Doğada sistem gerçekliĞİ ve biLGİ İŞlem süreci



Yüklə 1,11 Mb.
səhifə22/38
tarix08.01.2019
ölçüsü1,11 Mb.
#93289
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   ...   38

2-ANTİ MADDE NEDİR?



Bu sitede yer alan çalışmaların “özü-ana hattı nedir” deseler şöyle cevap verirdim: Bu evrende var olan her “şey”, bir sistem olarak, kendi içinde, dışardan gelen etkilere karşı göstereceği reaksiyon modelini hazırlayan bir A ile, hazırlanan bu reaksiyon modelini gerçekleştirerek hayata geçirecek olan B gibi iki kutbun (buradaki A ve B nesneleri temsil eden rasgele sembollerdir) birlik ve mücadelesinin belirli bir gerçekleşme biçimi iken; o, aynı zamanda, gene kendi içinde (tıpkı ana rahmindeki bir çocuk gibi) kendi diyalektik zıttını yaratarak-yaratırken de var olur80. Biraz uzunca da olsa bu cümlenin içinde her şey var aslında! Sistem Teorisi’nin ve İnformasyon İşleme Teorisi’nin tek cümlelik özeti sanki bu...
Varolmak (objektif izafi bir gerçeklik olarak varolmak) demek ne demektir? Herbiri daha önceden başka ilişkiler içinde kendini gerçekleştirebilen, bu halleriyle birbirlerine göre potansiyel gerçeklikler durumunda olan A ve B gibi iki nesnenin, etkileşmeye giriştikleri andan itibaren, birbirlerini yaratarak, birbirlerini temel alan KS lerine göre uzay-zaman içinde izafi objektif gerçeklikler şeklinde ortaya çıkmalarına “varolmak” demiştik. Dikkat ediniz, bu cümle aynı zamanda bütün bir kuantum teorisinin de özetidir. Bütün o Heisenberg İlkeleri’nin altında yatan teorik temel de budur. Benim bütün çalışmalarımın özeti de bu aslında. Bu teorik temeli geliştirerek, bütün sistemleri içine alacak şekilde, “Sistem Teorisi” adı altında ifade etmekten başka bir şey yapmıyorum ben...
A ve B gibi iki unsurun karşılıklı ilişki-etkileşme içinde birbirlerini yaratarak, birbir-lerine göre varoldukları her süreçte KS’ nin merkezini etkileşmeye katılan bu kutuplar-dan hangisinin üzerine koyarsanız bütün süreci, her şeyi onun gözüyle görürsünüz. Bu, aynı zamanda onun “dünya görüşünün” de temeli olur!...
Şimdi, bütün bu hatırlatmalardan sonra tekrar bıraktığımız yere dönersek; bir elektronun da, son tahlilde, kendi içinde bir A-B sistemi, bir informasyon işleme birimi olduğunu söyleyebiliriz. Ama o, aynı zamanda, dış dünyayla ilişkileri içinde, gene bir A-B sistemi olan atomun içinde de yer alır, gerçekleşir. Aynı yapı, aynı oluşum, belirli bir kütlesi olan ve doğal denge içinde stabil olarak varlığını sürdürebilen bütün diğer “elemanter parçacıklar” için de geçerlidir. Yani öyle, belirli bir kütleye sahip olup da bir “iç yapıya sahip olmadan var olmak” diye bir şey mümkün değildir! Çünkü, “iç yapı” denilen şey informasyon işleme mekanizmasının kaçınılmaz sonucudur; kendi kendini üretim sürecinin (var oluşun) gerçekleştiği bir fabrikadır iç yapı!... Bu nedenle, varolan herşey, kendi içindeki bu yapının-fabrikanın-ürünü olarak varolur-gerçekleşir. Bu anlamda, televizyon üreten bir fabrikayla kendi fabrikasında kendini üreten bir elektron, veya her hangi başka bir elemanter parçacık arasında hiç bir fark yoktur!...
Peki o zaman neden, bir atomu olduğu gibi bir elektronu da, kendi içindeki bu “parçalarına” ayıramıyoruz?...
Bir sistemi, onu meydana getiren parçalarına ayrıştırabilmek için ona dışardan belirli bir miktar (bağ enerjisini aşan miktarda) enerji vermek gerekir. Ama, bir elektrona dışardan enerji vermeye başladığınız zaman, daha onu (kendi içinde potansiyel-sanal olarak varolan) parçalarına ayırmak için gerekli olan enerji miktarına erişmeden önce ortaya bambaşka bir sonucun çıktığını görürsünüz! Örneğin, eğer elektronu enerji kapasitesi çok yüksek olan bir fotonla etkiliyorsanız, bırakınız elektronun parçalarına ayrışmasını bir yana, bu etkileşme sonunda eksi elektrikle yüklü bizim tanıdığımız elektron yok olurken, onun yerine, artı yüklü başka bir elektron ortaya çıkar! Yani, daha elektronu parçalarına ayıracak kadar enerjiyi ona veremeden onu tersine çevirmiş olursunuz!... Şimdi, bu olayı daha yakından inceleyelim:
Söz konusu fotonu ve elektronu, her ikisini de, önce birbirlerine göre potansiyel olarak var olan iki ihtimaldalgası olarak düşünüyoruz. Foton, özünde bir elektromagnetik dalgadır. Elektromagnetik dalganın ne olduğunu ise daha önce inceledik. Bir ihtimaldalgası olarak elektronun da madde-enerjinin belirli bir yoğunlaşma biçimi olduğunu söylemiştik. O da, bu durumda iken, atalet halini yaşayan potansiyel bir dalgadan başka bir şey değildir. Bir ihtimaldalgası olarak bir foton geliyor, diğer ihtimaldalgasına, elektrona çarpıyor! Olayın kabaca anlatımı böyle! Şimdi, bu çarpışma gerçekleştiği an olup bitenleri izlemeye çalışalım:
A ve B arasındaki ilişkiyi-madde enerji alış verişini ele alırken hep “etkileşme” kavramını kullanıyoruz. Nedir bu etkileşme? Her etkileşme, son tahlilde her biri belirli bir yönde etkide bulunan iki karşıt kuvvet arasındaki ilişkiye indirgenebilir. Çelişki kavramıyla etkileşmeyi birbirine bağlayan esas budur.
Öte yandan, bir sistem bir dış unsurla etkileşirken, yani, dışardan gelen etkiye-kuvvete karşı koyarak kendini üretirken, o, aynı anda, kendi içinde de iki karşıt kuvvetin mücadelesine sahne olur. Yani her sistem, kendi var oluşunun kaçınılmaz sonucu olarak kendi içinde kendi zıttını (negatifi anlamında) da üretir. Şöyle gösterelim:



Şimdi, tekrar, söz konusu o fotonla elektron arasındaki etkileşmeye dönersek; eğer gelen foton elektron için onun kendi içinde işleyebileceği kritik eşiğin çok ötesinde bir enerji kapasitesine sahipse, bu durumda, sistemin içindeki dominant kutup A onu sistemin içine alarak bunun işlenilmesi için gerekli reaksiyon modelini oluşturamaz. Herşeyden önce sistemin içindeki bilgi (bu bilgi sistemin bağ enerjisiyle temsil olunmaktadır) bunu yasaklamaktadır. Çünkü, bu yöndeki bir çabanın parçalanmaya yol açabileceği ortadadır. Sistemin bağ enerjisi, kendi sınırlarının aşılmak üzere olduğu sinyalini vermektedir. Bu durumda, istenilmeyen bu sonucun engellenmesi için, sistemin içindeki karşıt kutup olan B devreye girer ve sistemin merkezine doğru etkide bulunarak mevcut durum karşısında hiç bir çözüm üretemeyen A ’nın hakim olduğu merkezde tersine bir hareketin (var oluş halinin) meydana gelmesine yol açar. Bunu, o an, A-B sistemi içindeki iktidarın nitelik değiştirmesi olayı olarak da ifade edebiliriz! Çünkü, o ana kadar sistemi temsil etme rolünü üstlenmiş bulunan ve bunu da, dış dünyadan gelen etkilere karşı sistemin oluşturduğu reaksiyonu temsil ederek yerine getiren merkez, o andan itibaren, artık dış etkenle aynı yönde bir negatif tepkiyi-cevabı temsil ederek gerçekleşmeye başlar. İşte anti elektronun oluşmasının öyküsü bundan ibarettir! Elektron, kendi içinde potansiyel olarak mevcut olan kendi zıttına dönüşmektedir!...
Şimdi, olayı daha iyi kavrayabilmek için sistem biliminden yola çıkarak bir örnek üzerinde duralım; toplum da bir sistem olduğuna göre, 1917’de Rusya’da ne olup bittiğini-yani bizim “işçi sınıfi ihtilali” dediğimiz sistemin tersine çevrilmesi olayının ne olduğunu anlamaya çalışalım!...
Marx’ın öngördüğü gibi üretici güçler çok fazla gelişipte mevcut üretim ilişkilerinin içine sığamadıkları için mi gerçekleşmişti “işçi sınıfı ihtilâli”!! Olağanüstü dış koşullar, savaşta yenilmiş, bütün varoluş koşullarını kaybetmiş bir feodal devlet yapısı ve hiç bir çözüm üretemeyen iktidarsız bir burjuvazi olmasaydı mümkün olurmuydu bu? Ama şu an tartışmak istediğimiz esas konu bu değil zaten. Bunu, yani toplumsal planda bir sistemin tersine çevrilmesi, anti sistem haline gelmesi olayını, başka bir çalışmanın konusu olarak, daha sonra ele alacağımızı söylemekle yetinelim.
Bir sistemin tersine çevrilmesiyle onun diyalektik anlamda kendini inkar etmesi aynı şey değildir!...
Diyalektik inkar-yani devrim- süreci, varolan sistemin içinde niteliksel anlamda ondan farklı bir yapıya sahip olarak gelişen başka bir sistemin ortaya çıkması anlamına gelirken, tersine çevrilme, mevcut sistemin altüst olması demektir!... Bu açıdan bakınca, bütün sistemlerin tersine çevrilebileceğini söyleyebiliriz! Ama bu, hiçbir zaman, doğal evrimin sonucu olmaz. Bu yüzden de bu durumda hiçbir zaman kalıcı bir denge durumu oluşamaz. Ancak bir dış etkenin sonucu olarak geçici bir süre için mümkün hale gelebilecek böyle bir gelişme dış etken ortadan kalkınca varlık şartını kaybeder. Örneğin, tersine dönmüş olan sistem bir elektronsa eğer, bu anti elektronumuz normal koşullar altında hemen normal bir elektronla etkileşerek intihar eder! Yok eğer bu, 1917 Rusyası gibi bir toplumsa da, kısa bir süre sonra, hayatın gerçekleriyle uyuşamayan “işçi sınıfı ihtilali” sona erecektir!. İktidar önce bürokratların-devlet sınıfının eline geçecek ve sistem “normalleşmeye”, kapitalist bir toplum haline gelmeye başlayacaktır!
İnsanlık tarihinin son yüz yılı, sınıfsız topluma giden yolun kapitalist toplumu tersine çevirecek bir anti toplumdan-işçi sınıfı ihtilalinden- geçmeyeceğinin ispatıdır adeta! Modern sınıfsız topluma, işçi sınıfının iktidarı ele geçirdiği bir “anti kapitalist” toplumdan geçilerek varılamayacağının ispatıdır! Kapitalist toplumun bağrında, ana rahminde bir çocuk gibi gelişmekte olan modern sınıfsız toplum, babasının burjuvazi, anasının da işçi sınıfı olduğu bir çocuk gibidir!... Anne ve baba rolünü oynayan bu sınıfların her ikisi de tarih sahnesine birlikte çıkmışlardır, modern sınıfsız toplumu üretirken onun varlığında yok oluşları da gene birlikte olacaktır. “Bilgi çağı” toplumunda ne burjuvazi vardır, ne de işçi sınıfı.[26]
Bir sistemin tersine çevrilerek “anti sistem” haline gelmesine başka bir örnek mi istiyorsunuz!...
Organizmayı düşünelim: Organizma, “dışardan” gelen etkileri işlerken, daima, daha önce-den sahip olduğu bilgileri kullanarak reaksiyon modelleri oluşturmaya çalışır.81 Ve sonra da bunları gerçekleştirir. Burada “reaksiyon modelini oluşturmada kullanılan bilgi”, yaşamı devam ettirmek için (survive-überleben) gerekli olan bilgilerin toplamıdır.82 Ama eğer bu bilgi ve onu kullanarak gerçekleştirilecek olan reaksiyon (tepki) yaşamı devam ettirmek için yeterli değilse, yani organizmanın gerekli reaksiyonu göstererek varlığını koruma şansı yoksa, o zaman sistem ya yok olacaktır, ya da, mümkünse dış etkiye paralel ters bir yapıya geçerek, bu etkiyle aynı yönde bir negatif-aksiyon haline gelip, aradaki problemi bu yolla çözmeye çalışacaktır!...

Örneğin, işkence yapılan bir insanı düşününüz; eğer işkenceye karşı duramıyorsa, yani gerekli reaksiyonu gösteremiyorsa ne yapar o insan? Yok olmamak, yani işkence altında ölmemek için işkenceyi yapanlara teslim olur ve onlarla aynı paralele girer değil mi! Yani, işkencecilerin yarattığı negatif bir kişiliğe sahip olur! Onun normal koşullarda oluşan kişiliğini temsil eden nöronal model ve buna bağlı olarak gerçekleşen davranışları tersine döner. Sonuç, işkence edilen kişi bir anti kişiliğe kavuşmuştur! Nasıl ki, normal bir feedback sürecinde, istenilmeyen sonuçların (çıktıların) engellenmesi için negatif feedback yapılarak (yani girdi kontrol edilerek) çıktı kontrol ediliyorsa, bu durumda da, aynı şekilde, hayatta kalabilmek amacıyla otomatik bir şekilde negatif feedback yapılmaktadır!...


Bir insanın kişiliğini” belirleyen şey onun maddi varlığıdır. Kişilik-nefs (self) organizmanın maddi varlığının nöronal düzeyde temsilinden başka bir şey değildir. “Negatif bir kişilikten” bahsettiğimiz zaman, bunun, nöronal düzeyde, daha önceki normal kişiliği temsil eden nöronal ağın temsil ettiği fonksiyona zıt-negatif bir oluşumla açıklanması gerekir. Ben bunu, bu çalışmanın sınırları içinde, en genel, en soyut haliyle, normal kişiliği temsil eden aksiyonpotansiyelinin-elektriksel dalgasal oluşumun yön değiştirmesi olarak açıklıyorum! Yani, kişiliği temsil eden aksiyonpotansiyelini elektriksel dalgasal bir oluşum olarak düşünürsek, “negatif kişilik”de, bununla yüzseksen derecelik faz farkına sahip, buna ters bir dalga olacaktır!
Evet, neden olmasın! Bütün bu açıklamalar neden gerçek olmasın! Daha ortada hiçbirşey yokken “heryeri kaplayan” bir “Higgs Alanı’nın” varlığını kabul ederek bunu ispat edebilmek için on milyar dolar harcamayı göze alabiliyorsunuz da neden bu söylediklerimin gerçek olabileceğini düşünemiyorsunuz!... Bilgi üretme süreci biraz cesur olmayı gerektirir. Biraz fantazi, biraz da cesaret... ama tabi bütün bunların belirli bir teorik çerçeve içine oturabilmesi de gerekiyor!... Benim yapmaya çalıştığım da bu zaten... Devam ediyoruz:
İç yapı denilen şey nedir?...
Her şeyi, her madde-enerji yoğunluğunu, kendi uzayıyla birlikte oluşan dalgasal bir hareket olarak ele alabileceğimizi söylemiştik. Bu durumda, belirli bir dalgasal hareketle ifade olunan bir sistemin iç yapısından bahsettiğimiz zaman bunun da gene, son tahlilde, süperpozisyon yapan iki karşıt dalga olarak düşünülebileceğini unutmamamız gerekir. Bu durumda, elektriksel olarak eksi yükü taşıdığını söylediğimiz elektron da (bir ihtimaldalgası olarak) kendi içinde dispozisyonel-potansiyel olarak mevcut olduğu düşünülen artı yüklü karşıtıyla birlikte iki dalgasal hareketin süperpozisyonu olarak anlaşılacaktır. Ama öteyandan o, varlığını, aynı zamanda artı yüklü protonla bir sistem ilişkisi içinde de oluşturmaktadır. Yani, kendi içinde birbirine zıt iki ihtimaldalgasının süperpozisyonu olan elektron, aynı anda, kendisiyle aynı fazda, ama ona karşıt bir dalga olan protonla içiçe geçerek, süperpozisyon yaparak da var oluyor...
Yoksa, frekansı uygun bir fotonla (örneğin bir Gamma fotonuyla) bombarduman ettiğimiz elektron, nasıl oluyor da kendi karşıtına-pozitif yüklü elektron haline- dönüşebiliyor? Elektronun içinde potansiyel-dispozisyonel olarak var olmasa, nerden ortaya çıkacak ki bu pozitif yük? Dışardan verilen enerji operasyon için yeterli olduğu an elektron artık normal varlığını sürdüremez hale geliyor ve kendi içinde potansiyel olarak var olan kendi karşıtına dönüşüyor. Sonuç (+) yüklü elektrondur, yani anti elektron. O halde, “anti madde” denilen negatif “realite”, mevcut doğal dengeyi-işleyişi tersine çevirecek büyüklükteki bir dış kuvvete bağlı olarak, bir şeyin kendi içindeki karşıtına dönüşmesi olayıdır...
Peki neden denge halinde kalamaz bir anti parçacık?
Neden hemen “normal maddeyle” karşılaşınca yok olur? Çok açık! Tek bir anti elektron dahi olsa, bizim içinde bulunduğumuz evrensel sistem ilişkilerine, dengeye ters düşen bir gerçekliktir bu. Bu yüzden de belirli bir sistem ilişkisi içinde olmadan “kendinde şey” bir parçacık olarak yaşama şansı yoktur. İzafi bir gerçeklik olarak yaşayabilmesi için (-) yüklü bir protonla bir “anti atom” oluşturması gerekirdi! Ki bu zincir uzar gider! Yani, ya “normal” bir evrensel ilişki zinciri, ya da tersi! İkisi bir arada olamaz! Ancak, olağanüstü koşullarda, geçici olarak, bir dış kuvvetin zorlamasıyla olabilirdi böyle birşey!... Nitekim de öyle oluyor zaten...
Anti evren mi?...
Peki şimdi buradan bir de, bizimkine paralel bir “anti evrenin” bulunduğu sonucunu mu çıkarmamız gerekecektir? Aynen! “Anti evren” dediğimiz şey, her anın içinde saklı olan potansiyel dispozisyonel bir anti madde gerçekliğinden ibarettir!... Müthiş birşey gerçekten! Her ihtimaldalgasının-her potansiyel gerçekliğin- aynı anda kendi içinde kendi karşıtıyla birlikte oluşabildiği bir evreni hayal edebiliyor musunuz! Hani bazan, “biz bu evrende bir kum tanesi kadar bile değiliz” denir ya! Aslında o kadarı bile fazla!...

Yüklə 1,11 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   ...   38




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin