Hipnotik santraç



Yüklə 0,54 Mb.
səhifə5/12
tarix24.10.2017
ölçüsü0,54 Mb.
#12076
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   12

XXII. Alp Dağları


1945’in yılbaşında esirler Dansig Koridoru merkez kampında toplanırlar. Almanlar esirleri kırkar kişilik gruplar halinde sinema salonuna alırlar. Herkes toplanınca esirlere birer sigara verirler ve sigaraları kendi elleriyle yakarlar. General Vlasov’un konuşması dinlenecektir. Vlasov, emrindeki Rus ordusuyla beraber Alman saflarına geçen generaldir. Radyodan general Vlasov’un sesi duyulmaktadır. Kibardır, esirlere Almanlar gibi “domuzlar” diye seslenmez:


“Baylar, sayın esirler! Savaş bitiyor. Biz, komünistleri devirmek için elimizden geleni yapacağız. Komünizm esirliktir. Gelin ülkemizi kurtarmak için beraber olalım, Alman ordusuna geçin, bize katılın...”
Şeklinde devam eden uzunca konuşmasının sonunda Alman komutan “isteyen geçsin, öne çıksın” der ama kimse çıkmaz. Bunun üzerine komutan ve subaylar çok sinirlenirler,küfür ve tekmelerle:
“Haydi! Yürüyün! Kızaklara!”
Meğerse Alman ordusunun yükleri çoktan kızaklara konmuş, konvoy hazırlanmış, esirleri beklemektedir. Kızak başına dört esir, bin beş yüz kişilik konvoy kar üstünde yaya yola koyulurlar. Güney Batı yönünde çaprazlama Avusturya’yı kızaklarla geçip Ruslardan kaçacaklar ve Alpler’i aşıp İtalya’daki Alman ordusuna katılacaklardır.
Dağ bayır, kalın kar tabakası üzerinde güçlükle ilerlemektedirler. Kışın en çetin zamanında Polonya’dan başlayıp sonra Alp dağlarını geçeceklerdir. Bunlar tam teçhizat tırmanış yapan profesyonel dağcılar değildir, esirlerdir. Yük kızaklarını iki önde iki arkada dörder esir çekmektedir. Sayısı fazla gelen esirler de arkadan yedek olarak gelmektedir. Bütün esirler konvoy boyunca zincirlenmişlerdir. Yürüyemeyecek hale gelen esirler dizlerinin üstüne çöktüğü anda Alman asker beyinlerine bir kurşun sıkıp hemen öldürüyor, zincirden çözüp orada bırakıyor ve yedekten başkasını alıp zincirliyorlar. Esirler onlar için değil bir hayvan kadar, bir taş, toprak kadar bile değerli değildir. Yollar beyninden vurulmuş esirlerle dolu. Bazen arkadan gelenler için yol tabelası olarak kullanılan tüfeklerin süngüsünün yere değil bir esirin cesedine saplandığı görülür.
Beyazın içinde sonsuzluğa ilerleyen yüzlerce kızak. Ne gece kalmıştır ne gündüz. Doğanın insanın kaderine tamamen egemen olduğu bu yerde bile doğa yoktur. Doğaya kapalı minik bir dünya kurulmuştur. Ve bu kapalı dünyada kızaklar tüm insanlık tarihinin son model trajedisini taşımaktadır. Ne insanlar, karşılarındaki doğanın fizik ve estetik yüceliğinin, ne doğa karşısında kendi toplumsallıklarının sefaletinin ve ne de kendi iç doğalarındaki gizil yüce dinamiklerin farkındadırlar. İnsanlık tarihinin acı hıçkırıkları yankılanmaktadır dağlarda. Konvoy bir toplumsal tarih panoramasıdır. Azınlığın elinde demirden güçler, kendilerine hizmet edilirken çoğunluk zalimce katledilerek hizmet ettiriliyor. Ve konvoyu asıl çekenler işkence görenlerdir. İktidar, tarih yazma, ölümsüzleşme sevdasıyla kendilerini özel sanan çüklü hayvanların elindedir ve iğdiş edilme korkusuyla babalarını, aşağılık kompleksleriyle biraderlerini katlederek kendilerinin adam olduklarına inanmaktadırlar.
Oysa gerçek adamlar, gerçek kadınlar, gerçek kahramanlar adsızdırlar, tarihte görünmez olan, ezilenlerin içindedirler. Nimetullah kızağı arkadan itmektedir ve yanında en yakın arkadaşı İsmail vardır. İsmail ile bir senedir kader yoldaşı olmuşlardır. Nimetullah İsmail’e kendi elleri ile bakmış, beslemiş, her zorluğunda yardım etmiş, onun yaşamasını sağlamak için kendini sayısız tehlikelere atmıştır. Şimdi de onu yanına almış, kollamaktadır. Bu sadece İsmail’e özgü bir ayrıcalık değildir aslında. Nimetullah her zaman yakaladığı olanakları doğrudan etrafındakilerle paylaşan biri olmuştur. İsmail sadece biraz daha fazla emek gerektirmiş, biraz daha pahalıya mal olmuştur, o kadar.
Ruslardan kaçan bir tek kendileri değildir. Arkadan Kafkaslar boyunca Alman Wermacht ordusuna giren yöre erkeklerinin yanlarında taşıdıkları aileleri vardır, özellikle Karaçaylar, Balkarlar, sonra da Çerkezler ve diğerleri. Aralıklı olarak yanlarından sivil konvoylar da geçer. Bunlar Dansig Koridoru’ndaki Almanca konuşan Polonyalılardır. Değerli eşyalarını atlı arabalarında taşımaktadırlar. Elbet en değerli şey yiyecekleridir. Kestikleri hayvanların ağırlık yapmasın diye kemiklerini bile çıkartmışlardır. Arabaların üstlerinde tavuk, kaz, lop etler sallanmaktadır. Yanlarından havada donmuş etlerin resmi geçit yapmasını Nimetullah affedecek değildir. Kaşla göz arasında koparıp koynuna sakladığı donmuş etleri çiğ halde hem kendi yer hem de İsmail’e yedirir. Fakat günler geceler boyunca hemen hiç durmadan sürekli kızak çeken İsmail sonunda tükenir.
Babamın yaşlı bakışları buğulandı, gözleri gene kızardı ama sesi titreyerek de olsa burayı anlatmaya devam etti.
İsmail düşecek gibi olur. Nimetullah askerleri gözleyerek, belli etmeden onu tutar, kendine yaslar. İsmail sadece yürüme taklidi yapabilmektedir. Nimetullah ise hem kızağı itmeye devam etmekte hem de İsmail’i taşımaktadır. Yüz – yüz elli metre böyle giderler. Sonunda İsmail dik durmasını bile beceremeyecek hale gelir ve dizleri üzerine düşer. Hayır! Bu olmamalıdır. Yakınlarındaki asker tüfeğini kavrar.
“Vurma onu, demek istedim ama Alman asker makineli tüfeğinin dipçiğiyle belime vurdu, işte tam şurası. Hayatım boyunca ağrıdı. Hâlâ o dipçiği hissederim.”
Hayatı boyunca Nimetullah belinde İsmail’in acısıyla yaşar. Ve o ses: “Taaak!” diye tek el tabanca sesi. Asker İsmail’i zincirden çözüp çöp gibi kenara atar, yerine başka bir esir zincirler. İsmail orada öylece kalır; Nimetullah da. Bir dünya kalmıştır orada. İnsanla beraber var olan bir insanlık dünyası daha İsmail ile beraber yok olmuştur. Öyle acılar vardır ki, onlar yaşanmamalıdır; yaşandığında ise aslında ölünmüştür. Ondan sonra yaşam bedava, fazladan, gereksiz kalır. Ölenle ölünür. Önemli olan ondan sonra insanlığını, onurunu korumaya devam edebilmektir. Nimetullah da çocukluğunda aldığı töresel mayadan, yöntem olarak doğruluk ilkesinden ve erek olarak insanlık idealinden asla taviz vermez. Bunu düşünmez bile, ne olursa olsun. Dosdoğru basitlik, tüm karmaşayı düzene sokacak, en zor kararları kolaylaştıracak güçtedir. Ancak kararlı oklar hedefe ulaşır.
Konvoy kayıplara rağmen karda yoluna devam eder. Esirlerin dayanma gücü kalmamış, bedenlerindeki kaslar bile eriyip bitmiştir. Kömür madenlerinden sonra, ikinci defa bir deri bir kemik kalmıştır. Yolda konvoyu yüksek rütbeli iki SS subayı durdurur, Kafkas gruplara seslenirler:
“Biz Kafkasyalı iki kardeşiz. Sizin için üzülüyoruz. Daha fazla dayanamayacaksınız. Gelin Alman ordusuna geçin, kurtulun.”
Kafkas kökenli esirlerden yirmi üç kişi onların teklifini kabul eder. Nimetullah artık tükendiğini, ölmek üzere olduğunu bilmekteyse de onlara katılmaz, arkadaşlarının arasından kaçar. Kafkas subaylara:
“Ben Kafkas kökenli değilim, Rus’um, konuşmamdan anlamıyor musunuz?”

“Konuşmandan değil ama tipinden, bakışlarından anlıyoruz, sen bizden birisisin.”


Nimetullah’a inanmazlar ve onu zorla güya Alman ordusuna alırlar. Yani, bir barakaya alır, yirmi dört kişiye bir kazan yemek verirler, sonra da,
“Şu andan itibaren Alman subayısınız. Bu demektir ki etrafınızda nöbetçiler yok. Ne isterseniz yapabilirsiniz (?).”
Her şey bir oyundur. Kafkasyalı Alman subaylar soydaşlarının hayatını kurtarmaya çalışmaktadır. Yani “isterseniz kaçın” demeye getiriyorlar. Bu olanağın üstüne, karnının doymasıyla, Nimetullah için kaçma fikri ruhunun derinliklerinden kendini çağıran en değerli ülküsünün bayraklarını dalgalandırır, borazanlarını öttürür. Özgürlük! Özgürlük sarhoşluğu içinde Nimetullah hemen oradan kaçar. Fakat yanlış tercihte bulunmuştur. Artık Alp dağlarındadırlar. Kaçtığı yerin sadece boyunca gömüldüğü kar, yokluk ve ölüm olduğunu görür ve bir günlük çetin bir mücadeleden sonra geriye döner. Önce kaçabilecek kadar güçlenmelidir. O, çiftlikteki Nimetullah’tan eser kalmamıştır, bir deri bir kemiğe dönmüştür yine.
Beklenmedik ve akıldışı seçenekleri Nimetullah’a her zaman beklenmedik olanaklar sunmuştur. Gittiği yoldan geriye gelirken, barakanın yakınında ayağı karın altındaki samanlara takılır. Samanları eşeler, hiç akla gelmeyecek bir şeyle, samanlarla korunmuş bir patates deposuyla karşılaşır. Hemen kucağına patates doldurur ve barakaya koşar, onu görünce diğerleri de. Mımm! Közde patates nasıl da lezzetlidir. Çiğ patates öldürür ama onların patateslerin pişmesini bekleyecek halleri yoktur, yarı çiğ olarak yerler patatesleri. Sabaha kadar kumpir partisi ve sıcak bir uyku...
Sabah Almanlar geri gelirler. Herkese bol kahvaltı, üçer sigara. Tekrar yola çıkmadan önce de, öğle yemeği olarak etli patates ve bol ekmek. Doyduklarını anlayamazlar bile, yedikçe sadece mideleri değil, bütün bedenleri doymaktadır.



Yüklə 0,54 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   12




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin