Osmanlı-Rus Savaşı1



Yüklə 8,72 Mb.
səhifə97/193
tarix27.12.2018
ölçüsü8,72 Mb.
#87611
1   ...   93   94   95   96   97   98   99   100   ...   193

Misyonerlerin bütün yazılarında Türkler hiçbir zaman kurbanlar olarak gösterilmemiştir, Ermeniler ise hep kurbandır bu yazınlarda. Ermeniler asla öldürmemişlerdir, Türkler ise sürekli katletmektedirler. Türklerin yetimlere zulm ettikleri, Türklerin her şeyi yakıp yıktığı, Türklerin Ermeni kadınları açık artırmayla sattığı, Anadolu’nun doğusunun tamamında Ermeniler’in çoğunlukta olduğu, bütün genç Ermeni erkeklerin Türkler tarafından öldürüldüğü, bütün Hıristiyan kadınların tek tek Türklerin tecavüzüne uğradığı düşünülmekteydi. Türkler eğitimden nefret etmekte ve sürekli olarak eğitimlilere zulüm etmekteydi. Hiçbir Hıristiyan asla Osmanlı hükümetinin bir parçası olamamıştı. Türkler Hıristiyanlara ihtiyaç duyuyorlardı, çünkü kendileri ırk olarak “doktor, diş hekimi, terzi, marangoz, ve azıcık yetenek isteyen bütün meslekler ve ticaret” konusunda yeteneksizlerdi. Misyonerler ayrıca, Türklerin şimdi Ermenileri katlettiğini yazmakta ve Türkler beyni olan tek halk olan Ermenileri yok ettikleri için ve akılsız Türkler ülkeyi kendi başlarına yönetemeyecekleri için Batılaların Osmanlı İmparatorluğu’nu yönetmek zorunda kalacağını yazmaktaydılar.15

Misyonerlerin tasvirlerine göre Ermeniler, diğer Yakın Doğu sakinlerinden çok daha mutluydular. Müslümanlar ise “sıkıntılı yüzler, solgun yüzler, endişeli yüzler, bakımsız yüzler, melül yüzler, aç yüzler, küçük çocukların hasta yüzleri ve ekşi ve asık bir hal alan yaşlı yüzlere”16 sahiptiler. Ama Ermeniler hep gülümserdi.

Protestan misyonerliğinin esas propagandası, şüphesiz, dinseldi. Amerikan yardım örgütlerinin17 lideri olan James L. Barton şöyle yazmaktaydı, “(Ermeniler) kendi hatalarından dolayı acı çekmiyorlar, onlar Hiçbir Hıristiyan gücünün kendilerini koruyamayacağı topraklar üzerinde bulunduklarından dolayı ve gerçek anlamda İsa’yı kalplerinden söküp atıp yerine Muhammed’i koymadıkları için acı çekmekteydiler.”18

Misyonerlerle İngiliz Propaganda Bürosu arasında tam bir işbirliği vardı. Toynbee’ye malzemeler göndermekte ve karşılığında da Wellington Evi’nin propaganda materyallerini dağıtmaktaydılar. Mesela, Toynbee’nin Ermeni Vahşetleri adlı kitabı, Amerika’da, misyoner yardım kuruluşları tarafından üç bin adet dağıtılmıştır. Amerika Birleşik Devletleri Yönetimi de, devletin dağıtım sistemlerini kullanmak suretiyle misyonerlik materyallerini gidecekleri yerlere göndermiştir. Amerikan Yönetimi, belirli bölümlerinden alıntılar yapmaları için misyonerlere gizli belgeler de vermiştir. Bunu da Toynbee’nin izlediği metotla ile kamufle etmişlerdir, “Her ne koşulda olunursa olunsun kaynak açıklanmaz.”

Misyoner kuruluşların liderleri arasında Toynbee’ye en fazla propaganda malzemesi sağlayanlar James Barton ve William Rockwell idi. James Barton misyonerlik faaliyetlerini Anadolu’da sürdürmekteydi. O Kongre için çalışan bir papazdı ve Dış Misyonlar için Amerikan Komiserler Kurulu’nun başıydı, bu Amerikan misyonerlik gruplarının en büyüğü idi. Barton ayrıca temel yardım kuruluşu olan Ermeni ve Süryaniler İçin Amerikan Yardım Komitesi’nin de başkanıydı.

William Rockwell de Columbia İlahiyat Semineri’nde faaliyet gösteren bir papazdı. O aynı zamanda Amerikan Komitesi’nin Baş Propagandacısıydı. Toynbee’ye kaynak sağlama konusunda bu ikisine İsviçre’den de Leopold Favre katılmaktaydı. Favre, Birinci Dünya Savaşı’ndaki Ermeni vahşetleri koleksiyonlarından ilkini, Quelques Documents sur le sort des Armeniens en 1915, meydana getirmiş olan kişidir. Mısır Başbakanlığı yapmış olan Boghos Nubar Paşa da şimdi Ermeni Ulusal Delegasyonu’nun başında bulunmaktaydı ve o da belge sağlamada katkılarda bulunmaktaydı.

Barton, Rockwell, Favre ve Nubar… bütün bu insanlar Toynbee’ye malzeme sağlamaktaydılar, el yazmalarını okumaktalar, düzeltme önerilerinde bulunmaktalar ve tashih yapmaktaydılar. Nubar bir belge hakkında Toynbee’ye bir mektup yazarak, bu belgenin Türklere çok sempatik davrandığını hissettiğini belirtmiş ve Toynbee de Türkleri savunan bu bölümü iptal etmiştir.
Mavi Kitap-Blue Book olarak adlandırılan Bryce cildi, Bryce tarafından yazılan bir giriş yazısıyla mektuplar, broşürler ve makalelerin derlenmesinden oluşmaktadır. Bu giriş ise, Türklerin şiddetle kınayan bir bakış açısıyla Ermeni tarihinin bir özetinden ibarettir.

Mavi Kitap’taki belgelerde, kaynakların çoğu belirtilmemektedir. Mantıklı bir şekilde bunun söz konusu kaynakları korumak amacıyla yapıldığı iddia edilmektedir. Bu kaynaklar, A, B, C, X, F gibi harflerle temsil edilmekte ya da kaynaklar için “bir seyyah” veya “yabancı bir sakin” gibi kelimeler kullanılmaktaydı. Yer isimleri de gizlenmekteydi.

Kaynakların gizlenmesi, Mavi Kitap’ta bulunan belgeleri aslında Ermeni Meselesi’nin aşırı derecede tek taraflı görüldüğünü göstermektedir. Ancak, kaynakların kimlikleri bilinse belki bu görüntü değişecektir. Gizli kaynakların kimliklerinin, İngiliz Kamu Kayıt Ofisi’nde bulunan bir küçük kitapçık içinde olduğu ortaya çıkarılmıştır.19 Kitapçık Toynbee’nin kaynaklarını tanımlamaktadır. Son zamanlarda, Mavi Kitab’ın oluşumu hakkında Arnold Toynbee’nin yazıları da Kamu Kayıt Ofisi’nde bulunmuştur.20

Söz konusu kitapçık ve Toynbee’nin kayıtları ilginç bir hikayeyi de ortaya çıkarmıştır, bir aldatma hikayesini. Toynbee ve Wellington Evi gerçekten kaynaklarını korumaya gayret etmiş olabilirler. Ancak, öte yandan, kaynaklarını açıkladıklarında yaptıkları aldatmacalar ve saptırmalar ortaya çıkacağı için de bunları gizlemeyi yeğlemişlerdir. Bunun yerine, Bryce bahse konu olan Giriş’inde şunları yazmaktadır, “Muhtemel bütün kaynaklar görüldü” ve “Cevap verenler birbirlerini tanımamaktadırlar.” Bu açıkça bir yalandır. Söz konusu yazarların bir kısmı yazmadan önce notlarını birbirlerinkiyle karşılaştıran misyonerlerdi. Mektuplarında, Toynbee raporların nasıl da bir birine benzediğinden bahsetmektedir. O, yazarların yazılarını yazmadan önce diğerlerinin yazdıklarını okuduğunu ya da yazmadan önce yazarların kendi aralarında konuştuklarını anlamıştı. Ancak, Mavi Kitap, raporlar tamamen bağımsız olduklarından dolayı hikayelerdeki benzerliklerin sadece onların doğruluğunu ispatlayacağını söylemekteydi. Benzerlikler açıkça bunların güvenilirliğini ispatlamaktaydı.

Yazarların birbirlerini tanımadıkları lafı ise iki yüzlülükten, öte bir yalandı, çünkü bazı durumlarda aynı kişiler başka başka isimler altında tekrar tekrar kullanılmaktaydı. Bunlara bir örnek, Mersovan’daki Amerikan misyonerlik kolejinde bir profesör olan Profesör Xenides’dir. Bu kişiden üç adet alıntı yapılmıştır. İlk iki alıntıda “X Kolejinden bir profesör” olarak tanıtılmaktadır. O gerçekten bir kolejde profesördü, ama öğrencilerinin tamamının Ermeni olduğu bir kolejde ve kendisi de bir Yunan’dı. Eğer gerçek kimliği verilmiş olsa, bu bilgi okuyucuların onun yazdıklarını daha doğru değerlendirmesini sağlayacaktı, ama gerçek kimliğinin neden gizlendiğini anlamak da zor değil. Xenides tamamen farklı bir başka ifadede de kaynak olarak kullanılmış ancak bu sefer “Ermeni milliyetinden olmayan bir seyyah” şeklinde tanıtılmıştır. Bu objektif olarak doğru ama yine de aldatmacadır. O bir Yunan’dı ve zaman zaman evinin birkaç mil ötesine gidip geldiğinden dolayı da bir seyyah idi (!). Mamafih, Mavi Kitap’a göre o tamamiyle farklı iki kişiyi. Ancak hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde bir numaralı Profesör Xenides, iki numaralı Profesör Xenides ile tamamen aynı görüşleri paylaşmaktaydı.

Olayları duyan - aslında rapor ettikleri şeylerin neredeyse hiç birini asla kendi gözleriyle görmemişlerdir- misyonerler bazı zamanlar sadece “Amerikan seyyahlar” olarak tanıtılmışlardır. Eğer bu kitaba inanılacak olursa, Birinci Dünya Savaşı dönemi sırasında inanılmaz sayıda çok Amerikalı seyyahın bütün Anadolu’yu dolaştığı düşünülebilir. Aslında, bunların hepsi misyonerler, ya da onların karıları veya kız kardeşleridir. Bütün hepsi seyyahlar olarak tanıtılmaktadır. Bunu okuyan okuyucular bunların Amerika’dan gelmiş seyyahlar olduklarını düşüneceklerdir, ancak gerçek böyle değildir.

Önemli sayıda yazar, sadece “Yetkili Bir Kaynak” şeklinde listelenmiştir. Buna sadece “Yetkili Bir Kaynak” olarak tanımlanan Ermeni patriği de dahildir.

Yazarların en geniş grubunu, yüz elli belgeden elli dokuzunu yazan Amerikan misyonerler oluşturmaktadır. İkinci sırada bireysel olarak, elli iki belge ile Ermeniler gelmektedir. Çoğu kere bunların sadece isimleri bilinmekte, sadece isimlerinden ise bunların kim oldukları anlaşılamamaktadır. Çoğu durumda ise bunların isimleri bile bilinmemekte ve sadece “Bir Ermeni” olarak tanıtılmaktadırlar. Pek çoğu ne duyduğunu rapor ederken, sadece çok azı gördüklerini aktarmaktadır. Şaşırtıcı bir şekilde “Objektivite” iddiasıyla altı belge Osmanlıların yeminli düşmanları olan Daşnak partisi tarafından gönderilmiştir. Bu, Van’daki isyandan en fazla sorumlu olan devrimcilerin partisidir ve bu bölge ile daha pek çok bölgeyi Türkler ve Müslümanlardan almaya teşebbüs etmişlerdir ve Doğu’nun Müslümanlarına zulm etmişlerdir. Diğer makaleler de, Daşnak ve Ermeni Davasına sempatiyle bakan diğer gazeteler de dahil olmak üzere gazeteler tarafından temin edilmiştir. Diğer Ermeni siyasi temsilcilikler tarafından da belgeler gönderilmiştir.

Bu kaynakları X, Y ve Z şeklinde tanımlamak bu kaynakları daha fazla saklamak içindir. Bu yüzden yazarların pek çoğu bilinmemektedir. Pek çok belgede ise, sadece alıntıları alıp göndermiş olan kişinin ismi, bir Amerikan Konsolosu gibi, bilinmekteydi. Ne Toynbee, ne de bir başkası bu ifadelerin gerçekten kimler tarafın-

dan yazıldığını bilmemekteydi. Toynbee’nin bildiği tek kaynak, sadece bir Amerikan Misyonerinin karısıydı ve bu kargaşanın hakim olduğu dönemde misyon merkezinden asla ayrılmamış olan bir kadındı. Bu kadın da sadece “mülteci” olarak tanımlanmaktadır.

Toynbee, Bryce’a “Belgelerin yüzde otuz üç-otuz dördünün gerçek yazarlarını bilmiyorum” diye yazmaktaydı. Ancak, bu bilinmeyen/tanınmayan yazarlar aynen tanınan-bilinen yazarlar gibi kitapta yer almaktaydılar. Şunu da söylemek gerekir belki, Toynbee gerçekten de bu insanların kim olduğunu öğrenmeye çalışmaktaydı. Mesela, gönderdiği bir belgelerin kaynaklarının kimler olduğunu öğrenmek üzere Barton’a bir mektup yazmıştır. Barton ise bilmediğini söylemiştir. Toynbee’nin bilmediği sadece isimler değildi, o aynı zamanda mektupların orijinallerini de asla görmemişti ve bunların kendisine nasıl ulaştığından da habersizdi. Barton’un bazı bilgiler verdiği zamanlar ise verilen bilgiler adeta dalga niteliğindeydi: “Dost bir gücün bir vatandaşı tarafından yazılmıştır,” “Birleşik Devletler konsolosu tarafından gönderilen bir ifadedir,” ya da “İsmi verilmeyen bir Amerikalı yetkilinin ifadesidir.”

Amerikan misyoner kuruluşunun baş propagandacısı Rockwell, Toynbee’ye pek çok hikayeyi kendisinin şahsen bastığını ama bu hikayelerin yazarlarının kimler olduğunu bilmediğini yazmaktaydı. Favre de benzer şeyler yazmıştı. Bazılarını tanıyordu ama çoğunu değil. Gönderdikleri ifadelerin ait olduğu kişilerin kimlikleri sorulduğunda Daşnak Partisi de, hikayeleri yazan ya da anlatanların hiçbirinin kimliklerini bilmediklerini söylemekteydi. Hiçbirinin kimliği bilinmiyordu ve yine de Toynbee bunların hepsini kullandı. O, kimliklerini bilmediği için bu bilinmeyen kaynakları A, B, C ya da “Bir Seyyah” şeklinde isimlendirdi ve hepsini kitaplarında kullandı.

Mavi Kitap ile olan ana problem yazdıklarının tamamının gerçek dışı olması değildir. Belgelerin bazıları kesin bir şekilde doğrudur. Esas problem, diğer tarafa hiçbir şekilde söz hakkı verilmemesidir. Sanki hiçbir Türk ölmemiş, hiçbir Ermeni öldürmemiştir. Ermeni çetelerden, Osmanlı Parlamentosu’ndaki Ermeni temsilcilerin Ruslarla işbirliği yaparak Türklere karşı savaşan silahlı çetelere liderlik ettiklerinden, Osmanlı memurlarının/subaylarının katledilmesinden, Osmanlıların iletişim hatlarının Ermeniler tarafından kesilmesinden, Osmanlı şehirlerini ele geçirmeye teşebbüs etmelerinden, Van’da giriştikleri kitle katliamlarından, bir milyondan fazla Müslümanın Ruslar ve Ermeniler tarafından göçe zorlanmasından hiç söz edilmemektedir. Buna rağmen Bryce, “Mümkün olan bütün kaynaklarla görüşülmüştür” diyebilmektedir.

Toynbee’nin The Armenian Atrocities -Ermeni Vahşeti, the Murder of a Nation- Bir Milletin Katli adlı eserlerine kısaca bakmakta yarar vardır. Toynbee Ermeni Vahşeti’nde, Bryce Raporu’ndaki suçlamalar ve delilleri özetlemekte, fakat bütün suçu Almanlara yıkmak için büyük çaba harcamaktadır, bunu için de “Kahire’den telgrafları” ve New York’taki Ermeni yayınlarında çıkan mektupları delil olarak kullanmak suretiyle iddialarını kanıtlamaktadır. Bu küçük kitap, tipik bir propaganda kitabı olarak Türklerin “şeytanlıklarının” bir kataloğu niteliğindedir. Ancak, Toynbee’nin yazılarındaki bir olaydan bahsetmeye değer: Toynbee kitabında, İskenderiye’ye gelen Ermeni mülteciler korkunç acılar çekmekteydi, “hastalık, kötü hava koşulları ve açlıktan ölmekteydiler” diye yazmaktaydı. Bu ifadeler, bu insanların bakımını üstlenen İskenderiye’deki İngilizleri biraz üzdü. İngiliz misyonunun İskenderiye’deki başkanları, Dış İlişkiler Ofisi’ne zehir zemberek mektuplarla Ermeni mültecileri beslediklerini ve Ermenilerin açlık ya da hastalıktan ölmediğini yazarak şikayetlerini dile getirdiler. Hem ölümler, hem de doğumlar tamamiyle normal seyrinde gitmekteydi. Toynbee özür dilemek zorunda kaldı.

Toynbee’nin bir başka kitabı olan The Murderous Tyranny of the Turks-Türklerin Katil Tiranlığı, bazı alıntıları açısından ve Wellington Evi’nin ürettiği kitap türüne bir örnek olması açısından ilginçtir. Temsilen birkaç seçme yapacak olursak: Toynbee, Türkler “kendilerinden daha üstün olan halkları sakatlamak ve çarpıtmak”la uğraşmaktadırlar, demektedir. Toynbee’nin iddiasına göre, başlangıcından itibaren bütün Türk tarihi boyunca bu böyle olmuştur, Türkler “daha üstün” olan halkları sakatlamış ve ezmişlerdir. Böylesine ırkçı bir ifadenin ele alınmasına gerek bile bulunmamaktadır. Toynbee’ye göre, 1913 yılında Türkler Arnavutları yok etmeye çalışmışlardır, bu kesin ve açık bir yalandır. Yine Toynbee’ye göre, Balkan savaşlarından sonra Türkler “kendi toprakları üzerinde kalan bütün Yunanlar ve Slavları yok etmişlerdir”. Bu, Toynbee’ye göre ölmüş olmaları gereken ama gerçekte yaşamakta olan ve Türklerin Kurtuluş Savaşı sırasında Türklere karşı savaşan tüm Yunanları oldukça şaşırtmış olmalı. Toynbee ayrıca, Türklerin Araplara saldırdığını, ve aslında bu saldırı ile birlikte bütün Arapları yok etmeyi planladıklarını iddia etmektedir. Toynbee’ye göre, Türkler hiçbir medeniyete sahip değildir: “Onlar, askeri şiddet ve hile geleneğinden başka bir şeye sahip olmamışlardır.” Aslında bu, bir kitabın ve bir tarihçinin değersizliğinin inanılmaz bir hicvidir.

Turkey: a Past and a Future-Türkiye: Geçmiş ve Gelecek adlı kitabında, Toynbee suçlamalarda bulunurken çok daha mutedil davranmakta ve Almanları, Ermenilerin öldürülmesi için emir vermekle değil, sadece suç ortaklığı ile itham etmektedir. Almanlarla mukayese edildiğinde Türkler bundan da faydalanmaktadır. Kitabın bi-

limselliği en iyi şekilde, ilave edilen bir haritada görülmektedir. Bu harita, gerçekte bölge nüfusunun üçte ikisinden fazlası Müslüman olmasına rağmen Doğu Anadolu nüfusunu “Ermeni” olarak göstermektedir.

Wellıngton Evi’nin Diğer Yayınları

Wellington Evi’nin diğer bir kitabı da, yine Bryce Raporu’na dayanan ve A. P. Hacobyan tarafından yazılan, Bryce tarafından ise bir önsöz yazılan Armenia and the War-Ermenistan ve Savaş adlı kitaptır. Kitabın yüzde 12’si Bryce Raporu’ndan alıntılardan ibarettir. Kalan kısmı için ise “Aslen İran’ın İsfahan şehrinden bir aileye mensup olan, ama şimdi İngiltere’de ikamet etmekte olan bir Ermeni beyefendisinin ürünüdür. Onun, söylediklerini samimi bilgiler ve yurtsever duygularla anlattığı görülmektedir…”21 denilmektedir. Bir kez daha anonim bir itirafçı ve bu sefer İran’ın İsfahan kentinden bir Ermeni ailesinin üyesi (yani herhangi bir Türk-Ermeni çatışmasından uzak biri).

Ermenistan ve Savaş adlı kitap, İngiliz propagandasının temel temasını tekrarlamaktadır: Almanya Türklerle aynı safta yer almakla ve katliamları onaylamakla büyük bir hata içerisinedir. Dünya Müslümanları, her biri yönettikleri Müslüman toplumların takdirlerini kazanmış olan İngiltere, Fransa ve Rusya’nın siyasi yönetiminden memnun olacaklardır. Bir bölümün tamamı Mark Sykes’tan yapılan alıntılarla “temiz bir savaş veren Türk” görüşünün reddine ayrılmıştır. Amerika’nın savaşa girmesini sağlamak için bir tez geliştirilmiştir. Wellington Evi’nin kartları/eli açıktı. Kitapların diğer bölümleri Ermenileri ve Türkleri ırkçı bir bakış açısından tasvir etmektedir, ve genellikle Ermenilerin erdemlerinden bahsedilirken, Türkler için ise tam tersi niteliklere sahip oldukları ve milli karakterleri haline gelen bu özelliklerini de hiçbir şeyin değiştiremeyeceği anlatılmaktadır:

Bir ırk olarak Türkler, kanla lekelenmiş tarihlerinin sayfalarını dolduran uzun anıtlar dizesine benzer diğer ve daha büyük bir anıtı daha eklemiştir, bu da onların vahşi tabiatlarının değiştirilemez olduğunun bir kanıtıdır. Onlarla konuşurken akıl yürütemez ya da onlarla tartışamazsınız. Böyle bir tabiattan/fıtrattan adalet ya da sıradan insan hissiyatı da beklenemez.22

Hacobiyan, Moğolları Türklermiş gibi gösteren ve bunun “Türk”ün sabit tabiatı olduğunu gösterdiğini iddia eden taktikler de dahil olmak üzere, seçici ve doğru olmayan bir tarihi kanıt olarak sunmaktaydı. Bu yaklaşım, ona, Bryce Raporu’ndaki hikayeleri temel Türk karakterinin yeni bir delili olarak göstermesine imkan vermekteydi.

E. F. Benson’ın23 Deutschland über Allah isimli kitabı sahte de olsa Türklere karşı bir kanıt bile sunmamıştır. Kitap basit bir şekilde, Türkleri Ermenileri katletmekle suçlamış, ve Yunanlara, Kürtlere ve Osmanlı toprakları üzerinde yaşamakta olan Türk olmayan diğer halklara karşı harekete geçildiği suçlamalarında bulunulmuştur. Ayrıca, Türkler İslam’ı ifsat eden kötü Müslümanlardır, aynen Hıristiyanlığı ifsat eden Almanlar gibi. Almanların, Türklerin bütün caniliğini bildiklerini ve durdurabilme imkanlarına sahip oldukları halde hiçbir şey yapmadıklarını iler süren Benson Almanları da kötülemektedir.

Benson şöyle devam etmektedir, şayet Almanlar şikayette bulunmuş olsalardı, Türklerin sadece Almanlara Belçikalılara neler yaptıklarını hatırlatmaya ihtiyaçları olacaktı. Benson, Osmanlıları desteklemekteki amaçlarının savaştan sonra Orta Doğu’yu ele geçirmek olduğunu söyleyerek Almanlara yüklenen Benson, aslında İngiltere’nin kendi niyetlerinin ışığı altında komik bir eleştiride bulunmaktaydı.

Hedeflenen dinleyicilerin gerçek durum hakkında hiçbir şey bilmedikleri durumlarda, Almanya, Türkiye ve Ermenistan24 propagandanın özellikle etkisiz parçaları haline gelmiş olacaktı. Bunun nasıl ciddiye alınabilmiş olduğunu görmek çok zordur. Kitap, yazarı, editörü ya da sponsor listesi olmadan yayınlanmıştır. Kitapta kullanılan materyalin bir kısmı Bryce Raporu’ndan alınmıştır, diğer materyallerin çoğu ise anonim kaynaklardan (“Fraulein O.”, “Bir Alman şahit”, “İki İsveç bayan”) alınmıştır ve hiçbir materyalin kaynağı belirtilmemiştir. Raporların büyük çoğunluğu, Alman misyonerlere dayandığı şeklinde etiketlenmiştir. Tıpkı Amerikalı meslektaşları gibi, onlar da sadece ölü Ermeniler görmüşler, hiç Müslüman cesedine rastlamamışlardır.

Kitabın en inanılmaz kısmı “Muhammedi Subayların Raporu” (“A.B.” ve “C.D.”) başlığı altında iki kısa bölümdür. Burada, Ermenilerin katledilmesi için verildiği iddia edilen tamamen uydurma emirler rapor edilmektedir. Bunlardan biri, Osmanlı İmparatorluğu’nun dini lideri olan Şeyhülislam’ın emridir, Osmanlı sisteminde Şeyhülislam’ın hiçbir zaman bu tür bir emir verecek ne konumu ne de gücü olduğunu söyledikten sonra bunun gerçek dışı bir iddiadan öte bir şey olduğunu söylemek gerekir. Şüphesiz, bu tür raporların İngiltere’ye nasıl ulaştığına dair herhangi bir işaret de yoktur. Söz konusu raporların ne dili, ne de şekli Türk belgelerine, hatta Türk mektuplarına benzemektedir. Subayların gizli belgelere ulaşabilmesi için yüksek rütbeli olmaları gerekir, fakat bunlar Osmanlı Genel Kurmayı’nın bir subayı küçük bir şehrin yönetimine atadığını söylemek gibi bariz hatalar yapmışlardır. Şayet ikisi de yüksek rütbeli subay idilerse, 1915 yılındaki kamuoyu bunların Ermeniler hakkındaki raporları İngilizlere gönderdiğine inanabilmişlerdir? Cevap muhtemelen evettir. Bu propagandayı okuyanlardan hiçbir

bunun doğru olup olmadığını kontrol edecek durumda değildi.

E. W. G. Masterman’a25 ait olan The Deliverance of Jerusalem-Kudüs’ün Teslimi başlıklı cilt, nispeten zararsız bir propaganda örneğidir. Bu kitap bazı kişilere çok az zararı olmuştur. Çünkü bu Kudüs’ün şimdi, Haçlı Seferleri’nin başaramadığını başaran İngilizler sayesinde, bir kez daha Hıristiyanların eline geçmesinin bir kutlamasıdır. Bu temel olarak İngilizler hakkında müspet bir ifadedir. Kudüs’ün İngilizler tarafından işgal edilmesinin iyi mi yoksa kötü mü olduğu tamamen o kişinin hangi tarafta olduğuna bağlıdır, fakat bu kitap Türklere ya da başkalarına çok fazla zarar vermemektedir. Buna benzer daha pek çok yayın bulunmaktadır. Bunların temel amacı ise, İngilizleri övmektir.

En dikkate değer kitaplardan birisi, Fa’iz El-Ghusein tarafından kaleme alınmış olan Martyred Armenia-Şehit Edilen Ermenistan’dır.26 Kitap, El’Ghusein’in “Şam’ın ileri gelen Bedevilerinden biri” olduğunu ve “Havran” da yaşamakta olan bir Bedevi kabilesinin “başlarından” -ne anlama geliyorsa- birinin oğlu olduğunu ifade etmektedir. Bu kişi, eğitimini İstanbul’da almış ve Osmanlı hükümetinde bir bürokrat olarak çalışmıştır. Şam Valisi’nin personeli olarak atanmış ve daha sonra da Kaymakam, bölge yöneticisi ya da Mamuretülaziz’in başı olmuştur. Daha sonra da Şam Meclisi’nin Hawran Üyesi olmuştur. Fa’iz, Suriye Valisi Cemal Paşa tarafından tutuklandığını söylemektedir. Diyarbakır’da hapsedilmiştir ancak daha sonra serbest bırakılmıştır. El-Ghusein’in hikayesine göre, Diyarbakır’da Ermenilerin katledildiklerine dair çok şey duymuştur ve bunların kaydedilmesi gereken şeyler olduğunu düşünmüştür. Bu yüzden önce Basra’ya, oradan da Hindistan’a kaçarak, raporunu burada yazmıştır. Raporunu yazdıktan sonra İngiliz Dış İlişkiler Ofisi’ne ulaştırmıştır. Kitap bu el yazmasının İngiliz Dış İlişkiler Ofisi’ne nasıl geldiği konusunda hiçbir şey söylememekte; sadece basılmak üzere İngiltere’ye ulaştırıldığından bahsetmektedir. Bu raporun, Londra’da Wellington Evi’ne teslim edildiğine dair de bir gösterge bulunmamaktadır.

Bu hikayede çok sayıda iç tutarsızlık ve şehirleri yanlış bölgelerde konumlandırmak gibi bir Osmanlı memurunun yapmaması gerektiği düşünülen çok sayıda hata bulunmaktadır. Bu hataları ve tutarsızlıkları bir kenara koysak bile, kitap okunduğunda, üst düzey Osmanlı yetkililer arasındaki konuşmalar gibi, Faiz’in asla bilmesine imkan olmayan şeyler yazdığı fark edilecektir. (Aslında, Talat Paşa’dan alıntılar üreten ve savaşının sonuna kadar da faaliyetlerini sürdüren küçük bir alıntı üretim odası mevcuttu.”27 Diyarbakır’da cezaevinde iken, Faiz’in, İstanbul’daki kabinede Talat Paşa’nın Enver Paşa’ya ne söylediğini işitmiş olduğu görülmektedir ve bunları da daha sonra yayınlanan raporuna yazmıştır. O aynı zamanda, Ermeni devrimci liderlerin gizli faaliyetlerini de bilmektedir, bu konudaki haberler de ona yani Diyarbakır hapishanesine ulaşmış olmalıdır. Açıkcası bunlar ihtimal dışından daha da öte bir şeydir.

Fa’iz büyük ayrıntılar da vermektedir. Ermenilere neler yapıldığıyla, onların eşyalarının kimler tarafından çalındığını ve bunların hangi Osmanlı yetkililerine hediye olarak sunulduğunu ilişkilendirmektedir. “Ahmet Bey Ermeni mallarını aldı” diye suçlamalarda bulunduğunda, doğal olarak bahse mevzu olan kişinin yüzlerce Ahmet Bey’den hangisi olduğunu ve yazarın böyle bir Ahmet Bey’i tanıyıp tanımadığını da söylemek imkansızdır. Aldatmaca için yapılan saptırmaları/yanlışları tespit etmek daha kolaydır: Balkan Savaşı’ndan sonra çok büyük sayılarda Türkler Zeytin’e yerleşmiştir demektedir. Ama gerçekte oraya hiç kimse yerleşmemiştir, ama okuyucular arasında bunu kim bilebilirdi ki? Savaş hikayeleri adı altında, Türklerin Ermenilere ne yaptıkları hakkında anlattıkları hikayeler de kesinlikle korkunçtur. Bu hikayeler arasında Türk askerlerin Ermeni cesetlere tecavüz ettiği bile söylenmektedir.

Sadece kitap okunduğunda bunun bir düzmece olduğu, “Faiz al-Ghusein” hakkında anlatılanların çoğunun da Osmanlı raporlarının bir araştırmasında ulaşılmış olduğu gibi görülecektir: Oysa, gerçekte böyle bir şahıs yoktur. O gerçekten, Suriye ya da Mamuretülaziz’de bulunan hükümet görevlisi olarak çalışmış olsaydı, hükümet memurları listesinde isminin bulunması gerekirdi. Bu listelerde Fa’iz Ghusein bulunmadığı gibi, sadece Faysal bile yoktur. En basit ifadelerle söyleyecek olursak böyle bir kişi yoktur. Wellington Evi kayıtlarını yaktığı için, hiç kimse bu kitabın gerçekten kim tarafından yazıldığını bilemeyecektir, ancak şundan emin olunabilir ki, bu kitabın yazarı mitolojik Fa’iz değildir.


Yüklə 8,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   93   94   95   96   97   98   99   100   ...   193




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin