İletişime Giriş



Yüklə 0,64 Mb.
səhifə13/14
tarix17.03.2018
ölçüsü0,64 Mb.
#45826
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   14

CUMHURİYET DÖNEMİ

Yukarıdaki sunumumdan da anlaşılacağı gibi Türkiye’nin bağımlılığı, bağımsızlık savaşı ve Atatürk devriminin Batılı karakteri birinci dünya savaşından çok önce başlamıştır.

Avrupa sömürgeci imparatorlukları Osmanlı topraklarını paylaşmaya başladılar; milliyetçi hareketlerle Balkanlardaki toprakları eski sahipleri geri aldılar. Tanzimatla başlayan reformlar ve milliyetçilik hareketi Osmanlı imparatorluğunun çöküşünü durdurma yerine daha da hızlandırdı. 1874'de Osmanlı finans yapısı çöktü. Mithat Paşa Batı tipi Osmanlı siyasal yapısı reformuyla geldi. Basın özgürlüğü ve düşünce özgürlüğü garantili bir devlet yapısına geçiş arandı. Fakat ikinci Abdülhamid bu çabaya son verdi. Bu sırada Avrupalılar Türk topraklarında egemenliği ele almaya devam ettiler. 1908'de Genç\Jön Türkler 1876 Anayasasını geçerliliğe koyması için baskıda bulundular. Siyasal çekişmeler ve oyunlar Abdülhamid'in tahtan indirilmesiyle sonuçlandı. Osmanlı ordusu bütün cephelerde savaşarak Birinci Dünya Savaşına girdi. (Zaten imparatorluğun topraklarını ele geçirmeye çalışan emperyalist güçlere ve milliyetçi-bağımsızlık hareketlerine karşı sürekli savaş içindeydi.)

Birinci Dünya Savaşı sonu Sevr anlaşmasıyla, Osmanlı imparatorluğunun toprakları Avrupa kolonici-kapitalist imparatorluklar tarafından fiziki olarak paylaşıldı. Böylece, bir imparatorluk parçalanıp, çok kısa süreli bile olsa, direk-kolonilere ayrıldı. Anadolu direk-koloniciliğe ve mandacılığa karşı bağımsızlık mücadelesiyle, hem imparatorluğun durumuna imparatorluğa son vererek çare getirdi, hem de Batı-kapitalizminin direk-sömürgeciliğine izin vermedi. Anadolu bu mücadelesiyle, direk-kolonici-kapitalist emperyalizme karşı mücadeleyi kazanıp yasal siyasal-bağımsızlığa sahip milli-burjuva devleti kuran ilk ülke oldu. Aynı anda, elbette, ekonomik gelişme ve ekonomik-bağımsızlık mücadelesi başladı. Kültürel yan, önce Osmanlı ve şeriat geleneklerinin atılması ve batının transferi biçiminde oldu. Ardından, bugün Türkiye, aynı anda, Arap etkisine ve Batının kültürel emperyalizmine karşı mücadele verme gibi çelişkili bir duruma düştü. Çoğumuz, Osmanlı-Arap şeriatçılığına karşı mücadelede, Batı kültürel emperyalizminin standartlarını savunma durumuna düştük.

Yeni Cumhuriyet elbette, 1920'lerin dünya koşullarına ve Anadolu’nun kendini mücadeleyle kurtardığı koşullara göre, o zamanın iki tür bağımsız toplum yapısından biriydi. Elbette, kurtuluşu ve bağımsızlığı temsil ediyordu.

Başlangıçta, sistemi kurma ve niceliksel genişleme ve yaygınlığı sağlama yönünde olmuştur. 1923'den sonra ulaşım ve iletişim araçları yayılmaya başladı. 1920'de hiçbir radyo yokken 1938'de 50 bin radyo vardı. Demiryolları 1838'de 7 bin kilometreye ulaştı. Demiryolları kamu sektörü olarak gelişti. Fakat özellikle 1950'lerden sonra, taşıma, sermayenin önemli bir kanadı olarak, demiryollarının gelişmesini durduran özel sektörün gelişmesini sağlayan bir yönelime gitti. Sonuç demiryolları gelişiminin durdu denecek kadar yavaşlaması ve karayollarının geliştirilmesi olmuştur. Denizyolları taşımı başından beri yavaş gelişmiştir ve daha çok yabancı sermayenin direk egemenliği altındadır. Okuma yazma 1927'de % 11’den, 1938'de % 20'ye yükseldi. Kentleşme ve kentlerin büyümesi başladı. 1938'de elli binden fazla nüfusu olan şehir sayısı 5 den 9 a çıktı. Halk partisi örgütlenmesi kazalara kadar uzandı. Ulaşımla ve milli eğitimin kasabaların ve hatta bazı köylere kadar uzanmasıyla birlikte batı siyasal örgütlenme tarzı ve faaliyetleri, egemen sınıfın kullanış biçimiyle şekillendi.

Çok partili düzenle örgüt ve siyasal kültür transferinde önemli bir adım daha atıldığını belirttik. Egemen iletişim aracı Radyo ve Anadolu Ajansı 1950'lerde hükümetin kendi (yani DP) amacı için kullandığı bir propaganda aracına dönüştü.( Aksoy, 1960). Basın reklam mekanizmasıyla ve baskılarla susturulmaya çalışıldı. (Alemdar, 1996). Seçim sandıkları denizlere döküldü ve atılan oyları hamsiler saydı. Bunun en açık anlamı: Batıdan siyasal yapı ve iletişim örgütü transfer edildi, fakat Türk siyasal kültürüyle bu yapının oluştuğu kültür arasındaki farkı, Türk siyasetçilerinin ve yönetici sınıfının kendi çıkar-kültürlerine göre örgütsel yapıyı kullanma biçiminde çözümlendi. Yani, siyasal araç özel siyasal amaçların gerçekleşmesi içine çökertildi.

Bu niteliksel özellik yanında, niceliksel gelişmeler oldu: Radyo sayısı 1938'de 46200 iken, 1958'de 1,1 milyona çıktı. Aynı yıllar arasında, otomobil sayısı 4573'den 36800'e ulaştı. Mal taşıyan Kamyon sayısı da 3882;den 36900'e yükseldi. Halkın ulaşımını sağlayan otobüsler, 1044'den 1958'de 8300'e çıktı. Basın gelişti: 506 günlük gazetenin, 41'i İstanbul’da, 16'si Ankara’daydı. 1061 basının % 61'i üç ana kentte toplanıyordu. 67 kentin 63'ünde günlük gazete vardı. 1960'da traj toplamı 1.5 milyona yakındı. Fakat Batıdan farklı olarak bir gazeteyi birden fazla kişi okuduğu için, tirajın niteliksel anlamı farklıdır. Hatta kazalarda ve köylerde bir gazete geniş bir grup tarafından okunuyordu (istatistikler: Frey, 1963:317,318,321).

Egemen yönetimin egemen iletişim sistemindeki yukarda belirttiğim durumlar yaşanırken, Anadolu'nun köy, kasaba ve kentinde günlük yaşamda ve bu yaşamdaki iletişim ilişkilerinde de değişiklikler oldu. Önce Batı siyasal yapısı ve bu yapının kültürünün Anadolu halkındaki yansıma biçimine eğilelim: Anadolu’da Batının siyasal yapısı siyasal yobazlığı, bağnazlığı ve ilkelliği anlatır. Eğer egemen siyasal iletişim, (a) seçim sistemini ve siyasal parti anlayışının din tutar gibi bir şey olmadığını gösterecek bir şekilde sunsaydı, (b) radyoyu bir parti için değil her parti için kullanma girişiminde bulunsaydı, (c ) muhalif gazetelerin kafasını ezme yoluna gitmeseydi, (d) basın halka sakat bir siyasal eğitim vermeseydi, (e) siyasal sahtekarlıklar ve ekonomik soygunlar gereğince cezalandırılsaydı, o zaman belki de batı biçimine uygun "kişinin kendi çıkarına dönük" siyasal tutumlar halk arasında gelişirdi. Yani, Anadolu halkının siyasal yobazlığı kendilerinden kaynaklanan bir özellik olmaktan çok, dini istismar eden siyasetcilerin siyasal yobazlığının Cumhuriyetin kurulduğundan beri süregelen temsillerinden dolayıdır.

Makro-seviyeden köy birimine inelim: Köydeki güç yapısı mülkiyet ilişkileri çerçevesi içinde gelişmiş ve biçimlenmiştir. Cumhuriyette bu güce seçimle muhtarlık eklendi. Toprak ağaları hem muhtarın hem de ihtiyarlar heyetinin karalarının kontrolcüsüdür. Köy işlerinin gerçek yönetimi köy ağalarının elindedir. Üretim ilişkileri tarım üretimi etrafında döner. Muhtarın ekonomik gücü muhtarlığın verdiği idari güçle daha da arttı. Fakat köylerde uzun deneyimlerin geliştirdiği imece sistemi devam ettirildi. Köyün ortak mallarının (özellikle suyun) kullanımı daima tartışma ve çekişme konusu olmuştur. Muhtarların hazine arazisini kendi mülkiyetlerine geçirmeleri de ender değildir. Tarım alanlarınaki değişim topraksız köylülerin ve büyük çiftliklerin artması biçiminde olmaktadır. Ayrıca tarım alanları kentleşmenin ve sanayileşmenin işgaline uğramıştır.

Milli eğitim sisteminin yayılmasıyla köy yapısına dıştan öğretmen geldi. Öğretmen devletin ve aydınlanmanın (aynı zamanda kafirliğin ve dinsizliğin) temsilcisi olarak köyde işe başladı. Köy öğretmenlerinin köy yapısında değerli bir yer alması eğitimle, okumayla kişisel kalkınma ve başarılı olma bağı kurulmaya başlandığında başladı. Okuyan gençlerin öğretmen, astsubay, memur olmaları ve para kazanmaları öğretmenlerin ve okulun önemini artırdı. Öğretmenlerin artan imtiyazlı durumu siyasal direnişlerin ve çatışmaların başlamasıyla, siyasal taraflılık içinde değerlendirilmeye başlandı. Bu değerlendirilmeyle öğretmen ya dost (BİZDEN), ya da düşman (ONLARDAN) olarak ilan edildi. Bu sadece köylerde değil kasabalarda ve hata Anadolu’nun kentlerinde de ortak bir karakter olarak gelişti.

Öğretmenlik kurumunun gelişmesi dıştan empoze edilen batılı "gavur düşman" nitelemesinden kurtularak, milliyetçi eğitimin milli varlığı değerini kazandı. Ardından bu değere siyasal ideolojik renk katılarak ayırım getirildi. 1990'lara gelindiğinde öğretmenin değeri aldığı paraya göre ölçülmeye başlandı. Eskiden bir öğretmen köy kahvesine veya kaza kahvesine geldiğinde herkes ayağa kalkardı. Şimdi öğretmeni kimse "iplemez" oldu. Öğretmen kapitalist arz-talep pazarında tartılmaya başlanınca, değeri aldığı maaş gibi beş paralık olmaya başladı.

Kasabalarda iletişim, kasabalar geliştikçe ve büyüdükçe, köylülük karakterini yavaş yavaş yitirdi: Birbirini tanıyan köy iletişim ağında, güç ilişkilerinin getirdiği total bir kontrol vardı. Bu kontrol köyün kendi içinde kendi ürettikleriyle geçinen ve bu üretim ilişkileri içine hapsedilmişliğindendi. Kapitalist ilişkiler köye girdiğinde, köy ulaşımın ve iletişimin dışa dönmesi, dışa açılması, üretimin mevsimlik işçi şeklinde değişmesi, ilişkileri dayanışmaya ve mal el-değiştirmesine dayanan biçimden, paraya değişmesiyle birlikte, köylerdeki kapalı iletişim ağı muhtarın gücünün kaybı, hocanın gücünün camiye ve vaaza sıkıştırılması ve ağanın gücünün sadece emrinde çalıştırdığı insanlar üzerinde geçerli olması sınırları içine soktu. Ağalık iletişiminde bütün köy halkını içeren eski total boyun sunma ve hürmet ilişkileri değişmiştir. Dışarıda çalışan ve para kazanan biri ağaya borçlu değildir ve ağa için bedavaya bir iş yapmaz. Yaparsa, herhangi bir şekilde karşılığını bekler ki bu da genellikle ücrettir.

Köy ve kasaba ortamında, gizlilik ve gizli iletişim olanağı dedikodu ağı içinde ortadan kalkar. Gizlilik kadınların evden eve yaptıkları toplantılarda ve bu toplantıları takip eden günlerde herkese yayılarak "herkesin bildiği sır" olur. Bir başbakanın örtülü ödenekle ilgili sırrı gibi saklanır ve kimse de gerekli bir şey yapmaz. Erkekler ise, eskiden kadınların yaptığının benzerini köyün zenginlerinin evlerinde "oda" denilen yerdeki akşam toplantılarında yaparlardı. Bu ortam "Anadolu’nun kalkınması sonucu" kahvelere" taşındı. Dedikodulara yerellik yanında siyasal dedikodular eklendi. Dedikodu hemen her seferinde erkekler arasında o odada\kahvede olmayan kişi veya kişiler hakkında olurdu. Kadınlar arasında ise akşam toplantıları kışın tandır etrafında ve yazın da "konu komşu" evlerinde yapılırdı.

Oda toplantılarının ve ev toplantılarının önemli bir fonksiyonu da, sözlü gelenekleri, kültürü ve kültür ürünlerini anlatarak yaşatmak ve bu arada dinleyen çocuklar tarafından öğrenilerek bir diğer nesle aktarılması görevini görmüştür. İletişimle geçmişin hikayelerini, olaylarını ve efsanelerini bir diğer nesle aktarma, aynı zamanda bu öykülerle gelen boyunsunma ve direnme iletişimini de yaratmıştır. Benim annemin tandır başı toplantılarından hatırladığım çingenelere karşı negatif görüşü, güvensizliği ve ırkçı bağnazlığı yaşatan "çingenelerin çocukları torbalara koyarak kaçırdığı" masallarıdır. Diğer iletilenler ise, "bir dudağı yerde diğeri gökte" dev hikayeleridir. Bizim üstümüzdeki metafizik güçlere veya fiziksel bakımdan güçlülere karşı korkuyu işleyen hikayeler, kötü güçlüye ve haksız güce karşı savaş veren kahramanlarla soluklarımızı keserdi.

Kahveler köyde günlük köy olaylarının yorumlandığı ve ilişkilerin muhasebesinin yapıldığı yer oldu. Şehirlere geçici-işçi olarak gitme ve göçmede, kentlerdeki kahveler bu insanların toplanma ve dayanışma merkezi oldu. Buna aynı zamanda kahvelerin postahane gibi yazılı ve sözlü iletişim ve mesaj merkezi olmasını eklemek gerekir. Köyden ve köye mektuplar kahvedeki günlük ilişkilerde köye gidip gelenlerce taşındı. Sadece yazılı mesajlar değil sözlü mesajlar, haberler, küçük hediyeler ve para da bu kişiler tarafından taşındı. Kentten köye kim gelirse, köyde o akşam odaya gidilir ve kimin ne yaptığı, nasıl olduğu haberi bu kişiden alınırdı. Bu arada köyde olup bitenleri de ya bu kişi geri döndüğünde veya herhangi biri gittiğinde taşırdı.

Otobüslerin şoförleri de mektup ve paket taşıyıcısı oldular, fakat bu çok daha sınırlıydı. Otobüs firmalarının bu taşıyıcılığı hala devam etmektedir. Gerçekte otobüsle gönderme PTT ile göndermeden çok daha hızlıdır; Aynı günde bir mektup veya paket gönderilir ve alınır.

Nasıl ki milli burjuva denen gruba dıştan gelen rekabet bu "millileri" devlet mekanizmasını kullanarak gümrük duvarları kurma gibi çeşitli tedbirleri getirmişse, köy egemenlik yapısı da dıştan gelen rekabete karşı kendince tedbirler getirmiştir. Bu tedbirler de (a) dıştan gelen değişime karşı direnişi, (b) kendi kontrolüne almaya çalışması, (c) dış güçle çıkar ortaklığına girişmesi (ağanın muhtar olması gibi) biçiminde olmuştur.

Türkiye’de 1960'ların ortalarına gelindiğinde, dünyada 1960'larda siyasal ve ekonomik hoşnutsuzluklar ve yeni-bağımsızlık mücadeleleri artmıştı. Kimi Türk insanı ve gençliği kendine ve ülkesine baktığında, bağımsız demokratik bir Türkiye Cumhuriyeti göremedi. Atatürk nutuklarda ve kitaplardaydı. Hatta Atatürk’ün gençliğe söylevi bile TRT'de yayınlanırken parazitle sabote edilmişti. Her egemen güç gibi, artan mücadele ve hoşnutsuzluklara karşı, Türkiye'de de egemen sistemi koruma gerekliliği zorunlu olarak fazlalaşmıştı.

1960'lar Demokrat Partisinin ordu tarafından yerinden edilmesi, ordunun resmi olarak siyasete girmesiyle de hem anti-emperyalist hem de "Türkiye’nin düzeni" soruşturmaları arttı. 1960'ın ortalarına gelindiğinde Türkiye’de üniversitelerde, idealist gençler birkaç yıl içinde devrim olacağı düşleri görmeye başladı. Umutlar ve çabalar gözü dönmüşlüğün katil tepkileriyle boğulmaya çalışıldı. Baskıcı engellenmişlikte, 1960'ların idealist umutları 1970'lerde örgütlü mücadele ve başkaldırılara dönüştü. 1980'lerde yeni-sömürgeciler ve ortakları aldıkları yoğun "koruma" ve "sindirme ve pasifleştirme" tedbirleriyle ülkeyi "her şeyin var olduğu" bir biçime dönüştürdüler. 1990'ların sindirilmişliğin barışının ve baş döndürücü enflasyonun (=baş döndürücü sömürünün) ortamında insanlar, yarınki ekmeklerini elde etmek için delicesine uğraş içine sokulmuşlardır.

En hızlı geçiş ve değişim kentsel alanlarda oldu: Kentsel alanlar yaşam tarzlarıyla, sömürgen batının siyasal, ekonomik ve eğlence kültürüne ve tüketici düşünce tarzına hızla adapte oldular. Kentlere toplanan ticari, finans, siyasal ve entelektüel burjuvazi İkinci Dünya Savaşından sonra, eskinin Fransız kültürel beğenisi yerine yeni emperyalist güç Amerikan kültürel ve ekonomik egemenliği beğenisine döndüler. Anadolu’nun söylediği ve dinlediği müzik (Arap etkisindeki dahil) büyük çoğunlukla Türk müziği olarak olarak kaldı. Kentin dinlediği müzik, Türk egemenliğinden hızla çıkarak yabancı egemenlik altına girdi. Radyonun, kitapların, mecmuaların ve gazetelerin sunumlarında yabancı klasik ve popüler ürünler kapladıkları yer ve zaman yoğunluğu bakımından hızla arttı. Radyo skeçleri ve devamı yarın akşamlar, yabancı ürünlerin Türkçeleştirilmiş biçimleriydi. Türk entelektüel ürünlerinin radyoya uygulanması yerine, dış dünyanın kültür ürünlerinin radyoya uygulanışı biçimleri TRT stüdyolarından (Ankara, İstanbul ve İzmir Radyolarından) Türkiye'ye yayınlandı.

Kağıt politikası ve reklam vererek basının desteklenmesi (kontrolü) farklı zamanlarda çeşitli şekiller almış ve sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Yasal düzenlemeler daima "çıkarlara" uygun bir biçimde uygulanmış veya uygulanmamıştır. Cumhuriyet Türkiye’sinde ilk basın yasası 1931'de gerçekleşti. Bu 1950'de yeni basın yasasıyla geliştirildi; 1952'de buna basında çalışanların haklarını güvence altına alan yasa eklendi. Türkiye’de Demokrat Parti (Hükümet) 13 Eylül 1950'de resmi ilanlarla ilgili ilk düzenlemeyi getirdi. Bunu takip eden on yıllık iktidar döneminde DP üç kararname daha yayınladı. Buna ek olarak 23 kasım 1957'de Ticari ilanların da Devlet Bakanlığı denetimde dağıtılmasını getirerek mutlak bir kontrol kurdu. 1950-1959 arasında Cumhuriyet, Milliyet ve Hürriyet toplam iki milyon liranın biraz üzerinde ilan ve reklam almıştır; CHP organı Ulus gazetesi 930 bin lira; Bunlara karşılık DP'nin organı Zafer ve Zafer Akşam Postası yedi milyon elde etmişti (Alemdar, 1988).

Parti gazetesi yanında özel gazeteler çıkmaya başlayınca, bu gazeteler Avrupa gazetecilik tarzını kopyelemeye başladılar. Fakat gazetelerin ve mecmuaların\dergilerin karakteri çoğunlukla fikir gazetesi biçimindeydi. Sansasyonel ve düşük seviyedeki Amerikan ve Avrupa tipi "modern" gazetecilik Yeni Sabah ve Hürriyet gazeteleriyle başlatıldı ve devam etti. Türk basını Türk milliyetçi eğitiminin katı bağnazlığını ve katı karşıtlığı taşıdı. Bu nedenle gazeteler siyasal gündem ve forum yeriydi. Cumhuriyet ve Akşam gazeteleri sol yelpazenin, Tercüman sağın ve Hürriyet de ticari ideolojinin ve ne olduğunu bilmeyenlerin gazetesiydi. Basın hem ideolojik mücadele verirken hem de ekonomik-ayakta kalma mücadelesi veriyordu.

Radyonun parti ve hükümet organı olmasını engellemek için, TRT 1961'de özerk bir kamu kuruluşu olarak yeniden yasal biçimlendirilmeyle korunma altına alındı. TRT, hangi yönetim altında ve zamanında olursa olsun, Batı kültürünün aktarıcısı olmaya daha yaygın olarak devam etmiştir. En "ilerici döneminde" bile, Batının kültürel emperyalizminin ürünlerinin sunumu asla yavaşlamamıştır.

Anadolu insanının kırsal alandaki yapı içindeki iletişim ilişkisinde yüz yüze sözlü iletişim hakimdi. Bu biçim hem aile içindeki hem de ağalık\şeyhlik ilişkilerinde aynıydı. Fakat sözlü iletişim erkeklerle erkekler ve kadınlarla kadınlar arasında eşitcil, simetrik bir karakter taşır. Fakat erkekle kadın, ağayla diğerleri arasındaki iletişimde simetriklik ortadan kalkar. Baba ile oğlu ve baba ile kızı arasındaki dikey ilişkiler de farklıdır. Oğullar genellikle kontrol konusunda babalara daha yakındır ve dikey ilişki korku, hürmet ve sevgiye dayanır. Babaların kızlarıyla ilişkisinin yoğunluğu azdır. Kız üzerinde ana egemenliği daha fazladır. Oğlan çocuklarının anneleriyle ilişkilerinde dikeylik çoğu kez kaybolur ve anneler erkek çocuklar tarafından pek dinlenmez. Kadınlar kendi aralarında toplanır ve erkekler kendi aralarında. Kadın ve erkeklerin grup halindeki beraberliği ancak günlük iş\yaşamlarını üretim faaliyetleri gerektirdiğinde olurdu. Orda bile iş bölümü kadınları hizmet seviyesine düşürür. Bu tabi Anadolu’nun her yerinde aynı karakter göstermez. Anadolu çeşitli kavimlerden ve geleneklerden oluşmuştur. Bu nedenle, kültürel ve sosyal iletişimde önemli çeşitlilikler gösterir. Bazı kavimlerde, erkeklerle kızlar ayrılmamıştır, hatta birlikte halay çeker ve oynarlar. Fakat kadınları İslâm dini pratiklerinin getirdiği kölelik rollerinden, eski Türk kavimlerinin özgürlükçü geleneğini sürdürerek, erkeğin birkaç adım gerisinden takip durumuna düşürülmediği Anadolu köyü\kavmi az bulunur.

Yüz yüze sözlü iletişimle egemen ve mücadele kültürlerinin aktarılması yazılı ve radyo-sözlü iletişimin başlamasıyla gerilemeye başladı. Ne yazılı basın, ne dil ve tarih coğrafya fakültesi, ne radyo kurumu profesyonelleri Cumhuriyetin kuruluşundan beri halkın arasına gidip halkın öykülerini ve kültürünü kaydedip iletme girişimine yeterince önem vermişlerdir. Onun yerine, batının "yüksek kültürünün" yapıtlarını, klasiklerini, tiyatrolarını, skeçlerini, devamı yarın akşamlarını ve müziğini getirmişlerdir. Kültürler arası mücadelede egemenlik egemenlik altındakinin unutulması, değersizleştirilmesi, utanç konusu yapılması, insanların onunla ilişkisini kesmesiyle sağlanır. Bu yolda, gözünü ve kalbini batıya çevirmiş resmi eğitim sistemi ve TRT Batıyı bize getirip bizi bizden etmede epey büyük rol oynadılar. Bu "yapma ve yeniden-yapma" sürecine 1960'in sonuna doğru televizyon eklendi. Televizyon "öykü anlatıcı" olarak sözlü Türk öykülerini Batının öykülerine değiştirilerek, yok edilmesine katıldı. 1990’larda, Atatürk ve Türk bayrağı ekranın küçük bir köşesinde sallanırken, ekranda Anadolu’nun arzusu, özlemi, sorunu, çabası ve dertleri iletilmemektedir. Anadolu halkı haberlerde katiller, karılarını dövenler, aşağılık insanlar ve gericiler olarak sunulmaktadır. Anadolu insanı hangi haberde "yaptığı iyi bir şeyle” gösterilmekte veya gazetelerin ön sayfasını kaplamakta? Anadolu’dan haberler, "çirkin ve kötü insanlar," cinayet, felaket ve rezalet haberleridir. Anadolu’nun üst zümresinden haberler ise "güzel insanların, eğlenceli, modalı, sodalı güzel yaşam" öyküleriyle; kapitalistlerin Anadolu’yu "kalkındıran" dış sermayeyle ortak olarak kurduğu fabrikaların açılış törenleriyle; gayri-meşru seksin yüceltildiği sporcuların özel hayat hikâyeleriyle; ve vurgun düzenindeki başarılı vurguncuların meşru ve gayri-meşru vurgunlarının sunumuyla doludur.

1980'e ulaşıldığında Amerika Türkiye’de 100'den fazla askeri ve istihbarat birimleri yerleştirdi. 1950'lerden beri Türkiye’deki Amerikan üsleri, Amerikan Orta Doğu politikalarının yürütülmesinde önemli rol oynadı. Lübnan’ın işgalinde İncirlik Üssü merkez noktaydı. 1970'de Kral Hüseyin'in binlerce Filistinli'yi "Kara Eylül" katliamına yardımda, Amerikan uçakları Adana'dan Amman’a malzeme taşıdılar. En son Körfez savaşında gene İncirlik Üssü önemli rol oynadı. İncirlik Üssündeki uçaklar nükleer füze hücumlarını yapacak kapasiteye sahiptir. Avrupa’daki Amerikan pilotlarının eğitim yeridir. Orta Doğu'ya ve Orta Doğu'dan uçuşlarda "petrol doldurma" yeridir. İskenderun ve Yumurtalık Üssleri Amerikan ve Nato güçleri için petrol, yağ ve yağlama deposu merkezleridir. Amerika, Türkiye içinde Sovyetleri ve Orta Doğu'yu izlemek, soğuk ve sıcak savaşta koordinasyonu, istihbaratı ve iletişimi sağlamak için yaygın bir Savunma İletişim Sistemi (SİS) kurmuştur. (Bugün internet olarak adlandırılan şebekelerin askeri alandaki bir örneği). Yamanlar istasyonu Türkiye’deki SİS'leri Yunanistan’daki SİS istasyonlarına bağlar; Yamanlar, Karamürsel, Yalova ve Avrupa yakasındaki terminallere (istasyonlara) bağlıdır. Elmadağ’ı Samsun'a ve Karataş terminaline; Karataş Malatya'ya, Malatya Diyarbakır terminaline bağlanır; Diyarbakır Savunma Uydu İletişim Sistemi için "dünya terminaline" sahiptir; Bu terminal ve uydu iletişimi aracıyla Amerika'nın New Jersey eyaletindeki Lakehurst Naval Air Station'la iletişimdedir. Bunların dışında 40’dan fazla büyük küçük Amerikan ve Nato iletişim istasyonları Türkiye’nin çeşitli bölgesine yayılmıştır (Kondrad, 1984). Bu daha 1980'in başında olan durumdur. 1980'lerden sonraki gelişmelerle Amerikanın Türkiye toprakları üzerinde kurduğu yerel ve uydulu iletişim "savunma ağı" elbette oldukça mükemmelleşmiştir.

Yayın

Kitle iletişimi, kamu politikası "kamu servisi" ideolojisiyle çerçevelenir. Kamu servisi anlayışı kitle iletişimini ticari değil kültür ajanı olarak görür ve milli amaçları geçekleştirmek için araç olarak görülür. Bu amaç, Türkiye’de Cumhuriyetten beri Türkiye’yi "modernleştirme, çağdaşlaştırma, kalkındırma ve demokratlaştırma" gibi ulusal politikalar içine girer. Bu nedenle, Cumhuriyetin kuruluşundan sonra radyo olarak başlayan ve sonradan TRT olarak adlandırılan yayın hizmeti kamu hizmeti kurumu olarak biçimlendirilmişti.



1927'de radyo yayıncılığı Telsiz Telefon Türk Anonim Şirketiyle başlatıldı ve 1936'ya kadar yürütüldü. Devlet tekelinde başladı. CHP yönetiminde sürdürülen devlet politikasının ileticisi oldu. Çok partili dönemle ve DP'nin hükümetiyle radyo devlet organı olmadan çıkıp hükümet partisinin organı oldu. 1961 Anayasasında, radyo yayınına hükümetin kullanımını kaldırmak amaçlı özerklik getirildi. Onun yerine genel devlet politikası görevi verildi. Fakat özel partilerin özel çıkarları için kullanma çabaları ve tartışmaları zaman zaman ateşli bir şekilde sürdü.

Türk Anayasası’nın 133. maddesine göre "radyo ve televizyon istasyonları ancak devlet eliyle kurulur ve idareleri tarafsız bir kamu tüzel kişiliği halinde düzenlenir." 2954 sayılı TRT Kurumu yasasıyla devletin yayın teklini yürütme işi TRT'ye verilmiştir.

TRT'nin kendi yapısında ve program politikasında da 1980'lerde önemli değişiklikler olmuştur: 1982'de devletin TRT üzerindeki denetimini pekiştiren bir yasa çıkartıldı. TV teknolojisi yenilenerek yayın kapasitesi genişletildi, yayın saatleri artırıldı, yayının yetiştiği kitle tekniksel, olarak % 98'e çıkartıldı. TRT bu tekniksel büyümeyi programcılık alanına yansıtarak, bürokratik yapısında üreticiliğe geçme yerine, geleneksel Amerikan kültür emperyalizminin yayıcılığını yapmayı yaygınlaştırdı. Bu arada, bürokratik yozlaşmanın göstergelerinden biri olan yeni bir program politikası başlatıldı: Özel teşebbüsle anlaşmalarla\sözleşmelerle dışarıdan program alma işine girişti. Böylece TRT'nin kendi gelişmesi belli güçlerin kişisel çıkarları için kösteklendi. Bu kurum dışı programlar 1985'de 1 iken her yıl tırmanarak 1991'de 66'ya yükseldi. 1985’ deki program için 33,5 milyon lira ödenmişti; 1991'deki ödeme 44,5 milyar liraydı (Alemdar ve Kaya, 1993:43). Böylece, Türkiye'de 1980'lerde TRT'nin tekelindeki kamu servisi politikası uygulaması, uluslararası ve ortaklarının eline geçme süreci başladı. Bu oluşumlar sırasında, Türkiye’de 1980'lerle birlikte, diğer sektörlerden çok daha fazla iletişim sektöründe yatırımlar yapılmaya başlandı: 1980'de 1,2 milyon telefon hattı, 1990'da 7,2 milyona çıkmıştır. Teleks abone sayısı aynı yıllarda 6344'den 22500'e yükselmiştir. (Alemdar ve Kaya, 1993:34). Ardından Özel radyolar ve televizyonlar da bu artışa katılmışlardır. Özel teşebbüsün kendi ticari ve ideolojik çıkar politikası, bu değişim sürecinde izleyicilerin\dinleyicilerin özgür istemlerine ve gereksinmelerine cevap verme olarak sunuldu. 1990’ın ortasına gelindiğinde, özel teşebbüsün ticari politikası iletişimde halkın iletişim özgürlüğü politikası kılıfına\giysisine büründü. Özel teşebbüs, TRT'nin kamu hizmetini gerçekte verip vermediği ve hatta Amerikan kültürünün Türkiye’ye taşıyıcısı olup olmadığı, Türk kültürünün gelişmesine ve Batı kültürü karşısında "geleneksel ve geri" görülmesine katkıda bulunup bulunmadığı üzerinde durmamaktadır. Duramaz, içerik analizi yapamaz, çünkü özel teşebbüsün getirdiği, Batının kültürel çöplüğüdür. Konu, iletişim politikası ve bu politikanın kim tarafından ne amaçla belirlendiğidir. Kamu politikası ulusal bir politikanın, teoride, kişisel veya bir grubun çıkarlarına hizmet ötesinde yapılması ve uygulanması olarak nitelenir. TRT'nin ta başından kendi yayınlarında ve beşinci yıl planlarında belirtilen ulusal politikalarıyla, uyguladığı politikalar arasında "emperyalizme hizmet" farkı vardır.

Ajans


Türk iletişim tarihinde Anadolu Ajansı önemli bir yer kaplar. Ajans 1925'de yeniden biçimlendirilerek özerk bir devlet organı statüsü verildi. Ajans'a yeni Türk devletinin ideolojik propaganda, haber toplama ve yayma işi yüklendi. Ajansın haber toplaması, kendi olanaklarıyla haber toplaması, mali kaynakların darlığı nedeniyle sınırlı kalmış ve yavaş gelişmiştir. Türkiye içine sınırlı kalmıştır. 1980'lerden sonra çıkan özel ajanslar da büyüme olanağını elde edecek bir ekonomik ve haber toplama serbestliği olanağına sahip değildirler. Alemdar (1980) Anadolu ajansının gelişim tarihini detaylı bir biçimde incelemiştir.

Türkiye gibi ülkelerde yerel ve ulusal haber ajanslarının bodur kalmalarının en önde gelen bir nedeni de 150 yıla yakın bir tecrübe ve güç tarihi olan eski-kolonici ve yeni-emperyalist uluslararası ajansların dünyayı bölüşmeleri ve kurdukları egemenlikten de kaynaklanmaktadır. (Erdoğan, 1995).

Basın

Türk basın hayatı, özellikle 1950'lerden sonra, Türkiye’deki siyasal çeşitliliğin, canlılığın ve değişimlerin yansıtıcı oldu. Türkiye’nin kapitalist dünya pazarına bütünleşmesinin yaygınlaşmasının arttığı 1980'lerin sonuna kadar, özellikle 1960 ve yetmişlerde Türk gazeteciliği toplumsal sorunlara siyasal ve ekonomik çareler bulma çatışmalarının verildiği bir alandı. En sağdan en sola kadar geniş bir yelpaze içinde sadece günlük gazeteler değil, haftalık ve aylık dergiler, broşürler yaygın bir şekilde okunuyordu. Kitap basımı aynı şekilde siyasal ve ekonomik arayışın ve tartışmaların yansıdığı bir alan oldu.



1980'lerde, iletişimde, özelleştirme ve uluslararasılaşmayla birlikte, ideolojinin bitişi, ideolojisizlik, direk siyasal anlatımdan uzaktalık ve tüketim mallarına ve tüketime saldırı teşviki yoluyla sürdürdüğü yeni-ideolojik yaklaşım egemen olmaya başladı. Basın geleneksel olarak kapitalist ideolojiyi direk fikir çatışmasıyla sunuyordu; Şimdi bu ideolojiyi kaşık, tas, tava, otomobil, ve seks vaatleriyle satmaktadır. BEN ve BEN'in fiziksel ihtiyaçları ve bunların tatminiyle toplumda övünülecek ve kıskanılacak bir yer kazanması için çalışma ve tüketme, toplumla yaşayan insan yerine toplumda yaşayan ve her fırsatta toplumdan bir şey kopararak köşeyi dönme peşindeki hasta insan, egemen insan tipi oldu. Basın bu tipi teşvik ederek, kendini ve kendini besleyenleri zenginletme girişiminde birbiriyle yarışa girdi. Bu ortam toplumla olma fikrinin ve dolayısıyla fikir basınının ortadan kaldırıldığı, kaldırılmaya zorlandığı bir ortamdır.

Ayakta kalan birkaç fikir gazeteleri 1990'lara ölüm kalım savaşıyla girdiler. Burjuva demokratik ideallerin en gelişmiş biçiminin savunucusu Cumhuriyet gazetesi her an hayatta kalma mücadelesi vermektedir. Bu mücadeleyi gittikçe güçlenen Refah Partisinin temsil ettiği siyasal ideoloji ve ona karşı burjuva demokratik değerleri koruma uğraşı içinde, onunla birlikte değerlendirirsek, sadece fikri basınının değil, sadece fikir özgürlüğünün değil, Türkiye’de Atatürk Cumhuriyeti denen sistemin tehlikede olduğunu görürüz.

1990'larda, sol basını da içeren çoğulculuk ortadan kalkmış, günlük basma olanakları yitirilmiş, ve yasayabilen birkaç sol\alernatif basın haftalık veya aylık yayına (örneğin Bilim ve Ütopya ve Aydınlık gibi) indirilmiştir.

1993 'de 11 günlük gazete vardı ve tiraj toplamı 3,8 milyondu. 60 milyon nüfus içinde 15 kişiye bir gazete düşmektedir. Anadolu’nun hemen her kentinde bugün yerel basın vardır. Bunların okunurluluk ve tercih nedenleri araştırma ister. Yerel televizyonlar gibi bunların da seyredilirliği araştırılmalıdır.

Magazin ve mecmua

Gazete bayilerine göz attığımızda, magazin\mecmua dünyasının oldukça zengin olduğunu görürüz. Bunların hemen hepsinin seks ve moda-tüketim endüstrilerinin ticaretini yaptığını görürüz. Çocuk mecmualarında, yeni-sömürgeciliğe geçiş zamanında bizim okuduğumuz ve açıkça Amerikan hayranlığını aşılayan ve Amerikan tarihini çarpıtılmış biçimde sunan Kinova, Texas, Tom Miks, Bil Kid, Kid Carson çocuk dergileri, sahte de olsa insanlar arasındaki ilişkilere dayanıyordu. Bu sunum dönüşüme uğrayarak, yeni dergilerle bizim babalarımızın zamanındaki sözlü kültürün anlattığı korkulu cin ve peri masallarındakine taş çıkartacak kadar hayal-kurgu dünyasına döndü: Bu hayal kurgu dünyası babalarımızınkinden farklı olarak şiddet, kan ve dehşetle dolu bir dünyadır. Bu dünyanın kahramanlarının bütün vahşeti kapitalist düzenin hayallere aktarılmış ideallerini ve sistemini koruma çabasıdır. Kurgu-hayal dünyasının çocuk ürünlerinden erginler için olanlarına kadar hepsinde metafizik güçlerle ve yaratıklarla ve hayali ileri teknoloji ve teknolojik düzenlerle sunulan öykülerdeki çatışmalar ve çözümlerde kötüler daima mülkiyet haklarını çiğneyerek "köşeyi dönmeye" çalışanlardır. İyiler ise, mülkiyet haklarının ihlaliyle bozulan düzeni bu hakların üstünlüğünün yeniden sağlanmasında "kahraman" araç olanlardır. Magazin dünyasındaki bu egemenlik, kaçınılmaz olarak kitap dünyasında popüler kurgu-dehşet, kurgu-seks ve gerçek-zengin ile ilgili çevirilerin egemenliğine doğru gider. Bu arada köy okullarında "kütüphanenin" ne olduğunu bilmeyen çocuklara öğretmenleri iki kere ikinin dört olduğunu anlatırlar. Hangi iki, hangi dört; Neyin ikisi ve neyin dördü; Kimin ikisi ve kimin dördü? havadaki dörtle benim ilişkim ancak havada kalır.

Kitap

Kitap basımında yönelim de basındaki gibi fikirden hayal ve kurguya doğrudur. Az sayıda basıldığı halde, kitapçılarda 1960'lar ve yetmişlerde toplumsal gerçeklerin sunulduğu kitaplar ön plandaydı. 1990'larda her kitapçıda Stephen King gibi Batının kapitalist kurgu-uyduruları ve doğunun bireyci kendine dönüş ve kendi ihtiyaçlarını kaçışla, kendini verme ve adamayla arayan seks ve sofuluk tatminin (Sidharta gibi) çeviri kitapları best-seller köşesini doldurmaktadır.



Kitap basımı çok ender, küçük bir seviyede kaldı. Kitap okuma alışkanlığı Türkiye'de ne ciddi ne de boş vakit geçirme aracı olarak önemli bir yer kaplar. Alemdar ve Kaya’nın (1993:39) verdiği istatistikler bu gerçeği oldukça vurgulamaktadır: 1928 ile 1980 arasında basılan kitap sayısı 195000 civarındadır. 1980'de 4138 kitap basılmıştır, bu 1984'de 7224'e çıkmıştır. Vücutla ve paketlenmiş-hazır eğlence ile ilgili "tüketim-kalkınması" yönündeki teşvikli gelişmenin ve özel teşebbüsün özgürlüklerinin yaygınlaştığı 1980'lerde, zaman ve dikkat verip okumaya dayanan kitap-basımı endüstrisi yeterince teşvik görmedi. 1995 yaz ayında, Kayseri'nin 15000 kadar nüfuslu Bünyan kazasında kütüphaneciyle yaptığım konuşmada, bir yıl içinde tek bir kişinin bile kitap okumadığını, kasabanın üç lisesinden öğrencilerin sadece görev verildiklerinde kitap okuduğunu, onun dışında sadece birkaç tanesinin dışında hiç bir öğrencinin kitap okumadığını belirtmiştir. Okumaya meraklı olanların da daha çok kızlar olduğunu belirtmiştir. Okuma için neden kampanya açmıyorsunuz, neden teşvikler yapmıyorsunuz diye sorduğumda, teşvik ve kampanyanın yapılmaması politikasının uygulandığını belirtmiştir. Türkiye’de okuma arzusu resmi olarak baltalanıyor mu?

Film\sinema

Türk film endüstrisinden bahsetmek gerekir: Türk sineması Yeşilçam adı altında hayata atıldı. Yeşilçam doğuşundan itibaren küçük Hollywood olma sevdasındaydı. Yıldızlarını bile Hollywood’un yıldızlarına benzer kişiler olarak seçmeye çalıştı. Yeşilçam’da ve dışında elbette mücadeleci film girişimleri oldu, fakat sürekliliğini, özellikle Amerikan film pazarının baskısı altında devam ettiremedi. Yeşilçam yeşerir yeşermez kurutuldu ve özellikle Amerikan filmlerinin kendisinin aktarılması ve içeriğinin taklidîni yaparak çelik çomak oynamaya başladı. Türk film sanatı dış kültürel saldırı ve içteki işbirlikçiler sayesinde Anadolu kültür yaşamının tercümanı, yansıtıcısı ve eleştiricisi olma olanaklarını kazanamadı.

Bırakın medyanın kendisini, iletişim okullarında bile gençler egemenin iletişim dünyasına hazırlanırken, Türk kültürü üzerine çökertilen dış egemenlikte, elbette, bir Dede Korkut, Köroğlu, Çakırcalı Mehmet Efe gibi sözlü geleneğin ve diğer direniş destanları önemini yitirir. Önemini bulduklarında da siyasal gericiliğin hortlatılışında araç olarak kullanılarak yeniden-yorumlanır ve tarihsel anlamlarını kaybederler. Ya da Turizm endüstrisinde yaşayan kültür (insan dahil) hayvanat bahçesindeki hayvan gibi başkalarının egzotik\eğlence zevkini sömüren sermaye tarafından ticari amaçla kullanılır. Televizyon da aynı biçimde bir sergileme yapar. Ayrıca, Yunus Emre din tüccarlarının medya propagandası olur.

Egemen ticari-ideoloji açısından, üniversitelerde kitle iletişiminin mekaniğini öğrenmek çok daha gerçekçi ve faydalıdır. Direnişin iletişimini öğrenmek, iletişimi ve tarihi insan ilişkilerinin özelliklerine göre anlamaya çalışmak, hayat için hazırlanan (daha doğrusu egemen iş dünyası için hazırlanan) gençlik için herhangi bir materyal faydası olmadığı gibi zararlı sonuçlar da doğurabilir.


Yüklə 0,64 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   14




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin