Konuşmaci : Ortak basın bildirisini sizlere sunuyorum


PROF. DR. KORKMAZ ALEMDAR



Yüklə 207,76 Kb.
səhifə2/4
tarix28.10.2017
ölçüsü207,76 Kb.
#19221
1   2   3   4

PROF. DR. KORKMAZ ALEMDAR : O kadar çok örnek konulandı ki medya ve kadın konusunda ve bunlarda. Bu arada Sayın Başkan, stajyerler kaçıyor. Bu masanın etrafında yer alan konuşmacılar konuya uygun olarak kaçınılmaz bir biçimde ve çok yerinde olarak örnekleri de sergileyecekler ve bu örneklerle ortaya çıkan tabloda tahmin edeceğiniz gibi olumlu sonuça çünkü iyi örnek çok nadir. Ben arada sırada bir bir konuşmacının sözü öbürüne geçilirken biraz bağlantıyı yada vurguyu toplumsal gelişmeye yapmak istiyorum çünkü eğer bunu da gözden kaçırırsak bugün çok meraklısı olduğumuz ele aldığı her konu hakkında saatlerce, günlerce konuşup nefes tükettiğimiz bu kitle iletişim araçlarının çalışma biçimi konusunda dikkatlerimizi dağıtabiliriz, örnekler üzerindeyiz. Size söylemem gereken birinci nokta, bugün ne kadar şikayet edersek edelim, ulaştığımız nokta oldukça geçmişe göre daha iyi anlamdadır. Ne anlamda iyi anlamdadır? Osmanlı imparatorluğu, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında bir kadının gazeteci olabilmesi için ya babasının patron olması gerekiyordu yada kocasının yazı işleri müdürü olması yada çok nadir bir biçimde seçkin bir ailenin biraz laf söz dinlemeyen, hırçın ama yazarlık yeteneğini ön plana çıkarmak isteyen bir çocuğu olması gerekir. Bu özellik uzun süre devam etti. Bunun en iyi örneği Nazlı Ilıcak Hanımefendidir. Nazlı Ilıcak Hanımefendi seçkin eğitiminden sonra yaptığı izdivaçla gazetecilik kimliğini öğrenmemize fırsat vermiştir. O Beyefendi aramızdan ayrılınca da bu özelliğini maalesef biraz geri plana gittiğini görüyoruz. Peki, bizde kadın gazeteciler ne zaman arttı? Özel bir politikamı güttük? Hayır, tuhaf bir şekilde 1980’den sonra arttı. İletişim fakültelerinin sayısı arttı, mezunların sayısı arttı ve iş gücü olarak daha doğrusu özel bir şey yapılmadan bu insanlar kendilerine iş aradılar ve Fikret İlkiz’in söylediği bir takım işleri yapmaya aday oldular her toplumda ve bunu gerçekleştiler. Bugün tablo aşağı yukarı budur, kadın gazetecisi sayısı giderek artmaktadır. Bunların sektörün değişik kademelerinde yerler konusunda eleştiri vardır. Genel yayın yönetmeni değildirler, bir tane denendi, pek başarılı olmadı fakat bütün bunları düşünürken kadın konusunda vurgu yapmak önemli, doğru fakat birde bazen bulunduğunuz toplum, o toplumun çalışma biçimi, o toplumun haber toplamadaki gereksinimlerinin gerçekleştirme koşullarının da dikkate almak zorundasınız. Bir genel müdür hatırlıyorum, bu iletişim kurumlarından birinde görevliyken çok içtenlikle hiçbir özel karşılığı olmamasına rağmen kadın gazetecilerle sorunlar yaşadığımız oluyordu, buna ait biz şimdi kızabiliriz ama bütün bunları dikkate almak zorundayız. Eğer kendi kafamızdan daha sağlıklı bir sonuç yaratmak istiyorsak. Çünkü hanım gazeteciler evleniyorlar, erkek evlenmiyor mu? Evleniyor ama hamile kalıyorlar, çocuk büyütüyorlar saat 17’te de işlerini bırakıp gitmek istiyorlar. Dolayısıyla hukukçularla konuştuğum için mesleğin bazı dikkate alınması gereken noktalarını göz ardı ederek de sadece kadına verilen değer ve onun sömürü biçiminde ortaya çıkan yapısıyla da konuyu sağlıklı bir şekilde ne yapamayız, tartışamayız. Peki, bu demek istediğim nedir? Yani mevcut yapı sağlıklımıdır? Yoo, sadece bundan sonra bir hanım konuşmacıya söz vereceğim, ona buna benzer yada bununla ilgili başka eleştiri konuları var mıdır? Yok mudur? Söylesin diye. Şimdi söz Nuran Bayer’de sol tarafımda, TRT yapımcısı popüler anlamda özel televizyonların örneklerinden şikayet edecektir. Çünkü TRT ilk defa “Hanımlar Sizin İçin” programını yaptığı vakit, o bile akademisyenler tarafından eleştirilmiştir, hala konuşuyorlar. Buyurun Nuran Hanım,
NURAN BAYER : Teşekkür ederim. Aslında benim anlatacağım konuya çok güzel bir alan açtınız, sürekli hanım hanım deyice kanım kaynamaya başlamıştı zaten. Ben daha çok konuşmamda zaten kurumsal cinsiyetin yarattığı şeylerden söz edeceğim, medyada onlardan biri, onun için medyada ki örnekleri günlerce anlatabiliriz, yani sizler hepinizde izliyorsunuz ama onlara biraz şöyle altını kazıyarak bakmak gerekir. Bugün mesela birlikte bir şeyin altını kazıyalım sizinle. Ben 2000 yılında bir program yapmıştım, sevgili.. Erdoğan’la birlikte sunduğumuz, “Aynanın İki Yüzü” diye. Buda kadın ve erkeğin rol modellerinin irdelendiği, tartışıldığı bir programdı. Onlardan bir tanesi de, bir çok başlıkları alıyoruz, ceza yasalarını ele aldığımız bir programdı. O zaman daha Türkiye’de ceza yasaları üzerine yapılan bu yoğun tartışmalar başlamamıştı. Tabii iyi programcı olmanın getirdiği ve birazda mükemmeliyetçi olmanın, ben ceza yasasını elime aldığımda hatmetmeye çalışıyorum. Yani ne haddime hukuk konusunda o ağır dille yazılmış şey ama hiç değilse belli şeyleri kaldırayım ki ilerde çok iyi hukukçular var yani Ordinaryüs Profesör, rahmetli .... vardı programımızda. Girişte tanımlamalar vardır. Şimdi işte o gözle bakmak böyle bir şey onu anlatmak istiyorum size. Normalde okur ve geçeriz, farkına varmayız, dilin ve bir çok şeyin. O sayfayı okurken hukukçular varken böyle bir şeyi konuşmak çok zor ama tanımlar vardır, Ceza Yasasının ilk sayfasında, değiştirilmeyenlerden bahsediyorum daha önceki, orada belli şeyleri tanımlar önce. Çünkü daha sonra onlara gönderme yapacak cezaları, o tanımlar üzerine oturtacak Yasadaki. İşte ateşli silahlar der, tanımlar, top der tanımlar, orada iki kelime daha vardı orada, Kadın tanımı ve kız tanımı. Ceza Yasasının, cins sayfası. Biz programda bunu çok değerli hukukçularımızla tartıştık, sorduk ve orada bize hep kadın ve kız tanımının da ayrılmasının olmasını kadınları korumak adına olduğunu, bunu bizim algılayamayacağımızı, aldığımız Fransız yasalarının da böyle ön gördüğünü söyleyerek, çok büyük laflar ettiler. Tabii biz işin sonunu bırakmadık. Sonunda bunun anlamsızlığı üzerine derken bir sona erildi. Sonra diğer maddelere bakıldığında ve Ceza Yasasının tartışıldığını gördüğünüz zaman bir şeyi anlıyorsunuz ki, aslında bu kavramlar çok önemli. Çünkü yasanın içerisinde cezaların oranları bile bu iki kavram üzerine oturtulmuştur. Kız ve kadın. Kızda ceza nasıl olur? Kadınsa ceza nasıl olur? Belki de evlenmemişse, bekareti bozulmamışsa onu kaçırırsanız cezası nedir? Hakim ona farklı verecek, öbür türlü ise, kadınların çok önemli olduğunu görüyorsunuz. Hayatınızda çok önemli olduğunu görüyorsunuz. Aslında tabii biliyorum ki hiçbir art niyet olmadan, bir ağız alışkanlığıyla hanım denir. Aslında hanım diye hitaba gerek yok. Kadın ve erkek var. Hanım şöyle bir şey, hanım hanımcık olmaktan gelen bir hanımlık var. Buradaki hanımlığı tanımlar. Bu aslında üretile üretile, hanım yerine hitap ettiğiniz zaman hanım formatına yakışır bir hanım olduğunu aklınıza getirebilirsiniz. Böyle bir şey, böyle gider. Sonra… yok diye düşünürken, çok önceden okuduğum bir şey geldi, hanımlara ben bayağı ciddi takmışım ki ben okuyorum. Türk Dil Kurumu Sözlüğünü açıp hiç kadın ve erkek tanımını okuyan var mı aranızda ? Okumuştum daha doğrusu. Sonra bugün bunları size bahsetmeden önce dedim ki, ben galiba Türk DİL Kurumu’nun sözlüğü çok eski okuduğum kitapta çok önceki yıllarda basılmıştır. Herhalde yani……….var………var. Türk Dili Kurumu da herhalde bunu değiştirmiştir. Ama yinede emin olamadım. Gelmeden önce hatta size yazmıştım, okuyacaktım burada internetten giripte, o son değişikliklerde acaba bir değişiklik var mı diye bakayım dedim. Değişiklik derken, atasözü ve deyimleri ele aldım. Ama bunu okumama lütfen izin verin. Hayatınız kurgulandığını kadınlar ve erkekler için daha iyi anlayacaksınız. Önce kadını okuyorum. Birinci anlamı, iki cinsten ilişkili insan, erkek veya adam karşılığı. Altlarında da A.Ş* Hisar’dan bir cümle yer alıyor, yanlarında kendileri ile ahbaplık edecek dostlar, hizmetlerine koşacak kadınlar ve erkekler demek isterler. Örnek bir cümle vermiş. İkinci anlamı “evlenmiş kız”, üçüncü anlamı “eskimiş bayan”, yine bir, tırnak içerisinde, bunu açıklamak adına bir cümle verilmiş, “mutlu kadın toplantıyı yüreklendirmek için herkesin kendine bazı şeyler sormasını teklif ediyordu”. Dördüncü anlamı sıfat olarak kullanılıyor, “Analık veya ev yönetimi bakımından gereken erdemleri olan.”. Beşinci anlamı mecaz, hizmetçi,*. Şeyleri karıştırmadan hemen size erkeği okuyayım ki karşılaştırma şansımız olsun; birinci anlamı, “insan, hayvan ve bitkilerin, dişiyi dölleyecek cinsten olanı”. İkinci anlamı biyoloji, “sperm oluşturan organizma”. Üçüncü anlamı, “yetişkin adam, kadın karşıtı.”, yine tırnak içinde Kaygılı’dan bir cümle, “erkekler gelince buraya, kadınlar işte böyle kaçar.” Örnek cümlemiz bu. Dördüncü anlamı, “koca”. Beşinci anlamı, sıfat ve mecazla birleştirmişler, ayırmamışlar, “sözüne güvenilir, mert.”. Altıncı anlamı yine bir sıfat, “girintili ve çıkıntılı olmak üzere bir oluşturan nesnelerden, çıkıntılı olanı.” Erkeğe yazmışlar. Birazdan dişiyi açıklayacağız. Birinci anlamı yine bir sıfat, “sert, kolay olmayan”. Biraz önce ise sözlükte, parantez içinde bir açıklama var, madenler için kullanılıyor şey var açıklama var ama burada onu da tanımlamışlar. Şimdi atasözü, deyimle birleşik fiiller diye de örnekler veriliyorlar. Kadın için verilen örnekte, “kadının fendi erkeği yendi.” Pardon, evet, bunlar deyim ve atasözleri. “Kadının yüzünün karası, erkeğin elinin kınası.” Ve kadın olmak. Şimdi erkek için karşılığında verilen atasözü ve deyimler neler, “erkek Fatma” veya “erkek gibi”, “erkek olma”. Sonra birleşik sözlere geliyoruz. Birleşik sözler erkeklerde çok az ve bunlarda hep erkek, anahtar erkek, erkeğe erkek, terzisi erkek, demir erkek, bakır erkek, erkek hamamı gibi birleşik sözler. Kadınların birleşik sözlerine bakıyoruz. Kadın ana, kadın avcısı, kadın kadına, gündelikçi kadın, Ayşe kadın, kötü kadın, bilim kadını, ev kadını, temizlikçi kadın, yazıcı kadın, hayat kadını, sokak kadını. Birde dişi kadını var artık onu size okumayacağım. Burada gördüğünüz gibi kadın ve erkeği birleştiren iki nokta döllenmedir konusunda, bunu okusaydım. Bunu size niye okudum? Bu çok önemli, farkında olmadan yerleştirdiğiniz şeyler, yani Türk Dil Kurumu sözlüğü çok önemli, herkesin başvurduğu ve bütün formatların üzerine oturtulduğu bir kaynak, bilmediğimiz şeyleri buluyor. Şimdi düşünün genç öğrencileri, Türk Dil Kurumu sözlüğünü açtılar, onlara ödevler verilir. Atasözleri, deyimler. Hemen bir deyim bulalım diye karşılığından açtılar ve baktılar buraya. Hemen kadın için sözler buldular. Bunlar kitaplarda yer aldı, akıllarda yer aldı, gazetelerde yer aldı. Yerleşti, yerleşti, yerleşti ve toplumun bize biçtiği kadın rollerine kadar uzandı, gitti. Şimdi biraz önce brifing yapmak lazım dedim ya, birazda ondan bahsedeceğim. Yani temele inersek aslında bugün oluşan şeylerin değişimini nasıl yaparız, medyayı nasıl değiştirirsizi belki değiştirebilirsek, gücümüz yeterseyi görmek adına bunları söylüyorum……..bende aslında bunu çok eskiden öğrendim ama tarihsel bakımdan bakıldığı zaman, söylemler, her şey kadının ve erkeğin bugün ki konumunu belirleyen şeyler aslında. Kadın ve erkek varoluşuna ilişkin bilgiler bırakmışızdır. Yada bahsettiğimiz Girit...yani nasıl bir ilişkisi var medyayla, biraz sonra göreceğiz. Şimdi Girit, başka bir örnek bize aslında birde Ortaçağda yer alır. Bu öğreti de aslında Musevi adetlerinde var olarak meydana gelmektedir. Bensara*…aynı zamanda orada kadın ve erkeğin yaratılışına ait kadının yaratılması ile ilgili olarak bilinir. Tanrının ilk yarattığı kadın Havva, Adem ile aynı maddeden yaratılıyor. Bu aynı madde………….eşitlik talep eder. Onunla aynı düzeyde (toplantı salonunda hareketlilikler)………Girit,………bu düzene Adem’i terk eder. Adem, şikayet eder. Tanrı Adem’e üç tane melek yollar. Girit, bu meleklerden kurtulmak için onlara bir yalan söyler. Bu yalanda şöyle, onları korkutmak için kendisinin dünyaya çocuklara hastalık vermek için gönderildiğini ve ancak eğer onu bırakırlar ve üç melekten birinin adını yazan bir nazarlık, çocukların başı üzerine asılırsa, bu tehlikeden kurtulacağını söylüyor. Bunun üzerine bırakıyorlar. Bu söylenti o zamandan gelir. Çocuklarımızı nazardan ve kötü gözlerden korumak için bir iyiliktir. Girit’ten korumak için başına böyle bir şey asmalısınız, bu biraz önce bahsettiğim ** alfabesinin Musevilerin öğretilerinden gelen bir şeydi. Şimdi kadın tabiri hep böyle sarkaçlar halinde dönüşmüştür. Bir tarafta Adem’le Havva, bir tarafta Girit öyküsü. Yani bir tarafta isyan eden, olduğu konumu kabullenmeyen bir kadın, öbür tarafta, ondan sonra çünkü tanrı Havva’yı gönderiyor ama Havva’yı bir kadın olarak göndermiyor, bir eş olarak karı olarak gönderiyor. İşte belki birçok kadın bu eşlik, Giritlik* arasında gidip geliyoruz. Artık bizim nesilde bunu çok yaşayan bir kuşak oldu. Şimdi size aslında biraz önce çok hoş bir şey öğrendim, bunu bilmiyordum ve bir kez daha onurlandım. Benim geçen yıllarda yaptığım, yani bir dönem önce yaptığım belgesel, “Sesimi Duy” adlı bir kadın belgeseliydi, 2004 Sedat Simavi Ödülünü aldı. Kadın duyarlılığı ve sosyal açıdan araştırmacı bir belgesel olduğu için aldık bu ödülü. Sedat Simavi’nin, teşekkür ediyorum bu arada ilk kadın filmini yapan olduğunu duymakta beni çok onurlandırdı. Bu arada** kadın programının yapımcısıyım ben aynı zamanda, kadın sorunlarının. Şimdi bizi kullanarak anlatılır medyada onun farklılandığı. Belki geçen günlerde dikkatinizi çekmiştir, bir haber vardı. Hürriyet Gazetesinin en üstünde,“sığınma evinde fuhuş operasyonu” diye. Bu haberin çok ciddi bir araştırmacı gazeteci yazmış ve yapmış. Türkiye’nin önde gelen ve o nedenle de çok ödül verilen bir gazeteci yapmış. Belki bunda ne var diyeceksiniz ama çok şey var. Bir sığınma evinin adının böyle geçmesi ki, bu sığınma evinin adını birazdan size açıklayacağım. Bu sığınma evi değil, başka bir yer. Orada madde bağımlıları için sağlıklama yapılan bir yer aslında. Ama sığınma evinin kadınların hayatında ne kadar önemli bir yer olduğunu yansıyan bir medyadan söz ediyoruz. Sığınma evi için yıllarca benimde arasında olduğum, Kadın Dayanışma Vakfı, ilk bağımsız sığınma evini açan vakıf, sığınma evi kavramını olması gerekliliğini, oranın varlığının burada örtüştürülmeye çalışıldığı bir işlevde olmadığını anlatmak için yıllarını verdi. Gördüğünüz gibi bir sürmanşet, burada yok edildi bu çok çirkin bir şey. Bu çirkinliği anlamanız için size belgeselimden, izninizle küçük bir yeri Sayın Başkanım izin verirse göstermek istiyorum. Kadınların, yani gerçeklik denen şeyin bize nasıl kurgulandığını ama bu kadınların şiddeti ve onları intihara götüren şiddeti nasıl yaşadıklarını benim belgeselimden, küçük bir bölümle gösterelim istiyorum. Biraz önce arkadaşımız herhalde bağlandı,oradan itibaren, sessiz bir anlamı olmayacak çünkü oradaki kadın gerçekliklerini duymanızı istiyorum.
TRT YAYINI- BELGESELDEN BİR BÖLÜM SUNUMU
NURAN BAYER : Biraz başa alıp, tekrar, ses yok, gelmiyor bu arada. Aktarılamıyor mu, o zaman izleyemeyeceğiz. Sessiz bir anlamı olmayacak çünkü gerçek seslerini duymanızı istemiştim.Görüntüler değil aslında burada, çünkü orada biliyorsunuz Batman’da kadın intiharları olmuştu ve bir çok sosyolojik araştırma yapıldı onun üzerine. Cidden bu belgeselde şiddet üzerine röportajlar vardı. Orada onlarla derinlemesine mülakat yaptık. Çünkü onların yaşadıklarını anlatmaları çok zor. Burada kadınlar niye intihar ettiklerini anlattılar ve tabi nasıl şiddete maruz kaldıklarını Ama tabii bunları onların sözleriyle dinlemelisiniz. Benim sözlerim aynı tepkiyi uyandırmayacaktır. Çünkü bir tanesi sizin için çok anlamlı olabilir. 16 yaşındaki bir genç kızımızın söylediği bir şey vardı. Neden intihar ettiğini sorduğumda şöyle dedi, babası şiddet uyguluyordu annesine çok çirkin bir şekilde ve 16 yaşında bir kız intihar etmişti. Sen niye intihar ettin dedim, şiddetten uzaklaşmak anlamında mı, hayır dedi. Çünkü annem babama benim için katlanıyor, ben olmasam ona katlanmayacak. Ben olmazsam ona katlanmaz düşüncesiyle intihara kalkıştığını, iki kere yaptığını ama olmadığını söyledi. Şu cümlesi ise inanılmaz bir cümleydi, 16 yaşında ve Doğuda yaşayan bir kızın söylediği bir cümleydi bu, “benim varlığım, aslında annemin benim için ona katlanıyor olması aslında bu şiddeti benim anneme uygular olmam gibiydi.”. Bu çok ciddi bir şeydi ve bu toplumsal ayrımdan uzak çok medyada bu konular yer aldı. Buda onlardan biriydi. Günlerdir bilmem farkında mısınız? Kadınlar, kadın örgütleri. Bu konuda belki Baro bir şey yapabilir. Galeyan ediyorlar, ne yapabiliriz diye. Çünkü orada eğer o kadınların sığınma evi olanakları olsaydı, intihar etmeyeceklerdi. O kadın o şiddeti çekmeyeceklerdi. Bu konuda KADER’in bir açıklaması vardı, okudunuz mu bilmiyorum, 63 kadın namus cinayetinden kurtarıldı. Varlığının böyle olduğu var olması bu kadar gerekli olan bir ülkede bir anda, bir haberle, başlıkla ve sürmanşetten bir haberle bir anda bu kurumun yok ediyoruz. Varlığının nedenini yok ediyoruz. Bu medya adına çok ciddi bir şey. Aslında size anlatacak çok şeyim vardı ama bunları gösteremeyince üzerine olmayacağı için tartışmalarla devam ederiz diye anlatmayacağım şimdi ama bir şeyi yapılamaz olarak görmemek lazım; son günlerde Radyo Televizyon Üst Kurulu Başkanının açıklamalarıyla gündeme gelen bir şey vardı: bu özellikle “gelin-kaynanayla” ilgili olan programların yasaklanması. Dikkatinizi çekti mi bilmiyorum, korkunç bir vaka. Tabi ki öyle programları olmaması gerekiyor ama olmamasının nedeni toplumsal yarar adına değil. Hatırlarsanız, Ceza Yasasının değiştirilmesinde ki en önemli etken biraz önce bahsettiğim kadın ve erkek tanımlarından yola çıkarak, ceza yasasının girişindeki kadın ve kız tanımlarının oturtulduğu bir şey vardı, topluma karşı işlenen suçlar, kadına karşı işlenen suçlar, kadının bedenine yada kadına karşı işlenen suçlar mümkün, bu yasayla o değiştirildi. Aynı mantık burada güdüldü sürekli. Aslında oradakiler, genel ahlak, genel adap, insanların nasıl, kamu yararı. Bunlardan öte bir şey. Orada fark edilmeyen bir şey var, bir kız çıkabiliyor orada yani bu onu pazarlamak gibi bir şey. İyi bir kadın olmak nasıl bir şeydir? Sen nasıl bir kadın olabilirsin ki, oradaki kaynana seni alsın. Fark edilmesi gereken orada o iken tam farklı bir şey söyledik. Toplumsal yarardan söz ettik. Aslında toplumsal yaradan öte orada farklı bir şey var, işte bunu görmüyoruz çoğu zaman. Sayın RTÜK Başkanım çok iyi niyetli biri, çok hoş bir girişim ama altında çıkış noktanız farklı olsa değişimler daha radikal ve daha hızlı olabilecek beklide ama bunu görmekten biraz kaçınıyoruz. Her şeyi topluma mal ediyoruz. O zaman kadının bedeli hep toplumun denetimi altında oturtulması gereken hep onun yararına işler yapması gereken gibi görülüyor. Bireyselliği, kişiselliği yok ediliyor. Bu filmi izleyemediğimiz için üzerine konuşamıyoruz. Bir dahaki turda devam etmek üzere konuşmama biraz ara veriyorum, sonra devam edeceğiz.
PROF. DR. KORKMAZ ALEMDAR : Nuran Bayer’e çok teşekkür ediyorum. Keşke sözünü ettiği o çok acıklı demeyeyim ama toplumsal gerçekliği çok daha yakından görürdük. Nuran Bayer’in sözünü ettiği tartıştığı konu belki tek başına alındığında çok haklı ve yerinde bir yargı yani bir kötülüğün bertaraf edilmesiyle belki olumlu olarak değerlendirebiliriz ama bizim burada oturumuş seçkin toplumun aslında bunun biraz ötesinde daha bir şeyler düşünmesi gerektiğini sanıyor. Oda şu, acaba Türkiye’de bazı kötülüklerin ki, bunların kaynağı 1990’lı yıllardan beri radyo televizyon yayıncılığıdır. Orada yapılan kötülüklerin, orada topluma karşı işlenen suç demeyeceğim çünkü o çok geri bir kavram olur, ben haksızlığın nedeni nedir diye baktığımızda acımasızca, değişen dünya düzeninin Türkiye’ye dayandığı çıkarlardır. Bizim oluşturduğumuz kurullarda ki RTÜK bunların en önemlisi, o sürecin yarattığı kötülüklerle, sistematik ve doğru dürüst ilgilenmediği için bu noktaya geldi. Herkes hatırlar, çok farklı program türleri vardı, herkesin şikayetine konu olmuştur. Bir ülke ortaya çıkan TV programları türleri üzerine bu kadar çok konuşarak enerjisini, zamanını tüketme hakkı var mıdır? Acaba daha uygun bir radyo televizyon sistemi, daha uygun bir denetim, öz denetim biçimi, bütün bunların yarattığı sorunları ortadan kaldırmaya yetmez mi? Yıllar önce 900’lü hatlara ses çıkarmadılar, anlamsız yarışma programlarına ses çıkarmadılar, geçtiğimiz yıllarda bütün dünyada yaygın olan bizde de gelen “biri sizi gözetliyor” programına, işin özüne yapılacak şekilde ses çıkarmadılar. Hatta ve hatta haber programlarının hangi biri haber programına benzemekte? Adına haber programı dediğiniz programlar içinde haber bulunmakta mıdır sorusunu sormamakla sürdürdüler. Sonra değişen dünya koşulları, özel durum isterseniz, o bir programa karşı tepki duymayı yada onu yayından çıkartmayı, bugüne kadar yapılan yanlışları yada günahları ortadan kaldırmaya izin veren bir şey değil. Kuşkusuz Nuran Bayer’in sözünü ettiği sevgili hocamız, büyük sosyolog, ceza hukuku konusunda hala hayatta olsaydı hala bu yasaya da etki edilemez diyen Suphi Dönmez Hoca, dünya değişiyor ama yasaları yapanlar değişmiyor, Şikayetler artıyor ama aynı bakış açısı hala etkisini sürdürüyor. İşte bütün bunları düşünürken, belki Baro’lar yasaları kimin yapacağı konusunda fikir üretecektir. bu yasaları yapan kurumlar içinde kadınların yada başka üst kategori gruplarının olup olmadığı konusunda düşünecektir. Çünkü bunları yüksek sesle düşündük şeye belki bugün hepimize çok sevimli gelen Adalet Bakanımızın da birkaç yıl önce neleri, nasıl söylediğini hatırlamamız hem mümkündür, hem de belki şunu hissetmemiz mümkündür, değişim güzel bir şey ama değişim ne zaman gerçekleştiğinde güzel bir şey? İktidarın bunu sürdürmek üzere sözde değişim mi güzel bir şey? Yoksa gerçekten ortaya çıkan sonuçları çözümünde bulunan yöntemlerde ki değişiklik mi güzel bir şey gibi. Bugün çok konuşacağım ama Nuran Bayer bunları bana düşündürttü. Şimdi bir akademisyene döneceğiz, Aysun Yüksel’e. Bakalım Anadolu’dan ne tür sesler gelmiş, orası bu tür araştırmalara ilgi duyan bir üniversitedir. “Hanımlar Sizin İçin”i sözünü ettiği TRT’nin yayınladığı programı da ilk kez orası yüksek lisans tez konusu yapmıştır. O tarihten bu yana da devam ediyor. Buyurunuz lütfen,

YRD. DOÇ. DR. AYSUN YÜKSEL : Ben daha çok reklamlara bakmak istiyorum ama önce şöyle bir giriş yapalım; cinsel kimliklerimizi belirleyen şeyler ne? Hangi süreçler belirleyici oluyor, çok kısa bahsedecek olursak; öncelikli olarak çok seçme şansımızın olmadığı biyolojik bir sürecimiz var. Formonel değişimlerimiz, anatomik yapımız, bu zaman kadar getirdiğimiz üretkenlik, doğurma sürecimiz vesaire gibi şeyler biyolojik sürecimizi oluşturuyor. Bir başka süreç sosyal süreç; çevremizin bizden beklediği davranış, duygu ve düşüncelerin nasıl kadın ve erkek olarak bunları nasıl yaşatmaktayız, ne yaparsak kadın gibi, ne yaparsak erkek gibi davranmış oluruz? Sosyal süreçte bunları içeren bir duyguya sahip. Birde tarihsel süreç var, buda daha çok kemikleşmiş değerleri içeren bir süreç. Tarihsel olarak taşıdığımız aile tarihimizin taşıdığı yinelenen pratiklerle ve bütün bunlar bizim cinsel kimliğimizin üzerinde etkili oluyor. Cinsel roller, genel olarak kadın ve erkek olarak bizim ne yapmamız halinde, çevremizden onay almamızı sağlayacağını gösteren bir şey yani kadın olarak ne yaparsınız, erkek olarak ne yaparsınız, genel olarak ikiye bölünme var. Bu ikiye bölünme evet var, bunu tartışabiliriz. İlk önce cinsel rolleri öğrendiğimiz yer aile. Hanım hanımcık kız olmayı yada aslan gibi delikanlı olmayı biz aileden öğreniyoruz. Ondan sonra okul devreye giriyor. Ders kitaplarında çocuklarımızın ilk aşamalarıyla bakacak olursanız, cinsel rollerin ders kitaplarındaki resimlerle nasıl pekiştirildiğini görebilirsiniz. Kız ve erkek çocuklar, anne babalarına yardım ederler. Kız çocuklar ev işlerinde, çamaşır yıkarken yardım eder, erkek çocuklarda babalarına tamirat, boya badana işlerinde yardımcı olurlar. Nuran Hanım’ın dediği gibi, dilimiz ve değer içeren bileşkedir ve dil aracılığıyla neyin doğru veya yanlış olan bir takım yargılara sahip oluruz. Örneğin, devlet babadır, toprak anadır. Biz meslek isimlerini söylediğimiz zaman sekreter yada şoför dediğimizde, cinsiyetin beraberinde hemen kendimiz yükleyebiliriz. Ata sözlerimizle birlikte, işte dişi köpeğin kuyruğunu salmaması ile birlikte yapılacağını yada yuvanın kimin tarafından yapılması gerektiğini de öğreniveririz. Adam gibi olmayı öğreniriz cinsiyetimizin hiç önemi yoktur, adam gibi olmalıyızdır. İşadamı olunur, bilim adamı olunur, bu arada biz ne oluruz onu bilemiyorum. İş ortamında da istihdam alanlarına baktığımız zaman böyle bir ayrılanmanın söz konusu olduğunu görüyoruz. Yasalar bizim nasıl evleneceğimizi, nasıl boşanacağımızı, malı nasıl paylaşacağımızı söylüyor. İnandığımız din bize hangi pratiklerle doğru kadın ve erkek olarak davranmamız gerektiğini söylüyor. Yani aslına bakarsanız günlük hayatta çok içselleştirdiğimiz, çoğu zaman üzerinde düşünüp sordurulmadığımız şeyler bize kadın ve erkek olmanın yollarını gösteriyor ve belli roller olarak deyim yerinde ise dayatılmış oluyor. Şimdi erkekten ve kadından neler bekleniyor, toplumumuzun dayalı olarak yaptığı bir ayrımlama var, hemen şöyle bir görebilirsek eğer yumuşak, uyum gösteren, güçsüz, kararsız, başarı peşinde koşmayan, çaresi ve edilgen olmaması gerek yanlarımız. Sert, güçlü, yargılayıcı, başarılı, bağımsız, çözüm getiren, etkin ve yani tek olduğumuzda hoşlanılmayan çok fazla onaylanan bir şey değil. Aynı şey erkekler içinde geçerli. Bugün tabi kadınları baz alarak konuştuğumuz için erkeklere de aslında belli noktalarda haksızlık yapıldığını düşünüyorum çünkü duygunun bana göre örselenmesinin cinsiyeti yoktur. Kadınlar da erkeklerde ama sanki bu hakları bizim elimizden alınmış gibi yaşam pratiklerimiz bunlar üzerine kurulmuş. Şimdi aile ilk etapta bu rolleri öğrenmemizde, anne ve babamıza bakarak ilk onlara bakarak biz kadınlığı ve erkekliği öğreniyoruz ama tek yer aile değil, ondan da önce kitle iletişim araçlarında biz belli rollerle karşı karşıyayız. Bunlar neler? Mesela bir haberin aktörlerinin nasıl yerleştirildiği, kimin önde, kimin arkada yer aldığını, öne çıkartıldığını, kurmacalar da yaratılan karakterlerin tipleri olaylar karşısında nasıl pozisyonda yer aldığı ve nasıl içlerini doldurduğu ve hatta belki de medyanın cinsiyeti bizzat kendisinin cinsiyeti bile tartışılabilecek bir şey. Kitle iletişim araçlarında tek başvurulan yer değil, reklamlarda en çok karıştığımız program türlerinden, tanıtım türlerinden, tanıtım araçları olarak karşımıza çıkıyor şimdi reklam dediğimiz özellikle benim size vereceğim reklamlarım olacak, nasıl bir mantığı vardır? Belli bir programın arasına girer, tek başlarına yer almazlar, reklam kuşağı diye adlandıracağımız bir dizi reklamın arasında .. genelde zaping diye geçiyor ama kanallar arasında zıplarken o reklama takılıp kalabileceksiniz yani çarpıcı olacak, süresi kısıtlı yani öyle dakikalarca izleyeceğiniz bir şey değil, reklamlarda böyle bir imkan yok. Dolayısıyla da ilk bakışta rahat kavranacak, akılda kalacak nitelikte olması lazım. Yaratıcılık adına çok sıra dışı örnekler verilebiliniryor. Eğer hatırlayacak olursanız bir dönem televizyon ve yanlış hatırlamıyorsam … markanın bir reklamı vardı tüketici bir kişinin o marka ile illegal bir ürün arasında tercih yapması isteniyordu tüketicinin ve o tüketici de ne hikmetse tanıdığı, bildiği markayı ve onun üzerine ciddi, herkesin rahatsız olduğu bir tokat yiyerek kullanılıyordu. Bu ve benzeri örnekler var. Genellikle bakıyoruz, reklamlarda cinsel rollere çok sık rastlanıyor, çok fazla kullanılmaya başlanıyor. Mesela küçük ev aletleri, annelerin, kadınların veya sigorta reklamlarına baktığınızda eğer hatırlayacak olursanız Anadolu Hayat diye bir reklam vardı. Anne kızının işyerine yemek götürürdü, baba oğluna lüks bir restoranda yemek ısmarlardı. Hani babanın şöyle yaptığı, hatırlıyor musunuz? Anne evde tanımlanıyordu, baba para kazanan, para harcatmayan, erkeği o anlamda da destekleyen bir baba olarak karşımıza çıkıyordu. Bakıyoruz çamaşırlar Ayşe Teyze alanı reklamına, dünya güzeli mutfaklar dünya güzeli Azra Akın’ın. Yani biz sürekli ve sürekli, tekrarlayan biçimde izliyoruz. Reklam ve kadın dendiği zaman genellikle bakış açımız ki bu yöndeki çalışmalarda bizim ufkumuzu açan Batının, kadının bedenini çok cinsel obje olarak ortaya konulması, sömürü nesnesi haline getirilmesi, en çok konuşulan konulardan bir tanesi. Tabi ki bunu yadsımıyorum. Kadın bedeninin sergilenmediği ve erkeğin bakış açısı haline gelen reklamlar var, hala da var. Mesela o sözünü ettiğimiz ayrımlamada kadınlarda belki erkeklere hayranlıkla bakıyorlar ama ne için hayranlıkla baktıkları da önemli. Şimdi iki tane reklamımız var, bir tanesi Coca Cola’nın reklamı, iki genç kızı gözetliyorlar, görüntülü reklam, eteği açılacak mı açılmayacak mı, mesele bu ve bunun üzerini iddiaya giriyorlar. Orada bir trans hali var yani deyim yerinde ise gözünü alamıyor kırmızı giysisi olan delikanlı bir türlü delikanlı. Kadınlarda erkeklere zaman zaman hayranlıkla bakıyorlar ama onların hayranlıklarının nedeni dış görünümleri değil, sahip oldukları güç. Bu güç her zaman fiziksel bir güç değil. Biliyorsunuz, biz erkeklerde her anlamda güç bulabiliyoruz yani erkeğin elini attığı her alanda çok güçlü olması gerekiyor. İşte, Axess reklamında orada da bir trans hali var, o Axess kredi kartına sahip olmanın belli bir ifade ettiği bir şey vardır. Belli bir alım gücünüz vardır, almak için, ona sahip olmak için bir güce sahipsiniz. Teknik sorunu ne yazık ki yine yaşıyoruz. Ben size böyle yardımcı olmaya çalışıyorum, (teknik ses ayarlamaları) Ben devam edeyim eğer sakıncası yoksa. Şimdi, evet bu bir bakış açısı, kadının sömürücü bir nesne olarak ortaya çıkarılması ama bu rollerin desteklenmesi de tekrar ve tekrar, defaatle yinelenmesi, bunların tartışılmaz doğrular gibi algılanması merak ediyorum. Yani kadın evet, evde olmalıdır, dışarıda olmalıdır, çocuklar eğer kızsa annenin yanında erkekse babanın yanında olmalıdır, bu doğrultuda yaşamlarını devam ettirmelidirler. Reklamlarda aslında çocuklarla ilgili örneklerle karşılaşıyoruz. Bir Opel reklamı var, ben bir taraftan anlatayım, bu reklamda da baba oğul otomobil içerisindeler gördüğünüz gibi başından gitmek istemiyor hayranlıkla bakıyor, ona bir ideal olarak sunulmuş. Dolayısıyla babası diyor ki büyüdüğün zaman bunu sende kullanırsın ve o büyüme, ona sahip olma öyle duygular taşıyor ki adeta kendisini sündürme yoluna gidiyor. Bir başka reklam yine otomobil reklamı, burada erkek çocukla babayı bir arada görüyoruz, baba zaten tamir yapmaktadır, bir şeylerle uğraşmaktadır, oyunla başlayan, otomobil, baba, oğul dışarıya taşınır ve dışarıda ilişkilerini sürdürürler. Peki sadece, erkek, … reklamı var bunun arkasından, yine rollerle ilgili inceleyecek olursak bu reklamda da anne ve kızı bir arada görüyoruz. Anne bebek bekliyor, kız çocuk orada bebeklerin saçlarını tarıyor. Bu aslına bakarsanız, gelecekteki anneliğe hazırlandığını gösteren bir süreç. Öte yandan anne su içmekte ve son damla gördüğünüz gibi damlamak üzere. Onun ve bebeğin sağlığı için su içmesi önemli bir şey. Kızı, ilk çocuğu damlayı avucuna alıyor ve naif bir biçimde anneyle özdeşleşerek o sağlayacağı yararı suyun, onlarla paylaşıyor karnına vererek. Yani iki aşamaları olarak biz annelik rolüne çocuğun hazırlandığını görüyoruz. Salt izlediğiniz de bile, çok naif, çok sevimli reklamlar olarak algılayabilirsiniz ama, salt, yalın gözle baktığınızda bile, işte erkek çocuk babanın yanındadır, kız çocukları da anneleriyle birlikte içeride. Bizim Bulyo’nun reklamında anne biraz masal havası katılarak, kız çocuğuyla ve onu gözlemleyen, nasıl yemek yapacağını gözlemleyen bir kız çocuğu birlikte yemek yapıyorlar, masal olarak anlatıyor işte böyle bir prenses varmış, bugün ne yapmış, şöyle güzel yemek yapmış. Burada önemli bir nokta reklamda anlatılan şey, Bulyon sadece lezzetli yemek yapmayı sağlamıyor. Aynı zamanda çok çabuk yemek yapmayı da sağlıyor. Peki kadın arta kalan bu zamanının nerede değerlendiriyor? Yine çocuğuyla. Hatırlayacak olursanız Arçelik’ in küçük ev aletleriyle ilgili reklamı vardı. Annem bana kalır sloganıyla, sevgiye zaman kalır sloganıyla yansıtılırdı. Yani kadının kendini var edişi ancak anneliğiyle, anneyse kadın anlamlı ve değerli ve eğer zamanı kalırsa bunu değerlendireceği alan çocuğu olacaktır. Yani biz hiçbir zaman neredeyse, mutlaka istisnalar vardır, ama benim taramalarımda ve düşündüğüm zaman aklıma gelen olmadı yani kadın oturup da boşta kalan zamanında kitap falan okumuyor. Eğer onu çocuğu gözlemliyorsa, oturup çocuğuyla birlikte masal kitabı okuyacak. Böylelikle var olan o cinsel rolü bir kez daha üretilmiş olacaktır. Peki baba, kız ilişkileri yok mu? Şu anda da gösterimde olan reklam filmleri var. Baba, kız birlikte pasta yapıyorlar, yanlış hatırlamıyorsam Doktor Ötker’ in vanilyasıyla falan alakalı. Bir başka reklam da bir hazır çorba reklamı. Baba salında aşçı ve eve gelip kızının yaptığı çorbayı içince hayranlık duyuyor. Şimdi bu reklamlara bana kalırsa şöyle bakmak lazım. Yani baba, kız birlikte zaman geçiriyorlar ama baba, kızını kendi alanına, ona hak olarak verilmiş dışarıda, kamusal alana kız çocuğunu çekmek yerine kızının olmasından memnun olduğu alana, eve, içeriye, özel alana konuk olmayı tercih ediyor. Böylelikle tersten bir okumayla bakacak olursak yine kadının evde olması daha çocukluk aşamasında onaylanan ve tekrar, tekrar karşımıza çıkan bir rol olarak ortaya çıkıyor. Şimdi burada otomobil meselesine birazcık gelmek istiyorum. Yani Opel reklamındaki baba, oğul gibi, veya Megan reklamındaki baba oğul gibi, siz hatırlıyor musunuz yani kız çocuğuyla baba otomobilde, kız çocuğunun heveslendiği, sürmesi için istek duyduğu bir reklam hatırlıyor musunuz? Şahsen ben hatırlamıyorum, burada otomobil önemli bir metamorfoz, sadece bir taşıt mıdır? Otomobil aynı zamanda güç ifade eder, öncelikli olarak maddi bir güce sahip olmalısınız yani çalışan , para kazanan, emekçi bir güç. Peki, o parayla ne yapacaksınız? Yıllık bakımlarının yanı sıra,bu araba suyla çalışmıyor değil mi? yakıt alacak maddi güce sahip olacaksınız. Aynı zamanda kapalı bir alan olduğu için güvenli bir araçtır. Size sunduğu olanaklara, beygir gücüyle hız yapabilirsiniz iktidar sağlar size. Evet kısa süre çok uzun mesafe kat edindiği için böylece sana ne sağlar, bağımsızlık, özgürlük sağlar. Şimdi bu anlamda baktığımızda otomobil reklamları ve hatta otomobille ilişkilendirilen reklamlara göz atmak da istiyorum, çünkü burada aslında toplumsal, günlük pratiklerimizle çok alakalı bazı şeylerle karşılaşıyoruz. Tahmin ediyorum hemen hepinizin bir biçimde duyduğu, belki trafikte giderken, kendi kendinize söylendiğiniz, bir de kesin kadın sürücü. Kamusal alan, otomobilin sağladığı, birde şöyle bir şey var siz otomobili kapınızın önüne park edip orada oturmuyorsunuz, kamusal alandasınız, caddeler, otobanlar. Dolayısıyla o çok önceden dedim ya biyoloji, sosyal ve tarihsel süreç var. Tarihsel olarak taşıdığımız bir şey var, dolayısıyla otomobile bu gözle bakalım diyorum ve bu gücü kadınlar reklamlarda nasıl kullanıyor, bu konuda ne kadar becerikliler, erkeklere hangi değerler otomobil ile ilişkili, kadınlara hangi değerler yükleniyor ona bakalım. Şimdi ilk örneğimiz, Biskrem reklamı, belki hatırlarsınız, kadın sürücü dar ve tek yönlü yola ters yönden girer, taksi şoförüyle karşı karşıya kalır ve taksi şoförü söylenmeye başlar, hep beni mi buluyor bunlar, zaten hep böyle yapıyorsunuz, hiçbir şey bilmiyorsunuz, bu mealde bir sürü şey söyler, kadın sürücü umursamaz bu tavırları. Yani yapmıştır bir hata. Zaten o alanın insanı değildir, o bir biçimde o gücün aslına bakarsanız metobolik anlamda da dar bir alanı sağlayan, böyle büyük cipler falan kullanmamaktadır kadınlar. Otomobil reklamlarına bakın, kadınlar için sunulan otomobillerin çoğunluğu küçük, rengarenk, cıvıl, cıvıl az yer kaplayacak olan otomobillerdir. İşte orada da kadın kurnazlığıyla işte bir Biskrem vereyim sen de benim dediğimi yap. Olmayacak bir şey istemektedir. Erkeklerin ise otomobil ile ilişkisinde, reklamlara baktığımız zaman, böyle bir şeyle karşılaşıyor muyuz? Erkeklerin eğer kural tanımaz bir otomobil sürme edimleri varsa bunun mutlaka haklı bir neden vardır. Bir kere ya ulvi bir nedeni vardır, hastaneye falan birilerini yetiştirmektedirler, bu arada reklam akabilir oldukça uzun çünkü, ya polisten falan kaçmaktadırlar ya teröristlerin peşine düşmüşlerdir ya da otomobilin gücüyle kendi yetkinliklerini birleştirerek bir şeyi kanıtlama çabasındadırlar. Transit reklamı bu, Ford Transit, işte orada göreceksiniz, hastaneye kadın yetiştirilmekte, bir taraftan da bir terörist takip meselsi vardır. Evet kural tanımaz bir biçimde kullanıyor ama, haklı bir nedeni var. Sloganında da eğer yanlış hatırlamıyorsam, her insanın içinde bir kahraman yatar. Yani kahraman olma, bir erk ilişkisini kurma, dışarıda olma, eyleyen olma, eylemin içinde olma, çok önemli faktörler olarak karşımıza çıkıyor. Biraz hızlı gidebiliriz, sanıyorum genel tema anlaşıldı. Diğer reklamımız Mustafa Sandal’ın da yer aldığı Doğuş Otomotiv sponsorluğuyla konser dizininin yer aldığı. Yani erkekler aslında dağ taş tepe demeden istedikleri gibi otomobillerini kullanırlar ve o kadar yetkinlerdir ki sukünetlerini bozmazlar, paniğe kapılmazlar hatta şarkı bile söyleyebilirler, bunun ardından göreceğiniz eğer kadın erkek birliktelerse mesela Nissan reklamı var, aksiyon gerektiriyor, hız gerektiriyor, belli bir beceriyi gerektiriyor, tercih erkekten yana. Bir başka reklam var eğer hatırlayacak olursanız, polisten kaçıyor, arabaların değiş tokuş edilmesi gerekiyor, kadın da aynı arabayı getiriyormuş meğer, o kadar yetkin bir araba ki anahtarları yine erkek alıyor, ikinci arabaya da yine erkek sürücü koltuğuna oturarak binip gidiyorlar. Kadınlar da kullanıyor ama daha eğlenceli, keyifli. Mesela Seat’ın bir reklamı vardı hemen aklınıza gelebilecek. Sonra Blendax’ın otopark reklamını hemen hatırlarsınız, yani kadınlar eğer otomobil kullanıyorlarsa aslında onlardan beklenen değerleri nedeniyle çok rahatlıkla kullanmaktadırlar. Saçlarını savurarak otoparka rahatlıkla girebilirler, otomobillerini rahatlıkla park edebilirler, aslında o alanın insanı değillerdir. Onlar sadece başka değerlerle bu işi götürüler. Şimdi son iki reklam üzerinde konuşalım otomobilin cinsiyetini, yani otomobilinize bir isim taksanız cinsiyeti ne olur. Panda reklamın bakalım belli ki bu neredeyse su götürmez bir biçimde erkek, çünkü kadın hışımla içeri giriyor, saçları falan ıslanmış bu arada bakışın nesnesi oluyor barda oturan bir başka erkek tarafından onu da umursamıyor çünkü çok öfkelenmiş birisi onu aldatıyor. Hovardalığa çıkmış ondan habersiz, öfkeleniyor. Ama öfkelenip de onu terk etme, cezalandırma gibi bir şey söz konusu değil. Panda onu teklemesiyle, takılmasıyla durumu yumuşatmaya çalışıyor. Burada aslında bakarsanız yine kadınlık rolünün, yani her ne koşulda olursanız olun erkeğin yanında olma, bağışlayıcı olma, affedici olma, alttan alma gibi bizden beklenen rollerin pekiştirildiğini görüyoruz. Bir başka reklamımız var. Orada, aslında Aygaz reklamı, otomobiller için üretilen gaz reklamı, şarkının sözlerini duymanızı çok arzu ederdim ama belki daha önce izlediyseniz hatırlayabilirsiniz, otomobilimizin adı Süheyla, yani burada herhangi bir çözümleme yapmamıza gerek yok, doğrudan adının Süheyla olduğu söyleniyor. Süheyla tabi doğal olarak hovardalığa falan çıkamaz, o sahibini kapının önünde beklemektedir ve sürücüsü onu takdir etmektedir çünkü Süheyla onu hiç yarı yolda bırakmaz. Rampaları rahatlıkla aşar, zor koşullarda yanında olur, her zaman hazırdır, soğuk hava koşullarında bastığında hemen çalışır. İşte orada aslında bakarsanız, reklamın mantığına baktığınızda Süheyla ve otomobil daha doğrusu çok ön plana çıkıyor. Gazın reklamı arka planda kalıyor, ama gazın da etkisinden söz ediliyor bir miktar ama Süheyla, şarkı doğrudan bunun üzerine kurulu olduğu için bize pek gazı düşündürtmüyor açıkçası. Dolayısıyla burada da yine aynı rolleri, isterseniz iki ayağı üzerinde duran Tuğba Ünsal olun, isterseniz dört teker üstündeki Süheyla erkeğin yanında olacaksınız, bağışlayıcı olacaksınız, onu destekleyeceksiniz, yarı yolda bırakmayacaksınız. Şimdi belki bunlar bana göre şöyle önem arz ediyor, çok daha alanımızı daraltarak otomobil üzerinden gittik, çünkü bunlar aslında kanıksadığımız, erkek gibi, bize atfettiği biçimde ve fesatça bakmadığımız reklamlar. Yani izliyoruz, aman ne kadar şirin çocuklar var, ne kadar güzel bir müzik kullanılmış. Ama arka planına baktığınızda bu bize yüklenen ve aslında sorgulamamız ve daha derin bakmamız gereken değerlerin yeniden ve yeniden üretildiğini ve işin kötüsü çok sevimli ve sıcak yollarla iletildiğini ve dolayısıyla uzaklaşmak konusunda biraz güçlük çektiğimizi düşünüyorum ve bugünün özelinde yalnızca bakan değil, gören yalnızca duyan değil dinleyen insanlar olması gerektiğini düşünüyorum ve kadın olmak sadece kadın bakış açısına sahip olmanın biricik nedeni değildir, kadın bakış açısına sahip erkeklerde var. Kadın olmasına rağmen erkek bakış açısından hiç uzaklaşamayan çok fazla sayıda kadın var. Bu sadece, işte sözünü ettiğim gibi görmeyle, dinlemeyle, sorgulamayla gerçekleşebilecek bir şey. Bu konuda birazcık uyanık olmak gerektiğini düşünüyorum ve hepinize çok teşekkür ediyorum, Dünya Emekçi Kadınlar Gününü kutluyorum. İlave ile bugünkü gazetelere özellikle bakmanızı rica ediyorum, bazı ürünlerin sloganları var, aslında dünden yayınlanan bazı örnekleri var, yine rollerimizde anne olarak, güzel olarak, Avon gibi reklamlarda yine güzelliklere birtakım mesajlar iletiliyor ve son olarak Altınbaş’ın reklamı var, mücevherat olarak kendimizi var etmemiz, kendimizi bu biçimde tanımlamamız belirtiliyor. Aslında artık bu tek yol değil 08 Mart sanki sevgililer gününden, yılbaşından çok farksız bir günmüş gibi algılanmaya başladı. Ne yazık ki içinde bulunduğumuz sistem bunun da içini boşaltıyor. Bu yüzden bir kere daha söylüyorum, yalnızca bakan, gören yalnızca duyan, dinleyen insanlar olmamız gerekli diye düşünüyorum. teşekkürler.
Yüklə 207,76 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin