Dayanışma Sendikası Polonya işçi sınıfının ekonomik haklarını savunma amacıyla kurulmuştu ve gelişmesi rejim açısından tehlikeli boyutlara varınca yasadışı ilan edilmişti. Doğudan esen rüzgarın da etkisiyle Dayanışma yine sahnede. Ağustos ayında tabanın insiyatifiyle başlayan ve çığ gibi yayılan grevler hükümeti endişelendirince Dayanışma yine piyasaya sürüldü. Bu kez grevleri yönetmek ve yönlendirmek için değil, bastırmak için. Walesa İçişleri Bakanıyla iki saat görüştükten sonra şantiyeden şantiyeye grevlere son verdirmek için koşturdu. Dayanışmanın işçi(170)sınıfı nezdinde ilk defa gerçek kimliği açığa çıktı. Walesa'ya yapılan vaadler karşılığı iktidar onu işçi sınıfının mücadelesini bastırma aracı olarak kullandı ve tabandan gelen yoğun ve sert tepkilere rağmen patlama Walesa aracılığı ile dizginlenebildi. VValesa'ya yapılan vaadler nelerdir? Rejimin bundan sonra direk muhatabısın! Aranan zaten budur. Adam Mihnik, Bogdan Lis gibi Dayanışma Sendikasının ideologları siyasi bir güç oluşturma peşindeydiler, ustaca istismar ettikleri işçi edebiyatı işin aracı, işçi sınıfı ise kaldıracı işlevini görüyor.
İlerde bir emniyet supabı rolünü oynayacak Dayanışma Sendikası şahsındaki örgütlü siyasi güce, yasal bir statü sağlanmasıyla Polonya glasnostunun eksiği tamamlanmış olacaktır. Fakat şimdilik Walesa'nın sözcülüğünü yaptığı bu siyasi güç, Batı modeli çoğulcu bir burjuva demokrasisi özlüyor. Bu özlem Gorbaçov'un nihai perspektifi ile çelişmeyen bir hedeftir. Ve bir kez daha Polonya deneme tahtası olarak kullanılmaya adaydır.
Çin'de kanla bastırılan kitle gösterileri ve Polonya'daki seçimler, bu ara doğal olarak dünya kamuoyunun gündemindeki en önemli konulardan ikisini oluşturuyor. Polonya'dakinin seçim olması, onu, yolaçtığı siyasal sonuçlar bakımından önemsiz kılmıyor, tersine, daha da önemlidir; oradaki bürokratik sistemin kesin iflasının resmidir.
Burada neden ve nasıl ortaya çıktığı üzerinde durmak olanaksız; ama sosyalist sistemlerin yozlaşması ve restorasyon sonucu ortaya çıkan bürokratik sistem ve bürokrasinin iktidarı çatırdıyor. Bu ve benzeri toplumlarda, parti ve devlet eliti giderek bir kast, bir tür yeni bir egemen sınıf haline gelmiş; çalışan yığınları siyasetten, yönetimden, üretimin denetiminden dıştalamış, onları sadece çalışmakla yükümlü üretim nesnelerine dönüştürüp yabancılaştırmış; iktidarın, üretim araçlarının ve dolayısıyla üretilen değerlerin tam tekelini eline almış ve kendini her bakımdan imtiyaz(172)larla donatmıştır. Ve bu toplumlar, şu veya bu hızla giderek dinamizmini yitirmiş, taşlaşmış ve nihayet son derece ağır ekonomik ve siyasi çıkmazların içine girmişlerdir. Bu, eski sosyalist ülkelerde ortaya çıkan artık şimdi kimsenin reddedemiyeceği tarihsel bir gerçektir.
Tutucu, gerici, asalak bürokrasi egemenliğini bir kez kurduktan sonra, devrimci Marksizmi adım adım terketti, dogma ilan edip revize etti, enternasyonalizmi ve dünya devrimi hedefini terketti ve dolayısıyla komünizmi bir amaç olmaktan çıkardı. Sonra kendi egemenliğinin ve sisteminin yolaçtığı tıkanıklığın aşılmasının yolu olarak kapitalist yöntemleri seçti. Piyasanın, kapitalizmin erdemleri yeniden keşfedildi, şu veya bu hızla, bu sistemin mekanizmaları kurulmaya başlandı. Bunlarda doğal ve kaçınılmaz ürünlerini verdiler (ve uygulandıkları her yerde, şu veya bu hızla, ama benzer sonuçlara yolaçacaklardır): Enflasyon, işsizlik, spekülasyon, rüşvet, manevi çöküş, sınıf farklılaşmaları, milliyetçilik ve dinin yeniden hortlaması vb.
Yığınların durumundaki kötüleşme, bürokrasinin dayanılmaz siyasi tekeliyle birleşince, patlama halinde kendini açığa vuruyor. Çin'de, Polonya'da ve benzeri ülkelerde olan budur.
Denglerin, bu iflah olmaz bürokrat kapitalist yolcuların yarattığı Çin'in tablosu ortadadır. Enflasyon, işsizlik, rüşvet, spekülasyon, yozlaşma ve çürüme... İşte reformların amaçladığı "Modern Çin"! Ve yığınlar şu veya bu nedenlerle, doğru veya yanlış hedeflerle, önemli değil, sokağa döküldüklerinde, bürokrasinin boğucu tekelci egemenliğine itiraz ettiklerinde, sosyalizmi korumak adına, gerçekte ise bürokrasinin tekelini ve imtiyazlarını korumak için ortalık kan gölüne çevriliyor.
Polonya'da olanı tanımlamak için ise sözlüklerde kelime bulmak güç. Orada sistem tek kelimeyle bitmiştir. Bürokrasi acz içine düşünce önce iktidarını ordu darbesiyle korumaya çalıştı. Olmadı. Tuttukları yol, kapitalist yol, mantıki sonuçlarına varmak, vardırılmak zorundaydı. Sonunda(173) burjuva toplumların profesyonel parlamentosunda karar kılındı. Ama bunun için yapılan seçimlerin biçimi utanç verici. Tam bir onursuzluk örneği. Bürokrasi partisi mümkünse iktidarını ve imtiyazlarını teminat altına almak ya da hiç değilse yumuşak bir geçiş sağlamak için -ki bu konuda muhalefetle karşılıklı ve gönüllü olarak anlaşmış olduğu açık- parlamentodaki sandalyelerin yüzde 65'ini (299 sandalye) peşinen kendi adaylarına tahsis ediyor. Muhalefete ise sandalyelerin yüzde 35'i (161 sandalye) için kendi adaylarıyla yarışma hakkını tanıyor. Rezillik, utanmazlık diye buna derler! Ve buna rağmen sonuç: Seçimlerde muhalefet kendisine ayrılan 161 sandalyenin 160'ını, tamamen serbest yarışa dayanan senatonun 100 sandalyesinin 92'sini, yani hemen hemen tamamını, ilk turda, hem de bir çok yerde yüzde 80'lere varan oyla kazanırken, iktidar partilerinin rakipsiz adaylarının çoğu %50 oy barajını aşamıyor, Politbüro üyeleri ve müttefik partilerin liderlerinden oluşan 35 kişilik "Ulusal Liste" adaylarının sadece ikisi ilk turda seçilebiliyor. Eğer başka bir çözüm yolu bulunamazsa, 18 Haziranda bürokrasi partisinin rakipsiz adayları kendi kendine gelin güvey olacak...