108
ahlak sahibi, muttakî, âlim, cömert olmasını, ayrıca kendi imâmetini açıkça
ilan ederek ortaya çıkmasını gerektirmektedir. İmam olacak kişide mutlaka
bulunması gereken iki önemli vasıf takvâ ve ilimdir. Ancak bu,
İmâmiyye’nin ileri sürdüğü gibi, Peygamber’den Hz. Ali yoluyla gelen özel
(
vehbî) bir ilim değil,
kesbî, yani sonradan kazanılmış, öğrenmekle elde
edilen bir ilim olmalıdır (Fığlalı, 1996, s. 126).
Zeydiyye’ye göre imam, en küçük şüphelerden dahi kaçınmalı, dinin
emirlerini yerine getirmede ve yasaklarından kaçınmada son derece duyarlı
olmalıdır. Çünkü onun günahlardan korunmuş olmak gibi bir vasfı, yani
ismet sıfatı yoktur. Zira ismet, yalnızca peygamberlere has bir sıfattır. Bu
bakımdan Zeyd, büyükbabası Hz. Ali’nin Cemel ve Sıffin’deki savaşlarda
haklı mı, haksız mı olduğunun kesinlikle bilinemeyeceğini, ama iki taraftan
birinin muhakkak haksız olduğunu söylemiş, böylece hem Mu‘tezile ile aynı
görüşü paylaşmış, hem de imamların ismetine karşı çıkmıştır.
Zeydiyye’ye göre imamın Kureyş’in Hâşimî soyundan olması yeterli
değildir. Hz. Ali’nin Fatıma’dan olan çocuklarının, Hasan ve Hüseyin’in
soyundan olması gerekir. Ayrıca, imâmetini açıkça ilan ederek ortaya çıkması
ve zâlim idareciye başkaldırması gerekir. İmam Zeyd,
gâib (gizli) imam
fikrini reddetmiştir. O, bir imamın kendi imâmetini açıkça ilan edinceye
kadar biat isteyemeyeceği hususunda ısrarlıdır. Onun bu görüşünü siyasî
noktadan haklı görmemek imkansızdır; çünkü Zeyd, hilâfetin idarî
bozukluklar yüzünden Emevîler’in ellerinden kaymakta olduğunu görmüş ve
idareyi ele geçirmek için, Müslümanların Hz. Ali ve soyuna gösterdikleri
yakın ilgi ve sevgi etrafında oluşan geniş bir taraftar kitlesi kazanmak yoluna
gitmiştir. Bu yüzdendir ki o, Müslümanların büyük çoğunluğunun tasvibini
kazanmak için önceki aşırı Şiî fikirlere karşı çıkarak
efdal-mefdûl görüşünü
ortaya atmıştır (Fığlalı, 1996, s. 126-7).
Efdal, en üstün ve en erdemli, mefdûl ise daha az üstün ve daha az
erdemli kişi demektir. Zeyd’e göre, Hz. Peygamber’den sonra en faziletli
(efdal) kişi Hz. Ali’dir ve imâmete en layık odur. Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer
ise Ali’ye göre daha az faziletlidir. Ancak üstün birisi varken, dünyevî
maslahat ve acil menfaat dolayısıyla, doğabilecek fitneyi bertaraf edecek ve
herkesin gönlünü birleştirecekse, daha az üstün olan (mefdûl) birisi imam
olabilir. Bu sebeple Ebû Bekir ve Ömer’in hilâfetleri meşrudur ve onlar
gâsıb
(hilafeti zorla ele geçiren) olarak görülemez. Ebû Bekir yerine Ali geçmiş
olsaydı, yukarıdaki maslahatlar gerçekleşmeyebilirdi ve bütün sahâbe onun
etrafında toplanmayabilirdi. İmam Zeyd, bu yüzden, Hz. Ali’nin imametini
bildiren açık ve kesin bir nass olmadığı için, ilk iki halifenin hilâfetini kabul
eden ve Cemel ile Sıffîn savaşlarında Hz. Ali’nin karşısında yer alan
Müslümanları
tekfîr etmemiştir. Zeyd’in bu görüşleri sebebiyle
taraftarlarından bazıları onu terk etmiştir. Bununla birlikte Emevîler’in
zulmünü ortadan kaldırmaya yönelik isyanına, Şiî olmayan halktan ve başta
Ebû Hanife olmak üzere bazı âlimlerden destek gelmiştir (Kutlu, s. 104).
Dostları ilə paylaş: