciddi saldırı Moğollar tarafından gerçekleştirildi. Fakat 1259'da Mengü Han'ın ölmesi üzerine Suriye'deki birlik­lerin kumandanı Hülâgû başşehir Kara-kurum'a dönmek zorunda kaldı. Bu fır­satı iyi değerlendiren Memfükler, kazan­dıkları Aynicâlût zaferiyle bölgedeki Mo­ğol istilâsını sona erdirdiler (1260). Mu-hammed b. Kalavun, Dımaşk seferi sıra­sında kendisine yardımcı olan Havran halkının bu iyiliğini unutmamış, tahta çı­kınca onları gümrük vergisinden muaf tutmuş, daha sonra halka ağır vergiler yükleyen Dımaşk Naibi Emîr Karasun-gur'a 710'da (1310-11) bir mektup gön­dererek bu davranışından dolayı kendisi­ni kınamış ve adamlarının halkın malına el uzatmalarına engel olmasını istemiş­tir (Gavânime, s. 280). Memlükler döne­minde bölge biri Havran, diğeri Beseniye adını taşıyan iki büyük idarî kısma ayrıl­mıştı; Havran'ın başşehri Busrâ, Bese-niye'ninki ise Ezriât idi. Bu dönemde Dı-maşk'tan Gazze'ye giden posta ve hac yollan Havran'dan geçiyor, kervanlar Bus-râ'da konaklıyordu. Ancak XIV. yüzyıldan İtibaren bölgeye sızan Benî Rebîa bedevî kabilesi Havran'ın güvenliğini kısmen za­yıflatmıştır.



1SI6yılında 1918'e kadar devam ede­cek olan Osmanlı yönetimi başladı ve dört yüzyıllık bu dönem boyunca Havran Şam'a bağlı bir idarî birim olarak kaldı. Bu dönemde Havran'ın dikkat çekici özel­liklerinin başında, Şam'ın tahıl ihtiyacını karşılamasının yanında bedevîlerin ve Dürzîler'in giderek güçlendiği bir yer ha­lini alması gelir. Bu arada Havran bede­vilerinin gücünü gösteren en Önemli gelişme, kabile reislerinden İbn Reşîd'in 1671'de hac kervanına saldırması ve Şam'ın önde gelen askerî simalarından hac emîri yeniçeri Türkmen Musa'yı Öl-dürmesidir (Muhammed e!-Muhibbî, IV: 434; M. Halîl el-Murâdî, İl, 63). Osmanlı döneminde Havran'daki Dürzî nüfusu gi-

derek artış gösterdi. Cebelilübnan Dürzî-leri arasında sürekli bir ihtilâf vardı. Ma'-noğullan'nın Dürzîler'in Yemenî kolunu tutmasına karşılık aslen Havran'ın bir kö­yünden olan ve XII. yüzyılda Vâditteym'e yerleşen Şihâbîler'in Kaysî kolunu tutma­sı bu ihtilâfı derinleştirdi. 1697'de emir­liğin Ma'noğullan'ndan Şihâbîler'e geç­mesiyle iktidar desteğinden mahrum ka­lan Yemenî Dürzîleri Şihâbîler'in yöneti­mini kabullenmediler. 1711'de Şihâbîler Ayn Der'â'da Yemenîler'i ağır bir yenilgi­ye uğratarak bölgeyi terketmelerini sağ­ladılar ve ayrılan Dürzîler dağlık Lecâ pla­tosuna yerleştiler. Burada XVIII. yüzyılın ortalarından itibaren Atraş ailesinin lider­liğinde bir Dürzî yoğunlaşması oldu. Da­ha sonra Lübnan'da Mârûnî hıristiyanla-ra karşı verilen iktidar mücadelelerinde yenilgiye uğrayan Dürzîler dalga dalga Havran'a göç ettiler. Kısa süren Mısır hâ­kimiyeti (1833-1840) sırasında da vergi vermekten ve askere alınmaktan kaçan Lübnanlı Dürzîler Havran'a yerleştiler. Ka-valalı Mehmed Ali Paşa'nın oğlu İbrahim Paşa 1837'de Havran Dürzîleri'ni askere almaya teşebbüs etti; ancak Dürzîler ayaklanıp gönderilen görevlileri öldürdü­ler. O günlerde Suriye'deki Mısır yöneti­mini zayıflatmak isteyen Osmanlı Devleti de Dürzîler'i desteklemekteydi. Neticede İbrahim Paşa, Lübnan'da uyguladığı si­lâhları toplama ve askere alma politika­larını Havran'da gerçekleştiremedi. Bu arada Fransızlar Mârûnîler'i. İngilizler de Dürzîler'i desteklemeye başladılar. Mayıs 1860'ta Lübnan'da patlak veren ve bin­lerce kişinin ölümüyle sonuçlanan Dürzî-Mârûnî çatışmasında Havran Dürzîleri Lübnan Dürzîleri'nin yardımına gitti­ler. Çatışma sonrasında Fuad Paşa'nın suçluları sert bir şekilde cezalandırmaya başlaması üzerine kaçan Dürzîler yine Havran dağlarına sığındılar. Böylece nü­fusunun büyük çoğunluğu Dürzîleşen Cebelihavran Cebelidürûz (Lecâ) adıyla anılır oldu.

Tanzimat döneminde devletin merke­ziyetçi bir yapılanmaya gitmesi ve taşra teşkilâtının yeniden düzenlenerek vilâ­yet sisteminin kabul edilmesiyle (1864) Cebelilübnan hariç kuzeyde Lazkiye'den güneyde Sînâ çölüne kadar uzanan böl­ge Suriye vilâyeti adı altında birleştiril­di. Havran ise Cebelidürûz, Kunaytra ve Aclûn kazalarından müteşekkil, mer­kezi Süveydâ olan bir sancak haline geti­rilip yine Şam'daki vilâyet idaresine bağ­landı. Havran'ın bu idarî yapısı Osmanlı

döneminin sonuna kadar devam etmiş­tir.

Tanzimat sonrası merkeziyetçi dönem­de Osmanlı Devletİ'ni uğraştıran Suriye'­deki problemli bölgelerin en önemlisi Havran'dır. Bölgenin bedevîve Dürzî nü­fusu devletin Havran'da otoritesini du­yurmasına izin vermiyordu. Bu arada nü­fus tesbiti yapılacak ve sonunda askerlik ve vergi gelecek endişesiyle okul, yol vb. temel devlet hizmetleri dahi reddedili­yordu. Hem bu direnişin kırılmasına yar­dımcı olmaları hem de tarıma elverişli boş arazileri değerlendirmeleri için Bal-kanlar'dan, Kafkaslar'dan ve Cezayir'den gelen müslüman göçmenlerin bir kısmı buraya yerleştirildi. Ancak Havran Dürzî-leri'nin devletin otoritesini benimsemesi kolay olmadı. 1877, 1878 ve 1879'daCe-belidürûz'da meydana gelen olaylar güç­lükle yatıştırıldı ve sonunda kazanın kay­makamlığına bölgenin en güçlü Dürzî aile­si olan Atraşlar'ın lideri İbrahim Atraş ge­tirildi (1883). Nisbeten sakin geçen bir on yılın ardından 1895'te Dürzîler'in bazı köylere saldırmasıyla devlet Havran'a ye­niden müdahale etmek zorunda kaldı. Uzun süren çatışmalar sonunda ertesi yıl yeni bir anlaşmaya varıldı ve Dürzîler si­lâhlarını teslim etmeyi, askere gitmeyi, arazilerin tapu kurallarına göre yazımını ve vergi vermeyi kabul ettiler (Shakeeb Salih, XlII/2, s. 254). Buna rağmen dağ­lık bölgelerdekilerin çoğu anlaşmaya uy­mamaktaydı. Şam'daki Beşinci Ordu'nun yeni müşiri Abdullah Paşa'nın kararlı ve sert tutumu sonucu isyancıların bir kıs­mı sürgüne gönderildi, bir kısmı da hap­se atıldı; böylece 1897 başında çatışma­lar sona erdirilebildi ve devlet otoritesi te­sis edildi. 1900'de çıkarılan bir afla sür-gündekiler yerlerine dönerken hapisteki-ler de serbest bırakıldı. Sürgünler arasın­da, 1894'te İbrahim Atraş'in ölümüyle boşalan Cebelidürûz kaymakamlığına ge­tirilen Şiblî Atraş da vardı. Bu aftan son­ra Şiblî Atraş Babıâli ile ilişkilerini düzelt­miş ve 1905'te vuku bulan ölümüne ka­dar kendisine düzenli maaş ödenmiştir. Osmanlı Devleti'ne karşı son isyan 1910 Ağustosunda meydana geldi ve hükü­met sıkı yönetim ilân ederek silâh taşıma­yı ve meskûn mahaller arasında yer de­ğiştirmeyi izne bağladı; halkı yatıştırmak ve devlete karşı tutumunu yumuşatmak amacıyla da isyan öncesi işlenen suçlar için genel af ilân edildi.

Osmanlı Devleti'nin Havran'ın güven­liğine fazla önem vermesinin başlıca se­bepleri, Şam-Medine hac yolunun bura­dan geçmesi ve bölgenin buğday ambarı olmasıdır. Havran'da güvenliği sağlama­dan Şam'dan Medine'ye giden hac kerva­nının korunması çok zordu. Medine yolu­nun en önemli konaklarından birini teş­kil eden Müzeyrib daima Dürzî ve bede­vilerin tehdidi altındaydı. Bunların yanın­da Lübnan Mârûnîleri'nin Fransızlarla ya­kınlaşmasına karşılık Havran Dürzîleri'-nin İngilizler'le diyaloga girmeleri bölge­deki gelişmelere milletlerarası bir boyut kazandırabiliyordu. Bundan dolayı Os­manlı Devleti güvenliği sağlayarak yaban­cı müdahalesine fırsat vermemeye çalı­şıyordu.


Yüklə 1,13 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   26




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin