Tbmm tutanak Hizmetleri Başkanlığı



Yüklə 341,86 Kb.
səhifə4/6
tarix27.10.2017
ölçüsü341,86 Kb.
#16228
1   2   3   4   5   6
al ver Türkçe’ye…

Şimdi, Türkçe’ye baktığımızda deniliyor ki: “İşte, binlercesi Arapça kökenli, Fars kökenli.” Şimdi…

FARUK BAL (Konya) – 5 bin.

BENGİ YILDIZ (Batman) – Evet, 5 bin.

Yani, dolayısıyla bunları da bir zenginlik olarak kabul etmek lazım ama, yani, Kürtçenin çok tarihî, efendime söyleyeyim, kendi kendine yetebilen, binlerce yıllık medrese eğitimlerinden geçen, orada yetişen, sadece dinî ilimleri değil, fen ilimleri, tıp bilimlerini de medreselerde okuyordu. Bu süreçten geçmiş insanlar var, Kürtçeyle yazılmış romanlar var vesaire.

Dolayısıyla, ben dil konusundaki şeyi, dil konusunda bir fukaralık varsa bunu devletin fukaralığına bağlarım, Kürt dilinin fukaralığına bağlamam ve bir zenginlik olarak kabul ederim ki seksen yıl şu veya bu şekilde yasaklıyorsun, seksen yıl tek bir eğitim veriyorsun. Buna rağmen bir dil dimdik ayaktadır. Dolayısıyla, yani kültürüyle, türküleriyle, kelamlarıyla, vesaireleriyle ayakta ve yaşamaya devam ediyor. Dolayısıyla, buradan, yönetenler olarak kendimize bir pay çıkaracağımıza yani tabii ki görev anlamında… Çünkü bir bilim adamı, bir dil bilimci söylüyor, diyor ki: “Nasıl doğadaki diğer varlıkları yok etmek doğadaki çeşitliliği yok ediyorsa ve bu zararlıysa dillerin asimilasyonu da, dillerin görmezlikten gelinmesi de, yok edilmesi de…” Ha, bugün Kürtçe üzerinde devlet olarak asimilasyon uyguluyoruz, emperyalistler de bizim dilimiz üzerinden, yani genel olarak resmi dil dediğimiz Türkçe üzerinden şey yapıyorlar. Yani gücü yetenin egemen olduğu bir sistemden yana olursak bir yirmi yıl sonra Türkçenin de artık yani bilmem kaçıncı dil olduğu bir şeye gelebiliriz. Dolayısıyla, çeşitliliği korumak burada oturanların, siyasilerin ve anayasa yapıcılarının da… Hele o çeşitlilik milyonlarca insanımızın konuştuğu bir dilse yani Sanskritçe değil de Kürtçeyse daha da fazla korumamız gerektiğine inanıyorum.

Şunu belirtmek isterim: Bir kere, resmî tarih dışında da bir 10 tane kitap okursak Şeyh Sait İsyanı’nın İngilizlerin değil, devletin inkârcı politikasından kaynaklandığını hepimiz biliyoruz. Biz Kürtler İslam ve ümmet için -temel olarak Kurtuluş Savaşı’ndaki Mustafa Kemal’in de kullandığı temel argüman budur- yola çıktık, bir Hilafetin vesairenin ve Lozan’la birlikte 24 Anayasası ve sonrasındaki gelişmeler… Bir: Kürtlük elden gitti. İki: Din elden gitti. Yani Şeyh Sait İsyanı’nın 100 tane kitabı oku, 100 tane… Tek bir tane, Türkiye Cumhuriyeti istihbaratı dışındaki tek bir tane bilimsel kitaptan Şeyh Sait İsyanı’nın İngiliz destekli olduğunu ispatlayamazsın. Tek bir tane kitapta bulamazsınız, ben iddia ediyorum, burada da bir araya geleceğiz. Getirin bilimsel bir tane kitabı, deyin ki: “Arkadaşlar, İngilizler Şeyh Sait’e şu kadar para aktardı, şu kadar silah aktardı veyahut şu görüşmeyi yaptı. Ben biliyorum, iki görüşme yapılmış. Bir, İstanbul’da istihbaratın da içinde olduğu Seyit Abdulkadir’in katıldığı bir toplantı var, bir de Suriye’de yapılan bir şey var. İkisinde de istihbarat aslında hiç de böyle Kürtler arasında şey yapan bu örgütsel yapının içerisinde olmayan insanlarla görüşmüş, sonra da sanki böyle İngilizlerle görüşür gibi yapmışlar. Hâlbuki istihbarat ve sanki işte İngiltere’den destek geliyormuş görüntüsünü yaratmışlar.

Şimdi, bunların hepsini, gerçekten… Yani ben mesela laik bir insanım, şeriatçı değilim. Dolayısıyla, bir şeriat devletinin kurulmasını da istemem. Şeyh Sait de kursaydı ben bugün karşı çıkardım. Ben orayı tartışmıyorum. Yani bir, Kürtlerin o zamanki hassasiyeti, yani Kurtuluş Savaşı çünkü ümmetin kurtuluşu ve ülkenin yabancılardan kurtarılması üzerine; iki, yüzlerce, Mustafa Kemal’in konuşmasında, işte, hem Mecliste hem diğer alanlarda “Türklerin ve Kürtlerin Meclisi, Türklerin ve Kürtlerin vatanı işgal altında…” Bu unsur üzerine verilmiş. 24’le birlikte bu iki unsur da yok farz edilmiş ve Kürt isyanları bunun üzerine başlamış. Diğer isyanları tartışabiliriz ama özellikle Şeyh Sait İsyanı’na Faruk Bey şey yaptığı için bunlarla ilgili biz de şey yapıyoruz. Yani çok samimi söyleyeyim, özellikle Kürtler Marksist… Şu anki bizim siyasal geleneğimiz biraz sosyalist şeyden de geldiği için yani böyle dinsel ayaklanmalara “Aman, ne iyi yaptılar.” falan değil. Fakat Şeyh Sait İsyanı’nı da bu anlamda biliyorum, yani tarafsız biraz yaklaşıyoruz. Böyle şey yaptıkları gibi kesinlikle şey değil. Tamamıyla belirttiğimiz o cumhuriyet, daha doğrusu Kurtuluş Savaşı’nda hangi şeyler için bir araya gelinmişse o hassasiyetle gerçekleşmiş bir ayaklanma olduğunu onlarca kitaptan okuduk. Dolayısıyla bu da böyle.

Şimdi, Faruk Bey’e deminki onun savunmasıyla cevap vereceğim. Misakımillî meselesini Kürtler de Türkler de tartışıyor, Öcalan’dan önce de tartışıyorduk değil mi? Yani hatta Millet Meclisinde de Türk, Kürt milletvekilleri ayaklanmış yani “Nasıl Misakımillî’yi bırakıyoruz? Biz kabul etmeyiz.” şeklinde itirazları olmuş. Şimdi, bugün, Bengi Yıldız, Öcalan veya başka birisinin, yani bu parçalanmışlığı dile getirmesi, bunun üzerinden de biraz Kurtuluş Savaşı’nın felsefesine atıfta bulunması, hani biz bir sınır çizmiştik, o sınır içerisinde Kürtler, Türkler ve diğer unsurlar -ama özellikle bunlara vurgu yapıldığı için söylüyorum- bir arada yaşayacaktı. Şimdi de Orta Doğu’da da Kürtler ve Türklerin birliği Türkiye Cumhuriyeti’ni büyütür. Bunları söylediğimizde bunun arkasında bir art niyet aranmaması lazım. Gerçekten, şu anda burada, yani, hangi duygularla söylüyorsak… Çünkü hani çokça “Bu Türkler ve Kürtler karıştı.” deniyor. Evet, karıştı fakat Yugoslavya’da yüzde 30 Hırvatlarla şeyler arasında evlilik vardı, Yugoslavya parçalandı. Kimse “Bin yıllık, yok, bilmem şu kadar evliyiz, şu kadar iç içe geçmişiz, şu kadar İstanbul’da Kürt nüfusu var.” demesin. Yani, eğer biz bilimsel, çağın gereklerine uygun, demokrasiye uygun çözümler üretemezsek gerçekten yani emperyalistler de karışır, biz de itiraz ederiz ama herkes karışır. Bu da bilinen bir şeydir, yani kimse Türkiye’nin kaşı gözü için Türkiye’ye destek vermiyor. Bunu çok samimi bir ortamda konuşuyoruz, tartışıyoruz, içimizden geldiği için söylüyoruz bunları. Gerçekten, bunun teminatı bizim birbirimize güvenmemiz, bizim birbirimizin haklarına saygı göstermemizdir. Yani bir empati yapsak, bir Kürt kendini Türk yerine, bir Türk de kendini Kürt yerine koysa. Ahmet Altan öyle bir yazı yazmıştı, adamı gazeteden kovdular. 1996’mıydı, neydi? Yani “Bir sabah herkes sana ‘Kürt’üm, doğruyum, çalışkanım.’ bunu dayatsa siz ne yaparsınız?” diye. Adamı gazeten kovdular. Bu, empatinin yoluydu ama ona gazetede bir makalede bile tahammülümüz olmadı. Bir arada yaşamanın kültürü budur, yani başkasını kendisi gibi görmek, kendisini başkasının yerine koyabilmedir. Bunu başardığımız ölçüde, yani dünyanın hiçbir gücü ayrılmak istemeyen halkları birbirinden ayıramaz. Topu da, tüfeği de, atom bombası da vallahi, billahi, tallahi Kürtleri ve Türkleri, eğer birbirlerinin haklarına saygı gösterirse, dünyanın bütün milletleri bir araya gelse birbirinden ayıramaz. Vallahi, billahi, tallahi de diyorum, eğer birbirimizin hakkını savunmazsak kimse de destek vermese bu ülke huzur görmedi, şimdiye kadar görmedi.

FARUK BAL (Konya) – Üç taş atman lazım.

BENGİ YILDIZ (Batman) – Hayır, bunu yani pekiştirmek için söylüyorum. Yani kimse bizi bir arada tutamaz bu hâliyle. Yani dili yasak, şusu yasak… Ana dilde gerçekten… Ana dil meselesini konuşacağız ama şunu yani ben bazen diyorum ki: “Masaya gidip oturduğumda ben nasıl savunacağım ya? İşte, kendi dilimde eğitim görmek istiyorum.” Biliyor musun? Yani, bana gerçekten çok zor geliyor. Bugün bir arkadaş daha atıfta bulundu, o aklıma geldi. Dedim ki: Demek ki aklın yolu birdir yani. Yani ben nasıl masaya gideceğim, diyeceğim ki: “Ya, ben bu ülkenin vatandaşıyım. Ana dilimde eğitim görmek istiyorum ama kimseyi incitmeden, kimseyi ürkütmeden.” Ben bunu nasıl anlatabilirim? Şimdi, yani, bu bile bizde bir problem hâline… Yani ne yapacağız? Dolayısıyla, Faruk Bey’e yani biraz daha…

Bence, bu masanın etrafında aslında çok şeyi başarıyoruz, buna inanıyorum. Yani, hani dışarıda konuşsak, böyle milletin kıyamet koparacağı, “Bunlar ne konuşuyor?” diyeceği şeyi burada konuşuyoruz, bu çok önemli. Bence toplumu da zaten tartıştırıyoruz da yani biraz daha bu empati yöntemiyle tartıştırsak kendi sorunlarımızı çözeriz gibime geliyor benim. Bunların hiçbirisi yani şu değiştirilmez maddeler, dört madde deniyor ya, keşke buradaki kaygı -benim de kaygım odur- cumhuriyet olsa, keşke demokrasi olsa, keşke özgürlükler olsa, keşke insan hakları olsa, keşke bu ülkenin birbirini kabul eden ama bölünmez bütünlüğü üzerinde olsa yani birbirini kabul etsin ama “Arkadaş, bu ülkeye hepimiz bağlıyız, böldürtmeyiz.” dese ama işte, sen şimdi oraya bizim açımızdan yasak olan bir sürü maddeyi koyup bir de ben bunu değiştirilmez, tartışılmaz diye önüme getirdiğim zaman o zaman zaten sıkıntılıdır. Bir, ilkesel olarak hakikaten değişmezlik aşıldı çünkü toplumlar değişiyor, benim başta da belirttiğim gibi kutsal metinler değil, değişebilir fakat yani hepimiz cumhuriyet ve diyelim ki onun nitelikleri konusunda mutabık kalıyoruz, bu en önemli kazanımdır, bu onun değişmezliğinin teminatıdır aslında. Bu cumhuriyetin demokratik bir cumhuriyet olduğu, hukuk devleti olduğu, sosyal bir devlet olduğu, en önemlisi -çok tartışmalı olsa da Türkiye uygulaması- laik bir devlet olduğu üzerinde dört partinin de uzlaşıyor olması zaten değişmezliğini beraberinde getiriyor. Sen onu bir de 4’üncü maddeyle kayıt altına alsan da olmuyor, değişiyor işte. Yani, 1921’den buraya kadar bu kadar Anayasa değiştirmişsek bu da değişir. Önemli olan bizim kafamızda çağın gereği olan bir yönetimi, bir anayasayı yapmak ve “Arkadaş, bu bizi Amerika’daki gibi iki yüz yıl götürür.” meselesini ortaya çıkarmaktır.

RIZA TÜRMEN (İzmir) – Çok teşekkür ederim Bengi Bey.

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) - Rıza Bey, nasıl özetleyeceksiniz bu konuşmayı?

RIZA TÜRMEN (İzmir) – Hayır, özetlemeyeceğim yalnız şeyi söylemek istiyorum yani benim anlayabildiğim kadarıyla yeni bir anayasa yapılmasındaki temel amaçlardan biri de Türkiye’deki farklılıkların yansıtılması, tek tipçi bir anayasa yerine, çoğulcu bir anayasa yapılması ve bütün bu farklılıklarla birlikte yaşayabileceğimiz bir çerçeve, bir zemin yaratılması. Buradaki egzersizin amacı bu, özeti bu benim anladığım.

Şimdi herkesin mikrofonu açık fakat önce Meral Hanım’a söz vermek istiyorum ki BDP’nin görüşleri toplu olarak ortaya konsun.

Buyurun Meral Hanım.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Acaba gerçekten çoğulcu bir anayasa yapmak istiyor muyuz önce onu yanıtlamamız lazım. Bence böyle bir tartışmaya ihtiyaç var, bir gün mü, on gün mü, bir ay mı? Tek tipçi, eski, ideolojik, devletçi, her şeyi reddeden yaklaşıma devam mı edeceğiz, yoksa gerçekten yeni demokratik bir anayasa mı yapacağız? Ben bir buçuk yıldır bu konuda kendim ikna olmadım bu masada olan biri olarak.

RIZA TÜRMEN (İzmir) – Cevap ikincisidir.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Cevap: Birileri statükonun -birileri derken ortaya söylüyorum yani kimse üstüne alır zaten- devamında 1982 Anayasası’nın ve tek tipleştirici, monolotik, her şeyi reddeden, aslında “ırkçı” -yani tırnak içinde diyorum çünkü bu yanlış tartışmalara sebep olabilir- bir perspektifi bilimsel temellerle kendilerince örmeye çalışıyorlar. Yok bunun bilimsel bir temeli yani hiçbir şey bırakmadı aslında fakat ben daha önce de bu masada bir kere söylemiştim gerçekten bazen tartışırken…

RIZA TÜRMEN (İzmir) – Bırakmamışsa kendinizi sıkmayın.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Yok, yok başka bir şey söyleyeceğim, onları tekrar etmeyeceğim, o tarihe hiç girmeyeceğim, hiç. Bilmiyorum yani kadınlar daha duygusal diyorlar ya bazen duygusallıkla da ilgili değil, bazen üstüme alınıyorum, üstüme alınıyorum değil, bize söyleniyor zaten. Eziyet çekersiniz ya, böyle canınız yanar. Dövmüyor ama psikolojik bir şiddet hissediyorum zaman zaman bu masada. Bugün bunu yine hissettim, garip bir şey yani ve ben iletişim dili olarak yani iletişim dersi alan, veren biri olarak -bunu bilmiyorum niye böyle hissediyorum- böyle hissettim yani niye böyle hissettim? Yani, bu kadar araştırma okundu -yok gerçi Sayın Bal ama arkadaşları iletirler- yok böyle bir şey ya binlerce kitap arasından, on binlerce kitap arasından, bu kadar tarih belgesi arasından, Kürtçe yazılan bu kadar kitap arasından, bu kadar müzik arasından… Yani yirmi dört saat yayın yapan bir televizyon, kaç tane televizyon kanalı, biz buradayız biz, biz Kürtçe konuşuyoruz ya, 3 bin kelimeyle falan da değil ha, böyle kitap yazacak kadar, her şeyi yapabilecek kadar Kürtçe biliyoruz “Efendim Minorsky demiş ki: “3 bini burada, 2 bini burada, bini burada…” Yok böyle bir şey, bu hakaret ya, bu dilimize hakaret, bunu kabul etmeyiz. Yani, Bengi Bey biraz daha belki ılımlı konuştu, bunu asla kabul etmeyiz yani bu masada Kürt diline, Kürtlere, tarihine hakareti kabul etmeyiz, reddederiz ve reddediyoruz, Sayın Bal gelince bir daha söyleyeceğim.

PROF. DR. HASAN TUNÇ – Öyle bir kasıt da yok, öyle bir şey de yok.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – “Yok efendim nüfus sayımı yapıldı da efendim şu nüfus sayımında 3 bin azaldı, birinde 5 bin arttı, diğerinde 10 bin eksildi…” Nedir bu ya? Bu ülkede ben 120 tane başvuru aldım. Millî Güvenlik Kurulu Kürdistan coğrafyasında -Türkiye ha- Kürt coğrafyasında tübigülasyon kararı alıyor ya, bu belgeli benim arşivimde var, doğum kontrol yöntemi, aile planlaması adı altında, askerler bu kararı alıyor Kürt nüfusu azalsın diye. Bu kitaptan falan değil, benim aldığım başvuru, köylerde yapılan bir uygulama. Bu yaklaşım yani “İşte siz bu kadar arttınız, onlar bu kadar arttı.” Bunu niye anlattı anlamadım, anladım da ama anlaşılacak bir şey değil 2013 yılında. “Anayasa Uzlaşma masasında etnik köken tartışması yapmıyoruz.” diyerek etnik kökenin Allah’ını yani politikasını yapmak ancak bu kadar olabilir. Gerçekten MHP bu konuda inanılmaz bir yani nasıl anlatayım ya böyle bir şey olabilir mi? Nüfus şu kadar, şu kitabı okudum, bu kitabı okudum… Nüfus bir kişi olsun ya, bir tane Süryani yaşasın bu memlekette, bir tane Arap yaşasın biz onu ret mi edeceğiz? “Sen bizim gibisin.” mi diyeceğiz? Kadını erkek yapabilir miyiz?

PROF. DR. HASAN TUNÇ – Öyle bir iddia yok ki.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Yani böyle bir şey olabilir mi? 20 milyonum veya 10 milyonum veya 5 milyonum veya 1 milyonum, o nüfusu biz tartışmıyoruz. Biz de getiririz belgeleri, bir sürü kitap getirebiliriz, biz küçüklüğümüzden beri okuyoruz bu tarihi. Böyle Minorsky’i falan çok çok aşan çok daha ırkçı yazarları da biliyoruz, ırkçılığın çok daha daniskasını yapan yazarları da biliyoruz ve bunun nereden kaynaklı olduğunu da biliyoruz ama 18’inci yüzyıl, böyle ulus devlet anlayışını, o eksi paradigmayı getirip bu masada her seferinde konuşulması bize rahatsızlık veriyor artık. Yani tez nedir? Savunulur. “Ya, biz Kürtçe’yi kabul etmiyoruz, dil değil.” Bu söylense, tamam mı, başka bir şeydir, bu politikadır, “Kürt dili yoktur, Kürt diye bir etnik kimlik yoktur.” denmesi ayrı bir şeydir fakat şunun denilmesi ayrı bir şeydir -ben not almıştım- “8378 mi Kürtçe, yok efendim 3 bini Türkçeymiş, 2.230’u Farsçaymış, şu kadarı şu dilmiş.” E Kürtçe nerede, Kürtçe nerede? Bu denilemez yani Kürt dili… O zaman MHP desin ki: “Kürtçe diye bir dil yoktur.” Biz de diyelim ki: Alın size Irak Kürdistan federal bölgesinin anayasası, resmî dildir ya. Size on binlerce kitap getirelim -bunu ispatlama gibi bir derdimiz yok- Kürtçenin bir dil olduğu, sanat dili olduğu, müzik dili olduğu, edebiyat dili olduğu, tarihsel bir arka planının olduğunu ispatlamak bize eza veriyor. Yani Bengi Bey dedi ya “Ben dilimi istiyorum.” Böyle bir şey olur mu? Böyle bir hakkı yok kimsenin, bu yüz yıldır bize yapılıyor, öncesi de var -o tarihsel şeyleri anlattığı için atıfta bulunmuyorum- ama bize bu eziyet yapıldı, çocuklarımıza yapılmasına izin vermeyiz. Gülmenize gerek yok, komik bir şey söylemiyorum, lütfen saygılı olun. Komik ama gülüyorsunuz yani böyle dalga geçerek gülüyorsunuz.

OĞUZ TURHAN - Gülüp gülmeyeceğimi…

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Ama siz ben konuşurken, tamam mı, benimle dalga geçer gibi gülemezsiniz.

OĞUZ TURHAN - Siz kendiniz alınganlık gösteriyorsunuz.

RIZA TÜRMEN (İzmir) – Meral Hanım, siz devam edin lütfen.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Şimdi, bu Sanskritçe’yle kıyası reddediyoruz. Kürt diline, Kürt kimliğine yönelik söylediklerinizin hepsinin adı etnik kimlik siyasetidir, milliyetçiliktir, farklılıkları ret ve inkârdır, bunun karşılığı budur. Yani, buna ne dersek diyelim, günlerce tartışabiliriz, bunu reddedip sonra arkasından “Ya, Kürtler kardeşimizdir, kız alıp verdik.” Artık Kürt halkı bunları dinlemiyor yüz yıldır bu halk Türkiye halkı Türk halkının şekillenmesinin, bu kadar Kürt sorununa yabancı olmasının şu anda nedenlerinden biri de bu politikadır zaten, gerçekler anlatılmamıştır. Lütfen gerçekleri bari bu masada konuşalım, adını koyalım. Etnik kimlik siyaseti tam da bu zaten, tam da bu. Yani, şimdi, siz o kadar çok Türklük ve Kürtlük üzerine rakam verdiniz ki bunu niye anlatıyorsunuz? Biz bunları ezbere biliyoruz, ezbere… Türkiye tarihini, Kürt tarihini, Kürdistan tarihini, dünyanın Basil Nikitine’den, Minorsky’e, Beşikçi’ye, bu ülkede Avrupa’nın yaklaşımını, İngilizlerin yaklaşımını… Üç ay önce İngiltere Parlamentosunda görüşme yaptım. Bu konuyu konuştuk. İngilizler bizi kullanıyormuş, Şeyh Sait’i. Yok ya, İngilizler ile Türkiye gayet de doğal olarak ittifak yapıp Kürdistan’ı bölmüşler. Yani İngiliz-Türkiye ittifakını getirip “Kürtleri kışkırtıyor.” diye kullanmak korkunç bir şey yani. Biz bunların hepsinin aksini biliyoruz. Burada zaman almamak için genellikle de nedense bizde böyle bir mizaç var, böyle mütevazı davranıp, tarihi yani kısaltıp böyle genel hatlarıyla anlatmaya çalışıyoruz. Ama bu Kürt sorunu tam da budur, egemenlik yaklaşımıdır, hiyerarşik bir yaklaşımdır. Şu anda, konuşmalarda, Sayın Bal’ın konuşmasının -iddia etmiyorum, bana göre gerçek- baştan sona kadar hiyerarşik, üsttenci, egemenci, ben bilirim, bu böyledir, işte, şu kadar nüfus vardı, zaten diliniz de yok, zaten kimliğiniz de yok yani örnekler… Yani bu kadar şeyden Minorsky’i örnek vermek için ciddi Kürt tarihi çalışmak lazım gerçekten, ona rastlayabilmek için. Demek ki bu Komisyonun tek bir faydası olabilir, tek bir faydası; birilerinde Kürt tarihi konusunda belki kulak dolgunluğu oluşuyor. Hani, Kürtler ne istiyor? Nedir bu tarih, nedir?

Şimdi, yani burada biz tarihi anlatmaktan rahatsız değiliz. Bu Kürt sorununun çözümü konusunda demokratik bir yaklaşım içinde olduğumuzu anlatmaktan asla rahatsız değiliz. Burada, bu masada bir buçuk yıldır bütün tartışmalara rağmen oturmaya devam ediyorsak gerçekten demokratik siyasete inandığımız için ve bunun gereğini yapmak için emin olun inanılmaz bir çaba sarf ediyoruz. Bu ülkede on binlerce insan öldü bu yaklaşım yüzünden, on binlerce, Türk-Kürt fark etmiyor -yani 40 bin, o tam rakamı hatırlamıyorum- hiç fark etmiyor, Kürt-Türk fark etmiyor ve şu anda yani bu sorunun çözümü noktasında herkes bir şekilde katkı sunmaya çalışıyor, anayasa da bunlardan biri. Her seferinde, “İmralı’da yapılıyor.” Yok “Kim yapıyor?” Yok ya, biz yapıyoruz işte, burada oturuyoruz, yapmaya çalışıyoruz. Ama bir buçuk yıldır hâlâ biz Minorsky’den ileri gidemedik. Ben bugün mesela şu hâlle geldim, sabah uçağıyla geldim, gerçekten bu gündem var diye, başka çalışmalarımız da var. Hani CHP talep etti, siz de kabul ettiniz, biz de ettik, bu gündemle toplanalım, hani bu maddeleri biz tartışalım. Burada biz gerçekten tartışmaya geldik, nasıl formüle edebiliriz, bunun dengesini nasıl kurabiliriz, 4’üncü maddeyi… İşte, Sayın Şentop gerçekten ön açıcı bilgiler verdi. Hani, neleri mesela koruyor, burada anlaşamadığımız hangi düzenleme var, resmî dil… Her şeyde aslında aşağı yukarı anlaşıyoruz. Bunu nasıl tartışabiliriz, bu anayasa yapımının önünü nasıl açarız diye gelirken, işte, biz teknik ve hani anayasacılık üzerine bir tartışma yapmayı beklerken yine önümüze Kurtuluş Savaşı geldi, yine Kuvayımilliye geldi, yine Kürtlük geldi, yine inkâr geldi. Yani böyle hani hep tartışma bu temelde yürüyor ve bunu doğru bulmuyoruz, bunu asla kabul edemeyiz. Yani bizim kimliğimize, dilimize, kültürümüze bugüne kadar yapılan hakaretler, ret ve inkârı biz yaşadık. Kitaplardan alıntı vermemize gerek yok, istenildiği kadar da kitap getiririz. Yani bu konuda maalesef ağrıyan yanımız bu olduğu için çok okuduk, hani en çok bu konuyu belki okuduk. Yani çok şey söylemek istiyorum ama gerçekten Sayın Bal’ın konuşmalarını ben baştan sona hem dil hem kültür… Bir de ha, şunu anlamadım ben ne demek istiyor Sayın Bal: “Bireysel hakları kabul…” Bireysel hak demek benim dilimi konuşmaktır aynı zamanda, ben Kürt’üm diyebilmek, kadınım diyebilmek, anneyim diyebilmek değil mi?

FARUK BAL (Konya) – Hiçbir sorun yok, diyebilirsiniz hepsini.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Hayır, bu konuda yani siz bu konuda zaten ne bireysel hakkı ne kolektif hakkı yani böyle her şeyi zaten reddeden ama bunu reddettiğini söylemeyen aynı zamanda… Bu da inanılmaz bir maharet gerçekten “Reddetmiyoruz ama kabul…” Bu olmaz yani böyle bir şey olamaz. Yani bunu neyse…

RIZA TÜRMEN (İzmir) – Çok teşekkür ederim Meral Hanım.

FARUK BAL (Konya) – Tartışmaya mahal vermemek için…

RIZA TÜRMEN (İzmir) – Saat şimdi altıya yirmi beş var. İzninizle Süheyl Bey ve Atilla Bey’e söz vereceğim. Ondan sonra…

ATİLLA KART (Konya) – Faruk Bey, zannediyorum bir cevap verecek.

FARUK BAL (Konya) – Ben cevap değil de sadece bir…

RIZA TÜRMEN (İzmir) – Yani ama bu öyle şey bir tartışmaya yol açacaksa…

FARUK BAL (Konya) – …yanlış anlamasını düzeltmek için ifade ediyorum.

Ben konuşmamda ret ve inkârcı olmadığımızı açık bir şekilde söyledim, bir.

İki, verdiğim bilgiler benim bilgilerim değil, tarihî süreç içerisinde bu ciddi bir sorundur, bu süreç içerisinde neler olmuşu anlatmak için ifade ettim ve Meral Hanım’ın ifade ettiği rakamlar… Bu konu üzerine çalışmış olan yabancılar da netice itibarıyla çoğu yerde referans alınarak konuşulan insanlardır. Evet, bu kadar.

RIZA TÜRMEN (İzmir) – Çok teşekkür ederim.

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Çok kısaca ben siyasi yönüne değil, şurada söylenen…

RIZA TÜRMEN (İzmir) – Peki, buyurun.

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Şimdi, değerli arkadaşlar, ilk 3 madde ve 4’üncü maddenin değişmezliği üstünde söylüyorduk. Gene tutanaklara geçsin diye söyledim çünkü çok güzel oldu tartışma yani siyasal boyutuyla ortaya çıktı birçok şey.

Ben şunu söyleyeyim: 2 ve 3’üncü maddenin, Sayın Şentop’un söylediği, şeyin de “ön açıcı, önemli, ufuk açıcı” dediğinin kesinlikle doğru olmadığını düşünüyorum. Böyle bir şey yoktur. Orada çok açık söyler, der ki: “Devletin şeklinin cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm -yani o düzenleme demektir- 2’nci maddede cumhuriyetin nitelikleri -yani oradaki nitelikler- ve 3’üncü maddesi hükümleri değiştirilemez.” Tabii, bu Anayasa’yı yapanlar da çok da bilgisiz değil. Yani 1, 2, 3’üncü madde değiştirilmez dese yani 4, 5, 6 olamaz mı bunlar, 8, 9, 10 yapamaz mısın bunları? Önemli olan, bunların içerikleri değiştirilemez, o formülasyon değiştirilemez, oradaki -faraza diyorum- “Bayrağı beyaz yıldızlı al bayraktır.” değiştirilemez diyor. “Hüküm” demek onu ifade eder. O yüzden yani “Bu işte, değiştirilir de formülasyon değiştirilir.” Doğru değil.

İki, şimdi, ben şunu…

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Peki, Hocam bir şey soracağım. 1’de “hüküm”, 3’te “hükümler…” 2 için niye hükümler dememiş?

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Gayet basit, 2 “nitelikler” diyor orada.

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Hayır, 2’nci madde hüküm diyor.

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – “Nitelikler”, “niteliklere ilişkin hükümler” değil orada, 2’deki nitelikler, “cumhuriyetin nitelikleri” diye tek tek şu, şu, şu, şu devlettir diyor. Dolayısıyla burada farklı hükümler yok, orada sadece niteliklere yönelik tek hüküm var. Öbür tarafta ise “dili Türkçe”yi söylüyor…

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Niye ayrı yazmış o zaman?

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Çünkü 3 maddenin de ayrı ayrı içeriklerinin değişmezliğini göstermek için söylüyor. Ama 1, 2, 3 değiştirilemez demiyor.

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Aynı şeyi söylüyorsa niye farklı yazıyor, onu soruyorum.

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Ee, bir tanesi “nitelikler” dediği zaman, “cumhuriyetin nitelikleri” tek hüküm hâlinde…

PROF. DR. HASAN TUNÇ – Tek fıkra.


Yüklə 341,86 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin