Râhatoğlu ve vakfiyesi Doç. Dr. İsmet kayaoğlu I- rükneddin hattâb ve râhatoğullari ailesi


OKUNUŞU: 1. Bismi'llahi'r-rahmani'r-rahîm



Yüklə 2,97 Mb.
səhifə9/42
tarix29.11.2018
ölçüsü2,97 Mb.
#85079
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   42

OKUNUŞU:

1. Bismi'llahi'r-rahmani'r-rahîm

2. El-hamdü-li'llahi li-hâliki'l-insan

3. er-raziku'l-mennan, ve salla'llahu ala nebiyyihi Muhammedin ve alihi

4. ve ba'dü: Fekad evsâ bi-imareti hazihi'l-hanekahi'l-mubârek (eti)

5. el-Emirü'l-merhum Mübarizü'd-din İshâk - beyyaza'lâhu gurretehu fi seneti sittin ve selasine ve seb'i-mi'e



Tercümesi: Rahman ve rahim olan Allahın adıyla ... insanı yaratan, rızık verici ve bağışlarda bulunucu olan Allah'a hamd olsun. Bundan sonra: Bu mübarek hanekahın inşasını, merhum emir Mübârizü'd-dîn İshâk vasiyet etmişti -Allah onun anlını ak eylesin- (inşası) 736/1335-6 tarihindedir.

Bu kitabe, İshâk Bey'in 736'dan evvel vefat etmiş bulunduğunu ispatlayan bir vesikadır. Ayrıca lakabının burada Necmü'd-dîn değil Mübârizü'd-dîn olduğu da dikkati çekiyor.

Bu İshâk Bey'in bir oğlu ile bir kızı bulunduğunu da yine bazı mezar taşı kitabeleri ispat etmektedir. Uzunçarşılı bunları da görmemiş ve eserlerine geçirmemiş olduğundan biz burada metinlerini vermeyi uygun bulduk30.

____________________________________________________________________________



26 Bk. Uzunçarşılı, İ. H., Kitabeler II, s. 245.

27 Bk. Yiğitbaşı, Süleyman Sükûti, Eğridir - Felekabad Tarihi, s. 44 ve 49 - 50.

28 Uzunçarşılı, Kitabeler II, s. 233.

29 Kitabenin fotoğrafı ve okunuşu için bk. Erdem, Tahir, «Hamîdoğulları Tarihi» Ün Mec., C. V, sayı 49 (Nisan 1938). Kitabe Isparta Halkevi Müze kısmı 38 numarada kayıtlıdır; ebad ve tasviri eski Konya Müzesi Müdürü M. Zeki Oral tarafından, şimdi İlâhiyat Fakültesi Kütüphanesine hediye edilmiş kitapları arasında bulunan Uzunçarşılı'nın Kitabeler II kitabinin 233. sayfasına kendi elyazısı ile eklenmiş bulunan bir nottan nakledildi. Bu nottaki okunuş ile Eğridir Felekabad Tarihi, s. 49 - 50'dekl okunuşlarda bazı eksiklik ve hatalar vardır. Biz bunları fotoğrafa da bakarak düzelterek yazdık : ikinci satırdaki li-haliki ve dördüncü satırdaki el-mubarek kelimelerinin doğru şekilleri -Arap grameri bakımından - hâlıkı ve el-mubareketi olmalıydı.

30 Bk. (Köse, Neşet), «Hamîdoğulları Sülalesine Ait Mühim Vesikalar», Ün Mec., C. 1, sayı: 4, s, 55 vd.

İshâk Bey'in oğlunun mezar taşı:



Okunuşu: Fa-tebiru ya uli'l-elbab. kad irtehale min dâri-l-fenâ'i ilâ'l-Iika el-merhumu'l-mağfur, el-abdü'l-muhtacü ila rahmeti'llahi ta'âlâ Zekeriyyâ Beg ibnü'l-merhum Mübarizü'd-din İshâk Beg rahimehüma'llahu fi tarihi seneti hamsin ve hamsine ve seb'i-mi'e.



Tercümesi: Ey akıl sahipleri ibret alınız! Merhum Mübârizüd-dîn İshâk Bey'in oğlu, merhum, mağfur, Allahın rahmetine muhtaç kul Zekeriyyâ Bey, bu fanilik yurdundan (Allaha) kavuşmak üzere 755 senesinde (1354) irtihal etti. -Allah her ikisine de rahmet etsin-

İshâk Bey'in kızının mezar taşı:



Okunuşu: Bi-'smihi 'r-rahman, li-mağfureti (doğrusu: El-mağfûreti) Havva Hatun binti Mübârizi'd-din İshâk -rahimehüma'llah-Allahümme'rhamha ve tecavez anha fi seneti erba'in ve erba'ûne (doğrusu: erba’îne) ve seb'i-mi'e.



Tercümesi: Rahman olan (Allah) ın ismiyle, (bu kabir taşı), Mübârizü'd-dîn İshâk'ın kızı mağfûre Havva Hâtûn'undur -Allah her ikisine de rahmet eylesin-. Ey Allahım! Bu hatuna rahm eyle ve günahlarından geç. 744 (1343 -4) senesinde.

Bu iki kitabeden de İshâk Bey'in lakabının Mübârizü'd-din olduğu teyyüd etmektedir. Fakat her üç kitabeden de İshâk Bey'den sonra beyliğin başına kimin geçtiğini anlatacak bir ipucu çıkmıyor.



E. ŞİMDİYE KADAR BİLİNMEYEN YENİ BİR HAMÎD-OĞLU BEYİ: BEDRÜ'D-DİN HIZR BEG B. İSHÂK BEG

Makalemizin başında bahsedip şahsiyetini araştırdığımız Hızr b. Göl Begi -veya İhlâs Süresindeki deyişle: Bedrü'd-din Hızr Beg b. İshâk Beg-, işte bu İshâk Beg b. Dündar'ın oğlu olsa gerektir. Buraya kadar teferruatla kaydettiğimiz vesikalar ve bilgiler bizi, bu kanaata sevk etmiştir. Hacı, dindar, âdil, faziletli Hızr Beg Çelebi ile; yine hacı olan, dindar ve faziletli İshâk Beg'in evsaf ve şemâili, bu iki şahsı baba-oğul olarak görmeye fevkalade müsaittir. İbn-i Battûta'nın Eğridir'i ziyaretinde karşılaştığı müderris Muslihu'dîn de herhalde bizim müellifimiz Muslihu'd-dîn Mustafa b. Muhammed olsa gerektir31.

Hızr Beg, babası İshâk Beg'in her ikindi vakti hafızlardan zevkle dinlediği Mülk sûresinin meâlini merak etmiş ve tefsirini yazıvermesini müderris Muslihu'd-din'den rica etmiş olmalıdır. Bu tanışıklık, samimiyet ve ricalar, diğer eserlerin de telifine sebeb olmuştur.

İleri sürdüğümüz bu tez tarih kitaplarındaki, şimdiye kadar daima tereddütle karşılanan, yalnış sanılan ve cerhine çalışılan bazı ifadelerle de uyumlu olup, onları doğrulayacak mahiyettedir. Şöyle ki: Dündar Beg'in öldürülmesinden sonra Hamid-oğlu Beyliğinin başına Hızr Beg'in geçtiği muhtelif yeni ve eski tarih kitaplarında yazılmışsa da son devir araştırıcıları bunu kabul etmek İsteme-

____________________________________________________________________________

31 Eğridir Nis adasında Muslihu'd-din adlı birisine ait eski bir türbe vardır. Bu şahsın müellifimiz olması muhtemeldir. Fakat biz mahallinde yaptığımız incelemede herhangi bir kitabe elde edemedik.

Mişlerdir32. Halbuki bizim tezimize göre bu durum kolaylıkla izah edilebilir:

Moğol valisi Demirtaş, Hamideli Beg'i Dündar'ı takip ederken o esnada muhtemelen Mısır'da bulunan İshâk ın oğlu olan; ve dolayisiyle Dündar Beg’in de torunu bulunan Hızr'a -herhalde genç olduğu için- dokunmamış; ama Dündar Beg'i, Antalya'ya kadar takip ederek ele geçirmiş ve öldürmüştür. Bu tarihten iti­baren bir kaç yıl Eğridir'in idaresi Moğol yüksek hakimiyeti altında ve onların mü­saadesiyle genç Hızr Beg'e kalmış olabi­lir. (Nitekim Antalya şubesinde de Yunus Beg oğlu Mahmud, Demirtaş tarafından beylikte ibka edilmişti.) Fakat İshâk Beg, babası Dündar'ın kan davasını Memlûk sarayında hal ederek 728/1328 lerde Mı­sır'dan Eğridir'e geri dönünce tabii ola­rak oğlu Hızr Beg'in muvakkat birinci emirliği nihayet bulmuştu.

İşte tarih kitaplarında Dündar Beg'den sonra Eğridir'de Hızr Beg adının bi­raz görünüp birden kayboluvermesi, böy­lece makul bir olay durumuna gelir. Ki­taplarda bu şahsa Hızr b. Dündar denme­si de, o devirlerde görülen bir olaydır. Ni­tekim Mülk Sûresi Tefsirinin bir nüshası mukaddimesinde onun Süleyman b. Os­man'a ithaf edildiği kayıtlıdır ki doğrusu «Süleyman b. Orhan b. Osman» olmak gerekirdi.

Hızr Beg babası İshâk Beg'den ev­velki ilk emirliğinde Eğridir'deki Ulu ca­mii tesis etmiştir. (Binanın kiliseden ca­miye çevrildiği de söylenir.33)

Hızr Beg, İbn Battûta'nın Eğridir'i ziyaretinden sonra (yani 733 den sonra) ve babası İshâk Beg in 736 da veya az önce vefatı üzerine, ikinci bir defa bir müddet Eğridir'e hakim olmuş olmalıdır. Beyliğin tarihini yazan eserler İshâk Beg'den sonraki durumun mübhem olduğunu belirtirler ve İbn Battûta'dan o esnada Göl Hisar hakimi bulunduğunu öğrendiği­miz Mehmed Beg'in oğlunu Hamideline hakim gösterirler. Bu Mehmed Beg'in oğ­lu Muzafferü'd-din Mustafa, Burdur'da 745/1344'de Muzafferiye medresesini yaptırmıştı. Kitabede «el-Emirü'l-muazzam» diye vasıflandırılıyor. Mustafa Beg Burdur dolaylarına hakim iken bizim Hızr Beg'in de baba mülkü olan Eğridir'de hü­küm sürmesi pekâlâ mümkündür. 759/ 1357 yılında Eğridir'in yazla mevkiinde yaptırılmış olan Baba Sultan (veya Dede Sultan) türbesi kitabesinden o esnada Eğridir'e, Emîr-i kebir lakabıyla Hüsame'ddin İlyas Beg'in hakim olduğu anla­şılmaktadır. Şubbu'l-A'şa adlı tarih kitabı­na göre bunun babası, Burdur Muzafferi­ye medresesi bânîsi Muzafferü'd-din Mustafa'dır. İlyas Beg'in 767/1365 de Mı­sır hükümdarıyla yazışması vardır.

Eğridir idaresindeki bu gelişmelerin yansıra 14. asrın ortalarından sonra bile hâlâ oralarda Hızr Beg adlı birinin bulun­duğunu gösteren kayıtlar vardır. Bunlar­dan birisi Şeyhu'l-İslâm Berda'î Sultan hakkındaki rivayetler arasında bulunu­yor.34 Bu rivayetlere göre:

«Hamidoğlu Hızr Beg 765/1364 ta­rihi sıralarında Hicaz'a gittiğinde, Şeyhü'l-İslâm Berdaî hazretlerine tesadüf edip onu Eğridir'e davet etmiş; o da is­tihareden sonra müsbet cevap vermiş ve haccı müteakip ailesi, çocukları ve dervişleri ile Semerkant'dan Eğridir'e müteveccihen hareket etmiş»35.

Bu rivayet, 765 tarihleri sırasında Hamidoğullarından Hızr Beg adlı birinin varlığını göstermesi bakımından fevkala­de önemlidir.

____________________________________________________________________________

32 Bakınız not 16, 17.

33 Bk. Yiğitbaşı, S. S., Eğridir Felekâbad Tarihi, s. 134, Uzunçarşılı, İ. H., Anadolu Beylikleri 2, s. 63; Böcüoğlu, Süleyman Sami, Eğridir İsparta Tarihi, s. 213 vd. Halil Hamit Paşa Ktp./Isparta yazmaları arasında.

34 Bu zat hakkındaki bilgiler Hicrî 1005 tarihinde yazılan Menakıb-ı Kebir; ve 1225 de Hafız Yunus-zade Halîl-i Ispartavî tarafından yazılan Menakıb-ı Sultanü'l-Muhakkıkîn adlı eserlerde toplanmıştır. Bir nüshası İsparta Halil Hamid Paşa Kütüphanesi no: 305'de bulunmaktadır.

35 Bk. Eğridir Felekâbad Tarihi s. 69 vd.; Köse, Neşet, «Eğridirli Şeyh Mehmet Çelebi ve Sülâlesi» Ün Mecmuası, C. 1, sayı 5, (1935); Aynı mecmua C. 8, sayı 91 - 96, s. 1383 vd.

Aynı mahiyette olan ve tezimizi destekleyen diğer bir vesika da, bölge olarak coğrafî yönden Eğridir'e bağlılığı aşikar olan Şuhut kasabasındaki Kubbeli Mescid'in kitabesidir. Aşağıda metnini vereceğimiz bu kitabede Mu'izzü'd-din İbrahim b. Hızr diye bir Beg adı geçmektedir. Mütehassıslar bu şahsın da Hamidoğulları ile alakalı olduğunu kabul ediyorlar36. Bu takdirde bu kitabe de 14. yüzyıl ortalarında Hamidoğulları Beyliğinde Hızr adlı birinin varlığını göstermiş olur.

Kitabenin bizim de mahallinde dikkatle incelediğimiz metni şöyledir:

Okunuşu:


1- Emere bi-bina-i hâze'l-mescidi'l-mubarek el-emiru'l-kebiru'l-adilü

2- el-kâmilü Muizzü'd-dünya ve'd-din amirü'l-hayratı ve'l-hasenât İbra....

3- hîm ibnü l-merhum el-mafûr Hızr Beg halleda'l-lâhu mülkehu ve ebbede devletehu

4- Taleben li-marzatihi, kema kâle 'aleyhi's-selâmu: Men bena' li'llâhi mesciden yebteği bihi.

5- veche'llâhi bena'llâhu lehu mislehu fi'l-cennetl. Fi tarih-i sittetin ve seb'ine ve seb'i-mi'e37

Tercümesi:

Bu mübarek mescidin inşasını, merhum ve mağfur Hızır Beg'in oğlu, hayır ve hasenatı emredici adil ve kâmil büyük emîr Muizzû'd-din İbrahim Allah'ın rızasını dileyerek emreyledi. -Allah hükümdarlığını sonsuz ve mutluluğunu ebedî kılsın.- Nitekim Hz. Peygamber A. S. buyurmuştur ki: Kim Allah'ın rızasını kazanmayı düşünerek bir mescid inşa ederse Allah da ona bu hayrının benzerini cennette bina eyler. İnşa 776 tarihinde olmuştur.

Bu iki vesikadan anlaşıldığına göre Hamidoğlu Hızr Beg, Eğridir şehri amcazadelerinin hakimiyetine girdikten sonra bile hayattadır. 765 lerde hacca gitmiş fakat, Şuhut kitabesinden anlaşıldığına göre 776'lardan önce vefat etmiştir. Amcazadesi İlyas Beg Eğridir'e hakim olduğu zaman onun maiyetine girmiş olması veya ona tâbi olarak Eğridir'den daha kuzeydeki şehirlerde hüküm sürmüş bulunması düşünülebilir38.

Bizim, makale içindeki izahlarımız muvacehesinde Hamîd - oğulları Beyliği hükümdar sülalesi şeceresinin bu şekilde tashihi ve düzenlenmesi gerekir39: (Sadece Eğridir Şubesi)

____________________________________________________________________________



36 Süleyman Hilmi, «Şuhut'ta Hamîdoğullarına alt mühim bir kitabe» Ün Mecmuası, C. 1, sayı 8, (1935), s. 128 vd.

37 Tarih kelimelerinden «sitte : altı» nın «sene» şeklinde okunma ihtimali de vardır. Bu takdirde kitabenin tarihi 770/1368 olur.

38 Tahir Erdem, Eğridir Ağa Mahallesindeki Ağa Camii kitabesine dayanarak Hızr b. Gölbegi'nln hicrî 815/1412 tarihinde sağ göstermek istiyor. (Bk. Ün Mecmuası, C. 1, sayı 37, s. 518 vd.) Fakat bu kitabenin okunuşu sağlam değildir, tarihi 825 de okunabilir; şahısların unvanları farklıdır; ve burada «Gölbegi» baba değil dede olarak, İki «ibn» den sonra gelmektedir.

Ağa Camiinin banisi ve Şeyhül-İslâm Berdaî Sultan Vakıflarının vâkıfı belki de aynı şahsiyet olup; bizim Hızr b. İshâk Bey'in soyundan; hattâ torunu olabilir; ama bizzat kendisi olamaz; çünkü zaman bakımından araları çok uzaktır. Bu mesele için krş. «Hızır Bey Vakfiyesi» Ün Mec., C. IX, sayı 99-102 (Haziran - Eylül 1942), s. 1405 vd. ve bizim doktora tezimiz.



39 Çeşitli hatalı şecereler için bk. makalemiz içinde zikredilen eserler ve Yiğitbaşı, S. S., Eğridir - Felekabad Tarihi, s. 53; Uzunçarşılı, İ. H., Anadolu Beylikleri 2, s. 66.



OSMANLILAR ZAMANINDA MEKKE VE MEDİNE'YE GÖNDERİLEN PARA VE HEDİYELER

İbrahim ATEŞ



GİRİŞ

Öteden beri İslâm ülkelerinin hükümdarlarıyla müslümanlar tarafın­dan Mekke ve Medine'ye Mahmil, Surre ve hediyelerin gönderilegeldiği bilinen bir gerçektir. Mekke ve Medine'nin kut­sallığına inanan müslümanlarla, İslâm hü­kümdarları, bu kutsal yerlerde oturan fa­kirlerle Harameyn-i Şerîfeyn'de hizmet eden imam, müezzin, kayyım, ferraş v.b. din görevlilerine, Mekke ve Medine emir­leri ile diğer görevlilere ve delillere her sene hacc mevsimi yaklaşınca çeşitli he­diyelerin yanı sıra paralar gönderirlerdi. Bu davranışları, bu yerlere olan sevgi ve saygılarından doğuyordu. Bu hediye ve paralar önceleri deve yükleri ile başlıca iki yerden gönderilirdi.

Bunlardan önemli olanını «Hâdim-ül-Harameyni'ş-Şerîfeyn» sıfatını haiz Osmanlı Padişahı, diğerlerini de Mısır Hidîvi gönderirdi. Osmanlı Padişahının gönderdiğine «Mahmil-i Hümâyûn» (Re­sim 1) Mısır Hidivinin gönderdiğine ise «Mahmil-i Mısrî» denirdi (Resim-2 b, c).

Osmanlılar zamanında saray olsun, halk olsun bu hususa fevkalâde önem verirlerdi. Zira mahmil, mübârek yerlere yalnız padişahın ve saray erkanının değil, mü'minlerden herkim dilerse onların da, armağanlarını iletirdi. Bunun için, arma­ğan veya para göndermek isteyen herke­sin gönderecekleri armağan ve paralar, o günkü deyimiyle Evkâf Nezareti yâni Vakıflar Bakanlığı vasıtasıyla alınır, veri­lirdi. Bir tarafında gönderenin, diğer ta­rafında da alacak olan kimsenin adres­leri işlenmiş, meşinden yapılı çantalar olurdu. Bu çantanın içine sahibi, kudreti­ne göre bir miktar para koyar gönderirdi. Dönüşte de yine aynı çanta ile zemzem suyu, kına, öd ağacı, hurma, akik, yüzük, gümüş, basur halkası vesaire gibi ufak te­fek hediye alırdı. İşte böylesine karşılık­lı, insancıl, sevgi ve saygıdan doğarak;

atalarımız tarafından Mekke ve Medine fakirleri ile mücavirînine, zaman zaman gönderilen para ve hediyelerin nasıl ve ne şekilde gönderildiğini ele alıp inceler­ken konuya açıklık getirmek üzere, aşağı­daki hususlara kısaca temas edip araş­tırmamızda daha ziyade vakıfların bu sa­hada yapmış olduğu hizmetleri elimizde­ki belge ve bilgiler çerçevesinde açıkla­maya çalışacağız:

1- Mahmil'in kısaca tarihçesi,

2- Surre'nin anlamı, Mekke ve Medine'ye gönderilmesinin tarihçesi,

3- Surre alayı ve Surre-i Hümâyûn,

4- Surre Emîni,

5- Surre ile ilgili belgeler.



1- MAHMİL'İN KISACA TARİH­ÇESİ:

İslâm Ansiklopedisinde belirtildiği gibi: «XIII. Asırdan beri, müslüman hü­kümdarların, istiklâllerini kabul ettirmek ve hacc merâsiminde kendilerine bir şe­ref mevkii temin etmek maksadıyla, Mek­ke'ye gönderdikleri içi boş ve süslü bir Mahfe'ye "mahmil"» denirdi.

Mahmil'i taşıyan deveye binilmez, onun sadece yularından çekilirdi. Bu de­ve, kervanın başında giderdi. Mahmil'i gönderenler onu süslemekte bir biri ile adeta yarış yaparlardı. 1321 yılında Irak'dan Mekke'ye gönderilen, bir çok altın, inci ve kıymetli taşlar ile süslenmiş bir mahmilden bahsedilmekte ise de Kahire'den gelen hacı kervanında bulunan dört köşe en muhteşem mahmili bize Lane şöyle tanıtmaktadır:

«Ağaçtan yapılmış dört köşe bir mahfe olup, üst tarafı Ehrâm biçimindedir. Üstü işlemeli siyah bir ipekli ile örtülmüştür. Aşağı kısımları, ipekten saçaklar ile süs­lenmiş ve dört köşesine yaldızlı küreler asılmıştır. Mahfenin ön kısmında Kâbe'­nin sırma ile işlenmiş bir resmî bulunur.»

Burckhardt Mısır mahmili hakkında, Lane'nin dediklerine ilâve olarak, bunun deve kuşu tüyleri ile süslü olduğunu kay­deder. Burckhardt'a göre mahmilin için­de yalnız bir dua kitabı bulunurdu. Mah­mil Kâhire'ye dönünce bu kitap teşhir edilir ve ziyarete gelen halk tarafından öpülürdü. Lane'e göre ise mahmile iki mahfaza tesbit edilip, bunların her birine bir Kur'an-ı Kerim konurdu. Konulan Kur'an-ı Kerim'lerden biri tomar, diğeri ise, kitap şeklinde idi1.

Mahmil Mekke'ye ulaşınca sevinç çığlıkları ile selâmlanır ve muhteşem bir merâsimle, halkın kalabalık olduğu so­kaklarda gezdirilir, sonra da onlara tah­sis edilen bir yeri işgal etmek üzere ha­cılar ile birlikte, Arafat'a götürülürdü. Makrîzi'ye göre: Mekke'ye mahmil gön­derme âdeti, 670 H. ( = 1271 -1222 M.) tarihinde ilk defa Memlûk Sultanı Baybars tarafından ihdas edilmiştir. Başkala­rına göre ise, bu adet Şerif Ebû Numayy'e kadar çıkar. Aynı şekilde rivayet edildiği­ne göre, Baybars, hacı kervanları ile bir­likte, böyle Bir mahmil göndermek fikrini, muhteşem bir mahmil içerisinde haccını ifa eden hânedâna mensup bir kadından almıştır. Fakat bunun bir masaldan ibaret olduğu ve bu adetin eski devirlerden kal­dığı dînî bir mânâ taşıdığı ileri sürülebilir. Mahmil, Arapların seyyar ibadet mahfe­sini hatırlatmakta ve Musil'in Rvâla kabi­lesinin «Abu Zhur Al-Markab» i hakkında yaptığı tasvire uymaktadır ki, bu ince ağaç çubuklarından yapılmış ve deve ku­şu tüyü ile süslenmiş bir çeşit mahfe olup, devenin semerine tesbit edilmiştir. Bu, kabilenin merkezini temsil etmekte­dir. Herhalde bu, bizi son devirlerdeki mahmillerin gerçek manasına götürmek­tedir ki, bu devirlerde böyle mahmiller, muhtelif islâm devletlerinin istiklâl ve hükümranlık iddialarının birer remzi idi. Bu manası ile mahmiller tarihî bir kıymet ifade eder. Çünkü siyasî değişmeleri asırlar boyunca vuku bulan rekâbetleri aksettirirler. Mahmil göndermek sûretiy­le, şeriflere hükümranlık ve hâmîlik sıfat-

____________________________________________________________________________



1 İslâm Ansiklopedisi, cilt-7, s. 151-152.

Resim 1:Mahmil-i Hümâyûn’un Şam’da karşılanışı (Resimli Tarih Mecmuası, s. 481’den).

Resim 2/a: Kahire’de Mahmil için yapılan tören (Yılmaz Önge’den).

Resim 2/b: Mahmil’in Kahire sokaklarında gezdirilişi (Yılmaz Önge’den).

larını kabul ettirmek isteyen hükümdar­lar meydana çıkıyor, çok geçmeden, onla­rın yerini başkaları alıyordu. Mısır mahmilinin, Suriye'den gelen mahmilden da­ha üstün tutulması, Memlûk sultanlarının siyasi kuvvetinin bir tezahürüdür. Bu hu­susta Osmanlı iktidarının bir değişiklik getirmemiş olduğuna da işaret edilebilir. Nitekim İstanbul'dan gönderilen Mahmiller, Mısır mahmillerinden üstün tutulmuş idi. (Resim-3) Vahhabiler tarafından Mekke'nin 1807'de ele geçirilmesi, mahmil gönderilmesini bir müddet inkıtâ'a uğrattı ise de, Vahhabiler'in yenilmele­rinden sonra, eski durum avdet etti. Meh­met Ali Paşa idaresinde Mısır mahmili yeniden üstünlüğüne kavuştu.

1914-1918 savaşından sonra, Suri­ye'den Mekke'ye mahmil gönderme ade­tine son verildi. Mısır hükümeti ile Kral Hüseyin (1915-1924) arasında mahmile refakat etmesi icap eden heyet başkanı­nın yetkileri ve mahmilin karşılanma merâsimi yüzünden ihtilâf çıkması dolayısiyle, mahmilin gönderilmesi iki defa ge­ri bırakıldı. İbn-i Sûud Hicaz'ı ele geçir­dikten sonra, mahmille ilgili birçok mü­zakereler yapıldı. Vahhabi Hükümdarı mahmile an'ane halinde refakat eden tegannilerin ve batıl itikatlar ile ilgili bütün merâsimin kaldırılmasını istiyordu. Ayrı­ca, mahmile silahlı muhafızların refakat etmesine itiraz ediyordu. 1926 yılında iki tarafı uzlaştırmak amacıyla yapılan te­şebbüs başarısızlıkla sonuçlandı. İbn-i Sûud'un kuvvetleri ile Mısır askerleri arasında bir çarpışma oldu. Ancak İbn-i Sûud'un şahsî tavassutu ile, ihtilaf sona erdi ise de, bu tarihten sonra, Mısır hükümeti hacc'a mahmil, Kâbe'ye örtü göndermemeye karar verdi. Fakat, İbn-i Sûud ile yapılan bir andlaşma sonunda mahmil gönderme âdeti yeniden kuruldu.

2- SURRE'NİN ANLAMI, MEKKE VE MEDİNE'YE GÖNDERİLMESİNİN TA­RİHÇESİ:

Surre kelimesinin aslı «Surra» olup, kese demektir. (Resim-4) Konumuzla ilgili olan anlamı ise, yazımızın giriş kıs­mında işaret ettiğimiz gibi her sene hacc münasebetiyle Harameyn'e gönderilen para ve hediyeler hakkında kullanılan bir tabirdir.

Mekke ile Medine'ye Surra gönde­rilmesi, Abbasiler zamanında başlamış, Osmanlılar'ın son zamanlarına kadar de­vam etmiştir. Öyle ki; Harameyn'e ilk de­fa surre gönderilmesi El-Muktedir Billâh (Abbasi halifelerinden) zamanında yani 311 (923-924) senesinde adet olmuştur. Elmuktedir Billâh'ın gönderdiği Surre'nin miktarı 315.426 Filori altını idi. El-Muktedir Billâh'tan tahminen 81 veya 82 se­ne önce (El-Vâsık Billâh) tarafından dahi Haremeyn fukarasına ihsan ve ikram edilmiş ise de, sene be-sene gönderilmeyip yalnız hacc esnasında tevzi edilmiş­tir. Fâtımîler, Hicaz'ı kendilerine bağla­mak için Harameyn'e para gönderirlerdi. Her sene Hicaz'a gönderdikleri mürette­batın miktarı 120 bin Dinar idi. Vezir Bazurî zamanında bunu 200 bin Dinara çı­kardılar. Osmanlılar'a gelinceye kadar Hicaz'a gönderilen paranın miktarı hiç bir devlet zamanında bu miktara varma­mıştır. Mısır Hükümetleri Harameyn'e gönderdikleri mahmile pek fazla itina ederlerdi. Hatta Mekke'ye varıncaya ka­dar uğradığı yerlerin en büyük memurla­rının mahmili taşıyan devenin ayağını öp­mesi, riayet olunan usuldan idi. Mekke emirleri de öperlerdi. Hicri 843 senesin­de Çerkeş meliklerinden Sultan Çakmak bu adeti kaldırmıştır.

Kölemenlerden sonra, Harameyn'e surre gönderen Osmanlılardır. Osmanlı­lardan ilk surre gönderen ise, Çelebi Sul­tan Mehmet'tir. Çelebi Sultan Mehmet, iki defa surre göndermiştir. Bu yolda üçüncülük şerefine oğlu mazhar olmuş­tur. Babasının gönderdiği surrenin mik­tarı hakkında bir malûmat yoksa da, oğlu tarafından gönderilenin miktarı, 35 bin Filori olup, bu miktarın beher sene gön­derilmesi usul ittihaz edilmiştir. Dör­düncü defa da II. Murat tarafından 827 (1424) tarihinde gönderilmiş, beşinci de-



Resim 2/c: Mısır Hidivi’nin Kahire’den Mekke’ye götürülen Mahmili (Foto P. Dittrich, Beitrage Zur Kunstgesehichte Asiene adlı eserden).

Resim 3: Mahmil’i Şerif’in Saraydan gönderilişi.

fa gönderilen surre ise, 855 (1451) tari­hine tesadüf eylemiştir. 855 (1451) sene­sinde gönderilen surrenin miktarı 801 kese olup, 843 (1440) tarihinde Timur'un oğullarından Şahruh dahi bir miktar sure göndermiştir.

886 (1481) senesinde II. Bayezid, yarısı Mekke halkına diğer yarısı ise Me­dine halkına mahsus olmak üzere yıllık 14 Bin altın surre gönderilmesini mutâd edinmiş ve ondan sonra gönderilen surre­nin miktarı arta gelmiştir.

II. Bayezid'e kadar Osmanlı Padi­şahlarının gönderdikleri surreler teber­ru ve teberrukat kabilinden idi. Fakat I. Selim devrinde iş değişti. Harameyn'e surre gönderilmesi siyasi vazifeler sıra­sına geçti. Yavuz, Mısır'ı ele geçirince, Mekke şerifi Seyyid Berekât, 13 yaşında bulunan oğlu Ebû Nemi'i Mısır'a gönder­miş, Hz. Peygamber'ln emanetlerini ve Kâbe'nin anahtarını yollamakla beraber 923 (1517) yılı arefesinde umum Hicaz ve Tehame'de namına hutbe okunmuştu. Okunan hutbede adının «Hâdim-ül-Haremeyn-iş-Şerîfeyn» sûretinde anılması, emânât-ı Şerife'nin de gönderilmesi Sul­tan Selim'i pek fazla memnun etmişti. Bunların şükrân nişanesi olmak üzere Harameyn halkına 200 Bin Filori ile 7 Bin Erdeb2 zahire göndermişti. Bunları da­ğıtmak için Emir Musluhiddin adında bir şahsı memur ettiği gibi, her sene bir sur­renin gönderilmesini de emretmişti.

Bundan önce de EyyûbîIer’den son­ra, Mısır'ı ele geçirmiş olan Kölemenler, Hicazlıların taraftarlığını kazanmak için her sene bir miktar zahire gönderirlerdi. Haremeynde buna «Sadakât-ı Mısriyye» denilirdi. Hicaz halkı, Sultan Selim'in surresinden, pek çok memnun olarak bu­na da «Sadakât-i Rûmiyye» adını verdi­ler. Osmanlıların gönderdikleri zahire­nin miktarı II. Mahmud zamanında 17 bin Erdeb, paranın yekûnuda II. Abdülhamlt zamanında da 3 Milyon 513 Bin 615 kuru­şa baliğ olmuştur. Bütçeye konulup da gönderilemiyen 1334 Mâlî (1918 Milâdî) yılı Surre-i Hümâyûn tahsisatı ise 3 Mil­yon 640 Bin 272 kuruşa yükselmişti. Sur­re, 1. Dünya savaşı sırasında Harameyn yolunun kapatılmasına kadar gönderil­miştir.


Yüklə 2,97 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   42




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin